Etiket arşivi: kuran

Salih Amelleri Öğreniyorum!

Hazret-i Kur’an’da imandan sonra üzerinde en çok durulan konu, salih amellerdir. Kur’an, insanları öncelikle iman etmeye çağırmakta, imandan sonra da salih ameller işlemeye davet etmektedir.

İlahiyatçı yazar Mehmet Dikmen Hoca, Kur’an’ın ısrarla emrettiği bu salih amelleri, 375 sayfalık bir kitapta toplamış, salih amelleri anlatan hadislerle okuyucuya bilgiler verirken, önemli konulara dikkat çekmeyi de ihmal etmemiştir. Nitekim hayatta iken istediğimiz seviyede hizmetlerini yapamadığımız anne-babamızın haklarını vefatlarından sonra ödememizin mümkün olduğu konusunda bilgiler verirken, önemli uyarılarda bulunmuş, konunun ümit veren müjdeli tarafına dikkatimizi çekmiştir.

Zaten anne-baba hakkı konusunda hepimiz gönlümüzde bir acı hissederiz. Vefat etmiş olan anne-babamıza keşke hayatta iken daha iyi hizmette bulunabilseydik, kalbini gönlünü daha iyi kazanabilseydik, ama vefattan sonra artık fırsat kaçtı diye hep pişmanlık duyar, vicdan azabı çekeriz. “Salih Amelleri Öğreniyorum” kitabında bu konudaki uyarıdan öğreniyoruz ki vefat etmiş anne-baba arkasından ümitsizliğe düşmeye hiç gerek yoktur. Anne-babaya hayatlarında istediğimiz ölçüde hizmette bulunamamışsak vefatlarından sonra hizmette bulunup haklarını helal ettirmemiz yine mümkündür. Çünkü arkalarından yapacağımız iyilikler, hayatta iken yaptığımız hizmetlerden aşağı bir iyilik değildir. Hatta onların kul hakları, Allah hakları, komşu hakları.. gibi borçlarını ödeyip yapamadıkları iyilik ve hayırlarını onlar adına yaparak memnun etmek pek mümkündür. Yeter ki onlar için yapacağımız tüm iyilikleri sanki hayatta iken yapıyormuşuz gibi bir şevkle yapalım. Hatta onlar adına hac yapmamızın dahi mümkün olduğunu hatırlayalım. İşte Salih Ameller kitabında bu önemli konudaki hatırlatmalardan bazıları:

***

“Zeyd bin Erkam (ra) anlatıyor: Peygamberimiz (aleyhissalat-ü vesselam) Efendimiz buyurdu ki:

– Kim vefat etmiş anne-babasından birinin yerine hacca giderse, bu haccıyla onun hac borcunu ödemiş olur! Evladın bu hizmeti vefat etmiş anne-babanın ruhuna müjdeli bir haber olarak ulaştırılır. Hatta evlat anne-babasına karşı isyankâr bile olsa yaptığı bu gibi iyilikler sebebiyle anne-babasına hizmet etmiş hayırlı evlatlardan sayılır.

Demek ki, bir evlat, üzerinde hac borcu olarak vefat eden anne-babanın yerine hacca gider veya birini onların adına hacca gönderirse, bununla anne-babasının hac borcunu ödemiş olur. Anne-babaya, evlatlarının yaptığı bu gibi iyilikler, müjdeli haberler olarak verilir, onların ruhları bundan son derece sevinip memnun olurlar.

Hatta, anne-baba vefat ederken evlatlarına dargın bile olsalar evlatların arkalarından yapacakları iyilikler, bağışlayacakları sevaplar anne-babayı memnun eder, razı olmalarını sağlar.

