Etiket arşivi: mehmet görmez

Kırgız imamlarını Türkler eğitecek!

Türkiye ile Kırgızistan din dersleri, Kırgız imamların eğitimi ve dini kurumların yeniden yapılandırılması gibi konularda işbirliğine gidiyor.

Kırgızistan Başbakanı Jantoro Satybaldiyev ile Oş kentinde bir araya gelen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez üç madde üzerinde mutabakata vardı. İlerleyen günlerde oluşturulacak komisyonlar marifetiyle iki ülke arasında din dersleri, imamların eğitimi ve Kırgızistan’daki dini idarenin yeniden yapılandırılması üzerine çalışmalar başlatılacak. Böylece hem Kırgız imamların Türkiye’de dini yüksek ihtisas görmelerinin önü açılacak hem de Türkiye Diyanet Vakfı’nın 19 yıl önce kurduğu Oş Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin mezunları projede görev almış olacak.

Hanefi fıkhının önemli isimlerinden İmam Serahsi’nin Türkiye Diyanet Vakfı tarafından inşa edilen türbesinin açılış törenine katılmak üzere Kırgızistan’ın Oş kentinde bulunan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Kırgızistan Başbakanı Jantoro Satybaldiyev ile görüştü. Başbakanlık konutunda gerçekleşen görüşmede ağırlıklı olarak iki ülke arasında dini alanlarda gerçekleştirilebilecek işbirlikleri üzerinde duruldu. Görüşmede, üç alanda önemli ortak çalışmalar yürütmeyi önemsediklerini belirten Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şöyle konuştu;

Din konusu artık bütün devletlerin en çok önem vermesi gereken konulardan birisidir. Bu nedenle dini kurumların doğrudan yasal zemini olan, yetkileri ve bütçesi olan, kendi ayakları üzerinde durabilen, başka ülkelere ve cemaatlere muhtaç olmayacak şekilde doğru dini bilgiyi üretebilen ve bu bilgi ile topluma hizmet eden, dini, ilmi ve manevi yönü güçlü kurumlar olması gerekmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığımız bugün dünyanın pek çok ülkesinin üzerinde kafa yorduğu örnek bir modeldir.”

Okullarda verilen din derslerinin önemine de değinen Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Avrupa’da 18 ülkede din dersinin en az matematik kadar önemli olduğunu belirterek, doğru dini bilginin çocuklara ancak okullarda öğretilebileceğini vurguladı. Başkan Görmez ayrıca, din konusunda bilgisizliğin, cehaletin ve eksik bilginin insanları yanlış yönlendirdiğini, sağlıklı doğru dini bilgi ile ancak yeni nesillerin yetişmesinin mümkün olduğunu kaydetti. Başkan Görmez şöyle devam etti;

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından kurulan Oş Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 19. yılını doldurdu. Çok sayıda mezunu var. Bu mezunlardan din derslerinin öğretimi konusunda yararlanılabilir. Bu açıdan Kırgızistan’ın çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Orta Asya’da bulunan pek çok ülkenin böylesi bir şansı yok. Her türlü desteğe hazırız.”

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Kırgızistan’da görev yapan 2 bin 500 Kırgız imamın eğitim konusunda ise şunları söyledi;

Sayın Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in Ankara ziyaretleri sırasında şahsıma ilettikleri burada görev yapan 2 bin 500 imamın eğitime alınması konusunu çok önemsiyorum. Öncelikle imamların mevcut seviyeleri tespit edilerek üç gruba ayrılabilir, bir grup Türkiye’de, bir grup Bişkek’te, bir grup da Oş’ta eğitime tabi tutulabilir. Bu konuda da elimizden gelen her türlü desteği vermeye hazırız.”

Kırgızistan Başbakanı Jantoro Satybaldiyev de Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ve beraberindeki heyetini ülkesinde ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirirken, mutabakata vardıkları üç alanda da ortak çalışmalar başlatmak üzere talimat verdiğini, önümüzdeki günlerde oluşturulacak bir heyetin Türkiye’ye gönderileceğini kaydetti. Din dersleri konusunda ise bir başka heyeti Milli Eğitim Bakanlığı ile temaslarda bulunmak üzere Türkiye’ye göndereceğini belirtti. Türkiye ile dini alanlarda işbirliği içerisinde olmaktan büyük mutluluk duyduğunu da ifade eden Başbakan Satybaldiyev, İmam Serahsi’nin yeni inşa edilen türbesinden dolayı emeği geçen herkese teşekkür etti.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Kırgızistan Başbakanı Jantoro Satybaldiyev ile görüşmesine Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Oş Valisi Sooronbay Jeyenbekov da katıldı.

 Haber7

Görmez: Film, küresel bir provokasyondur!

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Hz. Peygambere hakaret içerdiği gerekçesiyle İslâm dünyasında protesto gösterilerine neden olan “Müslümanların Masumiyeti” filmini ve dün Bingöl’de 8 polisin şehit düştüğü olayları değerlendirdi.

