Etiket arşivi: kenan taştan

Çocuğunuzu Her Şeye Rağmen Sevebilmek

Biliyorsunuz, sevgimizi koşullara bağlamadan sevmemiz gerekiyor evlatlarımızı. Şöyle olursan seni severim böyle olmazsan sevmem gibi mesajlar vermenin zararlarını birçok çocuk eğitim kitabında bulabilirsiniz.

İnternette okuduğum bir yazı; uyuşturucu, alkol, rasgele cinsellik gibi birçok kötü alışkanlığı olan, ailesiyle ciddi sorunlar yaşayan artık neredeyse sokaklarda yaşayan çok sorunlu bir genç kızdan bahsediyordu. Kız günün birinde hastaneye düşüyor ve gözlerini açtığında annesini saçlarını okşarken buluyor ve soruyor:

Sizi ne kadar çok üzdüm, yapmadığımı bırakmadım, çok acılar çektiniz. Sen hala beni seviyor musun anne?
Annesi:
– Evet diyor şefkatle.
Kız:
– Neden diye soruyor.
Annesi:
– Bilmiyorum diyor, bilmiyorum ama seviyorum kızım seni diyor.

Genç kızın beyninde o an şimşekler çakıyor ve her şeye rağmen sevildiğini anlıyor. Tedavi görmeye başlıyor ve elinden geleni yapıyor iyileşmek için. Ve düzelip normale dönüyor. Belki acı bir örnek ama koşulsuz sevmenin önemini anlatan ilginç bir olay.

Üç tip sevgi türü vardır;

1-Eğer türü Sevgi

Burada muhatabınızdan bir beklentiniz vardır. Muhatabınız sizin o beklentinizi karşılamazsa onu sevmeyeceksiniz demektir. Bundan dolayı “pazarlıklı bir sevgi türüdür eğer tipi sevgi.” Örneğin; eğer sınıfını geçersen seni severim veya eğer akıllı durursan seni severim gibi. Bu tip sevgi eğer bana ayak uyduramazsan beni unut tipi sevgi olduğundan makbul değildir. Günümüzde ailelerin bilmeden en çok çocuklarına hissettirdikleri sevgi tiplerinden biridir bu. Çocuklar sınıfını geçemezse veya akıllı olmazlarsa anne-babalarının kendilerini daha az sevecekleri kanaatindedirler. Sorumlu aileler eğer sorunlu çocuk yetiştirmek istemiyorlarsa bu tip sevgiden vazgeçmelidirler.

2-Çünkü tipi Sevgi

Bu tip sevgide koşul vardır. Eğer tipi sevgi ne olmasını- ne yapmasını istediğimiz cümleleri içerirken, çünkü tipi sevgide ne olduğuna dair cümleler içerir. Kısacası koşul içer. Örneğin;

– Seni seviyorum çünkü çok güzelsin.
– Seni seviyorum çünkü çok zenginsin gibi.

Burada kişi gerçek sevilme nedeninin kendisi değil de kendisi dışında her hangi bir sebep olduğu kanaatine varır.

3-Rağmen tipi sevgi

En makbul sevgi rağmen tipi sevgidir. Hiçbir önerme, koşul, gerekçe istemeden sevmenin adıdır rağmen tipi sevme. İnsanın bir şeyi olduğu için değil, olması gerektiği için değil veya olacağı beklentisi olduğu için değil, tüm bunlara rağmen sevmenin adıdır “rağmen tipi” sevme. Örneğin; çok tembelsin ama buna rağmen seni seviyorum. Çok pasaklısın, kirlisin, dağınıksın buna rağmen seni çok seviyorum. Güzel değilsin, hatta çirkin bile sayılırsın ben tüm bunlara rağmen seni seviyorum.

Çocuklarımızı rağmen tipine göre sevmeli ve bunu onlara hissettirmeliyiz.

Bir insan ilk 5 yaşında yaşadıklarını sonraki 30-40 yıl boyunca telafi etmeye çalışır.

