Etiket arşivi: Himmet Uç

Estetik ve Güzel..

Estetiği güzelin bilimi güzeli de estetiğin konusu olarak anlamak doğru olur. Güzel sorunu her insanın sorunudur, sabahtan akşama kadar farkında olmadan her şeyin güzelini ararız aldığımız ekmekte, manavdan aldığımız meyvede hep bir güzelin peşindeyizdir.  Demek öyle güzel fildişi kulede bir kavram değil. Bediüzzaman güncelleştirir güzeli” insan gözü asgari düzeyde güzeli hissedecek bir şekilde yaratılmıştır” yollu söz söyler. Demek insan beyninde insanın baktığı şeyin güzel olup olmadığını güzellik ve simetrisini, orantısını anlayan bir merkez var, göz birçok şeyle alakadar olduğu gibi onunla da alakadardır. Her insan estetiğin konusu olan güzel konusunda uzmanlaşamaz onun için estetik eğitimi alması gerekir. Güzeli meydana getiren başta Allah’tır. O ne güzel beyan eder” ben evreni güzel yarattım ta ki siz de güzel şeyler yapasınız diye” bunu bir uluslar arası kongrede beyan ettim, kadınlar geldiler güzel giyimli dekolte bayanlar bunu Allah nerede söylüyor diye merakla yaklaştılar. Bu kuran da bir leitmotif tekrar eyyühüm ahsenü amela daha güzel şeyler yapasınız diye, Kur’an ‘ı sadece emir ve yasaklar kitabı gibi gösterdiler, öyle de gidecek. O güzelim bütün kitapların anası olan Kur’an ‘ı  “ümmülkitaptır” bu tabiri Hristiyanlar incil Yahudiler de Tevrat için der. Freud’a babası bir kitap hediye eder; Tevrat, üstüne yazar “ oğlum bu kitabı oku bu kitap ümmülkitaptır” Bu diğer dinlerin saliklerinin kitap ve peygamberlerine bağlılığı hep hayret etmişimdir. Sinekli Bakkal da Peregrini Hristiyan’dır sonradan Müslüman olur, Rabia ya annesini anlatır, der ki “ Rabia benim annem İsa Efendimiz derken hep ağlardı, çünkü o çarmıhta bir peygamberi hayal eder ve dayanamazdı, ama sizin peygamberiniz asalet içinde ölmüş, Cebrail rica etmiş Azrail ile gelmiş, “ Allah buyurdu ki Ya Muhammed Ya Nebiyallah , istersen ömrünü  hitama erdirelim istersen istediğin kadar yaşa, o da gel görevini yap der, Azrail’e. HzAişeyi gör o zaman . Ya hülasai kainat, zübde-i âlem, anlatmakta acizdir seni kalem, mütehayyir alem ve kalem, böyle gider. İşte Rabia benim annem  İsa Efendimiz diye diye o nünün hüznüne ortak olarak yaşadı ve öldü. Sen ne dersin Himmet uç bu insanlara isa Efendimiz ve Allah nasıl muamele eder, orda kal himmet ileri gitme.. İsa, Musa , Muhammed, bir de neydi adı ta ötelerde  asırlar sonra dünyaya gelmiş, bir himmeti azurde. Onlar insanlığın semasında sen ise zirde, inşallah yapmadık  yanlış.. Gü ne düşünür h aaaaal uuuu kkkkk

Bütün güzellikler naysi değil beatiful olan Allah’ın yansımaları. Güzelleştirme nasıl bir şey ressam fırçası ile yapıyor da, Allah bir şeyi nasıl güzelleştiriyor. Şu meyvelerin renkleri nasıl meydana getirilir, pazarda dolaşırken bir kavun gördüm sapsarı öyle sarıki ayva onu görse kıskanır. Manava dedim bu kavunu gece sen mi boyadın böyle, adam durdu yok abi onu Allah boyamış ben ne bileyim nasıl. Bana böyle bir soru kimse sormadı sen nerden geldin abi dedi. Eyüboğlu bir yeşilin tonlarını ayırmaya bir insan ömrü yetmez der, Hz Ali de Fatihayı anlatmaya ömür yetmez diyor, bak farka sen. Kara toprağın üstünde altında sonsuz resim atölyeleri başka izahı var mı? Gökyüzünden renkler kardan daha hızlı yağar, sabahleyin her şeyi farklı renklerle boyanmış görürüz. Allah sıbgatullah diyor, Allah’ın boyası bu kelime içinden çıkılmaz, girmeyelim… Evrenin atölye çalışmalarını görmüyoruz, ayakkabıcının atölyesi, ressamın ötelyesi, dişçinin atölyesi, ya kainatın atölyesi, o kadar atölye ile sergi bir aradaki hiç farkı yok, ustanın büyüklüğünden, tasarım, atölye, biçimlendirme, teşhir bütün safhalar iç içe ne kadar harika.

Güzeli yapan sanatçı, seyreden seyirci, yorumlayan estetikçi… Bediüzzaman’ı estetik telakkileri de bu üç şey üzerine kuruludur, sanatçı Allah, seyirci temaşager insan, ve estetikçi estet yargılayan hem insan hem de eleştirmen. Kant nesneleri güzel  diye yargılamak için beğeni gerekir diyor, Bediüzzaman ona istihsan, istihsan edene de müstahsin diyor. Veya muhsin, Kur’an daki Muhsin herşeyi  en güzel şekilde yapan demek, yani herşeyi en iyi şekilde gören demek. Yuhibbülmuhsinin Allah işini güzel şekilde yapanı sever demek, demek kendi güzel yapıyor güzel yapanı da seviyor. Leonardo  “ Tanrım ölüyorum, sana daha güzel şeyler yapıp gösteremediğim için üzgünüm, mahcub olacağım” Demek yaptığını önce Allah nasıl görür diye yapıyor. Amabak  nerede , ben boğuldum derede. Kant gerçekten güzel şeyler yapmak için deha gerekir, diyor. Bütün büyük sanatçılar deha , deha en olumsuz şartlarda güzeli bulan, Bak Bediüzzaman’a yüz yıl dikenli dağların arasında yürümüş bugüne gelmiş, eceli ile ölmüş. Onun için “ dikenli yolda tayran ederim sen gibi basmam” diyor hayret ne hayret.

Bediüzzaman eserlerini güzel göstermek isteyen Allah’ı tarif eder. Tıpkı eserini güzel göstermek için ona itina gösteren ressam veya diğerleri gibi. “ Celal sahibi sanatçı  tam bir ehemmiyetle  sanatını güzel göstermek istiyor ve müstekreh kötü şeyleri  perdeler altına alıyor ve nimetlerine  o nimetleri  süslendirmek ciheti ile dikkat nazarlarını celbediyor. Öyle de Mahlukatını  ve ibadını  sair zişuurlara güzel göstermek istiyor . Çirkin vaziyetlerde görünmeleri  Cemil ve Müzeyyin ve Latif ve Hakim gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve edebe aykırı oluyor. “

Platon bütün güzelliklerin aşkın güzelin Allah’ın yansımaları olduğunu söylerken modern çağ güzeli Allahtan koparmış, zaten modern çağ asıl ortaçağ, çünkü herşeyi Allah’tan koparmak ile insanı evrenin orta  yerinde yalnız bırakmış. Necip Fazıl insanı anlatır, modern şehir çocuğun şehrin büyük caddesi ve kaldırımlar, ne semanın dilinden anlar, ne kitabın

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…

Bir asırdır Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…

Bir asırdır aydınımız insanımız, sokaktadır, semadan anlamaz, her tarafı devler işgal etmiştir, ne tabiata bakabilir ne semaya , zevkleri ile perişan…Onu anlatır kaldırımlar Şairi .Rahmetli bu şiiri ile meşhur olur,ozaman gökyüzünden habersiz uçurtma uçurur. Bediüzzaman bizimuçurtmalarımızı elimizden alıp çocuklar gelin kainatı okuyalım dedi, “ Beni anlamadınız Sungur “ demiş, Sungur abi “ öldükten sonra anladık ama iş işten geçti “ demiş. Zaten büyük adamlar anlaşılmaz.Kalemim elimden çıkıp o kadar farklı yerlere gidiyorum ki  ben de hayrete düşüyorum, nereden nereye .Daha sonra Necip Fazıl kainatı okuyamamaktan muzdaripken otuz yıl ömrünün kamil demledinde

Beni kimsecikler anlamaz zaten

Sen öp seccadem

der.