Amerika’da yayınlanan film, küresel bir provokasyondur. Öyle bireysel veya toplumsal değil, küresel bir provokasyondur. Çünkü bir kısır döngüye girildi ve provokasyonların sayısı çoğaldı.” diyen Diyanet İşleri Başkanı Görmez, tarih boyunca İslâm’a yönelik birçok eleştiri olduğunu ancak son dönemlerde bu eleştirilerin aşağılama ve hakaret boyutuna vardığını söyledi. İslâm dünyasında ortaya çıkan tepkilerin sadece bir filme yönelik olmadığının altını çizen Başkan Görmez, şöyle konuştu:

“Salman Rüşdî ile başlayan aşağılamaya varan eleştiriler Fitne filmi, karikatür krizi, Papa’nın Regensburg konuşması, İsviçre’deki minare referandumu, Almanya’da son zamanlarda gündeme gelen sünnet yasağı ve Müslümanların varlığını sadece bir güvenlik meselesi olarak ele alan başörtülü afişler ve son olarak da Amerika’da ortaya çıkan bu bayağı, pespaye film. Bütün bunlara baktığımızda ortak noktaları, bunların hiçbir düşünsel, bilimsel, kültürel, sanatsal değerlerinin olmayışıdır. Filmin, sadece aşağılamak, sadece kutsala saldırmak, sadece tahkir etmek üzere bina edilen bir provokasyon olduğu anlaşılıyor.”

“İslâm bu topraklarda kaldıkça terör, bir katiller hareketi olarak kalmaya devam edecektir”

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, dün Bingöl Karlıova’da meydana gelen terör saldırısı nedeniyle şehit düşen 8 polisle ilgili de şunları söyledi:

“Aslında sözün tükendiği bir zaman diliminde olduğumuzu biliyorum. Artık başsağlığı dilemenin, mesajlar yayınlamanın çok anlamsızlaştığını biliyorum. Ancak bununla birlikte öncelikle bütün şehitlerimizin yakınlarına, ailelerine başsağlığı; milletimize sabır ve metanet diliyorum. Bütün bu olup bitenlere rağmen, bizim millet olarak, hangi düşünceden, hangi inanıştan, hangi ırktan, hangi dilden olursa olsun, milletimizin her ferdinin kardeşlikte ısrar etmesi gerekiyor. Terörün otuz yıldır bir amacı var: Sahip olduğu ideolojiyi toplumsallaştırmak, toplumun fertlerini karşı karşıya getirmek. Ancak hesap etmedikleri bir şey var. Din-i mübin-i İslâm bu topraklarda kaldıkça, bizi birbirimize kardeş kılan ortak değerlerimiz var oldukça terör, bir katiller hareketi olarak kalmaya devam edecektir. Şehitlerimizin bize bıraktığı en büyük emanet, her birimizin onların bu ideolojisinin toplumsallaşmaması için çaba göstermek, birbirimize daha da yakınlaşmak, kardeşliğimizi daha da pekiştirmek olmalı. Ben tekrar bütün milletimize başsağlığı diliyorum.”

“Kardeşliğimizi pekiştirmek, birlik ve beraberliğimizi zedeleyen unsurları ortadan kaldırmak için çaba sarf ediyoruz”

Diyanet İşleri Başkanlığının görev alanlarının yanında toplumsal konularda da duyarlılık gösteren bir kurum olduğuna işaret eden Başkan Görmez, şöyle devam etti:

“Diyanet İşleri Başkanlığının görevi yalnızda camileri yönetmek, sadece cami içinde topluma manevi rehberlik yapmak değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak aynı zamanda kardeşliğimizi pekiştirmek, birlik ve beraberliğimizi zedeleyen unsurları ortadan kaldırmak için de bir çabamız, gayretimiz, görevimiz var. Sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde, on dokuz bin arkadaşımızla çalışıyoruz. Onların her birisiyle ben bizzat bir araya geliyorum. Onlarla birlikte bunları değerlendiriyoruz. Hatta birlikte özeleştiri yapıyoruz. ‘Demek ki biz, bizi kardeş kılan değerleri aktarmakta zaaf gösteriyoruz. Demek ki biz görevimizi hakkıyla ifa etmiyoruz.’ diye sürekli özeleştiriler yapıyoruz. Sadece bu tür konuları gündemine alarak çaba göstermek zaman zaman çok fayda vermiyor. Ama görünmeyen çabalarımızın çok daha farklı olduğunu ifade edebilirim.

“Mele projesiyle bilge şahsiyetlerin bilgi ve irfanlarından yararlanmayı hedefliyoruz…”

Mele projesinin, terör hareketinin başlattığı bir proje olmadığına vurgu yapan Başkan Görmez, şunları söyledi:

“Bu proje, bizim tarihimizin, kültürümüzün bir değeri olarak ortaya çıkan; ancak zamanla ötekileştirdiğimiz bilge şahsiyetlerin bilgisinden de istifade etmeyi de amaçladığımız, yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle sınırlı olmayan, Karadeniz ve Marmara’da, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde eserleriyle kendilerini ortaya koymuş bilge şahsiyetlerin bilgilerinden, kültürlerinden, irfanından, tabiri caizse ustalıklarından yararlanmayı hedeflediğimiz bir proje oldu. Şu anda bin kadar arkadaşımız göreve başladı. Bununla birlikte projenin ilk olumlu, müspet sonuçlarını aldığımızı söyleyebilirim. Gayet güzel bir şekilde gidiyor. Şimdi yakında o arkadaşlarımızla bir eğitim yapacağız. Hem onların birikimlerinden faydalanacağız, hem de Diyanet İşleri Başkanlığının birikimini, tecrübesini arkadaşlarımıza, hocalarımıza aktarmaya çalışacağız.”

