Etiket arşivi: ibadet

Mevlid Kandili’nde Nasıl İbadet Edilir ve Namaz Kılınır?

İmam Suyuti, konuyla ilgili olarak özetle şunları söylemiştir:

“İnsanların Mevlid-i Nebevi için toplanıp Kur’an okumaları, Hz. Peygamber (a.s.m)’in veladetiyle ilgili haberleri/menkıbeleri seslendirmeleri, bu münasebetle yemek tertiplemeleri bid’a-i hasenedir/güzel bir bid’attır. Çünkü, bu toplantılarda Hz. Muhammed (a.s.m)’e karşı büyük bir tazim, bir saygı, onun dünyaya teşriflerinden ötürü büyük bir sevinç söz konusudur. Bu ise, sahibine büyük bir sevap kazındırır.” (bk. Suyuti, el-Havi li’l-fetavi, 1/272-şamile).

Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevi terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlahiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler halinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur’an-ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekanlarda Kur’an ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.
2. Peygamber Efendimiz (sas)’e salat ü selamlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.
3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.
4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir?” gibi konular başta olmak üzere, hayati meselelerde derin düşüncelere girmeli.
5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; şimdinin ve geleceğin plan ve programı çizilmeli.
6. Günahlara samimi olarak tövbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede (günahları terk etme) bulunulmalı.
7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.
8. Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.
9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.
10. Kişi, kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine, hatta isim zikrederek dualar etmeli.
11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlakı yerine getirilmeli.
12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip; sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.
13. O gece ile ilgili ayetler, hadisler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.
14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilahi ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.
15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.
16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevi iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı.
17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.
18. Hayattaki manevi büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.
19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.
NOT: “Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili hususi bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet-i Kur’an, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir… Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, “O gecelerde namaz kılmak mekruhtur” anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur. Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir.” (Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289). Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta bir beis yoktur; sevaptan hali değildir.
Sorularla İslamiyet

İbadet İçin Dünyayı Bütünüyle Terk Etmek Gerekli mi?