Tam otuz yıl bir idealist gibi dağını taşını dolaştım güneydoğunun , gece yarıları eve döndüm, mutlu , akşama kadar edebiyat sanat, geceleri Bediüzzaman anlattım, otuz yıl sonra oraları öyle görünce ağlıyorum, ne çare .Kimse benim hissettiğimi hissetmez.  

Bayer, güzelliliği farklı anlatır. “güzel gerçekte sürekli bir arayıştır” işte bütün hakikat arayıcıları gerçeği bulmuşlardır” ballar balını buldum kovanım yağma olsun” der. Yunus Emre

Ama insanların neredeyse çok az kısmı hakikatı arar, diğerleri aramanın bile farkında değil. Arayan insanlarda bir canlılık bir heyecan var.

Aristoya göre sanat güzelliği bir arınmadır, din de öyle demiyor mu güzellikler sizi dahagüzele çağırır diyor din. “inna caalne maalel ardi zineten leha leneblüvehüm eyyühüm alsenü amela “ Ben arzı güzel ziynetli yarattım siz daha güzel  şeyler yapasının diye, ona bakarak. Kainatın yaratılış gayesi güzel değil mi bu ayete göre. Aristo doğru diyor siz güzele bakıyor niye ben çirkinim diyor arınıyorsunuz. Peygamberi göre  alim, “bu simada yalan yok yalan olamaz “deyip imana geliyor. Aişe hazretleri “ Yusuf ‘u görenler ellerini kestiler, Muhammedi görseydilerkalplerini parçalardılar” diyor. Peygamber in bütün davranışları bir estetik durumlar ve vaziyetler galerisi herkes ona bakıyor ona göre davranıyor. Dini sanatlı barışmamış bir toplum.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Kur’an‘daki “Hz Muhammed (ASM)”, Daveti ve Çektiği Meşakkatler..

Allah, Resulüne nasıl mücadele edeceğinin kurallarını verir. “Onları hak yola getirmek senin  görevin değil, lakin Allahtır ki  dilediğini doğru yola getirir. Hayır olarak yaptığınız her harcama  sadece kendiniz içindir.“ Peygamber uyarıcı  ve müjdeleyicidir, bunun için gerekeni yapacaktır. “Ey ehl-i kitap  Resullerin gelmesinin kesintiye uğradığı bir sırada  ileride “ bize ne müjdeleyen ne de uyaran hiçbir peygamber  gelmedi” demeyesiniz  diye size müjdeleyici ve uyarıcı Elçimiz  her şeyi beyan etmek üzere  geldi. Allah herşeye hakkıyla kadirdir”

Münafıklar da onu huzursuz ederler. “Münafıklar kalplerinde bir hastalık bulunanlar  ve şehirde müminlerin kusurlarını  arayarak kötü haber  yayanlar  bu hallerinden vazgeçmezlerse  biz onlara Seni musallat ederiz  de sonra orada   az bir zaman  sana komşuluk edebilirler. Lanetlenirler nerede rastlanırsa yakalanıp öldürülürler

Peygamberimizin asm müşriklerin engellerinden ötürü üzülmemesini ister Allah “ Sen onlardan ötürü sakın üzülme  ve onların kuracakları  tuzaklardan dolayı asla tasalanma. “ ; “şunu bil ki sen ne ölülere sesini duyurabilirsin , ne de arkasını dönüp uzaklaşan   sağırlara  bu daveti işittirebilirsin”; “ sen körleri de sapıklıktan kurtarıp  doğru yola getiremezsin” ; “ sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin , lakin Allah ancak dilediğini  doğru yola hidayet eder. O hidayede gelecek olanları pek iyi bilir. “ Birçok ayet Peygamberimize üzülmemesini telkin eden terapi örnekleridir. “ ;”hiç kötü işleri kendisine güzel görünen  kimse iyilik edip dürüst işler işleyen  kimse gibi olur mu ? Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini  doğru yola iletir. O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme. Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir. “; “ O halde ey Resulüm  üzülme sen laflarına  onların gizlediklerini de iyi biliriz, açıkladıklarını  da , sen hiç tasalanma. “

Mücadelede en büyük engellerden biri Yahudiler diğeri münafıklardır. “ Ey peygamber kalpleri iman etmediği halde  ağızlarıyla iman ettik diyen  münafıklarla , Yahudilerden  kafirlikle yarışanlar seni üzmesin” Onun mücadelesinin şahidi Allah’tır. “ De ki şahid olarak hangi şey daha büyüktür? De ki Allah benimle sizin aranızda  şahid olarak yeter. “ Peygamber yapılanlara üzülür, çünkü onlar inkarcıdır. “Ey  Resulüm onların söylediklerinin seni üzeceğini  elbette pek iyi biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar , fakat o zalimler  bile bile Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar. “ Peygamberimize makul olmayan ikna nedenlerine meyletmemeyi söyler” Eğer onların hakka sırt çevirmeleri  sana ağır gelip de  kendilerine bambaşka bir mucize getirmen için  yer altında  bir geçit veya göğe çıkacak bir merdiven arama peşinde olursan, şunu bil ki  şayet  Allah dileseydi  onların hepsini elbette doğru yol üzerinde toplardı. O halde sen sakın  bunu bilmeyenlerden , fevri davrananlardan olma. “ Müşriklerle arasına bir sınır koyar. “Eğer Allah dileseydi onlar müşrik olmazlardı . Biz seni onların üzerine denetçi göndermedik , sen onların işlerini yürütmekle de görevli değilsin. “

İnsanlara uyma konusunda ona telkinde bulunur” Eğer dünyada bulunan  insanların  çoğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar, onlar sırf zanna uyarlar ve kafadan atarlar. “ Onların yalanlarından etkilenmemeyi telkin eder. “Eğer onlar seni yalancı sayarsa de ki , Rabbimizin merhameti  geniştir, fakat dilediği zaman onun  serveti ve azabı suçlu toplumdan geri çevrilemez. “ Dinlerini dağıtıp bölünenlere karşı da  nasıl davranması gerektiğini belirtir. “Dinlerini  parça parça edip  fırka fırka olanlar yok mu  senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onların yaptıklarını ileri de bir bir onlara bildirip  cezalarını verecektir. “

Alay, peygamberlere karşı yapılan önemli yıpratıcı tutumlardan biridir, Allah anlatır. “ Daha önce gelip geçmiş nesillere nice nebiler gönderdik, onlara hiçbir nebi gelmedi ki  onunla  alay etmiş olmasınlar” Bütün anlayışsızlıklara karşı “ şimdi sen onlardan yüz çevir  ve selam size  de, artık yakında maruz kalacakları akibeti öğrenirler. “Ondan önceki peygamberlerle de alay edilmiştir.” Senden önce de nice peygamberlerle alay edildi.Fakat ben o kafirlere  akıllarını başlarına toplamaları için bir süre mühlet verdim. Ama onlar akıllanmayınca sonra da azabımla kıskıvrak yakaladım, cezam nasılmış gördüler. “

