Etiket arşivi: ibadet

Yoksa siz sadece “Ramazan Müslümanı” mısınız?

Hadis-i şerifin uyarısı çök önemlidir:

Allah için yapılan ibadetlerin en makbulü, (az da olsa) en devamlı olanıdır!.

Evet, böyle tarif ediyor Efendimiz (sas) Hazretleri, Müslüman’ın en makbul ibadet ve amelini. Az da olsa en devamlı olanıdır!.

Diyelim ki, bir insan Ramazan boyu beş vaktine beş daha ilâve etmiş, sabahlara kadar namaz kılmış, akşamlara kadar da oruç tutmuş. Elinde tesbihini, başında da takkesini eksik etmemiş.. ama bu titizlik ve dikkat, sadece Ramazan ayına mahsus kalmış, Ramazan’dan sonra dinî görevler gelecek Ramazan’a bırakılmış..

İşte bu, Allah yanında en makbul olan tutum değildir. Allah’ın insanlara ihsan ettiği el, ayak, göz, kulak gibi eşsiz nimetleri nasıl sadece Ramazan ayına mahsus kalmıyor, ömür boyu kullanılıyorsa, O’nun emirlerine olan itaatimiz de Ramazan ayına mahsus kalmamalı, ömür boyu devam ettirmeli, son nefese kadar sürdürmeliyiz. Yaşadığımız mübarek Ramazan ayı bize bu alışkanlığı kazandırmış olmalıdır. Bu sebeple de Ramazan ayında kazandığımız iyilik ve ibadet alışkanlıklarımızı Ramazan’dan sonra da firesiz devam ettirme azim ve kararında olmalıyız..

Şayet böyle bir sebat ve sadakat içinde hayatımızı sürdürürsek, Ramazan’ın feyzinden tam istifade edenlerden olduğumuzu düşünebiliriz.. Çünkü aldığımız bu karar, dini hayatımızı firesiz devam ettirme kararıdır. Hayatımızı değerlendirme adına bundan daha mühim bir karar olamaz Ramazan’dan sonra..

Zaten sorumluluk sahibi insan dindarlığını, Ramazan ayına inhisar ettiremez, Ramazan’dan sonra gömlek çıkarır gibi Ramazan’da kazandığı dini titizliği bırakıp da eski gaflet gömleğini giyemez. Belki Ramazan boyunca benimsediği güzel alışkanlıklarını iyice benimser, Ramazan sonrasında da aynen devam ettirme kararını tereddütsüz alır. Böylece ömür boyu dini hayatını sürdürme niyetini bir daha tazelemiş olur. Hadis-i şerifin tarif ettiği Müslüman halini alır. Ne diyor hadis-i şerif?:

Allah için yapılan ibadetlerin en makbulü, (az da olsa) en devamlı olanıdır! Bir ay süreni değil..

Onun için ‘Ramazan gitti, dinî hayat bitti’ diyemez. Ramazan gider; ama dinî hayat ömür boyu devam eder. Çünkü kimse “Ramazan Müslüman’ı” durumuna düşmek istemez.

Süleymaniye Camii baş imamı merhum Sadık Efendi, Ramazan Müslüman’ını, tebessüm ettiren bir misalle şöyle anlatırdı:

Bayram sabahı namazdan sonra kendisine yaklaşan bir zat der ki:

Hocam, Ramazan boyunca teravihimizi kıldırdınız bize hakkınız geçti, helal edin. Gelecek Ramazan’da yine görüşmek üzere haydi Allah’a ısmarladık, kalın sağlıcakla..

Bayram namazından sonra camiden böyle helalleşerek ayrılan Ramazan Müslüman’ı başında takkesi, elinde de tesbihi ile evinin yolunu tutar. Kapıya gelince hanıma seslenir:

Hanım aç kapıyı da al şu ibadet malzemelerini, sandığın en emin yerine sakla. Gelecek Ramazan’da bana yine lazım olacak bunlar..

Elbette bizim idealimiz bu örnek değildir.

Gönlümüzün istediği, Ramazan ayında başlattığımız dini titizliğimizi ömür boyu devam ettirmek, Ramazan’da kazandığımızı, diğer aylarda kaybetmemektir..