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in açıklamalarından diğer başlıklar şöyle:

“İslâm, hiçbir zaman şiddete başvurmayı, rastgele büyükelçiliklere saldırıp insan katletmeyi meşru görmez…”

Libya’da, Mısır’da ve dünyanın farklı bölgelerinde feryat eden insanların yaşadığı 200 yıllık yaralanmış bir bilinç var. Ben insanların sadece bu filme tepki gösterdiklerini zannetmiyorum. Sömürge dönemi var. İşgaller ve işgallerin bıraktığı 30- 40 yıllık yönetimler var. Müslümanlar gösterdikleri tepkiyle aslında şunu söylüyorlar: “Yer altındaki bütün kaynaklarımızı aldınız, götürdünüz. Sizin olsun. Her yerde canımızı aldınız, kanımız aktı. Ama hiç olmazsa bizim kutsallarımıza dokunmayın.” Ancak bu, hiçbir zaman sokağa çıkıp provokatörlerin emellerine alet olmayı, İslâm’ın hiçbir zaman uygun görmediği şiddete başvurmayı, rastgele büyükelçiliklere saldırıp insan katletmeyi meşru kılmaz. Zaten bu kısır döngüde beni en çok üzen şey, en büyük zararı İslam’ın görmesi. O film kendi başına kalsaydı dünyada kaç kişi izleyecekti o filmi? Ama o film bütün dünyanın izlediği bir film haline getirildi. Bu film niçin Arapça alt yazı yazılıp, internet erişiminin en düşük olduğu Mısır ve Libya’da piyasaya sürülüyor? Amaç çok açık. Dolayısıyla bütün bunlardan en büyük zararı İslâm görüyor. İslamofobia bundan besleniyor. Onun için tabii ki Müslümanların bu gösterdiği tepkinin sebeplerini tahlil ettiğimizde, gösterilen tepkilerin sadece o filme bir tepki olarak gösterilmediğini ben şahsen biliyorum. Derin bir tarihi birikim, aşağılama, tahkir, iki yüz yıllık yaralı bir bilinç ve kültürel işkenceye varabilecek saldırılar var. Ancak bu film ne kadar bayağı, ne kadar pespaye, ne kadar provokatif olursan olsun bu hiçbir zaman herhangi bir Müslümanın sokağa çıkıp, ilgili veya ilgisiz demeden rastgele insan öldürmesini asla meşru kılmaz.

Tepkiler Hz. Peygamberin hikmetine ve onun bize öğrettiği Kur’an-ı Kerim’e uygun olmalı

İslâm dini bize hak aramanın da bir hukuku olduğunu öğretmiştir. Acaba hukukunu savunmak için sokağa çıktığımız peygamber, bizim eylemlerimizin, hareketlerimizin, tavırlarımızın hangilerini beğenir? Hiçbir Müslüman bunun izahını yapabilir mi? Resul-i Ekrem’e hayatı boyunca defalarca saldırılar yapılmıştır ve onun bütün saldırılara verdiği karşılıklar bellidir. Bütün bu provokasyonları boşa çıkarmanın yolu, hikmetten ve adaletten, ahlaktan ve hukuktan ayrılmadan tepkilerimizi dile getirmekten geçer. Peygamberimizin hukukunu korumak her Müslümanın görevidir. Ama O’nun hukukunu korumak, Peygamber ahlakına ters bir şekilde sokağa çıkıp gördüğümüz bütün dükkanları, Batılı ifadelerin bulunduğu bütün iş yerlerini yağmalamak, saldırmak şeklinde olmamalı. Zaten provokasyonun amacı da bu olsa gerektir. Müslümanların göstereceği tepki mutlaka Peygamberin hikmetine ve onun bize öğrettiği Kur’an-ı Kerim’e uygun olmalı.

İslâm algımızı yeniden gözden geçirmeliyiz…

Küreselleşme, insanlık tarihinde gerçekten çok büyük bir gelişme. Bu büyük gelişme karşısında insanlık bu duruma uygun bir dil geliştiremedi. Bu duruma uygun bir ortak yaşama kültüründen aciz kaldı. Bu duruma uygun bir düşünce gelişmedi. Böyle olduğu için de ciddi sorunlar çıkmaya başladı. Buna paralel olarak insanlar kimliklerini korumak için dinlerine sarıldılar. Başta İslâm olmak üzere bütün ilahi dinler, evrenseldir. Yani tam da bu durumu dikkate alarak, bütün insanlığa, kâinata, varlığa karşı bize sorumluluk yükleyen inançlarımız var. İslâm’ın Rabbi, bütün âlemlerin Rabbidir, İslâm’ın peygamberi bütün âlemlere rahmettir. Biz Müslümanların İslâm anlayışı, İslâm algısı, İslâm tatbikatı, İslâm’ın evrenselliğine yakışıyor mu? Yakışmıyor. Bizim İslâm algımız ve anlayışımız, İslâm’ı yerelleştiriyor, bölgeselleştiriyor, mevzileştiriyor. Böyle olduğu için, bütün bunların üstesinden gelmekte sıkıntılar yaşıyoruz.