Bir ayet-i kerimede ‘Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” buyruluyor. Ayette geçen “ibadet” kelimesine birçok tefsir alimi “marifet” manasını veriyorlar. Bir hadis-i kutsîde “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve mahlukatı yarattım.” buyrulması da bu tefsire kuvvet veriyor. Buna göre, varlık alemi Cenab-ı Hakk’ın isimlerine ayna olmak, sıfatlarının kemalini göstermek için yaratılmıştır ve inanan bir insanın bu tecellilere karşı muhabbetle, hayretle, tefekkürle, şükürle mukabele etmesi gerekir.
İşte bu ulvî görev, ayet-i kerimede “ibadet” olarak ifade edilmiş bulunuyor. Bunun en ileri ve en mükemmel şekli de namazdır. Bu hakikat Allah Resulünün (asm.) “Namaz dinin direğidir.” hadis-i şerifleriyle en veciz ve en güzel şekilde dile getirilmiştir.
ibadetBilindiği gibi, ibadet ikiye ayrılıyor; malî ve bedenî ibadetler. Bedenle yapılan ibadetleri namaz temsil ediyor. Mal ile yapılan ibadetleri ise zekât. Bu ayetin sadece mealine bakıp tefsirlerini okumayanların aklına şöyle bir soru takılabiliyor: “Biz dünyaya hiç çalışmayıp sadece ibadet mi edeceğiz?”
Bu soruya Sözler mecmuasından Dördüncü Sözde şu cevap veriliyor:
“Namaz kılanın diğer mübah dünyevi amelleri güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır.” Buna göre, yeme, içme, uyuma, ticaret yapma gibi işler de ibadet hükmüne geçebiliyor; namazın kılınması şartıyla. O zaman şöyle düşünmek gerekir: Bu işler yapılırken de insan Allah’ı hatırlayabilir. O zaman, yaptığı işi güzel bir niyetle yapar. Yemek yiyorsa, aldığı gıdaların bu alemden süzülmüş birer hülasa, birer İlahî ihsan olduğunu hatırlayan insanın yemesi de ibadettir. Ticaret yaparken, müşteriyi aldatmaktan korkan, yalan söylediğinde kul hakkına tecavüz etmiş olacağını düşünen, ticaretini helal yollardan yapıp aile fertlerine helal lokma yedirmek isteyen bir insan da bu düşünceleriyle bir nevi ibadet üzeredir. Ve yaptığı işler de ibadet hükmünü alırlar. Böylece, ayetin manası çok daha iyi anlaşılmış olur.
Namaz kılan kişinin dünya zevklerinin tümünü terk edip tamamen ahirete yöneleceği gençlerimize kasıtlı ve sistemli olarak telkin ediliyor ve böylece onlar namazdan alıkonulmak isteniyor. Namaz kılan bir gencin dünya hayatına ‘Bir lokma, bir hırka.’ anlayışıyla bakacağı sinsice vurgulanıyor.
Ben bunları yazarken bazı çevrelerin hac için yaptıkları itirazlar hatırıma geldi. Bizim gençliğimizde çevremizde genç yaşta hacca gitmek isteyenlere karşı çıkılır; biraz yaşlanması gerektiği, bu yaşlarda iken hac ibadetini taşıyamayacağı telkin edilirdi. “Taşımak” denilince “her haliyle olgun ve hürmete layık bir kişilikle topluma görünmesi, bir hacıya yakışır davranışlar sergilemesi” kastedilirdi. Bir genç için bunun zor olduğu sanılırdı. Bu sözü ilk duyduğumda şu soru hatırıma gelmişti: “Hac oruçtan daha mı ağır? Bir insan çocukluğundan beri oruç tutuyor, onu taşıyabiliyor da gençliğinde hac ibadetini niçin taşıyamasın?” “Hacı denilince dünya işlerinden bütünüyle çekilmiş bir tip takdim ediliyor. Sevinçle ifade edeyim ki, şu anda böyle bir telkin artık söz konusu değil. Genç yaşta hacca gidip, döndükten sonra da dünya işlerine başarılı bir şekilde devam eden iş adamlarımız, bürokratlarımız, bilim adamlarımız çoğalınca bu gibi itirazlar da artık duyulmaz oldu. Halbuki İslam’da böyle bir anlayışa yer yok. Bir kişi haccın farzlarını yerine getirdi mi hacı olur; isterse yol boyunca ticaret yapsın ve dönüşünde de yine ticaret yaparak evine dönsün.
Namazda da benzer bir durum söz konusu. Cuma namazı için “nida edildiği,” yani ezan okunduğu zaman alışverişi bırakmak gerekiyor. Bu husus ayetle sabittir. Tefsir alimleri, bu ezanın, ilk ezan değil, imam hutbeye çıkarken içeride okunan ezan olduğunu ifade ederler. Cumada hutbe okunması farzdır ve bu farzın başlamasıyla birlikte dünya işleri de bırakılır; tıpkı namaza durulduğunda yeme ve içmenin terk edilmesi gibi. Bu ikinci ezana kadar insan alışverişini yapabilir. Zaten ayetin devamında, namazdan sonra yeryüzüne dağılmamız ve Allah’ın lütfundan istememiz beyan edilmektedir.
Zevklerin terk edilmesi meselesine gelince, İslam’da yasaklanan zevkler gayr-i meşru olanlardır. Bunlar namaz kılsın veya kılmasın her Müslümana haramdır. Şu vecize bu tip sorular için güzel bir cevap oluyor: ‘Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir, harama girmeye hiç lüzum yoktur.’ Yeme, içme, evlenme, para kazanma, makam sahibi olma, müzik dinleme, seyahat etme gibi insana zevk ve neşe veren ne kadar şey varsa, bunların hepsinin mutlaka meşru şekli de vardır. Ve bunlar, insanın nefsine zevk verdikleri gibi ruhunu da yaralamaz, incitmezler. Meşru olmayan zevkler ise nefsin hoşuna gitse bile, kalbi yaralar, ruha zarar verirler ve vicdanı rencide ederler. Halbuki, gerçek zevk, ruh ve kalbin aldıkları manevî lezzetlerdedir. Gençliğimize bu nokta hiç telkin edilmez. Sadece şehvet ve eğlencelerle nefislerine hitap edilir ve bunun ötesinde bir zevk ve saadet olabileceği hiç hatırlarına getirilmez. Halbuki, beden ruhun hanesidir.
Gerçek lezzetler, ulvî hazlar, ruh ile ve kalp ile tadılırlar. Yemenin, içmenin bir zevki olduğu gibi, anlamanın, ilim tahsil etmenin, kul olduğunu bilmenin, Allah’ın rızası için çalışmanın, alçak gönüllü olmanın, başkalarına yardımda bulunmanın da kendilerine has lezzetleri vardır. Bunlar bedenin organlarıyla değil, ruhun latifeleriyle tadılırlar. Gerçek zevk ve lezzet de bunlardadır.
Alaaddin Başar / Zafer Dergisi

 

Namaz, hayatın disiplinidir!

Dünya sanki devamlı zikreden bir gök cismidir. Dünyanın dönmesiyle namaz saatleri boylamlara göre dağılıyor, her an bir boylamda namaz kılan var; bir yerde akşam namazı, bir yerde sabah namazı, başka bir yerde ikindi namazı kılınıyor. Yani yeryüzünde her an beş vakit namaz kılınıyor.

Demek ki namaz dünyaya göre, bizim hayatımız da namaza göre tanzim ve tertip edilmiş. Bu sebepten namazın vakti değil, vaktin namazı var.

Her Müslüman zamanını iyi kullanmaya ve değişen zamana ayak uydurmaya mecburdur. İşte namaz, aynı zamanda vakitli bir ibadet olduğundan insana zamanın kıymetini de öğretiyor. Müslüman’ı her gün değişen zamana karşı uyanık tutup, zamanını iyi değerlendirmeye sevk ediyor.

Bediüzzaman Hazretleri de bunun önemini şu sözlerle bildirmiştir: “Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde âlem-i İslâm denilen muazzam camide, yüz milyondan fazla cemaat-ı kübra namaz kılıyor. O cemaatte her bir adam umum cemaate dua ediyor.”

İslamiyet Allah’ın plan ve programıdır; ibadetler bu programa göre farz, vacip, sünnet sırasıyla yapılır. Farzlar, ana yoldur. Vacipler, sünnetler ona bağlı olan tali yollardır. Tali yollar ana yollara göre yapıldığı gibi sünnetler de farzlara göre yapılır. Namaz, sırat-ı müstakimdir, ana yoldur. Bu yol cennete gider. Diğer yollar buna bağlıdır.

Allah, namazın vakitlerini bize bildirmiş. Mesela emir vermiş: “İkindi namazını kıl!” Emri aldık, “Lebbeyk, başüstüne!” dedik, kıldık. Vazifemiz Allah’a itaat etmektir. “Sonra kılarım.” diyen Allah’a itaati tehir ediyor. Bu serkeşliktir, başıboşluktur.

Ben askerim, yirmi sene askerlik yaptım. Mesela eğitimde kumandan “Yat!” diyor, bir dakika geç kalınsa kumandan “Sen vuruldun! Çık, git!” diye seni cezalandırıyor, taburdan atıyor. Çünkü disiplin kumandana itaattir. İtaat etmeyen disiplinsiz hareket etmiştir, çok tekrarlanırsa ordudan da atılır. Namaz bir yönüyle mümin için hayatının disiplinidir.

Namaz tüm ibadetlerin numunelerini barındırır, Müslüman’ı İslamiyet’e bağlama yönüyle dinin direğidir, aynen çadırın orta direği gibi. Orta direk kırılırsa, çadır çöker. Yandaki direkler fayda vermez.

Dünya İslamiyet’in yaşandığı yerdir. Bu sebepten namazla insanı ayrı düşünmek doğru değil. Müslüman varsa namaz kılan da vardır. İnsanın karnı acıkınca sofraya oturur bir şeyler yer, yorulunca uzanıp dinlenir, terleyince banyo yapar temizlenir yani vücudunun, organlarının ihtiyaçlarına göre hareket eder. Bunlar hepsi insanın halleridir. İşte insan bu halleri yaşarken Allah’ın emirlerine, sünnet-i seniyeye dikkat ederse İslamiyet ile bütünleşir. Hayatımızı namaza göre programlamak sünnete riayet etmektir. Karşılığı cennettir. Nasıl ki şahsi hayatımızı programlıyorsak dini hayatı da göz önünde bulundurmak lazım. Pikniğe gideceğiz, yolculuğa çıkacağız; seccadeyi alalım orada namazımızı kılalım. Mesaiye başladık, abdestimizi hazır tutalım, çay molasında namazımızı kılalım.

Namaz kılmak nasıl ibadetse, torna tezgahında çalışmak, çiftçi, asker, mühendis, esnaf olmak da ibadettir. Tezgah helal kazanç makamıdır, çok sırlı bir yerdir; onunla geçimimizi temin ederiz, zekat veririz, yakınlarımıza faydalı oluruz. Şuurlu Müslüman tezgahla seccadeyi birleştirir.

Peygamberimiz (sas) “Göğüs boşluğunuzda iman, tıpkı bir elbisenin eskidiği gibi eskir. Öyleyse Allah’tan imanınızı tecdid etmesini isteyin.” buyurmuştur.

Yani insanın inancına ibadetine zarar veren çok haller vardır. Namaz kılmak aynı zamanda tecdid-i imandır, imanı yenilemektir.

Namaz, Allah’a itaattir. Müslüman, namazı içtimai hayatına da taşırsa, ömrünün bütününde Allah’a itaat etmiş demektir.

Allah, hepimize hüsn-ü hatimeler, güzel sonlar ve sonuçlar nasip eylesin.

Ömer Okçu

Müslüman’ın En Büyük İşi, İbadetlerin En Büyüğü Cihattır

Bugünkü cihat, silahla değil ağızla işler. Önce Risale-i Nurların hakikatleri  ile, Mü’minlerin imanını delillerle takviye etmeye çalışmak, sonra, o imanın gereği olan: Allahın yasaklarını Mü’minlere terk ettirmek. Ondan sonra Allah yapmamızı emrettiği farzları yerine getirmektir. Bu vazifeyi yaparken: Önce Kur’anın emrettiği gibi: “Ey iman edenler, kendilerinizi ve âilelerinizi bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insan ve taşlardır.”(Tahrim, ayet 6) Sonra sözünüz geçtiği bütün Mü’minlerin imanını kurtarma gayretini taşıyarak yaşayacaksınız.

Mü’minler İmanlarının kuvveti derecesinde bugün en büyük vazife olan cihad vazifesini yapmaya gayret edecekler. Evet insanlık başladığından bu yana, insanlar mutlu olma yollarını  denemekten geri kalmamıştırlar. Bu yolda Allahın dışında ilahlara tapmışlardır. Ateşe, Elleri ile yaptıkları putlara. Hatta Hindistan daha bugün bile ineğe tapanlar var.

Fakat İnsanlardan aklını kullanarak Allah’ın dinini bulup dünyaya imtihan vermeye geldiğini fark edenler, imtihanlarında başarılı olmak için, Allah’ın emirlerine uymak gibi yüce bir idealle yola çıktıklar,  karşılaştıkları her hâli hoş karşılayarak hayatlarını mutlu bir şekilde devam ettiler. Onların buradaki hayatları mutlu geçtiği gibi ahret alemindede mutlu geçecektir İnşaAllah. Fakat yukarıda dediğim gibi,  bu yolun dışındaki yollarda yürüyen insanlar, çeşitli sebeplerin peşine takılarak mutluluğu Sıratı Müstekim de değil, dar ve çıkmaz sokaklarda aradıkları için muratlarına eremediler ve eremeyeceklerini vakit geçtikten sonra kendileri de fark ettiler.

Onların o girdaplardan kurtulmaları için sadece fark etmeleri yetmedi. Çünkü, o kimselerin nefisleri bazı günahların tiryakisi olduğu için, onları terk edemediklerinden dolayı, geri dönmelerini imkânsız gördükleri için onlar orada kaldılar ve kalıyorlar.

Bunlardan bir kısmı geleceğin endişesi ile hayatlarını devam ettirip, başkasına zarar yapmayı düşünmeden muzdarip bir halde yaşadıkları için, biz onları , acıyarak kendi hallerine terk edemiyoruz.Yani elimizden geldiği kadar imkanlarımızı kullanarak onların yardımlarına koşmalıyız. Çünkü Müslüman’ın imanı ne kuvvetleşti ise, onda egoizm (bencillik) şöyle dursun şefkat ve fedakârlık o kadar artar.

Fakat ikinci bir gurup olan karşımızda, başkalarına sefahat ve dinsizliği aşılama peşine koşacaklar:  İkiyüzlü olan bu düşmanlar şeytanların bile yapamadıkları düşmanlığı yaparken insanların, bilhassa Müslümanların, âhirette cennet gibi sonu olmayan bir mutluluğunu kaybettirmek şöyle dursun, bu geçici hayattan da nasipsiz ve mutsuz yaşamaya sebep oluyorlar. Cehenneme birer odun olmayı hakkettirecek derecesine düşürmek sureti ile, şehit dedelerin torunlarını çok acı bir felaketle baş başa bırakıyorlar.

Bu dış düşmanların sefahatini Müslümanlara kabul ettirmek için değişik metotlarla insanları kalbinden vurmaları ile sebep oldukları acılar ve zulümlere İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde insanlık böyle te’sirli hilelere şahit olmadı. Bakın halimize: Daha Kenan Evren zamanında, Müslümanların şikayetlerinden kurtulmak maksadı ile okullarımıza koyulan, din kültürü dersi veren hoca öğrencilere; “her şeyi Allah yarattı derken,” biraz sonra sınıfa giren Biyoloji öğretmeni; “her şey tabiatın iktizasıyla oluyor,” ”Evrim” teorisindeki gelişme kanununu talebelere kabul ettirmeye çalışarak diyor. Biri diğerine zıt olan bu sözlerin hangisini öğrenci kabul etsin (Şimdiki iktidar bu kötü kanunlardan bizi kurtulacak İnşaAllah) . Bu gençler hayvan olmadıkları için, akılları onlara yolun tam karşısında olan ölümü göstererek çok rahatsız oluyorlardı. Allahın rahmeti ile bu gençler yollarını bulmaları için Gece gün Allaha dua ediyoruz. Allahımız bu gençleri dalaletten Sen kurtar diyoruz. Dinimizde iki yüzlük çok kötü. Bu sebepten ata sözü olarak kullanılır “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol”

Dertleri saymakla iş bitmez, hüner onlara çare arayıp bulmaktır. Ama, geleceğe sağlam adımlarla ilerleyebilmek için geçmişte yaşadığımız hayattan ibret almalıyız. Bunun için vicdan sahibi insanlara! Size Allah’ın en güzel hediyesi olan evlatlarınıza sahip çıkmanızı önemle tavsiye ediyorum. Çünkü kalbinde Allah korkusu olmayan gencin son durağı anarşi yuvası olur.

Gençleri bekleyen bu can yakıcı tehlikelerden kurtarmanın yegane yolu onlara imanın şefkatli iklimine çağırmaktır. Kendini sevmeyi, hayatı sevmeyi, varlıkları sevmeyi öğreten Kur’an ve sünnetin hayat veren sesini dinlemek ya da dinletmeye çalışmaktır. Ne yazık ki bu davete kolaylıkla erişme yolu olan kitap okuma alışkanlığını da elimizden aldılar.Yoksa bu yavrular Risale-i Nur eserlerini okusalar ve o eserin okunduğu toplantılara gidebilseler hiç şüphesiz Allahın izni ile kendilerini kurtarırlar.

Çok acıdır, fakat inanmazsanız gidin görün, Avrupa’da toplu taşıma vasıtalarına binen herkesin elinde ya kitap, ya dergi veya gazete var. Boş duran birisi varsa, muhakkak ya Asyalı veya Afrikalı Müslümanlardan biridir. Yani oralı değildir,  Evet Avrupa’dan kültür ve teknik  değil, moda ve sefahat aldığımızı tarif etmeğe gerek yok, Yaz günlerinde sokaktaki halimize baksak yetecektir. Kendi öz benliğimizden ne kadar uzaklaştığımızı kıyaslamak için bir örnek vereyim: Tesettüre bürünenlerin de çoğu Allahın istediği bir tesettüre bürünmüş değil belki bir çeşit “Dandik tesettüre bürünmüş” ister giydikleri pantolonlar isterse belden yukarı giydikleri elbise o kadar dar ki tüm azalarının kalınlıklarını ortaya sergiliyor. Halbuki tesettürün bir şartı de vücut azalarının kalınlığı etmeyecek derecede elbise geniş olacaktır.

Ne yazık ki, zavallı anne babalar lazım olan terbiyeyi almamışlar ki evlatlarına versinler. Halbuki müennes kısmı milletin yarısı değil milletin anasıdır. Pedagoglar diyorlar ki çocuk terbiyesinde %80 annenin elindedir. Siz anlatın sokakta hava atmak için tak tak tak yürüyen bu kızlarımızdan nasıl bir terbiye bekliyoruz zavallı babalar da “uydum kalabalığa” kötü hal ve hareketini kafalarına koymuş gidiyorlar.

Balkanlardaki küçük devletler İkinci dünya savaşından çıktıktan sonra 7 federe devletten kurulan   Yugoslavya devletinin  lideri Mareşal Tito 1950 senesinde suçunu ufaltmak için, Halka; biz geç kaldık, Türkiye bunu çoktan halletti diyerek ”Skidanye zare i ferece” namı altında kadınların çarşaf ve peçelerini çıkartma kanunu çıkarttı. O kanunu gerçekleştirirken, halktan isyan çıkmaması için, Kasaba ve köydlerde yaşayan halktan,  mahallenin kadınlarını mahallenin bir yerinde toplayı bu kanunu kabul ettim dedirtmek için, mahalle muhtarı, bir iki polis ile evden eve gezerek kadınları toplarken, bizim eve rahmetli annemi almaya geldiklerinde, annem, ben nasıl Allah’ımın kanununa karşı gelirim diyerek kendinden geçerek bayıldı.  Böylece rahmetli annemi götüremediler. O günlerde benim hoca dayım Abdülhamid ef: Ders aldığı hocası Abdülfettah Efendiye sorar? Hocam Müslümanlar bu kötü kanunu kabul edecekler mi soruyor? Cevap: Evet kabul edecekler, devlet baskısı ile olduğu için, kabul ettikleri için günaha girmezler. Ama acıdır, sonra açık saçıklığa alışan o hanımlar o hayatı kabul ettikten sonra onu terk etmek ağır gelecek ve başörtüsü mühim bir şey değildir  diyerek dinden çıkarlar.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Bugün Nur Talebesinin En Mühim Vazifesi Bir Gencin İmanını Kurtarmaktır

Evet! İmanı zaafa uğrayan gençler o tehlikeden kurtulmak için, ya Allah’ın rahmeti ile ön yargıdan kurtulup,  gururunu bırakıp, ciddi bir arayış içerisinde olacak, veya bir hayırsever onu kolundan tutup kurtuluş yolunu gösterecek, veya herhangi kimse onun hakikati öğrenmesine sebep olacak ki kurtulsun. Bu başarıyı elde etmek için ilk önce  gururu terk edip mütevazi  (alçak gönüllü) olmaya kendini zorlayacak, veya annesinin, babasının, dedesinin, ninesinin veya herhangi bir mübarek zatın duasını kazanmış olacak ki, bu dualar bereketi ile, Allah onun başını eğip arayış içinde olmasını sağlayacak. Onunla beraber irade-i  cüz iyeyi elimizden asla bırakmayacağız, onu müspet kullandıktan sonra Allahın yardımı yetişip o iman hazinesini sahip olabilir.

Yoksa bu insan, bilhassa okuldaki gençlerimiz dıştan gelen materyalist felsefe ile zehirlenerek, yalınız okulda aldıkları eğitimle kalıp, manevi açıdan şahsiyeti gelişmemişse,  edindiği kötü arkadaşları onu olumsuz yönde peşlerine çekmeleri hiçte zor olmaz. Düşünün devletimiz daha kaldıramadığı kanunlardan biri, okullarda: Din dersi hocası Öğrencilere Allah yarattı deyip biraz sonra Fen hocası derse gelip, tabiat olayları, tabiat yaptı diyor. Bu öğrenci hangi hocayı dinlesin?

Birde öğretmen gaye adamı bir dinsiz ise, çocuğu dinden etmek için herhangi bir menfaat ona gösterdiyse, o zaman bu gibilerin yoldan sapmaları için, iş daha da kolaylaşır. Çünkü bu delikanlılar mantıklarını kullanıp kâinata bakarak yaratıkları inceleyip Allah’ın varlığına delil bulamıyorlar ise?  Önlerinde, dimdik dikilen ölümü görmüyorlarsa? Bunlar dini vecibelerden niye uzak kalmasınlar? Bunlar niye rahat yaşamayı bırakıp, ibadet külfeti altına girsinler? Bu vaziyette olan bu gençler  Avrupai frenk mukallidleri niye olmasınlar? Ecnebiler gibi sefahate niye boğulmasınlar? Çünkü mademki insan dili altında saklıdır. O dilin de konuşacağı ancak kulağıyla dinlediğidir, veya gözüyle okuduğudur veya hayat tecrübesinden kafasına yükleyebildiğinden başkası değildir. Yani bu insan ya kitaptan okuduğunu ya hayati tecrübelerini veyahut bilenlerden dinlediğini bilir, ve onları de başkasına aktarmakla zevk alır.  Onunla iftihar eder. Ancak bu kaynaklardan gelen bilgilerle insan müspet (olumlu) veya menfi (olumsuz) tesir altına girer.

Mâ’nevi bilgileri dinlemeye gelince: Bu zamanda, sözden çok iş konuşuyor ve o görünen iş, insanda tesirli oluyor. Kuru lafın pek tesiri olmuyor. Çünkü sahtekârlar iyi kimselerden fazla kendilerini methedip, övebildikleri için, sen yaptığın dini nasihatleri pratiğe dökmezsen tesirsiz kalıyor. Bazen minibüse veya şehir içinde bir otobüse biniyorum. Otobüs yol alırken ileri duraklarda, sakat, yaşlı veya çocuklu  bir kadın biniyor. O esnada onlara bir yer bulmak için sağa sola bakıyorum, yolcular bana ters bakınca, kendim kalkıp yer veriyorum. Sonra bana yer çok. Öteki beriki sesleniyor  hemen bana yerini vermek istiyorlar. Bu küçük davranış bile gösteriyor ki,  iş her ne kadar dil gibi ses çıkarmıyor ise de , dilden fazla konuşup tesirini gösteriyor. Bildiğini yaşamayanlar piyasada çok olduğu için, insanların çoğu kendi kusurlarını örtüp rahatlamak için veya ümitsizlikten kurtulmak için, başkasının suçunu araştırıp bulmaya kalkıyor. Bak onlar nasıl safsatalar atıyorlar: Gerçi ben namaz kılmıyorum ama benim kalbim temizdir. Filanı  hoca, filan hacıdır ama onlar neler neler yaparlar, demeye başlıyorlar?

Ne var ki, bugün dinden uzak yaşamaya alışanlar, istemeseler bile kulaklarına giren ölüm haberleri hayatlarının tatlarını bozuyor. Onlarda, onu düşünmemek için, kendilerini ya sarhoşluğa veya eğlenceye atıyorlar. Bugün vatanımızda sefahatin kapıları sonuna kadar açık ve ona bulaşmak serbest olduğu için, bazı vatandaşlar, evlatlarının fıtri ihtiyacı olan manevi terbiyeyi vermeye çalıştıklarına rağmen çoğu zaman başarısız kalıyorlar. Yaşadığımız devirde insanımız öyle bir durumdadır ki, yalınız Allah’ın Kanununu ve Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetini yerine getirme amacıyla bir araya gelen kişilerin gayretli çalışmalarından kuvvet alan Müslümanlar ayakta durabiliyorlar. Yani ferdi çalışmanın çoğu boşa gidiyor. Zaman cemaat zamanı olduğunu bilmeliyiz ve kurtulmamız için sağlam bir cemaat içine kendimizi atmalıyız. Bu gençleri kurtarmak için en kısa ve sağlam yol onları Risale-i Nur dershanelerine yerleştirmektir. Çünkü bu zamanın ihtiyacına cevap veren ancak bu eserler oluyor Allaha şükür.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org