Görülüyor ki, ebeveynini dünya hayatında memnun edemeyen, onların haklarını tam olarak yerine getiremediğinden dolayı pişmanlık duyup üzüntü hisseden evlatlar, her şey bitti, yapabilecek hiçbir şey kalmadı şeklinde bir ümitsizlik içine girmemeliler. Hayatlarında iken onlara tam hizmet yapamayan bir evlat, ahirete intikal etmiş olsalar bile anne-babası adına yapabileceği iyilik ve hayırlarla kendini affettirebilir. Bu da anne-baba adına iyilikler yapmak, onların üzerlerindeki (zekât, adak, hac, kurban..) gibi Allah haklarını ve kul borçlarını ödemekle, hayatta olan dostlarını ziyaret edip gönüllerini kazanmakla mümkün olur!..”

“Salih Amelleri Öğreniyorum!” kitabının yaptığı bu önemli uyarılardan sonra anne-babasına hayatta iken tam hizmet yapamadığının üzüntüsünü duyan evlatlar harekete geçmeli, onlar adına yapabilecekleri tüm iyilik ve hayırları ihmal etmeden yapmalı, Yasinler, Fatihalar, İhlaslar okumalı, amel defterini açık tutarak devamlı sevaplar yazılmasını sağlamalı, böylece hiç olmazsa son fırsatı kaçırmamalılar, diye düşünmekteyim. Bilmem evlatlar ne düşünürler bu son fırsatı kaçırmama konusunda?..

Ahmed Şahin / Zaman

‘Kur’an’ın İlk Emri Oku’dan mesaj yüklü misaller…

Işık Yayınları, “Kur’an’ın İlk Emri Oku!” kitabını, okuyucusunun istifadesine sunmuş.

Gürol Akci’nin hazırladığı 224 sayfalık kitapta Asr-ı Saadet’ten ibretlik örnekler de sıralanmış, mesaj yüklü misaller de sunulmuştur. İlgi duyarak okuduğum bu misallerin bazılarını kısaltarak sizinle paylaşmak istedim. Benim gibi sizin de etkilenerek okuyacağınızı sandığım örneklerin eksiksiz asıllarını ise kitaptan incelemek gerekmektedir.

***

Önce ilim, sonra zikir ve dua…

Hz. Adem’i meleklerden üstün kılan fark ilimdir. İlmin üstünlüğünü şu örnek olay da açıkça ifade etmektedir. Abdullah bin Amr anlatıyor:

Resulüllah (sas) Efendimiz, bir gün mescide girdiğinde iki yanda iki grup insan gördü. Bir grubu ilimle meşgul oluyor bir grubu da dua ve zikirle iştigal ediyordu. Buyurdu ki:

“Bu iki grubun ikisi de hayır üzeredirler. Ancak onlardan birisi diğerinden daha hayırlı bir meşguliyet içindedir. Çünkü onlar ilimle meşgul oluyorlar, hem kendileri öğreniyor hem de başkalarına öğretiyorlar. Diğerleri de zikir ve dua ile meşguller. Zikir ve dua da ilimle birlikte olursa aynı değerde olur.

Bundan sonra kendisi de ilimle meşgul olanların içine girip oturarak buyurdu ki:

Ben de ilimle meşgul olan bir muallim-öğretmen olarak gönderildim. Bir saat ilimle meşgul olmak, uzun zaman nafile ibadetle meşgul olmaktan hayırlıdır…

İlmin de faydalısı faydasızı olduğuna işaret eden Efendimiz (sas), duasında şöyle niyazda bulunuyordu:

Allah’ım! Faydasız ilimden, ürperme hissinden mahrum kalpten, doymak bilmeyen nefisten, kabule layık olmayan duadan Sana sığınırım!

***

Cihad mı üstün, ana-baba hakkı mı?

Bir adam mescide gelerek Allah Resulü’nden (sas) cihada gitmek için izin istedi.

Efendimiz (sas), adama sordu: Hizmetine muhtaç annen baban var mı hayatta?

Adamın, evet var, demesi üzerine buyurdu ki:

– Öyle ise senin cihadın, yardıma muhtaç anne-babana hizmette bulunman, onların kalplerini gönüllerini kazanıp dualarını almandır!..

***

Çocuklar, yalanla aldatılabilir mi?