Peygamberimiz tebliğ görevi süresince  insanların ilgisizliğinden dolayı psikolojik durumlar  olmuştur , bu yüzden Allah ona metin olmasını tavsiye eder. “ Bu kendiyle  insanları uyarman  ve müminlere de bir öğüt  ve irşad olmak üzere  sana indirilen  bir kitaptır ki onu tebliğden  ve halkın sana inanmamasından  ötürü göğsün daralmasın. “ Bu huzursuz edici nedenlerden biri de delilik isnadı olabilir. “ Bunlar hiç düşünmediler mi ki kendilerine tebliğde bulunan arkadaşları Muhammed’de delilikten hiçbir eser yoktur. O sadece ileride ki   tehlikelerden kurtarmak  için görevli bir uyarıcıdır. “

O müjdeleyici ve uyarıcı özelliği dışında bir şey olmadığını Allah’ın telkini ile ifade eder. “ De ki ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim. Ne fayda sağlayabilirim , ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim. Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim  bana hiç fenalıkda  dokunmazdı. Ama ben iman edecek kimseler için bir uyarıcı  ve müjdeleyiciyim”;”insanları uyar . Müminlere Rablerinin üstün sadakat  makamı vereceğini   müjdele” diye içlerinden bir insana  vahyetmemiz  insanların çok mu tuhafına gitti. “ Yalancı ithamlarına karşı da Rabbi onu eğitir” Eğer yalancı saymakta ısrar ederlerse de ki , “ Benim yaptığım  bana ait , sizin yaptığınız da size . Benim yaptıklarımla sizin, sizin yaptıklarınızla da benim ilişiğim yoktur. “ Onu  dinleyen ama sadece dinleyenlere de hitap eder” Onların içlerinde senin söylediklerini dinlemeye gelenler de var. Fakat sen sağırlara nasıl duyurabilirsin ki ? Hele akıllarını  da kullanmıyorlarsa”

Onlar seni üzmesin “ O  inkarcıların sözleri seni üzmesin . çünkü bütün izzet  ve  üstünlük Allah’ındır. O herşeyi hakkıyla işitir ve bilir” onlar getiridin hakikate   ilgisiz durur ve saparsa  kendi aleyhinedir. “De ki “Ey insanlar , işte Rabbiniz tarafından hakikat size gelmiş bulunuyor. Artık kim gerçeği kabul eder de  doğru yolu tutarsa , bunun faydası yalnız kendisinedir. Her kim de o yoldan saparsa o da kendi aleyhine olarak sapar. Bilin ki ben işlerinizi yönetmeyi  üstüne almış biri değilim”

İnkar edenlerden hükümden kaçamazlar. “inkar edenlerin  dünyada Allah’ın hükmünden  kaçıp kurtulacaklarını  sakın zannetme “

Kur’an ve Peygamber

Neden Kur’an’ı Arapça göndermiştir. “ Bizim Kur’an’ı senin dilinle indirip kolaylaştırmamızın  başlıca sebebi , senin müttakileri   müjdelemen  ve inatçı kimseleri de onunla uyarmandır. “

Peygamberin uyarıcı olmasının takviye eden Kur’an ‘dır. HzMuhammed çok dramatik bir şekilde Kur’an’ı tarif eder ve kendi vazifesini anlatır.  Eline Kur’an’ı almış özelliklerini anlatır, vazifesini ortaya koyar. “ Elif Lam Ra, Bu öyle bir kitaptır ki ayetleri en kesin delillerle desteklenmiş , sonra  da  güzelce  açıklanmış  , tam hüküm ve hikmet sahibi herşeyden haberdar olan  Hakim ve Habir   tarafından gönderilmiştir. Bundan  maksad Allah’tan başkasına ibadet etmemenizdir. Gerçek  şu ki  Ben sizi cennetle müjdelemek cehennemle uyarmak  için O’nun tarafından  gönderilmiş bulunuyorum.  “Vahyin hedefi de budur. “Allah melekleri kendi tarafından  bir vahiy ile kullarından  dilediği kimselere “Benden başka ilah yoktur. Bana karşı gelmekten sakının “ diye uyarmak  üzere gönderir. “ önceki Resuller de bu maksatlarla  gönderilmiştir. “Allah hakkı için  Biz sizden önce birçok ümmete kendilerini irşad etmeleri için  resuller gönderdik. Fakat şeytan onların  batıl işlerini kendilerine güzel gösterdi. Bu yüzden peygamberlerini yalancı saydılar.

Kur’an iyi ile kötüyü ayırandır. “Hayır ve bereketi  ne muazzamdır  o Zatın ki bütün in ve cinsi uyarsın diye  o has kuluna doğruyu  eğriden ayıran  Furkan’ı indirdi. “

Yine Kur’an’ı Allah kendine hitab  içinde insanlara dönük  ifade ile  kitabının özelliklerini anlatır.”Hamd o  Allah’a mahsustur ki  kuluna kitabı indirdi  ve onun içine  tutarsız hiçbir şey koymadı. Dosdoğru bir kitap olarak gönderdi , ta ki kendi nezdinde  inkarcılar için  hazırladığı şiddetli azabı  bildirerek onları uyarsın.”    

Peygambere fazla  endişe  etme  insanların çoğu iman etmezler, yolunda konuşur. “Şunu da unutma ki , Sen büyük bir kuvvetle arzu etsen bile insanların çoğu  iman etmezler.”

Kafirlerin olağanüstü isteklerini yorumlar. “Kafirler diyorlar ki “O’na  Rabbinden bir mucize indirmeli değil mi idi. ? Sen ey Resulüm ,sadece bir uyarıcısın , her millete bir yol gösteren vardır”

Allah ‘ın peygambere söylemlerinde ağırlık uyarmaya  dayanır. “ Hem azabın geleceği günü hatırlatarak insanları uyar. O gün zalimler” Ey bizim Rabbimiz  diyecekler, ne olur bize kısa bir  süre ver de senin  çağrına uyma  imkanı bulalım  ve peygamberlerin izince  gidelim. Peki önceleri  hiç zeval  bulmayıp sürekli yaşayacağınıza dair yemin eden siz değil  miydiniz?”

Onlar  ölmeden zevklerinin peşindeydiler. “ Bırak onları yesin içsinler , zevklerine düşsünler  arzu ve emelleri kendilerinin oyalaya dursun , yakında bilecekler. “

“ve  de ki ,  sizleri bekleyen felaketten  açıkça uyarıyorum.”Onlar  kendilerine verilen nimetlere saygısızlık etmişlerse sorumlu onlardır. “Eğer bunca nimetlere rağmen yüz çevirirlerse   sen sorumlu değilsin”; “ sabret senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Kafirlerin yüz çevirmesinden mahzun olma , yaptıkları hilelerinden dolayı da telaş edip darlanma “

Bazan insanlarla konuşur Allah daha sonra Resulüne yapacağını söyler”Rabbiniz sizi pek iyi bilir. Dilerse size merhamet eder yahut dilerse  sizi cezalandırır.  Bunun içindir ki ey Resulüm onlar üzerine yönetici onlardan sorumlu olarak göndermedik.” Onların kabul etmeyişinden dolayı peygamberimizin üzüldüğünü  görür. “ Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip tüketeceksin” 

Peygamber konusundaki duyarsızlıklara  onun acele etmemesini ister. “ O halde onlar hakkında acele etme , biz onların günlerini saymaktayız. “

Kendine yapılan zulümler ve anlayışsızlıklara karşı Allah ona  sabır ve namaz tavsiye eder”O halde onların  söylediklerine sabret , güneşin doğmasından  ve batmasından önce Rabbinin yüceliğini ilan et. Ona hamded . Gecenin bazı vakitlerinde  gündüzün bazı taraflarında da O’na ibaret et ki Allah’ın rızasına eresin”

Peygamberlere yapılan en büyük anlayışsızlık onları yalan ile ithamdır. Allah önceki peygamberleri de örnek vererek Resul’ünü takviye  eder” Eğer onlar seni yalancı sayıyorlarsa  sen bil ki  onlardan önce  Nuh, Ad ve Semud halkı  da, lut’un halkı da, Medyen ahalisi  de resullerini  yalanlamışlardı. Musa  da yalancı sayılmıştı. Bense şöyle yaptım, her seferinde inkarcılara mühlet verdim, sonra da tuttuğum gibi   işlerini bitirdim. Onların  inkarına mukabil nasıl olurmuş Benim inkarım “

Allah bazan perdesiz konuşur muhatabı Mekke’liler  ve onlar gibi olanlardır. Mekke bütün şehirlerin prototipi. “Şimdi siz ey Mekke’liler , bu söze mi şaşıyorsunuz? Hep gülüyorsunuz , ama ağlamıyorsunuz, haydi artık Allah’a secde ve ibadet ediniz. “ Bugün her Müslüman şehri Mekke’dir, hitap umumidir.

