Etiket arşivi: ibadet

Ayasofya Anketinde Büyük Fark

ayasofya-anketinde-buyuk-farkAnkete katılanların yüzde 95’den fazlası ‘Ayasofya camidir, cami olarak kalmalıdır’ yönünde oy kullandı.
Özgür Ayasofya Platformu’nun başlatmış olduğu anket çalışmasının ilk sonuçları açıklandı. İlk anket sonuçlarına göre katılımcıların yüzde 95’den fazlası ‘Ayasofya camidir, cami olarak kalmalıdır’ yönünde oy kullandı.
 ‘Ayasofya camidir, cami olarak kalmalıdır’
Katılımcı sayısının kısa bir sürede sekiz bine ulaştığı çalışmada, katılımcılara Ayasofya hakkında çeşitli sualler soruldu. ‘Ayasofya camidir, cami olarak kalmalıdır’ sualine katılımcıların yüzde 95.10’u kesinlikle katılıyorum derken, katılmıyorum diyenlerin sayısı yüzde 3.45’de kaldı.
 “Ayasofya Fethin Sembolü” Diyenlerin oranı % 93.07

Ayasofya’yı fethin sembolü olarak görenlerin sayısı ise yüzde 93.07 olarak belirlendi. Ayasofya’nın dış baskılardan ötürü kapatıldığını düşünenlerin oranı yüzde 74.64 olarak belirlenirken, katılımcıların yüzde 85.54’ü mescid olan Ayasofya’yı bağımsızlığın ölçüsü olarak gördü. Katılımcıların yüzde 79.64’ü ise mevcut durumun hukuki olmadığını düşünüyor. Yüzde 78.28 Ayasofya’yı ibadete açma yolunda siyasi iradeye işaret ederken, en çarpıcı sonuç ise Ayasofya’nın kapısında yaşandı. Katılımcıların yüzde 92.48’i kapıdaki bilet gişelerini ‘onur kırıcı’ bulduklarını açıkladı.

Halk Ayasofyayı Cami Olarak Görmek İstiyor

Özgür Ayasofya Platformu Genel Koordinatörü Tolga Aral, “Anket sonuçlarının fazla söze gerek bırakmadığını’ belirterek, ‘artık bu keyfi uygulamaya son verilmeli ve fethin sembolü olan Ayasofya’mız yeniden ibadete açılmalıdır” dedi.

Platformun iletişim koordinatörü Muhammet Oran ise, “Anketimize katılan halkımız içerisinde Ankara, Bursa, Gaziantep, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Sakarya, Samsun, Sivas, Trabzon ve hatta Tunceli illeri azımsanamaz bir yer buldu. Sultan Ahmet Camisi’nin boş kaldığından yakınan başbakanımızın bu durumu nasıl değerlendireceğini merak ediyoruz” ifadelerinde bulundu.

Risale Ajans

Bu Emirlerden Haberin Var mı?

Bediüzzaman, hazretleri mesnevi-i Nuriye eserinde diyor ki “Dünyada sana ait çok emirler var. Amma ne mahiyetlerinden ve ne akıbetlerinden haberin olmuyor: 1

Mesela Ceset, hayat, insaniyet, ömür, yaşayış, vücut, bela musibetler, dünya misafirhanesi ve dünyanın lezzetleri gibi sıralanabilir.

Bediüzzaman, bu emirleri şöyle açıklıyor:

“Biri cesettir. Evet, cesedin genç iken latif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder.”

İnsanın maddi bedenine işarettir. Üstad, insanın vücudunu zamana göre değişen Bir çiçeğe benzetmektedir. İnsan gençken çok güzel ve zarif bir fiziğe sahiptir. İhtiyar olunca tam tersine bel bükülür, gözler çukurlaşır, yüz çehresinde kırışıklar olur, zamanla vücut iskelesi artık bedeni taşıyamaz kuru ve uyuşuk bir hale gelir.

“Biri de hayat ve hayvaniyettir. Bunun da sonu ölüm ve zevaldir.”

Burada da insanın yaşayışına işaret ediyor. Hayvaniyetteki maksat ise, bedenin hayvani ihtiyaçlarıdır. Yani yemek, içmek ve tenasül gibi hayvani isteklerdir. Her ne kadar ruh baki olsa da; vücut ölümle dünya hayatı ve yaşayışı son bulmaktır.