Sizin de böyle düşündüğünüzü düşünüyor, Ramazan’da geliştirdiğimiz İslami hayatımızı ömür boyu devam ettirmeyi yüce Rabb’imizden hep birlikte niyaz ediyoruz.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

İki Bayram Gecesinde İbadet

Peygamberimiz (a.s.v.) Ramazan ayı için şöyle buyurmaktadır. “Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden azad olmaktır”

Yine bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardır:

“Bir kimse, Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir ve orucun sevabını Allahü tealadan beklerse, geçmiş günahları afolur.”

Sevabını Allah’tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez.

Görüldüğü üzere her vesile ile bizleri ibadete ve ahret amellerine teşvik buyuran Peygamber Efendimiz (a.s.v.) yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederlerdi. Bu gecelerde uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirirlerdi.

Ramazan bayramı, adeta her gün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi, bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder.

Peygamber (a.s.v.) günlük iftarların âdabı bayramda da yerine getirirlerdi, orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek başlarlardı. Bayram sabahında hurma gibi bir tatlı almadan evlerinden ayrılmazlardı.

Sa’d bin Evs el-Ensârî anlatıyor:

Resulullah (a.s.v) Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler:

“Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz, mükâfatınızı alınız.’’ Buyurmaktadır.

Cemaatler halinde kılınan bayram namazında getirilen tekbirler, akıl, kalp ve ruh üzerinde bulunan gafletin kalkmasına ve Cenab-ı Allah’a şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Yeryüzünde ki Müslümanların bayram namazlarında beraber getirdikleri tekbirler o anda adeta yeryüzü tek bir ağız ve bir dil, tevhit sesleri ile kâinatı bir semazen gibi vecdeye getirmektedir.

Bayramlar aynı zamanda sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı tezahür eden, fakir ve yardıma muhtaç kimselere yardım elinin uzatıldığı, sevgi ve saygının artmasına vesile olduğu, dargın ve küskünleri bir araya getiren, dar-ı bakaya intikal etmiş kabirlerinden bir dua ve Fatiha bekleyenlere kadar uzan güzel vesilelerden biridir. Ramazan bayramının bir diğer adı da ‘’İydü’l-fıtr’’ yani fıtr bayramı demektir. Bu nedenle  fıtre, zekat ve sadakalarımızı fakir ve yardıma muhtaç olanlara verip bayramın sevincini onlarla paylaşmak umuduyla tüm İslam aleminin bayramını kutlar hayırlara vesile olmasını dilerim.

Rüstem Garzanlı/ DİYARBAKIR

Neden ve Niçin Namaz?

Anne karnındaki bir çocuğun ağzı vardır, gözü vardır, kulağı vardır, eli vardır, ayağı vardır. Bütün aza ve cihazatı tam tekmil verilmiştir. Halbuki bunların hiçbirine orada lüzum yoktur. Orada çocuk, gıdasını, göbeğinden annesine bağlı bir hortumla almaktadır.

Şimdi bu çocuk:

-Ya Rabbi! dese, şu hortum bana yetmektedir. Pekiyi şu ağza, şu göze, şu kulağa, şu ele, şu ayağa ne lüzum vardı. Hiçbir işe yaramamaktadırlar?

Herhalde ALLAH’dan şöyle bir cevap alacağı muhakkak:

– “Acele etme kulum, aklın almadığı şeye de burnunu sokma. Sen kısa bir müddet sonra öyle bir âleme gideceksin ki burada ‘her şeyim’ dediğin hortum, orada hiçbir şeye yaramayacak, kesilip atılacak. Lüzumsuz sandığın ağız, göz, kulak gibi şeylerde en lüzumlu cihaz durumuna geçecek.”

O çocuk bu gerçeklere inanmasa ve bir inkârcı olarak dünyaya gelse hakikaten hortumun işe yaramadığını, ebenin onu kesip kaldırıp attığını; lüzumsuz sandığı ağız, göz gibi cihazların devreye girdiğini, onlarsız olunmayacağını görse utanır mı, utanmaz mı? İnanmadığı için dizlerini döver mi, dövmez mi?