Peygamberin mücadelesini karıştıran bir düşman da şeytandır. O vesveseleri  ile sarsmak ister. “Senden önce  hiçbir  resul  ve nebi  göndermedik  ki halkının hidayetini umarak gayret gösterdiğinde , şeytan onun temennisi  hakkında  bir  vesvese   vermek , ümidini  kırmak istemesin. Ama Allah şeytanın  attığı  o vesveseyi  giderir. Sonra  da ayetlerini sapasağlam  muhkem kılar , zira Allah herşeyi  hakkıyla  bilen , hikmetiyle   yönetendir. “

Düşmanlık hissini bu sefer mekanlardan şehirlerden hareketle anlatır, Peygamberine hitap eder. “Niçe şehirler vardı ki  halkı seni süren şehrin Mekke’nin  halkından daha kuvvetli idiler, işte biz onları imha ettik ve kendilerine yardım edecek kimse çıkmadı. “; “ kendilerinden  önce biz öyle nesiller helak ettik ki onlar bunlardan daha güçlü  kuv vetli idiler, hakimiyetlerini yaymış şehir şehir dolaşmış emr-i Hak’tan ölümden kaçıp kurtulacak bir yer yok mu ? diye her tarafı delik deşik etmişlerdi, ama hep eli boş dönmüşlerdi. “

Buna  rağmen  bir takım insanlar  kendilerine tapmaları halinde fayda, tapmamaları halinde  zarar veremeyen  bir  takım şeyleri tanrılaştırıp . Allah’tan başka olanlara ibadet ettiler.Zaten kafir Rabbine karşı hep batıla arka çıkar. “

Yerinde ibadeti öğer Allah. “ Tağuta ibadet etmekten kaçınıp  gönülden Allah’a yönelenlere  müjdeler var.  O halde sözü dinleyip sonra da en güzelini tatbik  eden kullarımı  müjdele. İşte onlardır Allah’ın hidayetine  mazhar olanlar  ve işte onlardır aklı selim sahibi olanlar”

Peygamberin   ve ümmetin bir yanlış durumu da gaflettir, Allah Resulünün dilinden ona tavrını belirtir. “Sen onları  bir süreye kadar  daldıkları gaflet içinde  kendi halllerine bırak. “

Allah imtihan gereği  düşmanların da varlığını hesap etmiştir. “İşte  böylece  biz  her peygamber için suçlulardan bir  düşman ortaya çıkardık. Ama tasalanma Senin Rabbin yol gösterici  ve yardımcı olarak yeter mi yeter” Allah bu düşmanların iddialarını  temsillerini çürütür. “Onların sana itiraz için getirdikleri  hiçbir temsil  hiçbir soru olmaz ki ona karşı biz sana gerçek durumu bildirmeyelim ve en güzel açıklamayı yapmayalım

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

İlk Nur Eleştirmeni, Hulusi Yahyagil (2)

(İlk Yazı için Tıklayınız..)

Barla Lahikası’nda Hulusi Bey’in Bediüzzaman’a yazdığı kırk mektup var.

Bediüzzaman da Hulusi Bey’in kırk mektubundan gerekli gördüklerine cevaplar verir, bazı soruları açıklar, bu ayrı bir bahistir.

Bediüzzaman ve Hulusi Bey mektuplaşmaları” diye bir araştırma olarak ortaya konabilir. Üstad-ı muhterem lahikaları kendileri tamim etmişlerdir. Dünya edebiyatında mektuplar önemli yer tutar.

Bütün büyük adamların mektupları vardır ve mektupları ile davalarının, felsefelerinin, müntesiplerinin, hayranlarının, talebelerinin yetişmesini sağlamışlar ve onları yönetmişlerdir. Lahikada mektuplara tarih konmamış sona doğru Bediüzzaman Hazretleri Refet Bey’e yazdığı mektuba 11 Temmuz 1934 Çarşamba tarihini koymuştur.

Din-i Mübin İçin Yapılan Kahramanlık

Barla’ya Bediüzzaman 1925’ten sonra nefyedilmiştir. Bu ihata edilmez büyük mücadele adamı dağlara sürgün edilmiş, adeta “orada ölür gider biz de kurtuluruz” diye. Ama asırlarca dini mübinin kahramanlığını yapmış bir milletin çocukları için kader büyük bir plan yapmıştır.

Takdir-i Huda kuvve-i bâzu ile sönmez;

Bir şem’a ki Mevla yaka üflemekle sönmez

mucibince o aslında eserlerinin laboratuvarına sürgün ediliyordu.

Barla’nın tabiatı Bediüzzaman’ın eserlerini dolduran bütün gözlemlerin kaynağı idi.

Tabiatla düşünceyi ve dini birleştirememiş hem batı hem de doğu düşüncesinin bu eksiğini büyük dava adamı Barla’ya düşmanlarının eli ile sürgün ettirildikten sonra görüyor ve o gözlemler ile nesneler ile eserlerini inşa ediyordu.

Sekiz buçuk sene kalmış bu dağlarda, güzelim yerlerde. Zaten bu eserler şehirlerin kasvetli ortamında yazılamazdı.

O yıllarda eserlerini telif eden ve çevresine kurduğu posta ağı ile dağıtan Bediüzzaman Hazretleri çevresinde oluşan talebeleri ile mektuplaşıyor, onları teşvik ediyor, zulüm ve istibdad ve ceberut devrinde bir dava adamları çekirdeği oluşturmaya gayret ediyordu.

Birbirimize Nasıl Ümit Verebiliriz?

Bundan sonraki mektupların başlarında olmadığı kadar teşvik cümleleri vardır. Bediüzzaman ümit adamıdır, hiç ümitsiz olmayan bu insan, büyük bir davanın âlemşümul çekirdeğini oluştururken çok ince bir dil ve sevgi lisanı kullanır.

Bizim hiç yapmadığımız teşvik lisanını kullanır, kusurları görmez, her şeyi umumi hedefe endeksler.

Nasıl bu adamı okuruz da hep birbirimizi eleştiririz?

Garip kalmış küçük su damlalarını bir göle çeviren bir mantık nerede?

Büyük gölleri bile eleştiri ile kurutmaya çalışan mantık nerede…

Bu sekiz buçuk yıl içinde onun önde gelen muhatapları:

Hulusi Bey, Abdülmecit, Sabri, Abdurrahman, Ali, Tevfik, Seyyid Şefik, Hakkı, Hafız Zühtü, Refet Bey, Hüsrev Abi, Emrullah oğlu Bekir, Doktor Yusuf Kemal, Zekai, Asım, Süleyman, Ahmet Zekai, Hafız Sabri, Rüştü, Mehmet Reşit, Saatçi Lütfü, Ahmet Galip, Murat, Küçük Zühtü, Bekir, Hafız Ali, Şeyh Mehmet, Zeki, Muhammed Sabri, Mustafa Hulusi, Hafız Halid, Hafız Ahmet, Ali Ulvi, Hacı Mehmet, Hafız Mustafa, Şamlı Hafız, Muhacir Hafız Ahmet, Osman Nuri, Ahmet Feyzi, İbrahim, Babacan, Müzeyyene, İsmail, Doktor Şevket, Ahmet Nazif, Mesud’tur.

