Etiket arşivi: ibadet

Türkiye Ayasofya’yı Camiye Çevirmeyi Tartışıyor

İngiliz The Times gazetesi, Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülme tartışmalarını gündemine taşıdı. “Türkiye müzeyi camiye çevirmeyi tartışıyor” başlıklı haberde , Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın Ayasofya ile ilgili yaptığı açıklamaya atıfta bulunarak, “İstanbul’daki tarihi Ayasofya Müzesi’nin tekrar cami yapılmasına yönelik siyasi baskılar artıyor. Bu kampanya, hükümetin ülkeyi İslamlaştırmaya çalıştığı yönündeki tartışmaları alevlendirdi” denildi.
Haberde şu ifadelere yer verildi: “Yaklaşan seçimlerde Ak Parti ile birlikte muhafazakar oylar için yarışan aşırı sağcı MHP, Ayasofya’nın camileştirilmesi yönünde bir yasa tasarısını Meclise göndermeyi planladığını söylüyor. Yaklaşık 1500 yıl önce kilise olarak inşa edilen Ayasofya bugün 3 Milyonun üzerinde turistin ziyaret ettiği bir müze ve Türkiye’nin Laik sisteminin reklamını yapıyor. Bazı Türkler yürütülen kampanyayı Türkiye’nin Atatürk’ten miras laik ilkelerinden kopuşun yeni bir işareti olarak görüyor. MHP milletvekili ve Tarihçi Yusuf Halaçoğlu, Ayasofya’nın Cami yapılması için 8 Kasım 2013’de TBMM’ye kanun teklifi vermişti.
Risale Ajans

İki Bayram Gecesinde Yapılan İbadet!

iki.bayram.gecesinde.yapilan.ibadetPeygamberimiz (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:

 “Sevabını Allah’tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez.

Her vesile ile bizleri ibadete ve ahiret amellerine teşvik eden Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye eder. Bu gecelerde uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirir.

“Arefe günü Besmele ile bin ihlâs okuyanın günahları (kul hakkı hariç) affedilir ve duası kabul olur.” Ebu-ş şeyh

Başka bir hadis-i şerifte:

“Kim ihlâs suresini Arefe gününde öğle ile akşam arasında bin defa okursa Allah (cc) ona ne isterse verir.” Buyurur.

Bediüzzaman Hazretleri ise: “Aziz, mübarek kardeşlerim! Pek çok selam. Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin ihlâs-ı Şerif okurduk. Ben şimdi bir gün evvel beş yüz, Arefe’de dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen birden okuyabilir.” demiştir. Şua’lar

Sa’d bin Evs el-Ensârî anlatıyor:

Resulullah, (a.s.m) Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler:

Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat etiniz, mükâfatınızı alınız.’’ buyurmaktadır.

Cemaatler halinde kılınan bayram namazında getirilen tekbirler, akıl, kalp ve ruh üzerinde bulunan gafletin kalkmasına ve Cenab-ı Allah’a şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Bayram namazlarında mü’minler beraber getirdikleri tekbirlerle adeta yeryüzü tek bir ağız ve bir dil ile tevhit sesleriyle, kâinatı bir semazen gibi vecdeye getirmektedir.

Peygamber (a.s.m.) günlük iftarların adabı bayramda da yerine getirirlerdi, orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Ramazan Bayramı sabahında hurma gibi bir tatlı almadan evinden ayrılmazdı. Bayramı tatlı yiyerek başlardı.

Ramazan bayramı, adeta her gün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi, bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder. Eskide Anadolu’nun köylerinde, bayram sabahı maddi imkânı müsait olanlar evlerinde yemek sofrasını hazırlardı, bayram namazından sonra evler tek tek dolaşarak bayramlaşma yapılır ve hazırlanan yemekler toplu olarak yenilirdi.

Bayramlar aynı zamanda sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı, fakir ve yardıma muhtaç kimselere yardım elinin uzatıldığı, sevgi ve saygının artmasına vesile olduğu, dargın ve küskünleri bir araya getirdiği, dar-ı bakaya intikal etmiş kabirlerinden bir dua ve Fatiha bekleyenlere kadar uzanan güzel hasletlerdendir.

Ramazan bayramının bir diğer adı da ‘’İydü’l-fıtr’’ yani fıtr bayramı demektir. Bu nedenle  fitre, zekât ve sadaka, fakir ve yardıma muhtaç kimselere dağıtılarak, bayramın sevincini onlarla paylaşmak gerekir.