Abdullah bin Amir, çocukluk günlerinden kalma bir hatırasını şöyle anlatıyor:

Resulüllah (sas) Efendimiz, bir gün bize gelmişti. Ben de çocuktum, oynamak için dışarıya çıkıyordum. Annem beni yanına çağırarak, ‘Gel bak sana ne vereceğim!’ dedi. Bunun üzerine Resulüllah (sas), ‘Çocuğa ne verecektin?’ diye sordu. Annem de, ‘Hurma verecektim’ deyince şöyle hatırlatmada bulundu: ‘Eğer söz verdiğin şeyi çocuğa vermeyecek olsaydın, onu yalanla aldatmış olma günahına girmiş olurdun. Sana bir yalan günahı yazılırdı. Dikkat edin, çocuklarınızı yalanla aldatmaya alışmayın.

Yalan söyleme konusunda Efendimiz’in ikazları çok şiddetliydi. Buyurdu ki:

– Size günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Biz de, ‘Ver ya Resulellah’ dedik. Bunun üzerine buyurdu ki:

İlk en büyük günah Allah’a şirk koşmak, sonra anne-babaya itaatsizlikte bulunmak, sonra da yalan söylemek, yalancı şahitlik etmek. Bu son günahı söylerken iki dizi üzerine gelip tekrarlayarak buyurdu ki: Yalan söylemekten sakının, yalan söylemekten sakının!.. Bu sözünü o kadar çok tekrarladı ki, artık susmayacak sandık!..

***

Deniz suyu ile abdest alınır mı?

Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:

Beni Müdliç kabilesinden gelen bir adam şöyle sordu:

– Biz bazen gemide uzun yolculuk yapıyoruz. Bu sırada yanımızdaki su ancak içmemize yetiyor. Bu durumda deniz suyu ile abdest alabilir miyiz?

Allah Resulü buyurdu ki: Alabilirsiniz. Denizin suyu temiz, içinde yeni ölen balığı da helaldir.

****

Kadınların mescidde özel vaaz günü isteği…

Ebu Said el Hudri anlatıyor:

Kadınlar, erkeklerden ayrı olarak bize bir gün tayin etseniz de biz de o gün gelip sorularımızı sorsak, bilmemiz gerekenleri öğrensek, dediler.

Bunun üzerine Allah Resulü (sas), hanımlar için özel bir gün tespit etti. O günde mescidde toplanarak istedikleri soruları sorup ihtiyaçlarını öğrenme imkânına kavuştular, bilgilerini çoğalttılar.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

Ayetlerin yanlış okunması namazın sıhhatini etkiler

Ezberlenen ayet ve sûreler tekrar edilmediğinde yanlış okumaları da beraberinde getiriyor. Doç. Dr. Fatih Çollak, bu şekilde kılınan namazların sıhhatinin olumsuz etkilendiğini söylüyor. Çollak, namazların daha sahih olması için ayet ve sûrelerin doğru ezberlenmesini, sık sık tekrar edilmesini tavsiye ediyor.

Yıllar önce ezberlenen ayetler ve sûreler, gereği gibi tekrar edilmediğinde zamanla telaffuz yanlışları ortaya çıkıyor. Bu şekilde kılınan namazların da sıhhati olumsuz etkileniyor. Doç. Dr. Fatih Çollak, namazların daha sağlıklı eda edilmesi için ezberlerin doğru bir ağızdan öğrenilmesi gerektiğini ve sürekli tekrar yapılmasını söylüyor. Çollak, tecvidin kalıplaşması, doğru telaffuzun kalıcı olması ve sürekli egzersizlerin yapılmasının, namaza karşı gösterilmesi gereken hassasiyetler olduğunu ifade ediyor. Ezbere okunan ayetlerin tekrar edilmediği durumda, ilk başta ufak bozuklukların olacağını, sonra da ciddi yanlış okumaları beraberinde getireceğini belirtiyor.