Bunlar mektuplarını gönderirler, Bediüzzaman da yazdığı mektuplarda hem bunlara cevap verir, hem davanın çeşitli sorunlarını çözer.

Onlara dava ruhu,

Metanet,

hizmet-i imaniye,

ibadet- taat

daha bir çok mesele hakkında fikirler öne sürer.

Bir dava nasıl oluşturulur, bu insanlar bir davanın etrafında güneşin etrafındaki gezeğenler gibi nasıl döndürülür bu kitabın büyük bir yönetim derinliği var.

Bir Bina ve Küçük Taş

Bediüzzaman’ın dava stratejisini anlatacak şahıslar bunları tahlil etmeli ve bir de dünya tarihindeki benzer olayları –benzeri de yok ya– bulup sonuçlara varmalılar.

Bediüzzaman’ın çevresindeki bu insanlara olan tavrının her biri bir değişik dünya ve yönetim mantığıdır.

Hepsinin derinliğini biliyor ve ona göre konuşuyordu.

Nazik ve kibar, beyefendi bir üslupla!

Bir binaya bakıp sadece çürük taşı görmek gibi değil.

Hakikata Açılan Yol

Hulusi Bey’in Barla Lahikasında kırk mektubu var, Bediüzzaman’a hitaben yazılmış. Bunlar yüz sahifeye yakın tutuyor. Kitabın üçte birlik kısmı Hulusi Abiye ayrılmış. Mektuplardaki en büyük muhatabı Hulusi Bey’dir ve Bediüzzaman böyle eleştiren, değerlendiren bir muhatab istediğini ona yazdığı bir mektubunda söyler.

Bediüzzaman da her yazar gibi yazdıklarının nasıl karşılandığını anlamak ister, böyle bir eleştirmen olarak Hulusi Bey’i görür.

Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum.

Maksadım gördüğüm hakikat acaba hakikat mıdır diye sormuyorum.

Belki hakikata açılan yol acaba umuma yol açabilir mi? diye soruyorum.

Çünkü umumun telakkisini sizin kadar bilmiyorum.” (Barla 252)

Özellikle son cümle Bediüzzaman’ın umumun telakkisini merak ettiğini gösteriyor.

Hulusi Bey onun umuma açılan kapısıdır, çünkü o harp okullarında okumuş, farklı eğitim almış insanlar ile muhatap olduğundan onu kendinden farklı bir dünyanın temsilcisi görüyor ve nasıl karşılandığını merak ediyor.

Bazı yazarlar zeki okuyucuları yüzünden yazarlar.

Bunu kitabın başında da bu mealde yorumlar. Bu Bediüzzaman’ın telif hayatında önemli bir sorundur. Eleştirilerden müferrah olur.

Sözler hakkında hüsn- i şahadetiniz bana büyük bir teselli verdi” der. (Barla 255)

Kur’an ve İman Hizmetinde Bir Talebe ve Muin

Hulusi Bey asker olduğu için Bediüzzaman onun askerliği ile eserleri arasında bağlantı kurar.

Ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı manevi bana muhatap olmuşçasına, ekseriyet-i mutlaka ile temsilatım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor ki bu şahsı Cenab-ı Hak bana hizmet-i Kur’an ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiş ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.” (Barla 21)

Adeta Bediüzzaman’la Hulusi Bey bir müellifin iki parçası gibi.

Hulusi Bey, yaptığı hizmetin civar vilayet ve kasabalardaki yayılmasından dolayı sevinir.“Fesubhanallah bu kadar cüz’i ve nakıs hizmetten, bu derece faide elde edilmesi de gösteriyor ki bu Sözler ve Mektuplar hakikaten Nur isminin tecellisidir ki suhuletle intişar ediyorlar.” (Barla 244)

Hulusi Bey daha önce de bahsettiği Birinci Söz hakkında hissettiklerini kaleme alır. “Dünyaya arkasını çeviren Üstad Hazret-i Gavs’ın teşviki ile belki delaletiyle Kur’an’ın gayr-i mekşuf bir hazinesinden Bismillah ile giriyor.

Kur’anî tarlaya Bismillah diyerek Sözler tohumunu ekiyor.

Furkanî bahçeye Bismillah diyerek nurlu mektuplar çekirdeğini dikiyor.

Emr-i ilahiye imtisalen ekilen tohum ve dikilen çekirdeklerin inkişaf ve intişarları şüphesiz harika asa olur.

Birinci Sözdeki seyahat eden mütevazi zat tamamen Üstadımızdır.

Nebat, ağaç ve otların ipek gibi yumuşak, kök, damarları nasıl Bismillah‘ın tesiriyle, yer altında sert taşı, toprağı delip geçiyor aynen onun gibi Bismillah ile mevki-i intişara vazolunan Sözler de harika bir tarzda arza yayılıyor ve en mükemmel ve münevver meyve olan beşerin müminlerinin kalplerine nüfuz ediyorlar.

Bu bidatların kesreti muharrilerin bolluğu devrinde Bismillah ile gars olunan nur fidanının yaprakları olan, diğer sözler ve Mektuplarla bu kudsi fidanın dal ve budakları olan Hizb’ül Kuran ve bu hizbin esası ve seyyidi olan mubarek Üstad da bu hıfz-ı gaybiye mazhar bulunuyorlar.“ (Barla 245)

Bediüzzaman Hulusi Bey ile ruhsal bir birlik hissettiğini söyler.

Şimdi anladım ki şuurî ve ihtiyarî olmayan çok in’ikasat vardır.”

Daha sonra Bediüzzaman Hulusi Bey hakkında kanaatlerini açıklar.

Bunlar baştaki Mukaddemenin biraz daha gelişmiş bir izahıdır.

Kardeşim sen şimdi iki vazifeyi görmekle mükellefsin, biri kardeşim Hulusi Bey’in vazifesi, bir de evlad-ı maneviyem ve biraderzadem ve bir deha-yı nurani sahibi olmak pek muhtemel olan Abdurrahman’ın vazifesi de size ilave edildi.

O benim hakiki bir varisim idi. Yazdıklarımı ve malımı kendi malı telakki ederdi. Öyle de sahib oluyordu.

Sen de bundan sonra yazı ve sözleri senin hocanın yazısı diye tutma, kendi malın ve senin sözlerindir bil, öyle sahib ol.” (Barla 251)

Aynı kısımda Bediüzzaman eserleri hakkında kıymetli beyanlarda bulunurlar.

Biyografik bilgiler otobiyografik karakterlidir.

Bediüzzaman Hulusi Bey’i yüz ciddi talebe hükmünde görür. Hatta Hulusi Bey ve Hakkı Efendi‘yi kendi niyetini güçlendirdiğini söyler. “Siz bilerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsınız. İnşallah niyet-i haliseniz benim müşevveş niyetimi dahi tashih edecektir.” (Barla 252)

Bediüzzaman Risale-i Nur okuyanların tebliğ makamındaki tutumunu anlatır.

Sözleri okumak zamanında sendeki hissiyat-ı âliye fazla inkişaf ve fedakarane hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki velayet-i Kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen dellal-ı Kur’an Said’in vekili, belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir.” (Barla 255)

Hulusi Bey Hastalar Risalesini maddi manevi bütün hastalıklara mükemmel deva olarak görür. (Barla 305)

Bediüzzaman Hulusi Bey’e özel bir önem verir.

Aziz kardeşim çendan Abdülmecit benim nesebi kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat ne o ne hiçbirisi benim Hulusi’me yetişemiyor.” (Barla 315)

Barla Lahikasında en çok mektup Hulusi Bey’e aittir.

Bediüzzaman da en fazla soru-cevap tarzında onunla konuşur.