Küresel provokasyonlar, Müslüman toplumlar üzerinde soyut ve kültürel bir işkenceye dönüşüyor…

Bu tür provokasyonlara karşı iki şey çok önem arz ediyor. İlk olarak bütün İslâmî kurumların ve Müslüman kanaat önderlerinin, Müslüman bilim adamı, fikir ve düşünce insanlarının bu türden provokasyonların devamının geleceğini de dikkate alarak bir araya gelmek suretiyle Müslüman toplumlarda bu tür küresel provokasyonlara karşılık vermenin ortak bilincini, ortak kültürünü oluşturmanın yollarını aramalıdır. Örneğin bunların İslâm dünyasındaki tüm camilerde vaaz konuları içerisinde yer almasını sağlayabilmeliyiz. Uluslararası toplantılar düzenlenerek bir daha böyle bir küresel provokasyon olduğunda Müslümanların tepkilerini nasıl ifade etmeleri gerektiği ile ilgili çok ciddi çalışmalar yapılmalıdır. Bu küresel provokasyonlar, Müslüman toplumlar üzerinde soyut ve kültürel bir işkenceye dönüşüyor. Çok farklı bir algı ile bilinçsiz kitleler öfkelerine hâkim olamıyorlar. Elbette kitleler kendi tepkilerini muhakkak vereceklerdir. Ama bu tepkiler nasıl olmalı, her şeyden önce bilinçli olarak bunun çalışmalarını yapmak zorundayız.

Kutsal değerlere hakaret, tüm dünyada suç olarak kabul edilmelidir…

Ama bununla birlikte uluslararası kurumların ve uluslararası camianın da atması gereken adımlar var. Aslında karikatür krizinden itibaren İslam İşbirliği Teşkilatının da bu konuda yoğun bir çabası oldu. Öncelikle bu tür provokasyonların tüm hukuk sistemleri tarafından suç olarak tanımlanması gerekiyor. Bugün dünya üzerinde ırkçılık ve ayrımcılık nasıl suç sayılıyorsa, nasıl nefret suçları diye bir suç çeşidi varsa, bu şekilde kültürlerin ve milletlerin kutsal değerlerini aşağılamak, tahkir etmek, bilimsel, sanatsal, kültürel hiçbir değeri olmayan, sadece provokasyon olan bu tür operasyonlar da aynı şekilde bütün hukuk sistemleri tarafından nefret suçları kapsamına alınmalıdır. Çünkü bu tür küresel provokasyonlar sadece Müslüman kitlelerin sabrını, sadece Müslümanların masumiyetini test etmeye yönelik değil, aynı zamanda batı dünyasında yüreklere yerleştirilen İslamofobiayı da tahriktir. Nitekim bunu Norveç’te gördük yakın zamanda. Breivik diye birisi ortaya çıkıp kendisini Hıristiyanlığın kurtarıcısı olarak lanse ediyor ve 77 masum insanı katledebiliyor. Dolayısıyla bu tür provokasyonlar, sadece Müslümanlara ve İslâm dünyasına zarar vermeyecek aynı zamanda batı dünyasında da ayrımcılığı, İslamofobiayı, ırkçılığı, körükleyecek ve küresel ölçekte bir şiddeti, terörü besleyecektir.

Uluslararası camia bu provokasyonları ifade özgürlüğü olarak değerlendirmemeli, ırkçılık gibi nefret suçu saymalı…

İslâm dünyasında zaten zihinler, bilinçler yaralı. 3 milyon insan ölmüş Irak’ta. Yanı başımızdaki Suriye’de 30-40 bin insan öldü. Afganistan’da, Filistin’de, Arakan’da ve dünyanın muhtelif yerlerinde zaten açılmış birçok yara var. Bütün bu yaraların her Müslüman bilinçte meydana getirdiği bir zedelenme var. Bunun üzerine bir de tahkir, kutsal değerlere, toplumun canından aziz bildiği peygamberine böyle bir saldırı olduğunda, işte böylesine hiç tasvip edilmeyen, İslâm’a da uygun düşmeyen tepkisel davranışlar ortaya çıkabiliyor. Ancak tekrar ifade ediyorum, bütün bunlar karşı şiddeti, saldırıyı, öfkeye hâkim olmadan yanlış işler yapmayı meşru kılmıyor. İkisini birbirinden ayrı ayrı ve çok iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Hem o küresel provokasyonu ve artık bunun kültürel bir işkenceye dönüştüğünü, hem de bunun doğu-batı çatışmasını, medeniyetler çatışmasını nasıl körüklediğini; bunun, ifade ve inanç özgürlüğü ile ilgisinin olmadığını çok güzel değerlendirmek lazım. Bir daha bu tür provokasyonlara gelinmemesi için kendi aramızda nasıl ortak bir bilinç geliştirebiliriz, peygamberî ve hikmetli bir tavır nasıl geliştirebiliriz, bunun üzerinde çalışmamız lazım. Aynı zamanda uluslararası camianın da bu tür provokasyonları suç sayacak ve bunun ifade özgürlüğü ile hiç alakası olmadığını ortaya koyacak, bunun bir ırkçılık ve ayrımcılık gibi bir nefret suçu olduğunu ortaya koyacak bir takım kararlar alması gerekiyor.