“Biri de insaniyettir. Bu ise zeval ve beka arasında mütereddittir. Daim-i Bakinin zikriyle muhafazası lazımdır.”

İnsanlığı tekemmül ettiren zikir ve ibadetlerdir. Dolayısıyla, İnsan, ibadet ve zikirleriyle nebat ve hayvanlardan ayrı bir üstünlüğe sahip kılınmıştır. Çünkü hem geçmiş hem de gelecekle alakadardır. Büyük bir istidada sahip olan insan, buna mukabil de nihayetsiz arzuları da bulunmaktadır. İnsanın değeri Allah’a muhatap olduğu nispette yükselir. Onun için şuurlu bir ibadet yapmak ve Allah’ın rızasını kazanmak lazımdır.

Risale-i nur eserleri hakkalyakin derecede imani meseleleri izah ve ispatladığı için Risale-i nur talebeleri de, her biri kabiliyetlerine göre bu imani konuları insanlara anlatmaktadırlar. Gerek birey gerekse cemaat olarak insanlara şefkat ve muhabbetle davrandıkları, millete faydalı olduklarının hikmeti de işte Risale-i nur eserlerini okuduklarındandır.

Bediüzzaman, bu konu ile alakalı şöyle diyor:

“Risale-i Nurun gıda ve taam hükmünde ki hakikatlerinden hem akıl, hem kalp, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir.”2

Başka bir eserinde de şöyle diyor. “… Gördüm ki, içinde hem külli zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tahlil, hem kuvvetli imani ders, hem gafletsiz huzur, hem kutsi hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var.” 3 

Risale-i nur eserleri hem günümüzü hem de gelecek asırları tenvir eden bir tefsir-i Kur’anidir. İmanı kurtarmak cihetiyle insanlara ekmek ve su gibi zaruri bir ihtiyaçtır.

 “Biri de ömür ve yaşayıştır. Bununda hududu tayin edilmiştir; ne ileri ve ne de geri bir adım atılamaz. Bunun için elem çekme, mahzun olma. Tahammülünden âciz, takatinden hariç olduğun tûl-i emel yükünü yükleme.”

İnsanın dünyada ki sermaye-i ömrü, Cenab-i Allah tarafından tayin edilmiştir; insan ne kadar yaşayacağı elinde olmadığını belirtilmektedir. Bu muayyen olmayan kısa ömür için, dünya işlerine karşı gösterilen aşırı arzu ve isteklere de kapılmamak lazımdır. Her nedense nefis şeytanın telkiniyle zaman zaman kaderi tenkit eder, hakka teslim olmuyor. Güneşin doğuşu ve batışı belirli zamanlarda tayin ve takdir edildiği gibi, her insanın da bu dünyada doğuşu ve ölümüne kadar tüm mukadderatı, kalem-i kader tarafından yazılmıştır. Dolayısıyla nefis ve şeytana değil, “kadere teslim kederden emin” olmak lazımdır.

“Biri de vücuttur. Vücut zaten senin mülkün değildir. Onun maliki ancak Malikü’l- Mülktür. Ve senden ziyade senin vücuduna şefkatlidir. Binaenaleyh, Malik-i hakikinin daire-i emrinden hariç ve vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun: Ümitsizliği intaç eden hırs gibi.”

Burada ki vücut; cesetten farklıdır. Ceset bir nebati yaşayış gibi belirli bir zaman içinde gelişir ve değişir. Vücut ise varlıktır. Yaşadığı müddetçe yapabileceği işleri görür. Oda hırsla değil, belki meşru dairede ve Cenab-i Allah’ın rıza ve emirleri dâhilinde yapmaktır. Mademki, vücudun sahibi Allah’tır, ondan başka merci de aramamak lazım gelir.

Biri de belâ ve Musibetlerdir. Bunlar zaildir,(yok olandır) devamları yoktur. Zevalleri (ölümleri) düşünülürse, zıtları zihne gelir, lezzet verir.”

“Biri de, sen burada misafirsin,”

“Biri de dünyanın lezzetleridir.”