Bunlar hem onun eserleri hem de biyografisi, ruh dünyası ile ilgili önemli bahislerdir. Hem de Hulusi Bey’in Bediüzzaman yanındaki kadrini ve hizmetteki yerini tavazzuh ettirir.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

İlk Nur Eleştirmeni “Hulusi Bey”

Hulusi Yahyagil abi Bediüzzaman’ın dünyasında çok önemli bir şahıstır.

Bu cümle yetmez ama onun önemi Barla Lahikası’nın Mukaddeme diye başlayan metninde anlatılır. Bilindiği gibi mukaddimeler kitapların açılışlarıdır, yeni yazım dünyasında önsöz kısa bir bilgidir, ama geleneksel yazım dünyamızda Mukaddeme adeta kitabın muhtevasını daha genel ifadelerle tamamlar.

Bediüzzaman bir portre eleştirmenidir. Bu mukaddimede Hulusi Bey ve Sabri Efendi’nin farklılıklarını bir portre tanıtımı ile anlatır.

Bu iki şahs-ı mümtaz Risale-i Nur’un ilk metin yorumcuları, eleştirmenleridir. Bu yüzden Bediüzzaman, Barla Lahikasına bunların yazdıklarını söz konusu ederek onları tanıtır. Bunların Üstada yazdıkları yazılar, eserler hakkındaki kanaatlerini ve yorumlarını içerir. Ama bunlar yazılarının yayınlanacaklarını düşünmediklerinden samimi olarak, hasbi olarak bu yazıları yazmışlardır.

Ayrıca Hulusi Bey, “ahirdeki sözlerin ve Mektubat’ın yazılmasına sebep” olmuştur. Bediüzzaman Hulusi Bey’in yazdıklarının takriz türünden olmadığını anlatır. Çünkü edebiyatta takriz yazarları takrizlerinin yayınlanacaklarını bildikleri için hodfuruşluğa ve tasannua kaçabilir ve kendilerine bir gösteriş zemini olduğu için hakikatı ketmedebilirler.

Bunu vurgulayan Bediüzzaman onların farkını anlatır.

Takdiratları takriz nevinden değil doğrudan doğruya mübalağasız bir surette, gördükleri ve zevk ettikleri hakikatı ifade etmeleridir.” (Barla 20)

Talebelik, Kardeşlik ve Arkadaşlık

Hulusi Bey talebelik, kardeşlik ve arkadaşlığın üç hassasını kendilerinde göstermişler birinciliği ihraz etmişlerdir. Mektubun tamamında onların yeri belirlenmiştir.

Hulusi Bey, Bediüzzaman’ın eserleri konusunda takdirlerini, beğenilerini ortaya koyan ilk Risale-i Nur eleştirmenlerinden, takdirkârlarındandır. Çünkü Bediüzzaman da onların eleştirilerini beğenmiş ve bu yüzden bu mukaddimede onları bir nevi mukaddime yerinde talebelerinin de mukaddimesi gibi anlatmıştır.

Kur’an Nurlarının Meydana Çıkması

Mukaddimede kendisine verilen önemi Hulusi Bey Barla Lahikasındaki ilk mektubunda yorumlar. Tevazu gösterir. Şu cümlesi tamamen vakıa mutabık ve mübalağasızdır. Orijinal ve yerinde bir eleştiridir.

Serapa Nur olan Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan’ın hak ve hakikatını bu asır insanlarının bilhassa firak-ı dâllenin gözlerine sokacak derecede bazı Kur’an lemaatının zahir olmasına murad-ı ilahi taalluk etmiş ve bu emr-i mühimme, felillahilhamd muhterem Üstadımız vasıta olmuştur.” (Barla 26)

Üstadın Sözler isimli kitabı ile ilgili yorumları mükemmel eleştiri örneğidir.

Mübarek Sözler şüphesiz Kitab-ı Mübin’in kudsi lemaatıdır. Küll halinde kusursuz ve noksansızdır. Şimdiye kadar tenkid olunmaması, her meslek ve meşrep ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanaatimizin sıhhatine delalet etmeğe kâfidirler.” (Barla 26)

Altı Maddelik Hizmete Devam Gerekçesi

Hulusi Bey, Bediüzzaman’ın vazifesinin bitip bitmediği hususunda ona vazifesinin henüz bitmediğini de altı maddede anlatır. Bu çok özel ve tahkik ehlinin anlatabileceği bir bahistir, Hulusi Abi’nin Bediüzzaman’a bir nevi teşvik babında yazdığı yazıdır. Devler devlerle birlikte düşünülür.

Hulusi Bey bu arada bazı sorular da sorar Bismillah ile ilgili bir sırrı kendinden açmasını rica eder. Hem yorumlar hem de sorular açar.

Barla’daki ikinci mektubunda Hulusi Bey, manevi yaralarına ve gıdasız ruhuna eserlerin tesirini anlatır.

Üçüncü mektupta, “Kur’an hesabına kendisine cüzi bir hizmetkârlığı” düşündüğünü ona iletir.

Hulusi Abi tarikat menşe’li bir insandır, üçüncü mektupta üstadın tarikat hususundaki yönlendirici ifadelerini kabullenmiş ve bu dersi kabul ettiğini beyan etmiştir.

Bu “Bediüzzaman’ın tarikat zamanı değil iman kurtarmak zamanı” cümlesidir.

Dördüncü mektupta, Mekbubat’ın zeyilleri için

Emsali gibi hoş güzel ve bediidir” cümlesini kullanır. Hoş, güzel ve bedii estetiğin beğeni konusundaki üç kategorisidir. Birbiri arkasından birbirlerini teyid ederler.

32. Sözün Üçüncü Mevkıfı için “Cidden çok âli mefhumu var. Belki diğer bütün Sözler’in fevkinde parlayan bir necm-i nur efşandır” der. (Barla 30)

Hulusi Bey kendini Ashab-ı Kehf’e benzetir.

Kur’an’ın hizmetinde aciz hizmetkârınız, esrar-ı Kur’an’iyenin beyanında eşşükrülillah Ashabı Kehf gibi musahibiniziz.” (Barla 30)

Hulusi Bey, Hazret-i Küfrevî’nin mesleğinden nasıl Nur mesleğine geçtiğini anlatır.

Taharri-i hakikat ile ömür geçirir iken mukadderat bu asi biçareyi de beş sene evvel Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinden ”Muhammed ül Küfrevî” Hazretlerine doğru açılan Tarik–ı nakşibendîye idhal eylemişti. Sonra muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuş zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken Nurlu Sözler’inizle zulmetten nura, girdaptan selamete, felaketten saadete çıktım.

Ferman buyuruyorsunuz ki imanı kurtarmak zamanıdır.” (Barla 32)

On Dokuzuncu Mektup için

Yeniden hayata avdet etmiş kadar müessir olmuş” der.

Tarık-ı Nakşî’ye mukabil Bediüzzaman’ın meşrebini ifade eden cümle-i meşhure için Hulusi Bey “Pek çok kıymetli bir cevherdir” der.

Yirmi Dördüncü Mektup hakkındaki yorumu diğerleri gibi isabetlidir.

Bu eserinizi Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur’un en münevverleri safında mütalaa ediyorum.” (Barla 36)

26. Mektub’un üçüncü mebhasini muhtelif mevkideki zatlara okumuş hepsi birlikte “çok doğru ve çok güzel” demişlerdir. Risale-i Nur’u “dinsizleri bile ilzam ve ikna edecek” nitelikte görür.

Yirmi Dokuzuncu Mektub ile Mucizat-ı Kur’an’iyeyi birlikte takdir eder.

Yirmi dokuzuncu mektubun altı nüktesiyle Kur’an’ın hakiki tercümesi kabil olmadığını imandan zerre kadar nasibi olana 25. sözdeki burhanlara zeylen isbat ediyor. Ve şeair-i İslamiyeyi gayet güzel bir üslup ile tarif ve mütalaa etmekle beraber ulema üs su ashabına çok mükemmel ve manevi tokad aşkediyorsunuz.” (Barla 86)

Yirmi Sekizcinci mektup için ise

Yedinci meselesinin hatimesi gaybî işaret hakkında ihtimalen dahi olsa, her türlü evhamı izale etmek maksadıyla yazılmıştır” der. (Barla 87)

Ramazan Risalesi için ise

“Kur’an’ın has dürbünü ile bakılmak suretiyle Ramazan’ın hikmetlerinden dokuzu mükemmelen ve emsalsiz bir tarzda beyan buyrulmuştur” der. (Barla 88)

Bediüzzaman eserleri ile Kur’an’ın ölümsüz icazını anlatmıştır. “İşte bu bidat ve zulümat asrında da yine o Kur’an-ı Hakîm ve Kerim lâyemut icazını Sözler ve Mektuplarla izhar etmiş ve bu hakikaten azim işte Rahmet-i İlahiyeye muazzez ve muhterem Üstadımız elyak ve elhak memur ve vasıta olmuştur.” (Barla 92)

Risale-i Nur’un tesirini iki yönlü yorumlar.

Bu nurlu eserler hem okşamak hem korkutmak gibi iki zıt tesiri haizdir. İnsanlara bu iki vasıtadan birinin müessir alacağı da şüphesizdir.” (Barla 122)

Kur’an’daki tevafukatı takdir eder.

Kur’an’daki tevafuk sırrını açmaya başlamıştınız bu güne kadar lihikmetin mahfi kalmış olan muvaffak oluşunuza ne kadar hamd ve şükredilse yeridir.” (Barla 132)

Hulusi Bey fihristeleri de çok makbul bulur ve kendindeki tesirleri anlatır. “Fihristeler dört tarafımı aydınlattılar ve itikadda bir olup çok metin hikmetlerle bazı amalde ayrılıkları olan dört mezheb-i hak gibi, bu fakire hakka hakikate, sıdka, imana, nura rızaya giden yolları gösterdiler.” (Barla 152)

31. Mektubun 13 ve 14. Lem’alarının tesirini ifadeye imkânının olmadığını söyler. (Barla 153)

Bismillah konusundaki teşrihatı “Bir hazine-i esrar-ı Rabbani” görür. (157)

Mirkat-ı Sünne için “ihtisaslarımı arza maalesef muktedir değilim” der. (Barla 194)

Beşinci Lem’a’yı “Manidar” bulur.

(Yazının devamı olan 2. yazı için tıklayınız)

Prof. Dr. Himmet UÇ

www.NurNet.Org

24 Kasım 2012

Selimname Nedir? Tarihteki Yeri ve Önemi

Selimname, I. Selim (Yavuz Sultan Selim) ile II. Selim’in hükümdarlık yıllarının anlatıldığı manzum, mensur veya manzum mensur karışık tarihî eserlere verilen addır. Bilinenler içerisinde yalnız Kazasker Vusulî Mehmed Çelebi’nin Selimnamesi II. Selim’i anlatmakta, geri kalanları I. Selim’i anlatmaktadır. Çoklukla Türkçe olmakla birlikte Arapça ve Farsça Selimnameler de yazılmıştır.

I. Selim’den itibaren Osmanlı hükümdarlarının tek tek devirlerini anlatan tarihî eserler yazılmaya başlanmış, bunlar Selimname, Süleymanname gibi adlarla anılmıştır.

Selimnameler Osmanlı tarihçiliği bakımından önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Çünkü bu eserleri yazanlar, çoklukla ya bu hükümdarların devrinde yaşamış, onunla sarayda veya seferlerde birlikte olmuş, ya da yakınlarında bulunmuş kişilerin anlattıklarına dayanmışlardır. Yavuz Sultan Selim’in sağlığında başlayan (Örn. Keşfî’nin eseri) Selimname yazarlığı Kanuni Sultan Süleyman zamanında doruğa ulaşmıştır.

I. Selim devri olaylarını anlatan eserlerin büyük bir kısmı bu büyük hükümdar zamanında yazılmıştır. Özellikle Osmanlı Devletinin sınırlarının ve gücünün doruğa çıktığı bu devirde sanat faaliyetleri de artmış, şair ve ediplere değer verilmiş, onlar korunmuş ve yazıp getirdikleri eserler hükümdar tarafından ödüllendirilmiştir. Bu sebeple de birçok tarihçi, kahramanlıklarla dolu fakat kısa bir hayat süren Sultan Selim’in ilgi çekici devrini farklı kaynaklara dayanarak defalarca yazmışlar ve oğlu Sultan Süleyman’a sunmuşlardır.

Bu yazarların bazıları sarayda önemli mevkilere getirilmiş, Şükrî-i Bitlisî gibi bazıları da yüklü miktarda para yanında tımarla da ödüllendirilmiştir. Selimnamelerin bazıları, daha Sultan Selim’in 1509 yılında Trabzon valisiyken Gürcülerle yaptığı savaşları anlatarak başlarlar.

Birçok eserde onun kardeşleri Korkut ve Ahmet ile yaptığı taht mücadelesi geniş bir yer tutar. Hatta kimi yazarların bu eseri Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman’a sunmaları ve Selim’in mücadeleyi kazanarak iktidara gelmiş olması sebebiyle bu taht mücadelesinde taraf olduğu ve Sultan Selim’i tuttukları görülür.

Selim’in tahta geçişi, babasının ölümü, İran ve Mısır seferleri bütün canlılığıyla ve teferruatıyla anlatılır. Eser genellikle Selim’in ölümü ve oğlu Sultan Süleyman’ın tahta geçmesiyle son bulur. Selimnamelerin hepsi Sultan Selim’in hayatının tamamını anlatmazlar.

Meselâ İshak Çelebi’nin Selimnamesi, II. Bayezid Türk Edebiyatında Selimnameler 33 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall 2009 devrinin sonlarından başlayıp Selim’in cülusuna kadar getirip bırakmıştır. Eserlerin tarihî değerleri oldukça yüksektir. Bunlar, bizzat saray çevresinde bulunmuş, hükümdarla birlikte seferlere katılmış kişiler tarafından ya da birinci derecede kaynaklara dayanarak yazılmış oldukları için birer vesika durumundadırlar.

Bu yüzden de Yavuz Sultan Selim devri tarihi yazılırken başvurulan en önemli kaynaklar arasında yer alırlar. Selimnameler sayesindedir ki, Osmanlı hükümdarları arasında dönemi en iyi aydınlatılan ve kolay yazılabilen I. Selim olmuştur.

Selimnameler yalnız birer kuru tarih kitabı değildir. Bir yandan çoğu vesikalı tarihî bilgiler verirken, diğer yandan devrin bütün özelliklerinin bu eserlere yansıdığı görülür. Devlet yönetimi, saray, Osmanlı coğrafyası, ordunun durumu, gelenekler, kültürel yapı, kullanılan silâhlar, savaş taktikleri, hükümdarın ruh hâli, dil, edebiyat, folklor vb. konularda oldukça sağlam bilgiler de bu eserlerde yer almaktadır.

İstanbul ve Anadolu kütüphaneleriyle birlikte Avrupa kütüphanelerinde de çok sayıda Selimname nüshası vardır (Bunlar hakkında bkz. Babinger, Tekindağ, Uğur ve Kartal’ın çalışmaları). Bu eserler üzerinde kimi zaman toplu, kimi zaman da bağımsız çalışmalar yapılmış, özellikle son yıllarda Türkiye’de bazı Selimnamelerin metinleri yayımlanmıştır.

