Etiket arşivi: Himmet Uç

Ağustos Zafer Ayı ve Gufran Ayı, Şehr-i Ramazan

Ağustos Ayı millet olarak büyük zaferler kazandığımız ve bu topraklardaki kaderimizi belirlediğimiz bir aydır.

Fatih 1516 Ağustosu’nda Mercidabık Zaferini kazanır. Aynı tarihte Haleb’i fetheder.

Malazgirt Savaşı gibi bize Anadolu’nun kapılarını açan ve Anadolu’nun İslam’la büyük oranda şereflenmesini ortaya koyan savaş bu ay içinde olur, Alparslan Kur’ani hayatı ve savaşı ile bu kapıyı bize açar.

Aynı tarihte Osmanlı’nın yıkılmasından sonra işgal altındaki ülkemizi düşmanlardan temizleyen savaş bu ayda yapılır ve 30 Ağustos Zafer bayramı olarak kutlanır.

Kosova Zaferi 1389 da kazanılır.

Anafartalar Zaferi 1915 de kazanılır.

Fatih’in Otlukbeli savaşı 1473 Ağustosunda kazanılır.

Trablusgarp 1551 de fethedilir.

Bu ay içindeki savaşlarda milletimiz büyük şehitler vermiş ve onların kanlarının pahasına bu topraklar elde edilmiştir.

Mehmet Akif’in

“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı ,

düşün altında binlerce kefensiz yatanı,

sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı ,

verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı”

Büyük şair bize bu topraklarda yaşamamızda dikkatli olmamızı telkin eder.

Çünkü devletler kalemlerle sınırları çizilmeden önce kan ile satın alınır. Hiç kimse ülkesini kimseye peşkeş çekmez, kan pahasına alınan ülke eğer düşmanın gücü varsa yine kan pahasına alır, yoksa kimseye bir karış toprak verilmez.

Malazgirt Meydan Muharebesi, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Arslan’ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, “Türklere Anadolu’nun kapılarında kesin zafer sağlayan son temsili savaş” olarak bilinir.

Otlukbeli meydan savaşı: Anadolu’da Erzincan ilinin Tercan Ovası’nda Otlukbeli denilen yerde, Osmanlı Padişahı FATİH SULTAN MEHMED’in komuta ettiği Osmanlı ordusuyla AKKO­YUNLU İmparatoru UZUN HASAN’ın komuta ettiği Akkoyunlu ordusu arasında yapılan meydan muharebesidir.

Fatih savaşı kazanmış ama mağlup orduyu kılıçtan geçirmemiş çekip gitmesine izin vermiştir, bu da onun fazilet yanıdır.

Mercidabık Muharebesi, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Memluk Devleti ile yapılan birinci savaştır. 1516’da Osmanlı ordusu ile Memluk ordusu arasında Halep şehrinin kuzeyinde yapılan savaşı Yavuz Sultan Selim kazanmıştır.

Kosova Savaşı veya Birinci Kosova Meydan Muharebesi Sultan I. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar önderliğindeki bir Balkan ordusu arasında yapılmış bir muharebedir.

Osmanlılar’ın Balkanlar’daki ilerlemeleri ve Sofya, Niş, Manastır gibi önemli yerleri ele geçirmeleri Haçlı Seferi’nin düzenlenmesine sebep olmuştu.

Vezir Çandarlı Ali Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, önce Bulgarları etkisiz hale getirdi. Osmanlı ordusu ilerlerken, Kosova’da Haçlılar ile karşılaştı. Haçlı ordusu Sultan Murat Hüdavendigar’ın okçu piyadeleri ile Sırp süvarileri arasında ki muharebede, Sırp öncü süvarilerinin önce oklanarak kendilerinin ya da atlarının vurulması ile başlamış, daha sonra Osmanlı piyadelerinin kılıçlarını çekerek bozulan Sırpları gün batımına kadar süren bir meydan muharebesinden sonra bölgede tarih sayfalarından silerek yüzyıllar sürecek olan Osmanlı hâkimiyetini yerleştirmiştir.

Savaşta Arnavut Katolik soylu ailesi Kastriotlar’dan Pal Kastrioti de ölmüştür. Savaş bazı kaynaklarca iddia edildiği gibi top kullanılarak kazanılmamıştır. Çünkü o tarihlerde Osmanlı Devleti’nde kurulmuş bir topçu ocağı bulunmuyordu.

İki tarafın da büyük kayıp verdiği bu muharebe sonrasında I. Murat “Allah bana bir daha böyle zafer göstermesin” demiştir.

Savaş sonunda bir Sırp soylusu, sultanın elini öpüp Müslüman olmak istediğini belirterek I. Murat’a yaklaşmış ve onu ani bir hamleyle hançerleyerek şehit etmiştir. Ölümünden sonra Hüdavendigar lakabının verildiği sultanın iç organları orada gömülmüş, geriye kalan naaşı Bursa’ya götürülerek orada defnedilmiştir.

 Bunun da etkisiyle I. Kosova Savaşı tarihte Sırp milliyetçiliğinin ilk yeşerdiği ve bugün Sırpların çok önem verdiği bir muharebedir

Anafartalar ise Çanakkale savaşları içinde yer alır, millet olarak Anadolu’da kalma kalmama mücadelesinin bir safhasıdır, Malazgirt’ten girdiğimizin anadoludan haçlı ruhu ile kovulmak için avrupanın yığınak yaptığı bir savaştır bu savaştan da alnımızın akı ile çıkmışız, onbinlerce ölü ile Anadolu geçilmez hükmünü vermişizdir, bugün kullandığımız hürriyet o kanların pahasına alınmış bir hürriyettir.