Üstad, insanın bu dünyada misafir olduğu, beraberinde götüremediği eşyalara kalbin bağlanmamasını, ancak Cenab-i Allah’ın izniyle hareket etmek ve o’na iltica etmekle huzura kavuşacağını vurgulamaktadır. Ayrıca dünyanın lezzetlerine de aldanmamak lazım,”dünyanın akıbeti ne olursa olsun, lezâizi terk etmek evlâdır.”diyor.

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR
Kamu Yöneticisi 

 KAYNAKLAR

1-Mesnevi-i Nuriye, Habbe

2-a.g.e.

3-Tarihçe-i hayat

Namaz

Cin ve insanların en büyük işi                            

olan Namazımızı kılmayalım mı?

 

İster erkek olduk ister se dişi,

İbadetimizi yapmayalım mi?

 

Büyük imtihanı kazanmak için,

Var olduğumuzu bilmeyelim mi?

 

Geldik nimetlere şükretmek için,

Biz şükredenlerden olmayalım mi?

 

Bizi, şuurlu bir insan yapanı,

Kimdir o arayıp sormayalım mı?

 

Yaratıcımızı bulduktan sonra,

Şükrümüzü ifa etmeyelim mi?

 

Kur`ân’da mükerrer emir var iken,

O emre biz kulak asmayalım mi?

 

Uzun yolculuğumuza çıkar  iken,

Seccade almadan yola çıkılır mi ?

 

Her yanda cenazeyi görür iken,

Bizde öleceğiz demeyelim mi?

 

Sonsuz dertlerimizi saymak için,

Rabbin Huzuruna çıkmayalım mı?

 

İhtiyaçlarımızı saymak için,

Allaha kıyama durmayayım mı?

 

Madde telâşından kurtulmak için,

Birazda manaya dalmayalım mı?

 

Kulluğun şuuruna  ermek için,

Rükû ve secdeye varmayalım mı?

 

Sayısız nimetleri bahşedene,

Muhabbetle minnet etmeyelim mi?

 

Sonsuz bir mutluluk bize va’d Edene,

Severek ibadet yapmayalım mı?

 

Sorulacak ilk soru namaz iken,

Namazlı bir mümin olmayalım mi?

 

Namazsızın hesabi zor olacak, 

Biz bunu nazara almayalım mı?,

 

Cehennemde insan la taş yanacak,

Bundan dersimizi almayalım mı.?

 

Abdülkadir Haktanır

Ertelemek İnkârda Bir Artıştır

İnsanın nefsinde, yapmak istediği ve içinden geçen konuları daha ileriki bir zamana ertelemek gibi bir eğilim vardır. Kuran’da bildirildiği üzere, kendisi ile beraber tüm insanları cehenneme sürüklemek isteyen şeytan, özellikle hayır ve Allah rızası içeren amellerin ertelenmesi konusunda insanlara telkinler verir. Oysa en önemli sorumluluğu olan kulluk görevini ertelemek veya görmezden gelmek kişiyi bu sorumluluktan muaf tutmaz.

Rabbimizin bize bahşetmiş olduğu her gün, O’nu razı edebileceğimiz bir fırsattır aslında. Zamanı öldürmek için boş işlerle uğraşıp asıl görevlerini unutması, kişinin ahirette çok zor bir durumda kalmasına neden olabilir. Su gibi akıp giden zaman, aslında insan hayatında su kadar önemli bir nimettir. Zira insan ahirette, dünyada geçirdiği zamandan sorgulanacak ve bunun sonucunda da sonsuz mekânı belirlenecektir. Allah zaman ve mekândan münezzehtir. O her şeyi “ol” emri ile tek bir anda yaratmıştır. Zamana tabi olan insanlar, yaşadıkları iyi ve kötü pek çok olayı zaman içinde unutur ve Allah katında da (haşa) unutulduğunu zannederler. Oysa Allah Enbiya Suresi 47. ayette, “Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz.” buyurmuştur.