Şu anda bizde, tıpkı o çocuk gibi bir ananın karnındayız. 9 ay, 9 sene veya 90 sene sonra bir başka dünyaya doğacağız. O dünyanın adı ahiret. Biz şu anda dünya anamıza maddi hortumlarla, midemiz ile bağlı durumdayız.

Eğer biz:

-“İşte geçinip gidiyoruz. Ya Rabbi! Şu Namaza, oruca, hacca, zekâta, dine, imana, İslam’a ne lüzum vardı?” Dersek Rabbimizden şöyle bir cevap alacağımız muhakkak!

– “Ey kullarım! Kısa bir müddet sonra bu dünyadan çıkacaksınız. Öyle bir âleme götürüleceksiniz ki orada ‘her şeyim’ dediğiniz bu maddi hortumların hiçbiri işe yaramayacak. Lüzumsuz sandığınız namaz gibi, zekât gibi, hac gibi ibadetler de en lüzumlu şeyler durumuna geçecek. Orada insanlara arabasına, parasına, servetine ve suretine göre değil; kalbine ameline ve ibadetine, namazına göre değer verilecek.

Yani namazınız, zekâtınız, orucunuz, haccınız, hayır hasenatınız, ahirette sizin için her şey olacak. El olacak, ayak olacak, dil olacak, dudak olacak, villa olacak, havuz olacak, senet olacak, berat olacak, uçak olacak, sonu olmayan zenginlik ve saadet olacak kısaca Cennet olacak.

Eğer biz bilgiçlik eder, fen ve teknik asrında olduğumuzla şımarır, Rabbimizin hikmet lisanıyla buyurduğu bu gerçekleri kabul etmez, ibadetsiz bir tembel veya bir inkârcı olarak ahirete gider, gerçekleri görürsek utanmaz mıyız? Hakikaten her şeyim dediğimiz hortumlarımızın, yani arabamızın, apartmanımızın, paramızın, pulumuzun hiçbir işe yaramadığını müşahede ederek, ibadetlerin her şey olduğunu anlasak o anne karnında ağzı lüzumsuz gören çocuk gibi mahcup olmaz mıyız? Dizlerimizi dövmez miyiz? Keşke inansaydık, keşke namazımızı kılsaydık, orucumuzu tutsaydık, zekatımızı tam verseydik, ALLAH için yasasaydık, eşsiz insan şanlı Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’in yolunda yürüseydik demez miyiz?

Pişman olacağın, dizlerini döveceğin o gün gelmeden aklını başına al…

Niçin NAMAZ, Vehbi Karakaş, s, 70-72

Ayasofya 29 Mayıs’ta İbadete Açılsın!

Ayasofya’nın fethin yıldönümü olan 29 Mayıs günü ibadete açılması için Facebook, tiwitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde kampanyalar başlatıldı.

 1934 yılında tartışmalı bir Bakanlar Kurulu kararıyla Hz. Fatih’in vakfiyesi ve İstanbul’un fethinin sembolü Ayasofya Camii maalesef müzeye çevrildi.

 Müzeye çevrildiğinden itibaren birçok hakşinas kalem erbabı Hz. Fatih’in hatırasına yapılan bu saygısızlığın ve haksızlığın düzeltilmesi konusunda yetkilileri uyaran yazılar ele aldılar.

 Ancak bugüne kadar bu yanlış düzeltilmedi.

 Geçmişte yapılan yanlışların teker teker düzeltildiği bugünlerde Facebook ve twitterda oluşturulan gruplar

 Ayasofya Camii’ni fethin yıldönümü olan 29 Mayıs 2012 günü ibadete açılması için Başbakan Erdoğan’a çağrıda bulunuyorlar.

 Rota Haber

Her şeyin ilacı iki rekat namaz..

Şafakta kılınan iki rekat namaz bir yana, tüm dünya serveti diğer yana. Efendimiz (asm) bizi uyarıyor. ”Dünyada hayra hizmet etmeyen servetleri, ahirette sahiplerine fayda sağlamayacaktır”

Aleyhissalat-ü ves’selam Efendimiz, şafakta kılınan iki rekat namazın eşsizliğini unutamayacağımız ifadeyle şöyle haber vermiştir:

”Fecir vaktinde kılınan iki rekat namaz dünyadan da, içindekinden de hayırlıdır!..

Neden böylesine önemlidir şafakta iki rekat namaz?

Çünkü dünya da, içindeki mal, mülk de ahirette geçer akçe değildir. Ancak iki rekat namaz orada geçer akçedir. Dünyada kalan servetin sağlayamadığı faydayı sağlayacak, sahibini Cennet nimetlerine kavuşturabilecektir.

Nitekim burada dünyanın servetine sahip olan nice ibadetsizler, orada yoksulluk içinde kıvranırken, ibadetinde ihmale düşmeyen nice yoksulların da orada Cennet nimetleriyle zenginleştikleri görülecektir.

Demek ki, dünyada hayra hizmet etmeyen servetleri, ahirette sahiplerine fayda sağlayamayacaktır; ama amel defterinde yazılı iki rekat namazları orada onları her türlü Cennet nimetlerine sahip kılacaktır.

Öyle ise özellikle yaz gecelerinde erken yatıp erken kalkmalı, şafakta teheccüd’den sonra gelen imsak’la güneş doğması arasındaki eşref vakitte, dünyadan da kıymetli olan sabah namazını mutlaka vaktinde kılmalıdır.

Bunun için yatarken, sabah namazına mutlaka kalkacağım niyetiyle yatmalıdır. Bu vicdani karar, onu ibadete uyandıracak, dünyadan da kıymetli olan şafak vakti ibadetini zamanında yaptıracak, uykuya dalıp da sonra vicdan azabı çektirmeyecektir.

Bununla beraber, insanlık halidir bu, hiç arzu edilmediği halde kalkamaz da, namazı güneşten sonraya kaldığı da olursa ne olacak?..

Artık her şey mahvoldu gitti diyerek ümitsizliğe düşmek fevkalade yanlıştır.

Bu durumda yapılacak ilk iş: Güneşin doğmasıyla başlayan (45 dakikalık) kerahet vakti çıktıktan sonra öğlenin kerahet vakti girinceye kadarki zaman içinde sünnetiyle birlikte kılamadığı farzı hemen kaza etmek, namaz borcuyla kalmamaya özel bir dikkat göstermektir.

Bu gibi ihmallerde mühim bir husus şudur:

İnsan istek dışı da olsa hatalarının üzüntüsünü derinden derine duymalı, vaktinde kılamadığı namazının vebalini sırtına yüklenmiş bir dağ ağırlığında her an hissetmelidir. Bu sebeple bir an evvel namazı kaza ederek, bu ağır yükten kurtulma gayreti içinde olmalıdır.

İhmal ettiği ibadetinden dolayı bu üzüntüyü duymamak, vicdan azabı çekmemek, tabiri caizse kılı bile kıpırdamamak ise hayra alamet değildir. Çünkü üzüntü duyan insan, kendisini üzen yanlışla tekrar yüz yüze gelmek istemez. İbadetlerini vaktinde yapma azmi içinde olur. Nitekim bu konuda Efendimiz’in (sas) çarpıcı ikazı şöyledir:

“Mümin, günahını üzerine yıkılacak dağ gibi büyük görür, tedbir alır. Münafık ise burnu ucuna konmuş sinek gibi küçük görür, kayıtsız kalır!..”

Günahını büyük görme duygusu, tekrar etmeme tedbirine sevk ederken, küçük görme duygusu da tekrar etmekten çekinmeme umursamazlığına iter. Halbuki tekrar edilmeyen büyük günah küçülür, ısrar edilen küçük günah ise çoğalarak büyür, küçük damlalardan meydana gelen sel gibi sahibini günah bataklığında boğar. İşte bütün bunlardan sonra demek istiyorum ki:

Özellikle yaz aylarında bu konular daha çok hatırlanmalı, ibadetleri vaktinde yapma titizliğimizi daha çok hissetmeli, hadisin ikaz yüklü müjdesini hep birlikte tekrarlamalıyız:

Şafakta kılınan iki rekat namaz, dünyadan da, içindekinden de hayırlıdır!..

Demekki bizim için en hayırlı olan, namazları vaktinde kılmaktır.

Ahmet ŞAHİN