Fatih Çollak, namazda yanlış okunan ayetin Kur’an’da bir benzeri olmazsa namazın sıhhatini olumsuz etkileyeceğini aktarıyor. Eda edilen namazların daha sahih olması için namazda okunan ayetlerin doğru ezberlenmesini ve sık sık tekrar edilmesini öğütleyen hafız Fatih Çollak, doğru bir ağızdan dinlenilmeyen sûrelerde mahreç hataları olacağını, bu nedenle Kur’an öğrenirken bu işin uzmanlarından öğrenilmesi gerektiğini belirtiyor.

Ailelerin çocukların Kur’an eğitiminde çok hassas olmaları gerektiğine dikkat çeken Çollak, “Nasıl ki çocuğumuzun üniversiteyi kazanması için özel dersler aldırıyoruz. Bir sürü masraf ediyoruz. Aynı hassasiyetle çocuğumuzun Kur’an eğitimi için de aynı fedakârlığı göstermeliyiz. Çünkü çocuğumuzun bu dünyada kazanacakları için bu kadar çok uğraşıyorsak, ebedi hayatı kazanması için daha fazla çalışmalıyız.” diyor.

Kur’an öğrenmek kadar Kur’an okumanın da önemine değinen Çollak, bazı insanların toplum önünde Kur’an okurken utandıklarını ve bu utanma duygusunu Allah’a karşı olan mesuliyet duygusuyla yenmesi gerektiğini kaydediyor. Doç. Dr. Çollak, “Kur’an’ı okumak ve birine öğretmek Allah’ın emridir. Bu yüzden toplu ortamlarda sesli bir şekilde Kur’an okumak gerekebilir. Bu ortamlarda utanmadan ‘Bu bana Rabb’imin bir emridir.’ diyerek hareket etmek gerekir.” diyerek, sesli okumalarda oluşan utanma duygusunu yenmenin yollarını gösteriyor.

Kur’an okumadaki amaç, amel etmek olmalı

Kur’an okumanın üç aşamadan oluştuğunu aktaran Doç. Dr. Fatih Çollak, birinci aşamanın Kur’an’ı Arapça okuyup sevap kazanmak, ikinci aşamanın okunan ayetlerin anlamlarını öğrenmek ve üçüncü aşamanın okunan ayetlerle amel etmek olduğunu söylüyor. Kur’an okumadaki asıl amacın üçüncü aşama olması gerektiğini vurgulayan Çollak, “İnsanlar genelde birinci ve ikinci aşamaya takılır kalırlar. Ancak Kur’an okumadaki asıl amaç, Allah’ın bize yolladığı ayetleri ahlakımıza yansıtmak ve onlarla amel etmektir.” diye konuşuyor.

Sümeyra Kırca / Zaman Gazetesi

Kur’an ve Roman

Romanlarda tipler vardır, karakterler vardır.
Tipler insanların zaaflarını ve sıradan
ihtiyaçlarını kendilerine gaye edinen,
paradan, menfaatten, ziynetten, karşı
cinsten hoşlanan insandır, bu bütün
insanların ortak tarafıdır.

Tipler sıradan kişilerdir, bütün dünya romanı tiplerden oluşur, romanın bir de karakterleri vardır. Onlar özellikleri ile sıradan, alelade insanlardan ayrılırlar.

Hugo’nun karakteri belediye başkanı olduğu şehirde bir sıradan adamın mahkemesine katılır, adam hırsızlıkla suçlanmaktadır, belediye başkanı hırsızın o değil kendisi olduğunu söyler, birden sıradan ve adi bir hırsız derecesine düşer. Ama o sıradan da olsa bir garip adamın suçunu işlemiş bir adamın bunu kabullenmesi gerektiğini söyler, yıldızlardan yere düşer.

İslamın büyük romanları yazılmamış, kenarda köşede romanları vardır. Halit bin Velid, ona ashab “Kendi uyumayan ve başkasını uyutmayan adam” demişler, kendi bir yana atı bile karakter.

Öldüğünde Cenab-ı Ömer mezarı başında ağlarken uzaktan bir at sesi duyulur, dört nala bir at gelmektedir mezara doğru, mezarın başına gelir başını göğe kaldırır ve haykırır, sonra başını indirir insan gibi ağlar, ne sahne ama. Nerede bu sahnenin romanı?