Bu vesileyle tüm İslam âleminin Ramazan bayramını kutlar hayırlara vesile olmasını dilerim. Saygılarımla

4.8.2013

Rüstem Garzanlı/ Diyarbakır

www.NurNet.org

Teravih Namazı pazarlık ürün gibi oldu.

Ramazan ayı geldi ve geçiyor. Mübarek Kadir Gecesine ulaştık Elhamdülillah. Yine bereket dolu bir ramazanı geride bırakıyoruz çok şükür. Bırakıyoruz bırakmasına da içimiz biraz buruk bırakıyoruz doğrusu. Yine her ramazanda olduğu gibi gerek medyadan takip ettiğimiz kadarıyla gerekse internet aracılığı ile, bazı hadiselere ve hiç değişmeyen konularla karşılaştık.

Bunları sıralarsak şöyle:

 

1- Teravih namazı 8 mi 20 rekat mı?

Öncelikle ramazan aylarında imamlara ısrarla sorulan sorulardan biri 8 mi 20 rekat mi olması. Teravih namazını illa 8 rekata indirme çabaları gözüküyor. Bu soru ve çaba, hem Allah’a hem Peygamber efendimize yapılan bir terbiyesizlik olarak görüyorum. Sebebini de şöyle açıklayabiliriz.

Müslümanlar televizyon karşısında herhangi bir dizi olsun futbol maçı olsun, saatlerce izlemekten sıkılmıyor da, Allah için kılınacak 20 rekatta pazarlığa mı oturuyor?

8 rekatta direnenlerin sadece daha az namaz kılma çabaları, samimiyetsizliklerini ortaya koymaktadır. Yoksa okadar çok imanlı ve sünnete bağlı olarak, Peygamber efendimize bağlılığını isbat etmek mi istiyorlar, bu çabaları ile? Hadi diyelim ki öyle. Madem ki Resulullah efendimizi taklit etmek ise gayeleri, Peygamber efendimiz teravih namazını 8 rekat kıldığı gibi, 12, 20 ve 36 rekatta kılmıştır. Niçin illa ki 8 rekat diye diretiyorlar da Peygamber efendimize uymak arzusu ile, Allah için 36 rekatta ısrar etmiyrorlar? Nitekim Malikiler 36 rekat teravih ile 3 rekat vitir kılınca 39 rekat kılıyorlar. (İhtilafu’l-Ulema, C.1, Sh.312 Madde:271)

Mekke veya Medine de yaşamış olsa idik sanırım teravihi hiç kılmıycaz. Çünkü orada teravihlerde hatim indiriliyor, özellikle medinede bu güzel adet yıllardır sürdürülmektedir.

Her rekatta birer sayfa Kuran’dan okunur.

Yapmayın canım kardeşlerim, inanın hızlı kılmakla tadili erkana riayet ederek kılınan teravihde var sa varsa 15 dakika fark var. 15 dakika fazladan ALLAH için ayıramazmısınız?

Bunları bir düşünmek lazım ve niyetlerimizi bir süzgecden geçirmek gerekir diye düşünüyorum.

 

2-  Teravihi daha hızlı kılsak olmaz mı?

Teravih olsun başka namaz olsun, tadili erkan’a uyarak kılınır. Cemaatinin camiye  gelmeyeceğinden korkan bazı imamlarımız maalesef jet imamlığa soyunuyorlar. Bunun misalini yaşadık seneler önce değil mi herkes hatırlar. İmam efendi cemaate hızlı kıldırayım düşüncesiyle teravihi kıldırdı ardından cemaatten de dayak yedi. Gülermisin ağlarmısın?

Aşırı bir şekilde hızlı kılınan namaz, namaz hırsızlığından başka birşey değildir. Ne imamın okuduğunu anlayabiliyorsunuz ne de yetişebiliyorsunuz. Peki ne için? Bir an evvel camiden çıkmak için. Peki çıkınca ne yapar ki insan? Bu saaten sonra büyük bir ihtimal evine gider ve  ertesi gün çalışması gerektiği için, bir an evvel uyur.

Peki evine hemen giden müslüman gider gitmez yatağına mı yatıyor? %90’i yatmıyordur.

Peki niçin hızlı ve faidesiz bir namaza diretiyorsun be ey müslüman? Nasıl bir kulluk bu anlamış değilim doğrusu.