Bediüzzaman Anafartalar zaferinden sonra yeni devletin kurulması yıllarında Ankara’ya gelir ve mecliste namaza karşı gösterilen lakaytlığı eleştirir. Yeni cumhuriyeti kuran ve zafer kazanan bir milletin mazisi ile bağlantılı olmayan bir duruma çok içerler başkumandanı ve milletvekillerini uyarır. Meclis-i mebusanda dine karşı gördüğü lakaytlık ve garplılaşmak bahanesi altında Türk milletinin kutsi mefahir-i tarihiyesi olan şeair-i İslamiyede bir soğukluk gördüğü için mebusların ibadete bilhassa namaza müdavim olmalarının lüzum ve ehemmiyetine dair on maddelik bir beyanname neşreder ve mebuslara dağıtır

“Ey mücahidin-i İslam ve ey ehl ü hal  ü akd  bu fakirin bir meselede on sözünü birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.

Birinci, şu muzafferiyetteki harikulade nimet-i ilahiye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmez ise gider, mademki Kur’an’ı Allah’ın tevfiki ile düşmanın hücumundan kurtardınız, Kur’an’ın en sarih ve en kati emri olan salat gibi feraizi imtisal etmeniz lazımdır, ta onun feyzi böyle harika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.

İkincisi, âlem-i İslamı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız, lakin o teveccüh ve muhabbetin idamesi şeair-i İslamiyeye iltizam ile olur, zira Müslümanlar İslamiyet hasebiyle sizi severler.” (Mesnevi)

Bu kadar büyük olayların geçtiği bir ayda Müslümanlar oruç tutmakta ve Kur’an okumaktadırlar. Bu toprakların kazanılmasında kanları pahasına fedakârlık eden aziz şehitlerimize dualar etmek, okuduğumuz hatim ve Kur’anları ve yaptığımız hayırları onların ruhlarına bağışlamak bize bir dini vecibedir.

Prof. Dr. Himmet Uç

Bediüzzaman’ın Fikir ve Sanat Dünyası

Web sitemizin yazarlarından Prof. Dr. Himmet Uç hocamızın “Bediüzzaman’ın Fikir ve Sanat Dünyası” isimli en son kitabı basıldı. Eser Bediüzzaman’dan bahsediyorum, genel olarak eleştirel kısmi bir biyografi, daha sonra Bediüzzaman ve sanat, Bediüzzaman ve estetik, Bediüzzaman ve kelam ve felsefe, Bediüzzaman ve ilimler ayrı ayrı bahisler eser sekizyüz sahifeye varıyor.

Eser hakkında Prof. Dr. Himmet Uç’un kısa yazısını aşağıya dercettik

Bediüzzaman’ın eserlerinin esas maksadı tevhid bahisleridir. O bütün yazarlık faaliyetini imanın altı rüknünü daha sağlam bir şekilde inandırcak çeşitli izah yolları ortaya koymaktır.Bundan sonraki gerek ferdi ve gerek sosyal konular bu bahsin şemsiyesi altında yer alabilirler ama bunlar onun yazarlık felsefesine hakim değil üçüncü, dördüncü, beşinci ve daha gidilebilir bir sıralamaya dahil olabilirler.Hakim değil genel tema olan tevhide mütemmim, tamamlayıcı bahislerdir, hiçbir zaman onlar asıl bahsin üstüne çıkamazlar.

Bediüzzaman’ın eserleri ilk bakışta tevhid bahisleridir ama kişinin onlarla meşguliyeti, derinliğine nüfuzu oranında bazı bahisler görülebilir, ayrıntıyı görmek ve onları tasnif etmek uzun bir okuma gayretinden ileri gelebilir. Bir de Bediüzzaman birçok mesele anlatmıştır, o meselelerin abc sini bilen şahıslar onları fark eder, diğer insanlar tetebbuat ve mütefenninane okumak yapmadıkları için o incelikleri göremezler. Üstad mütefennin okuyucuyu Kayyum isminin birhaşiyeinde izah eder der ki “bu bahsi mütefennin olmayan okumasın” burada Bediüzzaman mükemmel bir okuyucu portresi talep etmektedir görünen odur.

Burada benim yaptığım şudur, Bediüzzaman insanlık tarihinin felsefenin, sanatın, estetiğin, tarihin, psikolojinin, psikanalizin, kelamın, bütün muğlak meselelerine temas etmiştir. Ama estetik, daha birçok bilim okumayan bir kişi üstadın bu hakimane tavrını göremez, estetik tarihinde Bediüzzaman bütün batılı filozoflara faiktir. Neden dersen, şimdi Kant, Hegel, Schelling, Marks, Niçe daha birçok filozofun estetik ile ilgili fikirleri teoriktir, örnekleme yapmazlar, konu her zaman soyutta kalır, örnekleme yapılmadığından mesele bilinmezde kalır. Bediüzzaman ise güzel ile ilgili, bedii, hüsn; tenasüb, ittikan, itkan, tevafuk ve daha birçok estetiğin kaynağı ve ilahi sanatın da kaynağı olan kelimeleri örnekleyerek anlatır. Bu konu bir kitap olacak , ben yazmaya hazırlanıyorum, bakalım ne zaman. Mesela ikinci Şua büyük bir tevhid aynı zamanda estetik risalesidir, yani kainattaki nesneler ve manalar bir tevhid edici sayesinde güzel olmuşlardır, tevhid sadece klasik anlamı ile sınırlı değil.