Anne babanın en önemli görevlerinden biri de çocuklarında yüksek öz güveni oluşturmalarıdır. Yapılan araştırmalarda her 7 kişiden 6’sının öz güveninin düşük olduğu tespit edilmiştir. Sevginizi koşulsuz yapın. Her durumda sevginizi gösterin. Çocuğunuza ne yaparsa yapsın, onu her zaman, günün 24 saati, yüzde yüzden daha az sevmemize yol açamayacağını net bir şekilde anlatın.

Bir gün yolda yürürken bir annenin çocuğuna söylediklerini duydum: “Öyle yaparsan, başka çocukların annesi olurum.” Sevginin geri alınması ya da alınması tehdidi çocuğun kişiliğinde büyük yaralar meydana getirir.

Erkek bebekler, bir yaşına kadar kız bebeklerle aynı oranda fiziksel temas görürler. Yani anne ve babaları tarafından sevilir, öpülür, koklanır vs. Ama bir yaşından sonra bu oran kızlara göre daha azalır. Erkek çocukların problem ve zorluk yaratmalarının önemli sebeplerinden bir tanesi budur. Unutmayalım; çocuklarımızı hiçbir zaman gereğinden daha fazla sevemeyiz.

Aslında birçok ebeveyn çocuklarını rağmen tipi sever. Ama çocuklarını daha iyi eğitebileceklerini düşünerek onlarla olan sevgilerinin arasına koşullar koyar. Çocuğu yaramazlık yapan bir annenin bak çok yaramazlık yaparsan seni sevmem ve başkasının annesi olurum ha! Demesi o annenin çocuğuna olan muhabbetini azaltmaz ama çocuğun anneye olan güven ve sevgisinde derin izler bırakır.

Şimdiki aklımız olsaydı; çocuklarımıza olan sevgimizi her hangi bir koşula bağlamazdık. Onları yaptıkları hoşumuza gitmeyen olumsuz davranışlarına rağmen, sınavlardan aldıkları her türlü düşük puanlara rağmen sevdiğimizi söyler ve sevgimizi gösterirdik.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.

Kadın Erkek İlişkilerine Panoromik Bir Bakış

Özellikle ülkemizde son otuz yılda yaşanan sosyal ve ekonomik değişiklikler, kadının ve erkeğin geleneksel rollerini büyük ölçüde etkiledi. Kadınların evden ayrılıp iş hayatına atılmaları, kadının gözünde erkeğin geleneksel değerlerini yitirmesine neden oldu. Giderek bağımsız ve kendi kendine yeterli olmaya başlayan çağdaş(!) kadınlar, eskisi gibi bakılmak ya da korunmak için erkeğe ihtiyaç duymuyorlar.

Erkek cephesinde ise durum daha da vahim çünkü erkekler statü kaybetmeye devam ediyorlar. Erkekler bir bakıma yüz yıllar boyunca yaptıkları işe ve edindikleri statülere artık eskisi kadar sahip değiller. Eskisi gibi evin masraflarını tek başına sağlamak durumunda değiller. Ayrıca ev halkını dışarıdan gelen tehlikelere karşı koruyan o hamilik pozisyonundan da neredeyse feragat etmiş durumdalar. Gerçi erkekler kendilerine göre her zaman yaptıklarını yapmaya devam ediyorlar ama bu eşlerini mutlu etmeye yetmiyor. Günümüz kadınları, annelerinin kendi babalarından beklediklerinden daha fazlasını eşlerinden istiyorlar.

Neden mi? Günümüzde kadınlar eskiye nazaran sosyal alanda daha çok çalışıyorlar da ondan. Bir nevi kendi ev işlerinin yanında kocalarının yaptıkları işe de ortak oldular. Günümüzde birçok kadın; hem anne, hem eş, hem çalışan bir birey olduğu için kısaca kendi asli görevi dışında erkek egemen (!) alanlarda da boy gösterdiği için statüsü eskiyle kıyaslanmayacak ölçüde değişti. Evin dışındaki iş dünyasının acımasız ve yorucu gerçeklerinden artık eşleri tarafından korunmak zorunda hissetmiyorlar kendilerini. Günümüz kadınları günün sonunda eve yorgun argın geldiklerinde kocalarına hizmet etmek istemiyorlar, oysa erkekler hala annelerinin babalarına yaptıkları hizmet gibi kendilerine hizmet edilmesini bekliyorlar.