Zaten borcumuz olduğu halde 5 vakit namaz kılmaya zorlanıyoruz, yüce Allah’ın huzuruna bir nebze sünnet veya nafile ibadetlerle huzuruna varmayalım mı? Günah işlediğimiz zaman afetmesini ümit ediyoruz. Farz ibadetlerde yeterince gevşeklik gösterdiğimiz zaman “Rahmetim gazabimi geçmiştir” kutsi hadisi hemen aklımıza getiriyoruz. Resulullaha uygun bir ümmet olmaktan uzaklaşıyoruz ama yüzsüzce şefaatini istiyoruz.

Ne Garip ki, kul hep istiyor ama çaba göstermekten de kaçınıyor. Bu doğru değil. Elimizi vicdanımıza koyalım inşallah.

3- Iftar yemekleri

Hamdolsun iftarlarda soframız halil ibrahim sofrası gibi dolu. Herşey var. En az 3-4 çeşit yemek yanında mutlaka salata veya cacık gibi yiyecekler ardından da tatlı eksik olmaz. Sıcacık ramazan pidesi. Soğuk gazlı içecekler. Yemekten sonra da çay içeriz. Karnımızı iyice doyurur sonra da teravihi kan ter içinde kılmaya çalışıyoruz. Tabiiki 20 rekatı 8’e düşürmek isteriz. Tabiiki jet imamlara rağbet artar. Namaz kılmaya güç kuvvet kalmaz ki.

Ramazan orucunun farziyeti dışında çok sayıda maddi ve manevi faideleri bulunmaktadır. Bunlardan biri de aç insanlar gibi açlığı his etmektir. Bu nasıl açlık his etmek Allah aşkına. Tüm gün oruç tutuyor aç duruyoruz, akşam olunca da patlayana kadar yiyoruz. Böyle aç’ların halinden anlayamayız. O aç insanlar akşamları da yemek bulamıyorlar, sen ben gibi sadece gündüzleri aç değiller ki. Senenin her günü açlık çekiyorlar. Ayrıca Peygamber efendimiz hiçbir zaman bu tarz yemek israfı yapmamıştır.

Yanlış anlaşılmasın aç durun demiyorum. En azından Peygamber efendimizin sünnetini yerine getirmeye çalışalım. Bu sadece ramazanda olsa da. Peygamber efendimiz “Midenin üçte birini yiyeceğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de rahatça nefes alıp vermek için boş bırakmayı tavsiye ederdi.” (Buharı, Müslim, Tirmizi)

Değerli kardeşlerim!

Şurada kaldı ramazanın bitmesine bir kaç gün. En azından son kalan günleri sünnetlere uygun geçirmeye çalışalım.

Şunu söylemekte de fayda görüyorum. Maalesef  bazı Hoca ve Din adamı diye geçinenler, sanki şimdiye kadar din anlaşılmamış da sadece kendileri anlamışçasına, müslümanların kafasını karıştırmaya çalışan Profesörlerin teravih namazı diye birşey yok demelerine inanmayın. Bu fitneye kanmayın. Bunu söyleyen kişi, emekli olmadan önce, imamlık yapıp cemaate teravih namazı kıldıranların ta kendisidir. “Allah gaybi bilmez” ve “Kader diye birşey yoktur” diye küstahlaşan dinadamların sözleri mundardır.

“Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için Ramazan gecelerini ibadetle geçiren (teravih namazını kılan) kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.” (Buharî, İman, 25, 27; Müslim, Musafi’in, 173, 176; İbn Mace, İkametu’s-Salâ, 173; Tirmizî, Savm, 83)

 

Arif Ağırbaş

https://www.facebook.com/arif.agirbas

https://twitter.com/Arif_Agirbas

arif.agirbas@hotmail.de

 

Horhor Camii İbadete Açıldı

Bediüzzaman Said Nursi’nin 1897-1907 ve 1912-1914 yılları arasında medrese olarak kullandığı ve talebe yetiştirdiği Horhor Medresesi, 98 yıl aradan sonra cuma namazıyla birlikte ibadete açıldı. Vanlıların büyük katılım gösterdiği cuma namazında Van il Müftüsü Nimetullah Arvas, cemaatle istişare ederek haftada bir gün medresede ders yapma kararı aldı.

Eski Van şehri içerisindeki tarihi 8 camiden biri olan Horhor Camisi’nde restorasyon çalışmaları sona erdi. 1915 yılında Van’ın Ruslar tarafından işgali ve Ermeni olayları sırasında tamamen yıkılarak ibadete kapatılan ve tahrip olan Horhor Camisi yeniden inşa edilerek ibadete açtırıldı. 98 yıl aradan sonra cuma namazı için camiye akın eden cemaat arasında Van Valisi Münir Karaloğlu, İl Müftüsü Nimetullah Arvas, kurum müdürleri, sivil toplum örgütleri ve çok sayıda vatandaş da yerini aldı.

Cuma namazı çıkışında gazetecilere açıklama yapan Vali Karaloğlu, eski Van şehrinde hummalı çalışmaların aralıksız sürdüğünü belirtti. Bütün çabalarının eski Van şehrini 24 saat yaşanılabilir bir alana dönüştürmek olduğunu anlattı.

Said Nursi’nin ömrünün büyük bir kısmını Van’da geçirmiş olduğunu dile getiren Karaloğlu, “Bu Horhor Camii’sinde medresesinde ders okutmuş. Sadece burada değil bir çok mekanda hatırası var. Onun hatırasına da inşallah insanlar bu çalışmalardan sonra sahip çıkarlar diye temenni ediyoruz.” dedi.

HORHOR MEDRESESİ’NİN TARİHÇESİ

Horhor Medresesi ve Camii, Urartular döneminde yapılmış olan tarihi Van Kalesi’nin hemen yanında bulunur. Bediüzzaman Said Nursi burayı 1897-1907 ve 1912-1914 yılları arasında medrese olarak kullanmış ve talebe yetiştirmiştir. Burada verilen derslerin salonda baştanbaşa uzanan büyük bir masa etrafında verildiği rivayet edilir. Horhor Medresesi, ismini medresenin yanında akan ve horultulu ses çıkaran sudan alır.

Bediüzzaman Said Nursi’nin, Horhor Medresesi’nde yetiştirdiği talebeleriyle birlikte 1. Dünya Savaşı’nda Ruslara karşı da mücadele etti. O dönemde Van’ı istila eden Ermeniler Horhor Medresesi’ni de yıktı. Bediüzzaman Said Nursi 1. Dünya Savaşı sonrasında Van’a geldiğinde medresenin yıkılmış halini görünce çok üzülür.

Bediüzzaman bu üzüntüsünü yirmi altıncı Lem’anın on üçüncü ricasında şöyle ifade eder: “Herşeyden evvel, Van’da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim. Baktım ki, sair Van haneleri gibi onu da Rus istilasında Ermeniler yakmışlardı. Van’ın meşhur kalesi ki, dağ gibi yekpare taştan ibarettir, benim medresem onun tam altında ve ona tam bitişiktir. Benim terk ettiğim yedi sekiz sene evvel, o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enis talebelerimin hayalleri gözümün önüne geldi. O fedakar arkadaşlarımın bir kısmı hakiki şehid, diğer bir kısmı da o musibet yüzünden manevi şehid olarak vefat etmişlerdi.

Ben ağlamaktan kendimi tutamadım. Ve kalenin, ta medresenin üstündeki, iki minare yüksekliğinde, medreseye nazır tepesine çıktım, oturdum. Yedi sekiz sene evvelki zamana hayalen gittim. Benim hayalim kuvvetli olduğu için, beni o zamanda hayli gezdirdi. Etrafta kimse yoktu ki, beni o hayalden çevirsin ve o zamandan çeksin…”

Cihan

Abd, İbadet, Ubudiyet-i Külliye ve Abd-ı Külli Ne Demektir?

Ubudiyet; Genel manada kulluk ve itaat demektir. İbadatle ubudiyet arasında ince bir fark vardır.

İbadet, Allah’ın emirlerini yapmak ve nehiylerinden kaçmaktır.

Ubudiyet
ise, Allah’tan gelen her şeye razı olmak ve kabullenmek anlamına gelir.

Abd ise;
ibadet ve ubudiyeti yapan ve yerine getirendir. Kısaca; ubudiyet kulluk ise, abd kuldur.

Abd-i külli:
Ubudiyet ve ibadetleri; en geniş, şumullü ve ihatalı olarak temsil eden kul anlamınadır.

Ubudiyet-i külliye
ise; en geniş, ihatalı ve şümullü olarak ibadet ve kulluk demektir.

Mesela, askerlikte onbaşılıktan ta generalliğe kadar makamlar vardır.

Her bir makam kendi çapında askerliği temsil eder ve üzerine düşeni yapar.