Aslında rüyadan hiçbir farkı olmayan dünya hayatına sımsıkı sarılarak yaşayıp, ileriki yaşlarında da hac ve diğer ibadetlerini yerine getirerek günahlarından arınacaklarını zanneden insanlar, şeytanın telkinlerine kanarak yalnızca kendilerini kandırırlar. Hiç kimsenin ileriki yaşlara ulaşabileceğinin bir garantisi yoktur ve hiç kimse Allah’ı razı edebildiğinden asla emin olamaz. Bu nedenledir ki O’nun rızasına ulaşamadan ölmekten şiddetle korkmak gerekir. Çoğu insan sevdiklerini kırmaktan, üzmekten veya hayal kırıklığına uğratmaktan kaçınırken, kendisine sahip olduklarını bahşeden Rabbini razı etmek konusunda aynı titizliği göstermez. Vurdumduymaz bir hayat yaşayıp ölüm anında tevbe ederek bağışlanmayı umanlar, ahirette büyük bir şaşkınlık yaşayacaklardır. Çünkü Allah, tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: “Ben şimdi gerçekten tevbe ettim” diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa Suresi, 18) buyurmuştur.

İnsan ne kadar zengin, güzel ve kariyer sahibi olursa olsun, öldüğünde bunların hiçbir değeri kalmayacaktır. Zengini de fakiri de bir parça beze sarılıp toprağın altına gömülecektir. Dünya hayatındaki sınavı ölümle beraber sona erdiğinde insan eşini, çocuklarını, malını, tüm sınav konularını geride bırakıp ahireti için önden takdim ettiği iyi ve kötü amelleri ve erteledikleri şeylerle tek başına Rabbinin huzuruna çıkacaktır. İşte o an geldiğinde “(Artık her) Nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip öğrenmiştir.” (İnfitar Suresi, 5) İbadetlerini erteleyen insanlar ahirette çok zor durumda kalacaklardır.  Dünyaya tekrar dönüp salih amellerde bulunmak isteyecek, ancak kendileri için her şey bitmiş olacaktır. Erteledikleri kulluk görevlerini vaktinde yerine getirmemenin pişmanlığını sonsuza dek azap çekerek yaşayacaklardır.

İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: “Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım.” Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)

Alnınızda, ölüm saatinizi sıfır olarak gösteren dijital bir gösterge olsa ve bu alette rakamlar hızla sıfıra doğru aksa, kendinizi nasıl hissedersiniz? Kaybedecek tek bir anınız olmadığını düşünerek, dünya hayatına dalıp gitmeden acil olarak ahiretiniz için çalışırsınız öyle değil mi? Alnımızda böyle bir gösterge olmasa da şu an hızla sıfır noktasına yaklaştığımız göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Her insan için sıfır noktasına ne kadar kaldığı ve sıfır anında nerede olacağı Allah katında bellidir.  “Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile.” (Nisa Suresi, 78) ayetinden de anlaşıldığı üzere ölümden kaçış yoktur. İnsan yaşadığı her günü son günüymüş gibi düşünerek çok iyi değerlendirmeli, şeytanın boş şeylerle oyalama taktiklerine kanmadan Kuran ahlakı ile yaşamalı ve bu ahlakı yaygınlaştırmak için çaba sarf etmelidir.

Hiçbir şey hakkında: “Ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme. Ancak: “Allah dilerse” (inşaAllah yapacağım de)… (Kehf Suresi, 23–24)

Süresi belirli bir sınavda soruları cevaplamayı son ana ertelemek belki insana sadece bir sene kaybettirir. Ancak dünya hayatında yaşanan sınavın gereklerini ertelemek insana sonsuz cenneti ve en önemlisi Allah’ın sevgi ve rızasını kaybettirebilir. Dünya üzerindeki hiçbir şey, bu riski göze almaya değmez. Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve oyalanmadır. Kulluk etmemize Allah’ın değil, biz kulların ihtiyacı vardır. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan (Gani)dır, övülmeye layık olandır. (Hac Suresi, 64)

Unutmamak gerekir ki ertelemeden, zamanında yapılan bir ibadet, geciktirmeden yerine getirilen güzel bir ahlak özelliği, Müslüman için kazançtır. Müminin Yüce Allah’a olan teslimiyetini, sevgisini, inancını, imanını göstermesi için birer lütuftur. Oysa “…Ertelemek ancak inkarda artıştır…”(Tevbe Suresi, 37)

İbrahim Akın

Neyi Kurban Ediyoruz?