Devrin değiştiği aşikâr, biz erkekler ya değişen zamanla birlikte değişecek ve yeni konjuktürde yerimizi alacağız ya da evimizde çocuklarımızın annesi evimizin temel direği ve can yoldaşımız olan eşlerimize gereken önemi, saygıyı, sevgiyi göstererek onların ev ortamında tatmin olmalarını ve yeni arayış sürecine girmemelerini sağlayacağız. Aksi takdirde kadın-erkek ilişkilerinde yeni tanımlamalara gereksinim olacaktır. Günümüz erkeği eşinin ona muhtaç olduğunu ve ona değer verdiğini hissetmek istiyorsa yeni beceriler edinmek zorundadır (iletişim becerisi gibi) ve eğer kadınlar erkekler gibi dışarıda çalışmaya devam edecekler aynı zamanda da evlerine geldiklerinde sevgi dolu bir ilişkiyi sürdüreceklerse yeni kavramlar edinmek zorundalar. Çünkü kadınsı kimliği koruyabilmek aynı zamanda da güçlü olabilmek için yeni beceriler gerekli.

Ve işte bu gibi nedenlerden ötürü, bu günün kadınları kocalarını geçimlerini iyi sağlanmadıkları için terk etmiyorlar. Duygusal ve romantik bakımdan tatminsizlik içinde olmaları nedeniyle eşlerinden ayrılıyorlar. Bir erkek kadının yeni gereksinimlerini anlayamayınca, kadının tatminsizlik hissetmesi kaçınılmaz oluyor. Kadının giderek artan tatminsizliği de erkeği kadından soğutuyor.

Kısaca; erkekler kadınların gereksinimlerini anlamada zorlanıyorlar, kadınlar da erkeklerin gerçekte neler istediklerini anlayamıyorlar. Aslında iki cins de koşulların nasıl değiştiğini kavrayabilse, iki taraf da destekleyici ilişkiler kurmak için gerekli sezgi, anlayış ve şefkati kazanabilirler.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Ya Evlilik?

Kız idim sultan idim, nişanlandım han oldum.

Gelin oldum kul oldum, ayaklara çul oldum.

Dünyanın en eski kurumlarından biridir evlilik. Aynı zamanda son yıllarda en çok zorlanan kurumlardan biridir de. Mesela İngiltere’de evlenen her iki kişiden biri boşanmakta iken bu oran son zamanlarda her evlenen dört kişiden üçünün boşanması ile sonuçlanmaktadır. Bizde bu oran batıya oranla daha az olmasına rağmen boşanma oranı bizde de gittikçe artmaktadır.

Kur’an-ı Kerim, evlilik akdi için ağır ve mesuliyetli bir sözleşme tabirini kullanıyor (Nisa Suresi 21). Zira evlilik akdi, karşılıklı haklar ve vazifeler getiren bir anlaşmadır. Kendisine yatırım yapılan ve iflası halinde bir ömür’ün heba olabileceği bir anlaşma.

Ne var ki diğer anlaşmalar gibi matematik hesaplarının yapıldığı bir anlaşma değildir. Yani evlilik matematik hesabı gibi değildir. Şöyle davranırsak şöyle olur, böyle davranırsak böyle olur gibi teknik hesaplar evlilikte tutmaz. Kişi kendi çözümünü önce kendi bulmalıdır.

Bakmayın siz evlilik için şekerli çiğ köfteyle, acılı baklavayı yiye bilme becerisidir dediklerine. Bence Evlilik; birlikteliğin tek başınalığa zaferidir.”

Evlilik, saadet sarayını inşa etmektir. Mutluluk şalını ilmek ilmek örmektir. Sabır aşını hafif ateşte pişirmek, sonra da sevgi ve hoş görü ile yemektir. Mutluluk yolunun üzerindeki eneleri, kaprisleri, kin, nefret ve olumsuz duyguları ayıklamaktır.

Evliliği yanan bir ateşe benzetebiliriz. Ateşin devamlı olması için sürekli beslenmesi gerekir, tıpkı bunun gibi evliliğin sağlıklı yürümesi için de daima beslenmesi, yatırım yapılması gerekir.