İslâm düşmanlığı batılı ülkeler tarafından ciddiye alınmalı…

İslamofobia hakikaten özellikle batılı ülkeler tarafından ciddiye alınmıyor. Ben bütün batılı ülkelerin İslamofobiayı çok çok ciddiye almaları gerektiğini düşünüyorum. Yurtdışındaki müşavirliklerimiz aracılığıyla günlük olarak Avrupa’da yaşanan İslamofobik hadiselerin bilgileri bize geliyor. Son aylarda bu sayı öylesine hızlı bir şekilde kabarıyor ki. Mesela Avrupa ülkelerinde son yıllarda çok bayağı bir davranış ve öfkeyi ifade ediş biçimi var. Bir gece biri bir domuz kesiyor ve domuzun kafasını caminin kapısına bırakıyor. Bu, o kadar çok yaygınlaştı ki! Peki bunu neden yapıyor? Çünkü, bunun karşı taraftan nasıl bir soyut işkence olarak algılanacağını biliyor. Tüm bunları sadece dinlerden kaynaklanan bir çatışma olarak yorumlarsak eksik değerlendirmiş oluruz. Bunun siyasi sebepleri var, sosyal, kültürel ve ekonomik sebepleri var. Son aylarda Almanya’nın sünnet yasağını telaffuz etmeye başlaması; “Aranıyor!” başlığı altında Müslüman insanların fotoğraflarını da koyarak afişler hazırlamaya kalkışması, Avrupa’da her ülkede ırkçı bir partinin ortaya çıkması, Avrupalı yetkililerin İslamofobik hareket, davranış ve düşünceleri hala hafife almakta olduğunu gösteriyor. Bu çok tehlikeli bir süreçtir. Herkesin bu konu üzerinde ısrarla durması gerekiyor.

İslamofobia, provokatörlerle kavga ederek ortadan kalkmaz…

Biz bu tespitleri yapıyoruz ama daha önemli bir şey var: İslamofobiayı önlemenin yolu, bunu üreten provokatörle kavga etmekten geçmiyor. Çünkü o kavga, hakikaten kirli bir kavga. Bizim Müslüman olarak o kavgayı yapanların seviyesine inmemiz mümkün değil. Çünkü o dil farklı bir dil, bizim bilmediğimiz bir dil, bizim anlamadığımız bir kültür. Hz. Peygamberin Hira’dan inerek Hz. Hatice’ye gelişini bu pespaye filmde ortaya koyan sahneyi gördüğüm zaman gerçekten bunlarla konuşmanın mümkün olmadığını gördüm. Ama biz Müslümanlar olarak iki şey yapabiliriz. Topyekûn Müslümanlar olarak yüreklere yerleştirilmek istenen İslâm korkusunu nasıl izale edebiliriz, bunu düşünmeliyiz. Elbette işin bilgi boyutu da önemli ancak bu hedefi sadece kitaplarla, filmlerle gerçekleştirmek mümkün değildir. Bunun en güzel yolu, bizatihi yaşayarak göstermek. Bu, özellikle gayrimüslimlerle iç içe yaşayan toplumlar için yani batıda yaşayan Müslüman topluluklar için çok daha önemli. O kardeşlerimiz, gayrimüslim komşularıyla daha yakın ilişki içinde olmalı. Biz de onların kendilerini çok daha yüksek bir özgüvenle ifade etmelerine yardımcı olmalıyız.

Medeniyetimiz içerisinde çatışma çıkarmak isteyenlere karşı dikkatli olmalıyız

Bütün bunların haricinde başka bir şey daha yapılıyor. Sadece medeniyetler arası çatışma değil, bir taraftan da medeniyet içi çatışma körükleniyor. Bir Şii-Sünni çatışması ve dinî azınlıklar meselesi çıkarılmak isteniyor. Bizim medeniyet havzamızdaki dinî azınlıklar tarih boyunca İslâm’ın verdiği o ahlak ve hukuk çerçevesinde varlıklarını gayet rahat bir şekilde idame ettirebilmişlerdir. Ama şimdi o emanete de dokunmak için bir takım şeyler yapılıyor. Bu, biraz daha yüksek bir özen ve dikkat gerektiriyor. Bu, artık küresel ideolojinin bir klasiği haline geldi. Bu klasik oyuna artık gelmemek gerekiyor. Biz Müslümanlar bir taraftan kendi kutsal değerlerimize hakaret edilmemesi için her türlü yola başvurmalı bir taraftan da bu tür provokatörlerin provokasyonlarına gelmemek için kendi öfkelerimize ve kitlesel öfkelerimize de hâkim olarak bu kültürel işkenceyi toplumlarımızın üzerinden nasıl hikmetle atmamız ve peygamberî bir tavırla nasıl karşılık vermemiz gerektiği üzerinde çalışmamız lazım.

Diyanet

Kadir Gecesi, yarın idrak edilecek…

Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi, yarın idrak edilecek.

Mübarek gece vesilesiyle bir mesaj yayımlayan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, mesajında Kadir Gecesinin değerini bizzat Kur’an-ı Kerim’den aldığını ifade ederek, “Kur’an-ı Kerim, bu geceye müstakil bir sure tahsis ederek, gecenin en güzel biçimde tasvirini yapmıştır.” dedi.

Kadir Gecesinin kadrini yücelten, Aziz Kur’an’ın rahmet yüklü evrensel mesajlarının bu gece inmeye başlamasıdır.

Kadir suresinin insanlığa üç önemli mesaj getirdiğine dikkat çeken Başkan Görmez, mesajında şunlara yer verdi:

Birincisi, Kadir gecesini değerli kılan “Yaradılış bilgisinin ders kitabı” olan yüce Kur’an’ın ilk nüzûlüne şahit olmuş olmasıdır. Onun kadrini yücelten, Aziz Kur’an’ın rahmet yüklü evrensel mesajlarının bu gece inmeye başlamasıdır. Aynı şekilde Müslümanların Allah katındaki değerini yücelten, kadrini kıymetini yüce kılan da Kur’an-ı azîmuşşandır.

İkinci mesaj, her Kadir gecesinin müminlere her yıl bir ömürlük bir fırsat sunmuş olmasıdır. “Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır” demek, “Kadir gecesi bir ömürlük zamana eş değerdir” demektir. Eğer şu ana kadar yaşadığımız ömrü iyi değerlendiremediysek bu gece bize bir ömre bedel bir imkân tanınmaktadır. Bu yönüyle Kadir gecesi diğer bütün kutlu zamanların üstünde ve önünde olarak Yüce Rabbimizin insanlığa bir rahmet kapısı, bir umut pınarı olarak bahşettiği mübarek bir gecedir. Bu gece, hayatımızın çok hızlı seyreden akışı içinde geçmişimizi değerlendirerek gafletle geçen günlerimizi sorgulama, günahlardan arınma, unutarak ve bilmeyerek işlediğimiz hatalara tövbe edip af ve bağışlanma dileme zamanıdır.

Üçüncü mesaj ise, vahiy meleği Cebrail aleyhi’s-selâm ile Allah’ın meleklerinin Kadir gecesinde yeryüzüne selâm ve esenlik getirmek üzere inmeleridir. Kur’an’ın nüzulü hürmetine bir kez yaşanan bu hadise, Cenab-ı Hakk’ın biz müminlere çok büyük bir ikramı, ihsanı ve lütfu olarak her sene tekerrür etmektedir.”

Kadir Gecesini ihya etmek, Kur’an’ın kıymetini bilmekle olur”

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, mesajında Kadir Gecesinin hakiki manada ihya edilebilmesinin yolunun Kur’an’ın kadrinin ve kıymetinin bilinmesinden geçtiğini söyledi.

Başkan Görmez, şunları kaydetti:

“Bu gece vesilesiyle bir kez daha hatırlatmak isterim ki, Kadir gecesini, ancak Kur’an’ın kadrini, kıymetini bildiğimiz oranda hakiki anlamda ihya etmiş oluruz. Kur’an’ın hak, hakikat, ahlâk ve adalet ilkelerine sarıldığımız ölçüde bu gecede bir ömre bedel manevî gelişmeler yaşayabiliriz. Kur’an’ın barış ve esenlik mesajlarına değer verdiğimiz nispette Allah’ın meleklerinin, yeryüzüne barış ve esenlik getirmek üzere indiklerinin idrakine varabiliriz. “Her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil!” şuuruyla hayatımızı sürdürdüğümüz müddetçe Kadir gecesinden hakkıyla istifade edebiliriz.”

“Mazlumlarla hemhal olmak, tüm Müslümanların üzerine düşen önemli bir ödevdir”

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Ramazan ayı boyunca verilen şehitler ve İslâm coğrafyasında Müslümanların maruz kaldığı insanlık dramının Ramazan sevincine gölge düşürdüğünü kaydetti. Kadir Gecesinde dünyanın neresinde olursa olsun açların, mağdur ve mazlumların haklarına dikkat kesilmek ve acılarına ortak olmanın gerekliliğine vurgu yapan Başkan Görmez, mesajını şöyle noktaladı:

“Üzülerek ifade edelim ki ülke olarak Ramazan ayı boyunca verdiğimiz şehitler, İslâm coğrafyasında özellikle yanı başımızda Suriye’de kadın, çocuk, yaşlı demeden her gün katledilen masum insanlar, uzak doğuda Myanmar’da, Arakan’da din kardeşlerimizin maruz kaldığı vahşet ve insanlık dramı, dünyanın muhtelif yerlerinde Müslümanlara reva görülen zulüm, şiddet, cinayet ve insanlık dışı eylemler, Ramazan sevincimizi buruk bir şekilde yaşamamıza sebep olmuştur. Kadir gecesini idrak ederken, dünyanın neresinde olursa olsun topyekûn açların, yoksulların, mahrumların, mağdurların, zayıf bırakılmışların, zulme uğramışların haklarına dikkat kesilmek, onların dertleriyle dertlenmek, acılarına ortak olmak, yaralarını sarmak, hâlleriyle hemhâl olmak; zâlim ve diktatörlerin hak ve hukuk tanımayan, azgınlaşan ve şımaran iradelerine karşı tavır almak, kısacası insanlığın barış ve huzuru için hayrın anahtarı şerrin kilidi olmak, yeryüzündeki bütün Müslümanların üzerine düşen bir görev ve sorumluluktur. Bu vazife, bu gece yeryüzüne inen meleklere ve Cebrail aleyhisselâma eşlik edecek maneviyata uygun bir kulluğa sahip olmak için de yerine getirilmesi gereken bir ödevdir.

Bu duygu ve düşüncelerle başta ülkemiz ve gönül coğrafyamız olmak üzere bütün İslâm âleminin mübarek Kadir gecelerini en güzel dilek ve duygularla tebrik ediyor; Kadir gecesinin feyz ve bereketinden hepimizin nasibdâr olabilmesini, dua ve niyazlarımızın kabul edilmesini, topyekûn İslâm dünyasının içinden geçmekte olduğu zorlu süreçten bir an evvel kurtulmasını, Ramazan Bayramına sağlık, afiyet içerisinde huzur ve mutlulukla erişebilmeyi Cenâb-ı Mevlâ’dan niyaz ediyorum.

Diyanet

Arakan’da yaşananlar insanlık suçudur

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in davetlisi olarak Türkiye’de bulunan İslâm ülkeleri liderleri iftar sofrasında bir araya geldi.

Buluşmayı, “Kardeşlerin buluşması” olarak adlandıran Diyanet İşleri Başkanı Görmez, İslâm coğrafyasının bir acı ve elem coğrafyası olmaktan kurtularak, yeniden bir ilim ve medeniyet coğrafyasına dönüşmesi temennisinde bulundu. Son günlerde Arakan’da yaşananları “İnsanlık suçu” olarak değerlendiren Başkan Görmez, “Arakan’da Müslümanlara reva görülen insanlık dışı uygulamalar bir an evvel sona ermeli.” dedi.

Başkan Görmez, şöyle devam etti:

“Arakan’da Müslüman kardeşlerimize yönelik bir insanlık suçu işlenmektedir. Din kardeşlerimize reva görülen bu insanlık dışı muameleler, bir an evvel sona ermeli. Adeta vatansız bırakılmak istenen Arakan’lı Müslümanlara yardım eli uzatılmalı. Biz Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Arakanlı Müslümanların acılarını bir nebze de olsa hafifletebilmek için büyük bir yardım seferberliği başlattık.”

“İslâm dünyası harekete geçmeli”

Yemekte, Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in davetlisi olarak İstanbul’da bulunan Arakanlı Müslümanların önemli liderlerinden Dr. Muhammed Yunus da Arakan’da yaşananlar hakkında bilgi verdi. 3 Haziran’da başlayan insanlık dışı saldırılarda bugüne kadar 50 bin Müslümanın hayatını yitirdiğini 50 bin Müslümanın da kayıp olduğunu dile getiren Yunus, soykırımın bir an evvel sona erdirilmesi için İslâm dünyasının harekete geçmesi gerektiğini söyledi.

Arakan’daki Müslümanların zulüm altında inlediklerini ve her türlü işkenceye maruz kaldıklarını anlatan Yunus, birçok Müslümanın açlıktan ve sağlık sorunlarından dolayı hayatını kaybettiğini söyledi.

“Arakan’daki Budistler ile Burma’daki hükümet işbirliği yaparak Müslümanlara etnik temizlik uygulamaktadır.” diyen Yunus, “Bangladeş kendisine sığınan Müslümanları kabul etmeyerek bir noktada Müslümanların öldürülmesine göz yummaktadır. Türkiye ve tüm İslâm ülkeleri bir araya gelerek bu zulmün durdurulması konusunda gerekeni yapmalıdır.” diye konuştu.

Müminin sevgi ve barış dokunuşu: Selâm

Her yıl Ramazan ayında bir konu belirleyerek kaybolmaya yüz tutan değerleri yeniden toplumun gündemine taşımayı hedefleyen Diyanet İşleri Başkanlığı, 2012 yılının Ramazan ayı temasını, “İnsan İlişkilerinin En Önemli Unsuru, Medenî İletişimin Sembolü: Selâm ve Selâmlaşma” olarak belirledi.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından aylık olarak yayımlanan Diyanet Aylık Dergi de Temmuz sayısını selâm ve selâmlaşmaya ayırdı.