Bir erin askerliği O’nun ubudiyeti ise; kendisi, o ubudiyetin ya da askerliğin kulu demektir. Burada askerlik yapan neferin, yaptığı iş, O’nun şahsını ilgilendirir, askerliğin en alt seviyesini ifa ettiğinden küçük ve parça anlamına gelen cüz-i askerlik yapıyor denir.

Neferden itibaren, onbaşılıktan ta genel kurmay başkanlığına kadar olan askerlik ve makamları; cüz’iyetten çıkar, küllileşir.

Gerek askerlik ve gerekse de temsil makamları, onbaşılıktan itibaren külli mertebelere girer. Ancak bunlar arasında da külliyet farkları vardır.

Askerlikte külliyet noktasında hakiki mertebe ve faaliyet; genel kurmay başkanlığında ve genel kurmay bakanının şahsında görünür ve temsil edilir. Misalleri bu manada çoğalta biliriz.

Yukarıda olduğu gibi, ubudiyet ve abd ile ilgili de cüz-i ve külli mertebeler  mevcuttur.

Maddi makamlar, nasıl ki mertebe mertebe olup, cüz’iyetten külliyete doğru gidiyor ise; manevi makamlar ve faaliyetler de, bir şahıstan başlayıp ta peygamberlere, oradan da Resul-ü kibriyaya kadar mertebe mertebe olup,  temsil edilir.

Askerlikte olduğu gibi, ubudiyette ve temsilinde de halifeler, mürşitler, alimler, evliyalar, asfiyalar, kutuplar, imamlar, tabiinler, sahabeler, nebiler, resuller ve peygamber efendimize kadar daha bilemediğimiz manevi mertebeler, tezahürat ve makamlar mevcuttur.

Bir şahsın, yalnız başına ubudiyeti cüz-i olduğu gibi, o ubudiyeti temsil eden makam itibariyle de, mertebesi cüz-i dir.

Fakat, marifette, ubudiyette ve ibadette terakki ede ede; hizmeti, faaliyeti ve davası küllileşir. Ona göre o makamlarda temsil etme özellikleri de küllileşmiş olur.

Mesela; evvela kendini ve faaliyetleri temsil makamı, sonra kendisiyle alakalı şahıs, makam, zaman, marifet, ubudiyet ve ibadetleri temsil makamı gibi; külli ubudiyet ve makamlara namzet olur. Eğer kabiliyet ve istidatı var ise, yukarıda sayılan yüksek makamların bazılarına kadar teali ve terakki edebilir.

İşte hakikat noktasında, külli ubudiyetin ifası ve abdiyetin temsili, sadece Resul-ü Kibriyaya (sav) ve O’nun  davasına hastır.

Diğer bütün makamlar ve davalar, kendi çapında nisbi anlamda küllidir. Bu makamları ve davaları, Resul-ü Kibriyanın (sav) külliyetiyle mukayese edersek, yine de cüz-i kalırlar.

Fakat, bütün ubudiyetlerin, ibadetlerin ve kulların; bu külliyetten istifade ve istifaze edebilmesi için, Cenab-ı Hak, (c.c) her bir Müslümanın ubudiyetinde ve kulluğunda, o külli ubudiyetin özünü, özetini, gölgesini ve cilvesini dercetmiştir.

İşte sualdeki ubudiyeti külliye ve abd-i külli; esas itibariyle kainatı ve ondaki bütün faaliyet ve ibadetleri temsil eden ve bu manada Allah’a takdim eden tek insan ve en büyük peygamber, olan Resul-ü Kibriya’nın (s.a.v.) nübüvveti, davası ve kul olarak da şahsı anlaşılmalıdır.

Resul-ü Kibriya’dan sonra, ta avam bir mümine kadar her bir inananın ubudiyeti ve temsil gücü nispetinde, külli ubudiyete ve abdiyete mazhariyet mümkündür.

İşte, kulun Allah indinde değer ve kıymetinin ölçüsü, davasının, hizmetinin ve ubudiyetinin genişliği ve şümulü nisbetindedir. O, külli ubudiyete mazhariyeti ve kendisinin de külli bir abd olarak namzetliği ile bilinir, anlaşılır ve ona göre de takdir ve taltif görecektir.

Demek ki külli ubudiyet;
genel manada, Allah ile kul arasındaki geniş ve şümullü bir muamele olup, O’nu temsil eden ve O’na namzet olan şahsa da abd-i külli denir.

SorularlaRisale