Birinin karısı veya kocası olmadan önce kendisi olmayı becerebilmeli insan ve bunun için de öncelikle tek başınalığı öğrenmesi gerekir. Kendi dünyasını taşıyamayan biri, bir başka dünyayı daha omuzlayamaz. Evlilik yağmalamak veya yağmalanmak değildir. Bireylerin sahip oldukları tüm dengeleri ortaya koyarak, paylaşması, zenginleşmesi ve zenginleştirmesidir. Kadın için erkek, erkek için kadın; dünyanın öte yarısını anlamak, tanımaktır. Karşı kıyıya köprü kurmaktır evlilik. Bütünleşmek, tamamlanmaktır. Kısaca evlilik “Ben”i koruyarak “Biz” olmayı becerebilmektir. Evlilik lügatinde “ben” yerine “biz” yazılıdır.  Bundan dolayıdır ki, evliliğin öznesi “ben” değil “biz”dir. Bundan dolayı; Evliliklerde doğru insan olmak, doğru insanla evlenmekten daha önemlidir.

Bir başka açıdan evlilik, ABD ve İngiltere gibi birçok ülkede kendisine yatırım yapanların dörtte üçünü hayal kırıklığına uğratan ve iflas ettiren bir kurum ayrıca. Başka bir deyişle, istatistikler, birçok ülkede dört evlilikten üçünün boşanma ile sonuçlandığını göstermekte. Eğer bu istatistik yapacağınız evlilikle ilgili değil de bir iş ortaklığı ile ilgili olsaydı, yani birisi ile iş ortaklığı yapacağınız sırada istatistiklere çok güvendiğiniz bir arkadaşınız, “ikinizin iş ortaklığının yürüme şansı %25” deseydi hala tüm varlığınızı bu ortaklığa yatırır mıydınız? Muhtemelen hayır. Ne gariptir ki iş evliğe gelince insanların %90’ından fazlası, %25 yürüme şansı olan bir ortaklığa yatırım yapabiliyor.

Onun içindir ki kendisi ile filler arasındaki ortak özelliklerin, eşiyle kendisi arasındaki benzerliklerden daha fazla olduğunu söyleyen birçok öfkeli ve umutsuz eş gördüm meslek hayatımda.

Garip değil mi? Daha çok şey paylaşmak için evleniyorlar, daha az birlikte oluyorlar. “Yaşamlarına yıllar katıyorlar ancak yıllara yaşam katamıyorlar.” Yaşamın tüm olumsuzluklarına panzehir olarak gördükleri kahramanları ile evleniyorlar. Ancak aynı panzehirin zamanla zehir’e dönüştüğünü söylüyorlar. Romantik bir rüya görmek üzere birlikte aynı yatağa giriyorlar ve yataktaki düşmandan söz ediyorlar.

Her zincir, en çürük halkası kadar güçlü ve dayanıklıdır.” Eşler farklılıkları bilir ve gerektiğinde farklılıklarla ilgili bir kabul geliştirirlerse, kendi zincirlerini, onarabilir ve daha sağlam birliktelikler oluşturabilirler.

Bir kadının tüm erkekleri anlaması için bir erkeği tanıması yeterli olurken, bir erkeğin tüm kadınları tanıması bir kadını anlamasına yetmiyor. İlginç değil mi? Evliliklerde erkek ve kadınların beklentileri işte bu sebepten dolayı çok farklıdır. Ayrıca “Bir kadın evleneceği erkeğin değişeceği inancıyla evlenir ama erkek değişmez. Bir erkek evleneceği eş adayının değişmeyeceği inancıyla evlenir ama kadın değişir.