Dergide bir başyazı kaleme alan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, selâmın, dilden kalbe, kalpten organlara; bireyden topluma ve tüm insanlığa yansıyan barış dili olduğunu ifade etti. Başkan Görmez yazısında, İslâm’da insan ilişkilerinin hak, hukuk, adalet, doğruluk, eşitlik, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek fazilet ve erdemler üzerine inşa edildiğini belirterek, bu erdemlere ulaşmanın en güzel yollarından birinin de selâm ve barış dilini ilişkilere hâkim kılmak olduğunu ifade etti.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in başyazısından öne çıkan başlıklar şöyle:

İlişkilerimizde selâm ve barış dilini hâkim kılalım…

“İslâm’da insan ilişkileri hak, hukuk, adalet, doğruluk, eşitlik, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek fazilet ve erdemler üzerine inşa edilmiştir. Söz konusu fazilet ve erdemlere ulaşmanın en güzel yollarından biri, hiç şüphesiz selâm ve barış dilini ilişkilerde egemen kılmaktır. Selâm, her şeyden önce insanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurmalarının temelidir. Dilden kalbe, kalpten organlara; bireyden topluma ve tüm insanlığa yansıyan barış dilidir. Sosyal ilişkileri barış üzerine kurmanın, güven ve huzuru gerçekleştirmenin, dostluk ve kardeşliği geliştirmenin yoludur. Sinelerdeki ağır yükleri atmanın, küskünlük ve dargınlıkları gidermenin adresidir. Müslümanın kimliğini inşa eden temel bir şiar ve semboldür. Fert ve toplum hayatında barış ve güvenin sembolü, huzur ve mutluluğun kaynağı, müminlerin birbirlerine karşı iyi niyetlerinin bir göstergesidir. Daha da önemlisi kardeşlik hukukunun bir gereğidir.

Ne yazık ki bu yüksek değer, modern zamanlarda önem ve değerini yitirmeye başladı. Toplum hayatından fert ve aileye, kitle iletişim araçlarından sanal ortamlara kadar pek çok alanda selâm ve barış dili yerine çatışma ve kavga dili egemen olmaya başladı. Tanışma ve bilişmenin en güzel yolu olan selâm ve barış dili, ötekileştirme, ayrıştırma ve farklılıkları tek tipleştirme ya da yok etme girişimlerinin etkisiyle büyük yara aldı. İnsanlık selâm ve barış dilinden gün geçtikçe uzaklaşmaya, esenliğe sırt çevirmeye başladı.

Aranızda selâmı yayınız…

Diğer taraftan dünyevileşme ve bireysellik giderek ön plâna çıkmaya başladı. İnsanlar, kalabalıklar içinde yalnızlaştı. Mahallelerin, sokak ve caddelerin aile sıcaklığını aratmayan o dostane ilişkileri kaybolmaya yüz tuttu. İnsanlar birbirine yabancılaştı. İlişkilerde samimiyetsizlik ve güvensizlik yaygınlaştı. Selâm ve selâmlaşma kültürünün toplumsal hayattaki varlığı ve görünürlüğü azaldı. Artık insanlar bırakın tanımadığı insanlara selâm vermeyi tanıdıklarını bile görmezden gelmeye başladı.

Oysa selâm; barış, esenlik, güven, emniyet, huzur ve mutluluk temelleri üzerine bina edilen İslâm’ın rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla hayat bulmaktır. Nihayetinde barış ve esenlik yurdu olan “dâru’s-selâm”a, cennet ve cemâlullaha ulaşmaktır. Bu da ancak bu dünyayı selâm ve selâmet yurduna dönüştürmek için çaba harcamakla mümkündür.

Selâm, kardeşine dost olduğunun, kendisinden ona asla bir zarar gelmeyeceğinin, elinden ve dilinden herkesin güvende olduğunun sözlü teminatıdır. Ancak salt bir söz değil, kardeşinin hâlini sormanın, problemini çözmenin, yarasına merhem olmanın; dolayısıyla insana verilen değerin adıdır.

Selâm, kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-olgun demeden tanıdığına, tanımadığına, toplumun tüm kesimlerine her daim esenlik sunmaktır, dua etmektir. Hatta esenlikte yarışarak barış ve huzurun anahtarı olabilmektir.

Selâm, Yüce Rabbimizin, “Bir mümin tarafından bir selâmla selâmlandığınız zaman siz ondan daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.” (Nisâ, 4/86) fermanını yerine getirmektir.

Selâm, Sevgili Peygamberimizin (sas), “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” (Müslim, Îmân, 93) tavsiyesi gereğince müminlerin arasında sevgi ve muhabbete dayalı bir gönül bağı oluşturmaktır.

Selâm, Allah Teâlâ’nın, “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin.” (Nûr, 24/61) emri uyarınca, müminlerin evlerine duayla girerek ailelerini ve evlerini bereketlendirmelerinin güzel bir vesilesidir. Selâm, sadakadır. Öte dünyaya göçmüş kardeşlerimize de rahmet dilemektir.”

Diyanet