Aynı adam düşman kumandanına “Sizin hayatı sevdiğiniz kadar, ölümü seven askerlerim var” der. Hz. Ömer “Anaların Halid gibi birini doğurmak şansı yok” der.

Bütün hayatı sıradanlıktan eser olmayan bir insan. Nerde onun romanı, nerede ashabın romanı nerede, bu büyük ruhlu insanların, ruhları kıyamete kadar güneş gibi kirli kalpleri yıkayan adamların romanları.

Büyük Umutlar Romanı

Mekke’de orta okul çocukları gördüm, ellerinde Kur’an ve bir de Dickens’in , İngiliz romancısı Büyük Umutlar romanının İngilizcesi , bizim İngiliz dili öğrencilerimizin okuyamadığı İngilizce romanlar. Kitapçıya sordum neden Dickens, dedi ki Dickens muhafazakar ve dine saygılı bu yüzden burada onun romanları okunuyor, okutturuluyor Peygamberin beldesinde İngiliz romancısı.

Bediüzzaman beş yüz senedir yattığınız yeter derken , her yönden yattığımızı söylüyor. Bu “nevi beşerin yıldızları olan” insanların romanını yazmamışız, Namık Kemal “Hugo olmasaydı ben olmazdım” diyor. Neden intibah ve Cezmi gibi iki roman yazdı da, asrı nurani, peygamber asrının insanlarının romanını yazmadı, güneşi arkasına alıp mumların arkasına giden aydınlar.

Hilmi Yavuz, Kur’an ve Roman diye iki yazı yazmıştı, bunları okurken roman konusunda ne söyleyecek diye düşündüm, baktım onun bakış açısı değişik.

Karakterler ve tipler

Kur’an ve mukaddes kitaplar dünya romanının atası. Çünkü Kur’an’da da karakterler ve tipler, kötü adamlar oppozite menler var. Kur’an da da gerilim var, firavun ile Hz. Musa arasındaki gerilim, inkarın ve yanlış bakış açılarının temsilcisi olan yerine göre tip, yerine göre karakterler var, onlar küfrü idare ediyor, peygamberler ise imanı. Dolayısı ile Kur’an’ın bir anlatı metni olarak özellikleri araştırılmamış, onun vaka örgüsü, şahısları, tensionu, ayetlerin başlangıç ve bitişleri, imajları, daha yüzlerce mesele edebiyatın eleştirinin alanına alınmamış illa herkes onu bir ibadet ve ahlak kitabı gibi görmek zorunda demişiz.

Akif bu yüzden bu kısır döngüyü anlatır
Ya açar bakarız nazm-ı celilil yaprağına
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okumak ne de fal bakmak için

İdeal Örnek Bediüzzaman’dan

Fala ve mezarlığa mahkûm edilen kitap, olmaz deyip isyan eden yok.

Bir isyan değil ideal örneği veren Bediüzzaman. Mu’cizat-ı Kur’an’iye kitabında birçok konu edebiyat olarak anlatılmış. Mebahisindeki Camiiyyet-i Harika bahsinde Kur’an’ın konu zenginliğini anlatır. Yirmi sekiz tane temel konu sayar sonra da sınırlamadığını söyler “bütün mebahis-i esasiyeyi ve mühimmeyi” der. Bütün mühim ve esaslı konuları anlatır. Kur’an’ın bütününü bir anda gören bir göz ve hafıza ile söylenir bu özetleme cümleleri. Bediüzzaman hala klasik din çemberinden çıkmayan bir takımın gündemine girmedi, bir azamet bir kendini beğenmişlik.

Şu bahisleri bir olay örgüsü içinde çocuklarımıza ve gençlerimize veren roman benzeri kitaplar yok. Kur’an’ın hikâyelerine kıssalarına günümüzün sorunlarına uygun bakış açılarını Bediüzzaman birinci ve ikinci lem’a’da, örnek verir ve ben olayları günün şartlarına uyarladım, siz diğer kıssaları güne uyarlayabilirsiniz.