Benim kitabım bu bahislerin arka planında meknuz olan, müphem olan bahislere temas ederek Bediüzzaman’ın derinliğini anlatmak için yazıldı. Çok düşündüm ortaya çıktı, zorlukları oldu ama olacak.

Kitabın içinde Üstadın fikirlerini netleştirmek için başka kitaplar ve şahıslarla karşılaştırmalarla ortaya koydum, bir konuyu mukayese edemezsek sadece büyük bir adam demek yetmez. Ayağı yere değen ve herkesin anlayacağı bir anlatım gerekir ben bunu yapmaya çalıştım.

Eser beş bölümden oluşuyor: Bediüzzaman’dan bahsediyorum, genel olarak eleştirel kısmi bir biyografi, daha sonra Bediüzzaman ve sanat, Bediüzzaman ve estetik, Bediüzzaman ve kelam ve felsefe, Bediüzzaman ve ilimler ayrı ayrı bahisler eser sekizyüz sahifeye varıyor. Bilimsel ve çok önemli olan Üstadın fikirlerinin tarihsel gelişimine uygun bir periyodiklik içinde anlatılmış, Bu kadar yılları alan bir çalışmada elbette kusurlar olur, bu yüzden mevcut bu daha mükemmel yazanlar yazsın onlara bir yol açtıksa ne iyi. Kitabı size göndereceğim bir adres verin zaten çok az miktarda kaldı.

Prof. Dr. Himmet Uç

Bediüzzaman Ne Yapılması Gerekeni Bilen Bir Yapıcıydı

Bir yazar, bir sanatçı, bir ıslahatçı bir konuda yeni bir eser ortaya koymaya kalkınca kendisine gelinceye kadar o alanda yapılanları bilmesi gerekir, çünkü ne yapılmadığını bilmeli ki ne yapması gerektiğini bilsin.

Bediüzzaman, Bediüzzaman unvanını alırken yeni yüzü ve yeni bakış açısının kendisinden önceki gelenekten farklı olduğu için böyle bir farklı unvana layık olmuştur. Zamanın mutad akışının dışında bir yazar ve eser, tavır sahibi olduğu için zamanın üdebası uleması ona zamanın akışının dışında farklı anlamda Bediüzzaman demişler. Estetikte güzel insan idraki tarafından kuşatılabilir ama B e d i i sıradan güzelliklerden farklı olan, sıra üstü, olağan üstü güzellik demektir. İnsanın beş duyusunu uyaran, ikaz eden, tahrik eden bir güzellik demektir bedii. Bu yüzden eskiler güzellik bilimine bediiyat demişler.

İsmi bedii olduğu için yaptıkları da güzelden öte bedii güzelliklerdir. Haşir risalesinde eseri okuyup bitiren okuyucusuna bazı telkinlerde bulunur, o okuyucusuna bazen ihtarlarda bulunarak eserin önemini vurgular, bazen yine ihtarda bulunur, eserinin eserin tema zincirinde yerini belirlemek için. Mesela, İkinci şua için: “ Bu eseri anlayarak okuyan imanını kurtarır inşallah” der. Eserinin önemine dikkat çeker.

“Ey şu risaleyi insaf ile mütalaa eden kardeş!

Deme niçin bu Onuncu Söz’ü birden tamamıyla anlayamıyorum ve tamam anlamadığın için sıkılma .”

Bediüzzaman anlama konusunda çekilen sıkıntıyı bahsin gelenekteki yerini ve kendisine gelinceye kadar ne tür algılandığından bahseder. “Çünkü İbn-i Sina gibi bir dahi-yi hikmet “Elhaşrü leyse ala makayis-i akliye “ demiş,

“İman ederiz. Fakat akıl bu yolda gidemez” diye hükmetmiştir.”

Bediüzzaman felsefe tarihini değil ayrıntılı olarak felsefeyi iyi bilir, isim vermeden birçok felsefeciye cevap verir, fikrinin butlanını anlatır.

İbni Sina filozoflar içinde bir felsefe dâhisidir, bu hükmü Bediüzzaman vermiştir. Deha nedir, deha üzerine çok şey söylenmiştir. Bediüzzaman bir deha değil deha üstü bir insandır, o eserlerinde sıradan ulemayı değil dehaları eleştirir, dehaları eleştiren dehalardan daha üstün bir deha olmalıdır.

İbni Sina onun eserlerinde birçok yerde geçer onu takdir de eder, kibarca eleştirir de. Zaten o eleştirirken ya semaya çıkarıp ya yerin dibine vurmaz. Dokuz cani sıfatı olanın bir masum sıfatı varsa onu bile kurtarır.

Fikret’e “Fena ve fani fakat güzel ve baki “ bir sözü olan olarak bakar.

Biz ise bir cani sıfat bulsak bitiririz adamı, içimizde nice insanları basit yanlışları için kenara itmişiz,

Bediüzzaman nerde biz neredeyiz. Döke döke giden bir araba, dökülenleri toplayan bir araba. Bir zihniyet.

Bediüzzaman hodfuruşluktan hoşlanmaz, kendi yaptığı bir hikmet dehasının gidemediği bir yoldur. “Akıl o yolda gidemez “ demiş, demek haşir yolu dağlardaki yürümekle zor gidilen patika yollar gibidir, nasıl her insan o yoldan gidemez, haşir yolunda da İbni Sina bile gidememiştir. Yolunu bulamamıştır.

Bediüzzaman Haşir ile böyle büyük dehaların gidemediği bir yolu açmıştır.

Bununla kalmaz devam eder. “Hem bütün ulema-i İslam Haşir bir mesele-i nakliyedir. Delili nakildir. Akıl ile ona gidilmez, diye müttefikan hükmettikleri “

Gerek filozoflar gerek İslam âlimleri haşir konusunda aklın gideceği bir yol açamamışlar. Bunu kendinden önce haşir konusunda ne yapılamadığını anlatmak için Bediüzzaman bir eleştiri dehası olarak kibarca, zarifçe, ince ve mantıklı şekilde ortaya koyar. Demez ki “ bakın ben onların yapamadığını yaptım.” Sen bu yapılanı yazdırılmıştır deyip geçemezsin, yazdıranlar mı felsefe ve ilim tarihini gözden geçirip bu iş çözülememiş sen çöz dediler.

Şimdi Bediüzzaman ulema ve felsefecilerin gidemediği yolu ne hale getirmiştir. “Elbette o kadar d e r i n ve manen pek yüksek bir y o l birdenbire bir c a d d e –i u m u m i y e y i a k l i y e hükmüne geçemez. “

Şehirlerin büyük caddeleri vardır, bir de kenarda köşede dar yollar. Bediüzzaman haşrin patika ve kimsenin gidemediği yolunu bir umumi akıl caddesine çevirmiştir. Bu ne kadar harika bir ifade ve tespit! Yani ben bu kadar zekânın ve dehanın gidemediği bir yolu umumi akıl caddesine çevirdim demiyor, ama o anlama gelmiyor mu, o öyle konuşmaz ama biz öyle anlasak mahzuru yok. Kendi yaptığını nasıl beyefendice, zarif bir dille anlatır, şapka çıkarılacak bir tavır.

İmanımızın Kurtulması Meselesi

“Kur’an-ı Hakim’in feyziyle ve Halık-ı Rahim’imin rahmetiyle şu taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda, o derin ve yüksek yolu şu derece ihsan ettiğinden bin şükretmeliyiz. Çünkü imanımızın k u r t u l m a s ı n a kâfi gelir. Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyadına çalışmalıyız. “

Mesele imanın kurtulmasıdır, herkes imanını kurtaracak okumalar gerçekleştirmelidir.

Metinde üç yerde yol kelimesi geçer bu haşir yoludur, Bediüzzaman o yolu bir umumi akıl caddesine çevirmiştir. Herkes o çıkmaz yolun başında durmuş başlarını ellerinin arasına almış düşünürken Bediüzzaman ufukta görünür ve onları o girdaptan kurtarır.

Bediüzzaman sadece müminleri, münkirleri değil dâhileri, filozofları ve âlimleri de çıkmazlardan kurtarmıştır. İşte yapılmayan veya yapılamayan ve onun yaptığı kendi dilinden. Onun aklının yaptığı budur.

”Şu Onuncu Söz’de feyz-i Kur’an ile öyle görülüyor ve gösteriliyor. Yoksa akıl dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa aciz kalır, taklide mecbur kalır.”

Bediüzzaman bütün faaliyetlerinde aklı darlıktan ve küçük düsturlardan kurtarmıştır

Prof. Dr. Himmet Uç

Gençlik Rehberi Mahkemesinden İslamafobi Sempozyumuna

Bediüzzaman‘ın hayatında İstanbul farklı zamanlarda farklı hayat levhaları ve görüntüleri ile görünmüştür.

İkinci Meşrutiyet öncesi geldiği İstanbul’da farklı faaliyetleri olmuştur. Bu geliş kendini kamusal alana, ilim muhitlerine kabul ettirme yönünden önemli bir geliştir.

İmparatorluğun hasta adam olduğu bir dönemde Bediüzzaman siyasi hayatı, dini ve kültürel hayatı projektör gözleri ile denetler, eserlerinde daha sonra görülecek sayısız tahlillerin hammaddeleri ve saf vakaları bu dönemde görülmüştür.

Toplumu çok yönlü olarak revize edecek bir insanın o toplumu çok yönlü olarak görmesi ve değerlendirmesi gerekir.

Dostoyevski Sibirya sürgününde romanlarının bütün hammaddelerini bulduğunu söyler.

Hüseyin Rahmi İstanbul’da günlük hayatın bütün vechelerini görmüş ve romanlarına yansıtmıştır.

Çünkü asrın en büyük olayı gözlem,

Bediüzzaman’da bütün eserlerinin yapısal görüntüsü ile ileri düzeyde bir gözlemcidir. Onun gözlemleri hem tabiatı, hem insanları, hem olayları, hem demonik vakaları, dini ilişkileri daha nice görsel levhaları içine alır.

Avrupa Osmanlının hasta adam olduğunu görmüş, hastayı bir an önce öldürüp mirasına konmanın hesabını yaparken, Bediüzzaman da hasta adamı çok yönlü olarak görmüştür, Avrupa hasta adamı pasta yapmayı düşünürken, Bediüzzaman ise bu büyük hastayı diriltmek için her çabayı göstermiştir.

Bediüzzaman siyasi hayatın hasta olduğunu görür kurallar vazeder.

Dini hayatın ve akaidi hayatın hasta olduğunu görür, risalelerinde hasta akaidi sağlıklı hale getirmeye gayret eder.

Haşir’deki adam hasta,

Miraç’ daki adam da hastadır, anlayış ve kavrayış hastasıdırlar.

Hastalar risalesindeki hastalık bedensel hastalıktan çok hastalığı tanrısal göremeyen anlayışın hastalığıdır.

Bediüzzaman dinin bütün akaidi ve ameli alanlarını hastalıktan kurtarmak için eserler kaleme almıştır.

Meşrutiyet öncesi geldiği İstanbul’da bu hasta adamı çok yönlü olarak görmüştür.

Daha sonra bu gözlemlere göre eserlerinin yapısını kurmuştur. Bu ilk geliş mahiyet olarak tam işlenmemiştir, çok önemli bir geliş ve hazırlanış dönemidir.

Bundan sonraki gelişi Rusya’da sürgün yıllarından sonra döndüğü İstanbul’da yaşadıklarıdır. İşgal İstanbul’unda o kadar farklı fikirler vardır ki bir piyanonun tuşlarının her birinin bir yere düşmesi gibi ahenksiz bir ortamdır.

Ankara hükümeti tarafından çağırılan Bediüzzaman

Bediüzzaman yüzlerce gazetenin çıktığı bu dönemde ülkenin birliği için herkesi örgütlemeye çalışmış, milli birliği sabote edenlere cevaplar vermiştir. Buna rağmen otuz bir martta yakalanmış ama mahkemeden kurtulmuştur.

Bediüzzaman bir kahramandır. Bu belirsiz ortamda, binlerce insanın ve aydının bulunduğu ortamda bu garip adam İngiliz siyasetini perişan etmiş ve Ankara hükümeti tarafından çağrılmıştır. O dönemde çağrılan bir başkası var mı?

Ne gariptir ki İngiliz işgali altındaki İstanbul’da İngiliz politikasını sarsan adam Van’dan alınıp bir suçlu mücrim gibi İstanbul’a getirilmiştir.

Bizim son yüzyılımız hamiyetli adamların harcanması ile doludur. Kim ülkeyi kurtarmak için çalışmışsa ya kaçmış, ya kaçmak zorunda kalmış, ya da başı yenmiştir.

Eleştiri üzerine kurulmamış sistem, enkaz üzerine kireç döküp beyazlatıp onun üzerine sanatlı resimler çizmiştir.

Bu adam harcama bugün de devam eder, Demirel altı defa gitmiş yedi defa gelmiştir, her gelişi bu adamlara karşıdır, son gelişinde artık korkusundan tavrını kaybetmiştir.

Özal da öldürülmüş, Menderes, Sultan Hamid, Sultan Aziz, Enver paşa hep bu yolun yolcularıdır.

İstanbul’a dört defa değişik sebeplerle gelen büyük ıslahatçı

Bediüzzaman cumhuriyetin ilanı sonrası Van’dan alınıp İstanbul’a getirilmiş, yaşadıkları o günün çarpık politikaları gereği tatsız şeylerdir, ama o başka bir dünyanın adamıdır.

Milli mücadelede mücadeleciler ile savaş meydanlarında büyük kahramanlık gösterilmiş insanlar siyah beyaz kavgası yüzünden zayi edilmiş ve bugünün bütün siyasi ve etnik kırgınlıklarının çekirdekleri bilinçsizce o dönemlerde atılmıştır.

Bu hareketleri yapanlar büyük devlet adamı edalı aslında kafaları cüce mantıkların mahkûmu insanlardır, eğer o politikalar doğru olsaydı bu günkü yanlışlar ve mayınlı bölgeler oluşmamış olurdu. Eynessera minessüreyya.

İstanbul’dan Barla’ya sürgün edilen Bediüzzaman daha sonraki yıllarda İstanbul’a bir kere de Gençlik Rehberi mahkemesi dolayısı ile gelmiştir.

Siyasi tarihimiz o kadar kuraldan mahkûmdur ki asrın başından ortasına kadar dört defa İstanbul’a gelen büyük ıslahatçı dört gelişte de farklı muameleler görmüştür. Öldükten sonra da yüzyılın bitişine kadar da talebeleri çekmiştir. Gençlik rehberi mahkemesinde davasını kemale erdirmiş büyük ıslahatçı ahirete göçtükten sonra da Avrupa’nın üflediği ifsad ıslıkları ile rahatsız edilmiştir.

Ama Bediüzzaman bütün bu yüzyıllık mücadele sonrası İstanbul’a bir üniversite kürsüsünde eserlerinin tartışıldığı bir toplantı ile geri dönmüştür. Yahya Kemal İstanbul’un fethini gören Üsküdar’a gazel yazmıştır, Risale Akademi de aynı şekilde İstanbul’un fethinin kapısını açmıştır. Otuz beş bildiri İslamafobyanın arkeolojisini yapmış, meseleyi tahlil etmiş, bu büyük kavram ve uygulamanın ülkenin fikir ve din arenasında dikkat çekmesini sağlamıştır.

İttihad imtizac-ı efkârdır, bilginin ışığında vücut bulur

Garip olan Türkiye’de İslamcıların, cemaatlerin artık rüzgârını kaybetmek üzere olduğudur, şimdi insanlar artık rüzgârlarını menfaatlerine göre ayarlamaktadırlar.

Baskı, zulüm ve tarassut olduğu dönemlerde heyecanlı ve hizmet aşkı ile dolu insanlar, İstanbul gibi yerde hangi yelpazede olursa olsun kalkıp da bir sempozyuma gelme zahmetine katlanamamaktadırlar, ittihadı İslamı savunanlar kendi aralarında ittihadı gerçekleştirmek için ortaya konan içtimaları görmezlikten gelmektedirler.

İslamafobyanın teorisi çok önemli, Bediüzzaman bu din korkusunun dine ne tür zararlar verdiğini bildiği için en uygun karşı mücadeleyi gerçekleştirmiştir. Risale Akademi, Akademik Araştırmalar Vakfı ve Üsküdar üniversitesinin birlikte gerçekleştirdiği bu hayırlı içtima aydınlarımızın gözünü bir nebze de olsa Bediüzzaman’ın klasik görüntüsünün dışında görmelerine neden olmuşsa herkes mutlu olmuştur.

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes
Artık ey kahpe rüzgar nerden esersen es

Prof. Dr. Himmet Uç

Gurbet, Din ve Sanat ve Sanatçı

Gurbet düşünce tarihinin
ana temalarından biri,
peygamberler, veliler,
büyük yazarlar gurbeti
yaşamışlar, birçoğu
gurbette ölmüş.

Psikanalizde gurbet insan zihni üzerinde olumsuz, ayrıca üretici zekâlar üzerinde olumlu izleri olan bir durumdur.

Hz. Peygamber ASM Mirac’a giderken ilk duraklarından biri Medine’dir Cebrail orada ona “Sen buraya göç edeceksin” derken, hayatındaki gurbeti haber verir. Peygamberlik geldiği yıllarda da vatanından gurbeti ihtiyar edeceği söylenir. Varaka İbn-i Nevfel tarafından. Varaka “Hiçbir peygamber yok ki vatanından çıkarılmasın” Burada çıkarılmak, sürgün veya gurbeti ihtiyar etmek insanın düşüncelerini mayalayan ve geliştiren bir çok yönlü zihinsel fon, itici ve üretici bir tutumdur.

Dostoyevski’nin Sibirya sürgünü, onun romanlarındaki bütün tipleri toplamak için bir üretici tutumdur, yazar ilk yıllarda bunu anlamaz, ama daha sonra anlar. “ Kader beni romancı yapmak için bu sürgünü bana uygun görmüş “ der.

İNSANIN KENDİNE EN BÜYÜK DÜŞMANLIĞI

İnsan dostları arasında kendisine en büyük düşmanlığı eder, kabiliyetlerini gündelik işlerle, oyunla oynaşla geçirir, zahiren güzel bir durumdur ama böyle zekâlar üretici zekâlar olamazlar.

Bu yüzden büyük insanlar hep gurbete atılmışlar, gurbeti terk edip insanlarla ülfet ettiklerinde ise üretici yanlarını kaybetmişler, bir debdebe ve şatafatın içine düşmüşlerdir, arının kovanındaki balda boğulması gibi .

Edebiyatımızda gurbet konusunda çok şiirler söylenmiş ve çok şarkılar türküler bestelenmiştir.

Gurbet o kadar acı ki
Ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı
Hepsi başka biçimde
Der şairin biri , içindeki gurbeti haber verir ki üretimin maya ve hamuru o içindeki gurbettir.
Süleyman Nazif Malta adasına sürgün edilir İngilizler tarafından, orada ünlü Daüssıla şiirini yazar.
Bu şeb de cuşiş-i yâdınla ağladım durdum
Gel ey kerime-i tarih olan güzel yurdum
Şaire bu mısraları yazdıran gurbetin tesiri ile ağlamasıdır. Bütün şiir gurbeti anlatır sanatlı bir biçimde.
Ufukların nazarımdan nihan olup gideli
Bu fenanın karardı her şekli

SON DEVRİN GARİPLERİNDEN BEDİÜZZAMAN

Gurbet teması üzerinde duran son devrin en büyük gariplerinden biri Bediüzzaman’dır. Bediüzzaman’ın büyük sanatçı kimliği gurbetten büyük oranda enerji almıştır. Bütün ömrü boyunca gurbeti yaşamıştır, Burdur’da küçük bir camide yalnız yaşamıştır, orada ilk defa yeni dönemin eserlerinin başlangıcı olan Nurun İlk Kapısın yazmıştır.

İlk gurbet , ilk büyük eser, Nurun İlk Kapısı daha sonraki eserlerinin fidanlığı gibi bir eser. Dil sadedir, Meşrutiyet öncesi ve sonrası yazdığı eserlerindeki hava onda yoktur.

Burdur’dan sonra gurbet daha koyulaşır, Barla’nın dağları yeni gurbet mekânıdır, Bediüzzaman’ın zihinsel ve görsel kütüphanesidir Barla. Haşir ve daha birçok risaledeki kapılar Barla gurbetinden ahirete ve imana açılan kapılardır. Haşirdeki işaret ve hakikatler, suretler hep Barla gurbetinin varlık ötesine açılan kapılarıdır.

Bunları İstanbul ‘da boğazda bir yalıda yazamazdı, veya Van ‘da .

RAHAT ZAHMETTE ZAHMET RAHATTADIR

Hastadır Bediüzzaman, gurbettedir Bediüzzaman, zulmün kıskacındadır Bediüzzaman onlar olmasaydı o da olmazdı. Sıradan insanlar hasta iken dağıtır, bir şikâyet deposu olur, ama büyük zatlar öyle değil.

Yarab garibem, bikesem, zaifem, natüvanem, alilem , acizem , mededhahem zidergahet ilahi ,

Bu hikâyet olan şikayet işte Bediüzzaman’ın altın ve fildişi kulesi, gurbette olan zaif olan medet ister, medet üretici bir medet ister, elinden tutmuştur Allah , eli milenyumun en büyük eserlerini vermesine neden olmuştur. Daha nasıl medet etsin, “ rahat zahmette zahmet rahattadır” işte onun rahmet eseri olan eserleri bu zahmetten doğmuştur.

Proust küçük bir odada duvarları yalıtılmış bir odada yüzyılın en büyük romanını yazmıştır yedi cilt. Geçmiş zamanın Peşinde roman bitince zihinsel gurbeti bitmiş ve ölmüştür.

Sanat gurbet çanağında mayalanır, gurbeti terk eden çanağını kırar ve mayasını dağıtır. Bu yüzden Hoca Efendi gurbeti terk etmez.

HÜZÜN SANATIN VE DİNİN KAYNAĞI

İnsan günlük hayatta sürekli tekrar ettiği metinleri evinde okuması ile gurbette okumasının tesirleri farklıdır. Gurbet zihne ve düşünceye farklı bir boyut verir, hüzün sanatın ve dinin kaynağı.

Peygamberimiz “Kur’an’ı hüzün ile okuyun” demiş, Bütün bunlar gurbetin ve hüznün düşünceye küşayiş vermesi ile izah edilebilir

Bediüzzaman kendini renkli gurbetler içinde görür. Dünyayı bir gurbet olarak ifade eder, Nasıl insan gurbetten ülkesine dönerse ölüm de bu gurbet olan dünyadan gerçek vatana göçtür. Bu yüzden Salihler bir an önce göçmek istemişler, Bediüzzaman, Resulullah (ASM)Hazret-i Yusuf bu kabileye dahildir.

BEŞ MUHTELİF RENKLİ GURBET

“ Gayretli arkadaşlarım ve dünya denilen diyar-ı gurbette medar-ı tesellilerim!

Madem Cenâb-ı Hak sizleri, fikrime ihsan ettiği mânâlara hissedar etmiştir; elbette hissiyatıma da hissedar olmak hakkınızdır. Sizleri müteessir etmemek için, gurbetimdeki firkatimin ziyade elîm kısmını tayyedip bir kısmını sizlere hikâye edeceğim. Şöyle ki: Şu iki üç aydır pek yalnız kaldım. Bazen on beş yirmi günde bir defa misafir yanımda bulunur. Sair vakitlerde yalnızım. Hem yirmi güne yakındır dağcılar yakınımda yok dağıldılar. İşte gece vakti, şu garibâne dağlarda, sessiz, sedasız, yalnız, ağaçların hazinâne hemhemeleri içinde, kendimi birbiri içinde beş muhtelif renkli gurbetlerde gördüm.

Birincisi: İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile akran ve ahbabım ve akaribimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş’et eden hazin bir gurbeti hissettim. (Mektubat)

Bediüzzaman özellikle iç içe gurbetler yaşamıştır, Allah onu bu iç içe gurbetlere iterken onun fikren terakkisini hazırlamıştır. Onlardan biri de Kostruma’daki gurbettir. O gurbeti hayatın gözünde nurlu siyahlık olarak görür ki insan gözünün siyah kısmı görür, beyaz kısmı değil. İşte ona gurbetin katkısı bu verdiği örnektir. Oradaki hayatını gurbet adesesinden yorumlar.

HÜZÜNLÜ, RİKKATLİ, FİRKATLİ, UZUN GURBET GECESİ

“Vatanımdaki eski dostları düşünüp o gurbette vefatımı tahayyül ederek, Niyazi-i Mısrî gibi dedim:

Dünya gamından geçip,
yokluğa kanat açıp,
Şevk ile her dem uçup,
çağırırım dost, dost!
diye dostları arıyordu. Her neyse…

O hüzünlü, rikkatli, firkatli, uzun gurbet gecesinde, dergâh-ı İlâhîde zaaf ve aczim o kadar büyük bir şefaatçi ve vesile oldu ki, şimdi de hayretteyim. Çünkü birkaç gün sonra, gayet hilâf-ı me’mul bir surette, yayan gidilse bir senelik mesafede, tek başımla, Rusça bilmediğim halde firar ettim. Zaaf ve aczime binaen gelen inâyet-i İlâhiye ile harika bir surette kurtuldum. Tâ Varşova ve Avusturya’ya uğrayarak İstanbul’a kadar geldim ki, bu surette kolaylıkla kurtulmak pek harika olmuştu. Rusça bilen en cesur ve en kurnaz adamların muvaffak olamadıkları çok teshilât ve çok kolaylıkla, o uzun firarî seyahati bitirdim.

GURBETİN VERDİĞİ GÜÇ

Fakat o Volga Nehri kenarındaki camideki mezkûr gecenin vaziyeti bana bu kararı verdirmiş ki, bakıye-i ömrümü mağaralarda geçireceğim. Bu insanların hayat-ı içtimaîsine karışmak artık yeter. Madem sonunda yalnız kabre gideceğim; yalnızlığa alışmak için şimdiden yalnızlığı ihtiyar edeceğim, demiştim. Fakat maatteessüf, İstanbul’daki ciddî ve çok ahbap ve İstanbul’un şâşaalı hayat-ı dünyeviyesi, hususan haddimden çok fazla bana teveccüh eden şan ve şeref gibi neticesiz şeyler, o kararımı muvakkaten bana unutturdular. Güya o gurbet gecesi, hayatımın gözünde nurlu siyahlıktı”(Lem’alar)

Bu metinde de gurbet gecesinin onun duasına verdiği gücü anlatır, o sayede duası kabul olmuş ve kaçarak Türkiye’ye gelmiştir. Acaba onun Rusya ‘daki gurbeti ona neler kazandırmıştır, Allah bilir. Ama bu kadar büyük bir adamın her hali, hayatının her safhası onun eserlerine ve ruhuna ve ifadesine büyük güç katmıştır.

Bediüzzaman’ın bir gurbeti veya gurbetini keskinleştiren bir saik de akrabalarının olmayışı ve onlardan uzak oluşudur. Akrabalar da insanın fikren gelişmesine engel bir durum olduğu için Allah onu onlardan da uzak tutmuştur. Sanat harici âlemden gözünü kesmek ve içine dönmek ile mümkün, bütün sanatçılar deruni psikolojilere sahiptir, dış dünyanın, ailenin, çevrenin, hürmetin insanı oyalayan tarafı yüzünden Bediüzzaman bu olumsuz saikten de uzaktır.

İHTİYARLARIN GURBETİNE ÇARELER

Annesinin ölümü, kardeşinin oğlunun ölümü, onu tahrib eder, Barla’nın derelerinde bu teessürat yüzünden garibane dolaştığını anlatır. Ama Allah ona çok koyu bir gurbet ihsan etmiştir, ilgisini dağıtacak ruhsal konsantrasyonunu bozacak her türlü halden ve olaydan, kişilerden uzak tutmuştur.

Bediüzzaman üdebanın bir kimsesizlik olarak yorumladığı gurbeti bütün safahatıyla yaşamış, onun karanlığından dinin beyazlığına, inancın ümit atmosferine sığınmış ve ihtiyarlara da gurbetin elemini def için telkinlerde bulunmuştur.

“Altıncı Mektupta izah edildiği gibi, o gece, ıssız, sessiz, yalnız, ağaçların hışırtılarından ve hemhemelerinden gelen hazîn bir sadâ, bir ses, rikkatime, ihtiyarlığıma, gurbetime ziyade dokundu.

İhtiyarlık bana ihtar etti ki:

Gündüz nasıl şu siyah bir kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi; öyle de, senin ömrünün gündüzü de geceye ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatın yazı dahi ölümün kış gecesine inkılâp edeceğini kalbimin kulağına söyledi. Nefsim bilmecburiye dedi: Evet, ben vatanımdan garip olduğum gibi, bu elli sene zarfındaki ömrümde zeval bulan sevdiklerimden ayrı düştüğümden ve arkalarında onlara ağlayarak kaldığımdan, bu vatan gurbetinden daha ziyade hazîn ve elîm bir gurbettir. Ve bu gece ve dağın garibâne vaziyetindeki hazîn gurbetten daha ziyade hazîn ve elîm bir gurbete yakınlaşıyorum ki, bütün dünyadan birden mufarakat zamanı yakınlaştığını ihtiyarlık bana haber veriyor. Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradım. Birden, iman-ı billâh imdada yetişti. Öyle bir ünsiyet verdi ki, bulunduğum muzaaf vahşet bin defa tezâuf etseydi, yine o teselli kâfi gelirdi. Evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem Rahîm bir Hâlıkımız var; bizim için gurbet olamaz. “(Lemalar)

SAFİ HALİS BİR KUR’AN HİZMETİ

Bediüzzaman bu gurbetlerin kendisine katkısını ifşa eder. Bütün bunlar ona iman hizmetini safi yaptırmak ve boş işlerle meşgul etmemek içindir. İşte gurbetin katkısı budur ona .

“Hattâ, şu yedi sene nefyimde ve gurbetimde ve sebepsiz ve arzumun hilâfında tecerrüdüm ve meşrebime muhalif, yalnız bir köyde imrar-ı hayat etmekliğim; ve eskiden beri ülfet ettiğim hayat-ı içtimaiyenin çok rabıtalarından ve kaidelerinden nefret edip terk etmekliğim, doğrudan doğruya bu hizmet-i Kur’âniyeyi hâlis, sâfi bir surette yaptırmak için bu vaziyet verildiğine şüphem kalmamıştır. Hattâ çok defa bana verilen sıkıntı ve zulmen bana karşı olan tazyikat perdesi altında bir dest-i inâyet tarafından merhametkârâne, Kur’ân’ın esrarına hasr-ı fikr ettirmek ve nazarı dağıtmamak için yapılmıştır kanaatindeyim. Hattâ eskiden mütalâaya çok müştak olduğum halde, bütün bütün sair kitapların mütalâasından bir men, bir mücanebet ruhuma verilmişti. “ (Barla L)

Gurbeti peygamberimiz de tebcil eder.

Dinin garip olarak doğduğunu ve gariplerin eliyle ilerlediğini belirtir, ve insanlara da bu dünyada bir garip gibi yaşamayı teşvik eder.Çünkü hayatı peygamber oluncaya kadar bir düşünsel gurbettir, anlaşılıncaya kadar bir ictimai gurbettededir, Medineye’ye göçü bir gurbettir. O uzun süre öz yurdunda garip gibi gurbette yaşamıştır. Bu gurbetin düşünceler üzerindeki gücünden kaynaklanır.

Necip Fazıl da

Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya
Derken, yaşadığı dönemdeki düşünsel yalnızlığını ve garipliğini ifade eder.

Bediüzzaman kendini bir gurbetzede olarak görür, ama bütün bu gurbetlerinde kendisi ile ünsiyet ettiği şey arkadaşları ve kitaplarıdır. Bütün bağlılığı dünyanın alâyiş ve nümayişi değil, şöhreti görüntüsü değil kitaplarıdır. Onların her biri için hayatını tereddütsüz feda etmeyi yerinde görür.Gurbet büyük adamların doğum sancısıdır, ondan uzak düştüklerinde üretmeyen tek düze hale gelirler.

Prof. Dr. Himmet Uç