Selimnameler Türkçe, Arapça ve Farsça olarak yazılmıştır. Türkçe metinler çoğu zaman 16. yüzyılın Arapça ve Farsça kelime oranı oldukça yüksek ağdalı diliyle yazılmış olsalar da içlerinde Şükrî’nin Selimnamesi gibi dil bakımından oldukça önemli ve orijinal olanlar da vardır.(Makale Mustafa Argunşah’a aittir)

Süleyman Demirel Üniversitesinde  Yahya Kemal’i okuttuğumda Selimname’yi  ödev olarak verdim. Daha Sonra Mehmet Kırkıncı Hoca Hazretlerinin Yavuz Sultan Selim isimli eserini ödev yapan çocuklara karşılıksız dağıttım. Şimdi Yukarıda Mustafa Argunşah’ın  bu konudaki yazısı ile birlikte bu kısmı daha sonra da şiiri alıyorum. Himmet uç

 

Selimname Yahya Kemal Beyatlı

eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür
gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür

devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür

ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür

derk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür

rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür

râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

ey gaasıb-ı diyâr-ı arab bekle vaktini
evvel cezâ-yı saltanat-ı sürh-ser gelür

kaç fâtih-î zaman gören iran-zemin bugün
görsün kiminle hangi cüyûş-î zafer gelür

tekbîrlerle halka ıyân oldu tûğlar
sahrâ-yı üsküdâr’e revân oldu tûğlar

···

SEFER

tebrîz’e doğru çıktı sefer şâhrâhına
ervâh peyrev oldu cihan pâdişâhına

at üzre geçtiğin göricek leşker-î guzât
râmoldu şîrler gibi yâvuz nigâhına

yekser gazâ kılıncı kuşanmış bir ümmetin
câlis budur erîke-i âlem-penâhına

münkaad edip serîrine maşrıkla mağribi
bir devlet ermegaan edecektir ilâhına

âhır ağardı tan yeri re’s-î cibâlden
serhad’de yol göründü acem tahtgâhına

fermân-ı bî-eman kalkan hümâ gibi
tuğrâlu nâme gitti kızılbâş şâhına

hâkan-ı rûm leşkeri yaklaştığın görüp
iran gerektir ağlasa baht-ı siyâhına

hengâm-ı remzi bildiren âvâz-ı hâtifî
aksetti her tarafta cibâlin cibâhına

sahrâ-yı çaldıran’da gazâ vardır erteye
ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına

meydân-ı cenge sâye-resân oldu tûğlar
rehyâb-ı milk-i nûşirevân oldu tûğlar
···
ÇALDIRAN

her tûğ-ı pür-fürûğ verirken hücûma şan
her tîg-i bî-dirîg parıldardı hun-feşan

meydân-ı haşr ü neşri karıştırdın ey kader
andırdı rûz-ı mahşeri hengâm-ı imtihan

saldırdı fart-ı gayz ile ifrît-i râfızî
tâli’ göründü bizlere sol kolda pek yaman

garkoldu hûna rûmeli beğlerbeği’yle ceyş
üç malkoçoğlu eyledi bir bir fedâ-yı can

uğrunda her gazâya atılmış mücâhidîn
lâyık mıdır felâkete ey rabb-ı müste’an

her yanda hûn içinde bu hengâmeden beri
hiç esmiyen nesîm-i fütûh esdi nâgehan

sağ kolda bozdu bozguna uğrattı düşmeni
şirâne bir taarruzu sevk eyliyen sinan*

şâh-ı adûya karşı kopan sarsar-ı zafer
indirdi yıldırım gibi bir darbe-î giran

pâmâl-i rahşı kıldı acem tâc ü tahtını
tâ arşa astı tîgıni sultan selîm han

sermest-i câm-ı vuslat-ı şân oldu tûğlar
tebrîz’e reh-nümâ-yı ‘inân oldu tûğlar
···
TOPLAYIŞ

tebrîz’e uçtu feth-i celîlin hümâları
bir böyle hâli görmedi iran semâları

tevhîd içün bu halkı döğüşmüş yiğitlerin
yüz şehre rekzedildi muzaffer livâları

bir kutba bağlı cümle gönüller bir olmalı
mâdâm kâinâtta bir hudâları

her kişverinde kırmağa zencir-i şîa’yı
azmetti askerin ulu kîşver-küşâları

mer’aşla kayserriye’yi fethetti bir dilîr
yükseldi rabb-ı izzet’e şükran duaları

zülkadr’i sildi tîg-i selîmî harîtadan
engin göründü mısr ü hicâz’ın fezâları

···

MERCİDABIK
seyreylesün felek kaderin şehsüvârını
fethetti bir seferde nebîler diyârı’nı

sahrâ-yı mercidâbık’a nakş eylemiş kader
islâm fikr-i vahdetinin kârzârını

memlûk pâdişâhı bu dâvâyı fasl içün
sarfetti azm ü cezm ile bilcümle vârını

bir kaahirâne hırs ile memlûk leşkeri
gavgaaya saldı esliha-î bî-şümârını

bâran misâli gülle yağıp kıldı hâksâr
hem gaasıbâne tâcını hem tâcdârını

eyne’l-meferr diyen çöle can attı sû-be-sû
bâkîsinin de tîg tamâm etini kârını

sahrâ-yı lâ’lgûne bakan şâhid-î zafer
görsün bahârının bu yaman lâlezârını

tevhîd-i milk ü millet içün cenk edenlere
sûriyye açtı cümle husûn ü hisârını

itmâm-ı gaalibiyyet içiün şanlı pâdişah
mısr içre kurmak istedi dârü’l-karârını

şevk-i seferle pür-heyecân oldu tûğlar
bâd-ı zaferle mısr’a vezân oldu tûğlar
···

RİDANİYYE

memlûkler bakıyyesi pür gayz edüp kıyâm
mısr içre kalmasun dedi bir tîg der-niyâm

vadî-i nîl-i tuttu anûdâne ser-te-ser
ordû-yı fethe karşı sürülmüş nefîr-i âm

pür-zûr saldıran kölemen fârisanını
saf saf guzât kıldı dilîrâne iktihâm

kat’î hücûma geçti nihâyet mücâhidîn
mutlak bu harbe vermek içün şanlı bir hitâm

birden serildi hâke ridâniyye cephesi
bed’etti feth-i kaahire’den izhizâm-ı tâm

gazî vezîr-i âzamı a’dâ şehîd edüp
gûyâ büyük zaferden o gün aldı intikam

on mısr’a bir sinan* bedel olmazdı ey kazâ
şevketlü pâdişâhı bu hâl etti telhkâm

fevkindedir zaferden alınmış ganâimin
mü’minler etti vahdet-i islâm-ı iğtinâm

hem şark’ı hem cenûb’u açan bir cihâddan
aksetti dehre nâ-mütenâhî bir ihtişâm

hakka ki ser-firâz-ı cihân oldu tûğlar
ferman-dih-î zamân ü mekan oldu tûğlar

···

RIHLET

bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete
ukbâda yol göründü hudâ’dan bu dâvete

doldukça doldu gözleri eşk-î firâk ile
kudretlü pâdişâh veda etti millete

tevhîd maksadıyle geçirmişti ömrünü
ref’etti ermegaanını dergâh-ı vahdete

râyâtı gölgesinde fedâ-yı hayat hayât eyleyen
ervâha pîşdâr olarak girdi cennete

yekser riyâz-ı huld-i berîn oldu cilvegâh
her cenkten getirdiği binlerce râyete

dîdâr-ı fahr-ı âlem-i görmekti gayesi
gark-ı huşû çıktı huzûr-ı risâlete

alnından öptü fahrederek fahr-ı kâinât
şabâş sundu sarfedilen bunca himmete

divân-ı hak’da mağfiret-î kirdigâr’dan
şâyeste gördü cürm ü günâhın şefâate

dûr olmasıyle böyle büyük pâdişâhdan
garkoldu nâs mâtem-i bî-hadd ü gayete

yer yer misâl-i bîd-i hazân oldu tûğlar
sultan selîm’e girye-künân oldu tûğlar

···
râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org