Kurban, insana Allah’a tamamen teslim olmayı öğretmektedir. Hz. İbrahim oğlu İsmail’i kurban etmesi emrini alınca Allah (c.c.) adına kurban etmeye girişmesi, oğlu İsmail’in de bunu teslimiyetle karşılaması aslında müslümanın Allah’a bütün varlığıyla teslim olması gerektiğini fiilen anlatan bir olaydır.

Müslüman olarak Allah’a (c.c.) teslimiyetin aynen Hz. İsmail (a.s) gibi ve her şeyini Allah’a (c.c.) kurban edebilmek de Hz. İbrahim (a.s) gibi olması gerektiğini öğretir bize Kurban.

Bir babanın oğlunu kendi eliyle boğazlamayı kabul edecek kadar ileri derecede bir teslimiyet örneğidir bu hadise. Gencecik, hayat dolu bir yüreğin henüz hayatının baharında canını Allah için feda edecek kadar yüksek bir teslimiyet sembolüdür bu kurban kıssası.

Her şeyin Allah’a (c.c.) ait olduğunu ve her şey yine Ona döndürüleceğini gösterir bize Kurban. Hz. İbrahim oğlunu kurban etmeye götürürken, İblis nasıl vaz geçirmeye çalıştıysa, bugün yine ayni İblis Müslümanları ellerindekini Allah için infak etmesin diye, vesvese vermiyor mu?

Sahabe-i Kiramda görülen ve imanlarından kaynaklanan çok teslimiyet örnekleri vardır. Adeta her şeylerinden vaz geçip Allah’a bu şekilde yaklaşımları günümüzde görmek maalesef mümkün olamıyor.

Sümeyra Hatun, uhud’da babasını, kocasını, kardeşini ve iki oğlu olmak üzere 5 kişiyi Allah için feda eden, kurban ne demek olduğunu idrak eden bir iman eridir!

Elinde avucunda ne varsa sadaka veren Hz. Ebu Bekr (r.a.) “ev halkı için ne bıraktın ya Eba Bekr” sorusuna “Allah ve Resulünü bıraktım” diyen bir örnek şahsiyet.

Peki, bugün nasıl? Allah’a yaklaşmak için neler yapıyoruz? Kurban bayramında kestiğimiz kurbanı ne niyetle kesiyoruz? Et yemek için mi? Herkes kesiyor bende kesmezsem beni fakir zannederler korkusu ile mi? Ya da kurban kesmenin şartlarını gözetiyor muyuz?

Maalesef hepsini yaşıyoruz ve görüyoruz. Kurban kesmeye parası yeterli değil ama çevresi “kesemiyor” demesin diye borç bulup kurban kesenleri görüyoruz. Bu kimselerin hangi niyetle kurban kestiğini varın siz düşünün. Herkes böyle davransa kurban etinin üçte birini kime vereceğiz?

Bir de kurbanlık hayvani araştırırken, keseceğimiz hayvanin budunu, etini, ağırlığını, pirzolası iyi olur, kuşbaşını yapsak daha lezzetli olur diye niyet ederek kestiğimiz hayvanla ne kadar Allah’a yaklaşırız orasını da siz düşünün. Büyük bas hayvana hisse olduysak, hissemize bir kaç kilo az düştü diye hissedar kişilerle kavgaya tutuşanı az mı gördük!

Kurban etinden ihtiyaç sahiplerine dağıtmak isterken, en etli kimsi bize kelsin diye düşünenleri de görüyoruz maalesef. Kurban kesmenin manası ve hikmeti bunlardan hiç biri değildir.

Kuranı Kerimde Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.” (Hacc; 37)

Ayette anlasildigi üzere kurban kesmekte niyet önemlidir. O halde niyetlerimizi halis tutalim.

Ayrıca, ehil olmayan kisiler tarafından kesilmek istenen kurbanlar elden kacinca, onları sokaklarda tekme sopa kovalanan manzarali inşallah bu sefer yasamayiz.

 

Arif Ağırbaş

arif.agirbas@hotmail.de

https://twitter.com/Arif_Agirbas