Denizi deniz olmaktan çıkarır hayata benzetir, hastalıkları bedensel olmaktan çıkarır, ruhsal ve düşünsel ve günahların tesiri ile doğan hastalıkları örnek verir. O zaman Hzç Musa’nın dağdan dönünce milletin taptığı buzağı da bugün başka anlama gelir, herkesin küçük büyük bir buzağısı, onu Allah’a gitmekten engelleyen bir buzağısı yoktur demektir.

Peygamberler büyük karakterlerdir.

Onlar sıradan insanların, tiplerin sahip olmadığı zenginliğe ve sabra sahiptirler. Bir Hz. Musa hep bir hikâye, kuru hikâye kahramanı gibi anlatılır. Diğerleri de öyle, Bediüzzaman bunlardan açıkladıklarına geniş anlamlar verir bahisleri günceller. İsa, İbrahim, Yusuf hepsi birer karakter, onların etrafında yer alanlar da norm kişilerdir, Züleyha bir norm karakterdir, Yusuf’un terakkisini sağlayan olumsuz kişidir, onun hidayetini idare eden bir zemberektir. Onun meydana getirdiği gerilim ve çatışma ile kıssanın hazzı duyulur ve en güzel kıssa olur. Kur’anda fon şahıslar vardır, peygamberlerin etrafında dolaşan, canlılar ve sıradan insanlar. Yusuf’un mağarası üzerinde uçuşan kuşlar, mağara da büyük mekândır. Velhasıl biz böyle bakmadığımız için Kur’an dolaylarda, yakışıklı muhafazalarda kalmış.

Çalıkuşu romanında Feride , Sinekli Bakkal Romanında

Rabia birer kahramandırlar çocuklarımızın ve bizim zihnimizde neden Hz Peygamber hayatımızın bütün her yanını işgal eden bir kahraman gibi anlatılmamış. Peygamberimizin hayatı ile ilgili kitaplar, merdiven gibi, doğdu, savaştı, ve öldü. Bu yüzden Bediüzzaman Mucizat-ı Ahmedi’ye de Peygamberimizi bir kahraman gibi işler, en önemli davranışlarını, olaylarını örnekler. O da olmasaydı ne yapardı bu topraklar ve bu sema ve içindeki bizler.

Prof. Dr. Himmet Uç

Bediüzzaman’ın Hafızası

Çok iddialı bir başlık değil mi? Bir çay bardağının koca bir bahr-i muhit-i okyanusu ölçmesine benzer. Ama ölçer mi, ölçmese de bir yorum imkânı verebilir mi?

Ben de siz de düşünelim. Bediüzzaman’ın eserlerinden hareketle o sonu gelmez hafızanın hakkında mülahazalar yapabiliriz. Sadece konuşmak değil örnek metinlerden hareket edeceğiz. Mu’cizat-ı Kur’an’iye isimli eserin tamamı o büyük hafızanın bazı görüntülerini almış. İkinci Şule’de şu cümleye bakalım: “Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın heyet-i mecmuasında,

Raik bir selaset
Faik bir selamet
Metin bir tesanüd
Muhkem bir tenasüb

Cümleleri ve heyetleri mabeyninde ulvi bir tecavüb olduğunu ilm-i beyan ve fenn-i maani ve beyaninin Zemahşeri, Sekkaki, Abdulkahir-i Cürcani gibi binlerce dahi imamların şehadetiyle sabit olduğu” (Sözler, 448)

Bu cümlenin sahibinin Kur’an’ın haritasını gören bir ihatası ve hafızası vardır.

Bu sözü söyleyen Kur’an’ın bütünü gören şahıstır. Kur’an’ın 6666 ayetini birden gören ve onlarda raik selaset, faik selamet, metin tesanüd, muhkem tenasüb, ulvi tevavübü genelinde gören ve yorumlayan bir hafıza ve zekâ vardır. Bu kelimelerin anlatamayacağı bir büyüklüktür.