Evlilik müessesesi ile ilgili ilginç realitelerden biri de bizde 2 kişinin değil, iki ailenin evlenmesidir. Batıda iki kişi evlenir ve hayatlarına kendileri yön verir. Bizde ise adeta iki kişi değil iki aile hatta iki sülale evlenmektedir. Evlilik öncesi aşamada, ev eşyalarının seçiminden tutunda evlendikten sonra kalacakları ev’in seçimi, aile meselelerinin çözümü, eşlerin hal ve hareketlerine kadar aileler tüm meselelerin içindeler.. Hal böyle olunca da iki kişinin bile anlaşmasının zor olduğu konularda iki ailenin anlaşması haliyle daha da zorlaşıyor.. Bundan dolayı eşlerin evlenmeden önce evlilik kurallarını kendi aralarında belirlemeleri ve bunu zaman zaman gözden geçirmeleri yerinde olacaktır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Sevgi mi? Aşk mı?

Sevgi; ona onun ihtiyacını, kendi ihtiyacından vazgeçerek vermektir. Sevgi ne istediğinle ilgili değildir. “Sevgi, sevilene sevgini koşulsuz verebilmenle ilgilidir.” Sevmek bir çalgı aleti çalmaya benzer. Bilmeyen kötü sesler çıkarır. Ancak enstrümanı çalmayı bilen kişi ondan harika sesler çıkarabilir.

Sevgi başkasının sana hissettirdiği değil, senin ona koşulsuz olarak hissettirmenle ilgilidir.” Sevginin ancak çift kişilik olabileceğine inanılan bir dünya da sevmek, yalnızca sevilene ulaşıldığı zaman anlam bulur. Böylesi bir algılama içinde amaca ulaşmak için yapılan her şey taktik içerir ve zamanla taktikler sevginin yerini alır. Aşk “ben”leri yok etme pahasına “biz” olabilmektir. Sınırları iyi çizilmiş bir evlilik “ben”leri koruyarak “biz” olabilme sanatıdır. Sadakatsizlik ise “biz”i yok etme riskini göze almaktır.

Aşkın sevgiye dönüşmesi her şeyden önce zaman gerektirir. Çünkü sevgi yalnızca fiziksel ya da kimyasal anlık bir çekim değildir. Sevgi, aşk gibi “bulunan” bir şey değildir. Önce doğurulan, ardından büyütülüp geliştirilen ve özenli biçimde bakım verilen bir şeydir.

Yalnızca bir duygu asla değildir sevgi. Çünkü her duygunun bir ömrü vardır ve ömrü tamamlanınca duygular da tükenir. Aşk gibi, korku gibi, sevinç gibi, öfke gibi…

İnsanlar karşılıklı çekim sonucu bir bağ gerekçesiyle evlenebiliyor. Aradan yıllar geçiyor, çekim ve çekicilik kaçınılmaz olarak azalıyor. Bu çifti bir arada tutabilen tek güç yaşamlarının geri kalan kısmını bir arada geçirme kararı oluyor.

Peki, nedir öyleyse sevgi? O. Henry’nin The Gift of the Magi’ de (Magi’nin Hediyesi) yazdığı şu kısa öyküde en güzel şekilde ifade edilir sevgi:

Bir zamanlar birbirini çok seven, evli ve oldukça yoksul bir çift vardı. Yeni yıl zamanının yaklaştığı bir dönemdi. Her iki eş de parasız oldukları için birbirlerine hediye alamayacak olmanın yoğun üzüntüsünü yaşıyorlardı. Genç kadının para edebilecek tek varlığı çocukluğundan beri uzattığı ve herkesin hayran olduğunuzun saçları idi. Genç adamın para edebilecek tek varlığı ise nesilden nesile aktarılmayı takiben en son babasından kendisine kalan ve hep cebinde sakladığı altın saati idi.

Yılbaşı sabahı geldiğinde her ikisi de birbirlerine birer hediye paketi verdiler. Erkeğin karısına güzel saçlarını topuz yapıp yukarıya toplayabilmesi için aldığı pırlantalı saç tokası idi. Kadının kocasına aldığı hediye ise her zaman kaybetmekten korktuğu altın saatini güven içinde taşımasını sağlayacak altın bir zincirdi. Ancak erkek pırlanta tokasını alabilmek için altın saatini, karısı ise altın zinciri alabilmek için güzel saçlarını satmıştı. Her ikisi de mutluluktan ağlıyordu. Her ikisi de birbiri için dış dünyadan aldıkları hediyeleri kullanamayacaklardı. Ancak iç dünyalarından gelen bu gerçek hediyeler, onlara derin sevgilerini her zaman hatırlatacaktı…

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Kuralları koyan mı? Yoksa birlikte kural koyan mı?

Yedi yaşına kadar olan çocuğunuzla oynayınız, on beş yaşına kadar arkadaşlık ediniz; on beş yaşından sonra istişare ediniz.” (Hz. Ali)

Çocuk eğitiminde yapılan en önemli yanlışlardan biri anne babaların evlatlarına karşı direk kural koyucu olmaları ve kuralların belirlenmesinde onlara söz hakkı vermemeleridir. Oysa yapılan çalışmalar kurallar belirlenirken çocukların bu sürece dâhil edilmesi ve onlara rağmen değil de onlarla birlikte kuralların tespit edilmesinin, çocukların konulmuş olan bu kurallara uymak için daha fazla özen gösterdiklerini ispatlamıştır.

Ebeveynin çocuklara rağmen kural koyması çocukların öz güveninin gelişmesinde ve otokontrol mekanizmalarında zafiyete neden olmaktadır.

Eğer kural belirleme ve karar alma işinde çocuğa söz hakkı verirsek, anne- baba olarak çocuğun davranışlarında korumakla yükümlü olduğumuz sınırları koruyamayacağımızdan şüphe edebiliriz. Oysa yetişkinler çocukların kendi davranışlarına koyulacak sınırları kendilerinin koymalarına izin verirlerse çocuklar verdikleri sözleri tutmaya daha istekli olacaklardır. Her ailenin belirli kuralları ve kolay anlaşılır politikaları olmalıdır. Çocuklar izin verilirse, davranışlarını belirleyecek kuralları ana-babalarıyla birlikte koyabilecek yetenektedirler. Aileler başlarında mutlak kural koyucu olmadan da kendilerini yönetebilirler, yönetebilmelidirler.

Genel kurallara, evin ve odanın temiz tutulması hakkında alınan kuralları örnek verebiliriz. Bu genel kurallar bir bakıma uyulması daha kolay kurallardır. Ailelerin asıl büyük sorunu ise, daha çok çocukların davranışlarıyla ilgili sınırlar oluyor. İşte bu sorun olan sınırların koyulmasında da çocuklar fikir sahibi olurlarsa, kendi koydukları kurallara uymaya daha fazla özen göstereceklerdir. Bu tip sınırlara bir örnek de, çocuğun misafirliğe gittiğinde evdeki gibi davranamayacağı olabilir. Veya genç delikanlılar için eve en geç kaçta gelineceği sınırı olabilir.

Çocuklara bu sınırları bizim kontrolümüzde kendilerinin belirleyebilmeleri için izin vererek, kendi koydukları sınırları koruma yeteneklerini görebiliriz.

Çocuklara kendi davranışlarının sınırlarını belirlemeleri için fırsat verdiğimizde, nasıl biz yanlarında olmadan da kendilerini kontrol edebildiklerini görebiliriz. Ancak her anne baba tahmin eder ki bu sonuçları öyle pat diye göreceğimizi düşünürsek kendimizi kandırmış oluruz.

Çocuktaki sonuçlar sabır, devam ve emek isteyen bir sürecin ardından görebileceğimiz şeyler. Yoksa bir uyguladık olmadı, iki uyguladık olmadı vazgeçmek safdillik olur. Bu zaten hayatın her alanında böyle değil midir? Her önemli sonuç, uzun uğraşlardan sonra elde edilmez mi?

Şimdiki aklımız olsaydı; Aldığımız kararlarda aile meclisini toplar (buna çocuklarımızı da dahil ederdik) onlara danışır ve ortak kararlar alırdık. Bu sayede onlara değer verdiğimizi ve fikirlerinin bizim için ne kadar önemli olduğunu pratik olarak onlara gösterirdik. Ayrıca öz güven ve karar verme yeteneklerini küçük yaştan itibaren bu vesileyle daha da geliştirmelerine yardımcı olurduk. Birey olmanın ve önemsenmenin mutluluğunu onlara daha çok yaşatırdık.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı Kitabından Alıntıdır.