İkinci Şu’le devam eder

Bu beş değişik özellik bir metinde düzen içinde genel tenasübü bozmayacak şekilde ifade edilmiştir, bunu da görmek ve ifade etmek aynı derecede zor.

Her surenin iniş nedeni nüzul nedeni farklı olduğu halde, onlar öyle birbiri ile dayanışma halindedir ki sanki iniş nedeni birdir, Kur’an bazı olaylara farklı ve tekrar tekrar cevap olduğu halde cevaplar o kadar iç içe girmiş, o kadar birbirine kuvvet verir ki sanki tek sualin cevabıdır.

Hem Kur’an değişik sayılarda, farklı farklı hadiselerin hükümlerini beyan için geldiği halde, öyle tam bir intizamı gösteriyor ki, bir hadisenin beyanıdır.

Hem farklı ve çeşitli halette muhatapların anlayışlarına göre uygun üslublarda hepsinin zihin derecelerine göre tenezzül ettiği halde, öyle güzel bir benzerlik ve güzel bir akıcılık gösteriyor ki güya haller birdir, bir anlayış derecesidir, su gibi akar bir selaset ve akıcılık gösteriyor.

Hem o Kur’an birbirinden uzak, sayısız muhatapların sınıflarına yönelik konuştuğu halde, öyle bir beyan kolaylığı, düzgün ve kurallı sözlerden oluşan bir nizamı, bir kolay anlatışı vardır ki, güya muhatabı bir sınıftır. Hatta her bir sınıf zanneder ki gölgesiz ve engelsiz muhatab kendisidir.

Hem Kur’an değişik ve birbirine derc olmuş irşadi bazı gayelere kavuşturmak ve hidayet etmek için nazil olduğu/indiği halde, öyle bir doğru istikamet, doğru hedef, öyle dikkatli bir denge, öyle bir güzel intizam vardır ki güya maksat birdir.

İşte bu sebepler karışıklığın nedeni iken, Kur’an’ın mu’cize beyanında akıcılık ve tenasübünde uygunluğunda kullanılmışlardır. Bu cümleyi kurmak ve ifade etmek bir büyük zekâ ve hafıza olduğu kadar, Kur’an’ın bütününde bunları tespit etmek daha müşkül bir meseledir. İşte Hadi-i azam bu demektir, bu cümleyi kuran adam Hadi-i azamdır. Bu cümleyi tüm zamanlar içinde kimse kurabilir mi? O da ayrı bir mesele.

Bahsin son paragrafında yine aynı hafıza, yorum, hayal gücü ve ihata konuşur. “Evet, kalbi sakamsız, aklı müstakim, vicdanı marazsız, zevki selim bir adam, Kur’an’ın beyanında güzel bir selaset, rana bir tenasüb, hoş bir ahenk, yekta bir fesahat görür.

Hem basiresinde selim bir gözü olan görür ki Kur’an da öyle bir göz vardır ki, güya o göz bütün kainatı zahir ve batını vazıh, göz önünde bir sahife gibi görür.” (Sözler, 449)

Burada göz ve görmek ile ilgili harika bir cümle kurmuş.

Göz bir hassedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Göz asgari düzeyde eşyanın güzelliğini görür. Ve daha birçok gözle ilgili imajların şahikasında bu göz imajı yatar. Bu gözü gören göz de onun gözüdür. Düştük bir okyanusa sahile var ey kalbim.

Şimdi hazır olalım son cümle ne kadar azametli:

“İstediği gibi çevirir. İstediği bir tarzda o sahifenin manalarını söyler.

“Şu birinci Nur ‘un hakikatini misaller ile tavzih etsek, bir kaç mücelled lazım”. Birkaç cilt eser ile bu paragraflar örneklenebilir, o örnekleri gören de onu yorumlayan da o, seni anlatamadık Üstadım. Sevenler bir âlem, sevmeyenler bir âlem. Elimde şaşkın kalem, neyleyem ?

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer