Etiket arşivi: meşveret

15 Kasım 2014 İstanbul Meşveret Metni

Aziz Kardeşlerimiz;

         Evvela yeni hicri yılınızı tebrik eder, bu yeni hicri yılda hizmetlerimizin intişar ve inkişafının ihlas ve istikametle devamını Cenab-ı Hak’tan niyaz eyleriz.

1-   Ehli hizmet kardeşlerimizin istişare neticesi aldıkları kararlar heyetimizce tasvip görmüş ve ekte sunulmuştur.

2-   Yurtdışı hizmetleriyle alakalı meşveret kararları keza uygun bulunmuş ve ekte ilave edilmiştir.

3-   Resmi vakıflarımızın federasyon ve konfederasyon çalışmaları son safhaya gelmiş olup, 2015 yılında faaliyete geçmesi inşaallah beklenmektedir. Kardeşlerimizi tebrik ediyor ve meşveret kararlarını ekte sunuyoruz.

4-   Uhuvvet ve tesanüdün tesis ve tekmili için kardeşlerimizin hatalı bulduğumuz söz ve hareketlerini sui-zan ve sui-tevile kapı açmadan tashih etmelerine firsat tanımamızda fayda vardır. Risale-i Nur’un nezih mesleği, kavl-i leyyini iktiza eder. Çünkü, nokta-i istinadımız, vahdet ve tesanüdümüzdür. Tesanüdümüzü muhafaza etmek, en esaslı düsturumuzdur.

5-   Risale-i Nur hizmetinin tarz ve üslubu, ölçü ve prensipleri “Hizmet Rehberi” ninde ve “Risale-i Nur Külliyatı” nde açık olarak beyan edilmiştir. Bu ölçüler hizmet hayatımızın değişmeyen kıstaslarıdır ve bizleri sahil-i selamete çıkartan pusulalar hükmündedir. Bu ölçülere sadık kalmak, Nur talebelerinin ta kıyamete kadar en ciddi görev ve sorumluluğudur. “Aziz ve sıddık, halis ve hakiki Nur talebesi” olmanın temel vasıfları bu düsturları hayatında fiilen yaşatmaktır ve bir ömür boyu “sadık bir Nur talebesi” olmaya çalışmaktır.

6-     Umum kardeşlerimize malum olduğu üzere, hükümet ile bir cemaat arasında yaşanan olaylar, ortaya çıkan sıkıntı ve sancılar nedeniyle, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin “meslek ve meşrebi”nin çok açık bir biçimde zikredilip, efkar-ı ammede duyurulmasına çok ciddi bir zaruret vardır. Çünkü, bir kısım insanlar, Hz. Üstad’ın hayatından itibaren devam eden kadim Risale-i Nur hizmetini, hükümetle niza eden bir cemaatla iltibas etmekte, yalnışlara düşmektedirler. Ve bir kısım insanlar da kasıtlı olarak, Nur hizmetini söz konusu cemaatle aynı çizgide göstermeye çalışmaktadırlar. Bu sebeblerden dolayı Risale-i Nur hizmeti ile ilgili Hz. Üstad’ın belirlemiş olduğu mehenk taşı hükmündeki esas ve ölçülerin efkar-ı ammede bilinmesine ve duyurulmasına ihtiyaç vardır. Bu zarurete mebni, Risale-i Nur’da üzerinde hassasiyetle durulan bu ölçüleri şöyle özetleyebiliriz:

i. Risale-i Nur’un mesleğinin esası ihlastır. Risale-i Nur dünyevi, siyasi, maddi ve manevi işlere asla alet edilemez. Onlara tabi olmaz, onların yörüngesine girmez.

ii.   Risale-i Nur hizmetinin esası “Müsbet harekettir.” Nur talebelerinin vazifeleri, müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rıza-yı İlahiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Asayışi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellef olduğumuzu bilmektir. Hz. Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son dersi budur. Bu hakikate binaen, Risale-i Nur, menfi hareketlerde istimal edilmez; anarşi, terör ve her türlü sokak hareketlerine tamamen karşıdır. Risale-i Nur, menfi hareketleri asla tasvib etmez ve menfi hareketlere katiyyen bulaşmaz. Kalb-i külli ve vicdan-ı umuminin sükunet ve itidalini, uhuvvet ve dayanışmasını esas alır. Nur talebeleri, cemiyetin sulh ve sükun içinde sürekli istikrarına fiilen kuvvet verir ve hasbi, liveclillah çalışırlar, hizmet ederler, hiçbir karşılık beklemezler.

iii. Risale-i Nur hizmeti, şahıs eksenli, bir merkeze, bir şahsa ve bir beldeye münhasır bir hizmet değildir. Risale-i Nur hizmetinde “şahs-i manevi” esastır. Şahs-i manevinin müzahareti içinde hizmetler yürütülür. Hizmetlerde “meşveret” esastır.

iv. Risale-i Nur hizmetinde hizmetler, “emir-komut” zinciri içinde yukarıdan aşağıya inme tarzında yürütülmez. Risale-i Nur hizmetinde asla merciyet yoktur. Nur talebeleri bir şahsa bağlanmaz, şahısların arkasından gitmezler. Şahs-ı maneviyeyi esas alırlar. Bu nedenle, Risale-i Nur hizmetinde “şeyh-mürid”, manasında bir şahsiyetçilik, bir merciiyet ve bir makam yoktur. Matlub ve maksud, Allah rızası için dine, halisane ve istikametle hizmet etmektir. Bu sırra mebni, Nur talebeleri hizmetkarlığı makamata tercih eder, maddi ve manevi makamlara göz dikmezler, merciiyet makamında oturmazlar.

v.   Risale-i Nur hizmeti, “kitap eksenli” bir hizmettir. Okuyarak aklı ikna, kalbi işba etmeyi esas alır. Binlerce mekanda Risale-i Nur Külliyatı okunur, dinlenir, sohbetler yapılır. Kur’an hakikatleri, iman dersleri tahkiki bir biçimde açıklanır.

vi. Risale-i Nur talebeleri, siyasetle bizzat meşgul olmazlar. Nur Hizmeti, siyasi bir cemiyet değildir. Onların görevi, tebliğdir, iman hakikatlarını tamimdir. Onların görevleri, imanları kurtarmak, müslümanların imanlarına kuvvet vermek, insanları bu zulmetlı, dehşetli asırda, küfür ve dalaletin, fısk ve sefahatın ateşinden muhafazaya çalışmaktır.

vii. Risale-i Nur hizmetinde “kemiyetten” ziyade “keyfiyet” esastır. Hakiki ve hakikattar, halis ve hasbi Kur’an talebesi olmak matlub ve maksuddur.

viii. Risale-i Nur hizmetinde, ecir ve mükafat Allah’dan istenir. Nur talebeleri, hizmetlerinin karşılığında maddi, manevi, dünyevi, siyasi bir mülahazayı esas almazlar; hizmetlerini maddi makamlar, siyasi menfaatler üzerine inşa etmezler.

ix. Risale-i Nur hizmetinde takva esastır. Nur talebeleri, azimetle amel etmeye çalışır, hizmet perdesi altında çeşitli tevillerle takiyye yapmazlar. Hizmetteki istikamet çizgisini tevillere kurban etmez, hizmeti bulandırmazlar.

x.   Risale-i Nur talebelerinin – velev alleme ve müçtehit de olsalar- vazifeleri şerh ve izahtır. Nur talebeleri, Risale-i Nur’u sadeleştirme gibi yanlışın içine düşmezler, böyle azim bir hatada ısrar etmezler.

xi. Risale-i Nur hizmetinde iktisad ve istiğna esastır. Risale-i Nur talebeleri, maddeye dayalı ve maddi mülahazalar üzerine inşa edilmiş bir yapılanmaya gitmezler.

xii.   Risale-i Nur talebeleri, inhisar fikriyle “hak yalnız benim mesleğimdir.” tarzında bir anlayışla hareket etmezler. Kendileri dışındaki diğer islamî cematlari dışlama ve hizmet sahalarını daraltma gibi faaliyetlere girişmezler. Çünkü, Risale-i Nur, mal-i umumidir. Herkese kapısını açar, herkesi kuçaklar. Malum cemaat mensubları, taraftar toplama niyetiyle değil, istifade niyetiyle geldiklerinde onlara kucak açılır ve gelmeleri de arzu edilir.

   İşte yukarıda sıralanan bu ölçüler, Risale-i Nur hizmetinin temel değerleridir. Bu değerler ışığında Nur talebeleri hizmetlerini ifa etmektedirler. Bu ölçülerin dışında, farklı kulvarlarda, farklı şekillerde faaliyetler sergileyenler hakiki ve hakikatdar Nur talebeleri olarak vasfedilemezler. Bu hususların bilinmesine ve efkar-ı ammeye duyurulmasında zaruret vardır.

7-   Meşveret cemaatimizle birebir alakası olmayan ve sahsi gayretleriyle internet ve televizyon üzerinden faaliyet gösterenlerin cemaatimizi temsil etmediklerini kardeşlerimize hatırlatıyoruz.

8-   Risale-i Nur’ların basımı hakkında müsbet faaliyetler anlatıldı. Bu hizmetlerin sıhhatli yürümesi için, hukukçulardan müteşekkil bir heyet teşkil etmek üzere ÖNER ERGENC’e vazife verildi. Ve meşverete katılan muhterem Abdullah Yeğin Ağabeyimiz de, Hüsnü Bayram ve diğer ağabeylerle beraber neşrettikleri lahikayı okutarak, bu meselenin ehemmiyetini ve her yerde anlatarak menfi propogandalara mahal bırakılmamasını arzu ettiler.

Abdullah Yeğin Ağabey, Hüsnü Bayram ve diğer ağabeylerin imzaladığı Risale-i Nur’un basımıyla alakalı lahika mektubunun Abdullah Yeğin Abinin de rızasıyla, sadece bir maddesinde değişiklik yapılarak ekte sunulmasına karar verildi.

9-   Karma eğitimle alakalı meselenin tekraren gündeme alınması ve daima gündemde tutulması tavsiye edildi. Bununla alakalı şahıslar, sivil toplum kuruluşları ve çevremizdeki müsbet kişilerin harekete geçirilmesi,“Vakıflar Konfedarasyon” unun bir an önce kurularak, hayat-ı içtimaiyeyi ilgilendiren diğer konularla birlikte “Karma Eğitim” meselesi ile de ilgilenilmesi tavsiye edildi.

10-         Meşveret kararlarının sade, anlaşılır, açık ve net olması kardeşlerimizce ifade edildi. Buna istinaden 16.08.2014 tarihli ağabeyler mesveretinin 4. Maddesi (4- Daha önceki meşvret kararlarında ifade edildiği gibi, yeterli elemana sahip şehir ve beldelerde arzu eden kardeşlerimiz, asli hizmetlerinden taviz vermemek kaydı ile özel okul, etüd merkezi, kütüphane vb. müessesseleri açabilirler) ndeki ‘arzu eden kardeslerimiz’ ifadesinin ‘kendi namı hesabına’ manasında olduğu te’yid edildi.

11-         Meşveretlerde tekraren ifade edildiği halde, cemaatin himmeti ile inşa edilen bazı mülklerin hâlâ bazı şahıslar üzerinde olduğu, bunların en kısa zamanda kurulacak veya kurulmuş bulunan Resmi vakıflara devrinin yapılması tekraren hatırlatıldı.

12-         Suriyeli muhacirler için kışlık giyecek ve battaniye ihtiyacı olduğu, yardımların Suriye sınırındaki illerimizdeki hizmet merkezlerimiz vasıtasıyla yapılabileceği bildirildi.

13-         Belirli süre hizmette kalan ehli hizmet kardeşlerimize sigorta yapılması lüzumu tekraren hatırlatıldı. Maddi durumu müsait olmayan beldeler için, bölge vilayetlerinin desteği şeklindeki bir çözümün üretildiği Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nin yapmış olduğu uygulamanın güzel bir numune olduğu ifade edildi.

Akademisyen kardeşlerimizin faaliyetlerini can-ı gönülden tebrik ediyoruz.

Kardeşlerimizin azami ihlas, azami sadakat, azami gayret ve azami fedekarlıkla hizmete devam etmelerini en derunî hissiyatımızla dua ve temenni ediyoruz.

Ağabeyler Meşvereti Notlarından

Word formatında indirmek için : 15.Kasim.2014.Mesveret.Notlari

www.NurNet.org

Hükümet ile Bir Cemaat Arasında Yaşanan Olaylar ve Bediüzzaman’ın Mesleği

Umum kardeşlerimize malum olduğu üzere,  hükümet ile bir cemaat arasında yaşanan olaylar, ortaya çıkan sıkıntı ve sancılar nedeniyle, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin “meslek ve meşrebi”nin çok açık bir biçimde zikredilip, efkar-ı ammede duyurulmasına çok ciddi bir zaruret vardır. Çünkü, bir kısım insanlar, Hz. Üstad’ın hayatından itibaren devam eden kadim Risale-i Nur hizmetini, hükümetle niza eden bir cemaatla iltibas etmekte, yalnışlara düşmektedirler. Ve bir kısım insanlar da kasıtlı olarak, Nur hizmetini söz konusu cemaatle aynı çizgide göstermeye çalışmaktadırlar. Bu sebeblerden dolayı Risale-i Nur hizmeti ile ilgili Hz. Üstad’ın belirlemiş olduğu mehenk taşı hükmündeki esas ve ölçülerin efkar-ı ammede bilinmesine ve duyurulmasına ihtiyaç vardır.

Bu zarurete mebni, Risale-i Nur’da üzerinde hassasiyetle durulan bu ölçüleri şöyle özetleyebiliriz:

i.  Risale-i Nur’un mesleğinin esası ihlastır. Risale-i Nur dünyevi, siyasi, maddi ve manevi işlere asla alet edilemez. Onlara tabi olmaz, onların yörüngesine girmez.

ii.  Risale-i Nur hizmetinin esası “Müsbet harekettir.” Nur talebelerinin vazifeleri, müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rıza-yı İlahiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Asayışi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellef olduğumuzu bilmektir. Hz. Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son dersi budur.  Bu hakikate binaen, Risale-i Nur, menfi hareketlerde istimal edilmez; anarşi, terör ve her türlü sokak hareketlerine tamamen karşıdır. Risale-i Nur, menfi hareketleri asla tasvib etmez ve menfi hareketlere katiyyen bulaşmaz. Kalb-i külli ve vicdan-ı umuminin sükunet ve itidalini, uhuvvet ve  dayanışmasını esas alır. Nur talebeleri, cemiyetin sulh ve sükun içinde sürekli istikrarına fiilen  kuvvet verir ve hasbi, liveclillah çalışırlar, hizmet ederler, hiçbir karşılık beklemezler.

 iii. Risale-i Nur hizmeti, şahıs eksenli, bir merkeze, bir şahsa ve bir beldeye münhasır bir hizmet değildir. Risale-i Nur hizmetinde “şahs-i manevi” esastır. Şahs-i manevinin müzahareti içinde hizmetler yürütülür. Hizmetlerde  “meşveret” esastır.

 iv. Risale-i Nur hizmetinde hizmetler, “emir-komut” zinciri içinde yukarıdan aşağıya inme tarzında yürütülmez. Risale-i Nur hizmetinde asla merciyet yoktur.  Nur talebeleri bir şahsa bağlanmaz, şahısların arkasından gitmezler. Şahs-ı maneviyeyi esas alırlar. Bu nedenle, Risale-i Nur hizmetinde “şeyh-mürid”, manasında bir şahsiyetçilik, bir merciiyet ve bir makam yoktur. Matlub ve maksud, Allah rızası için dine, halisane ve istikametle hizmet etmektir. Bu sırra mebni, Nur talebeleri hizmetkarlığı makamata tercih eder, maddi ve manevi makamlara göz dikmezler, merciiyet makamında oturmazlar.

 v.  Risale-i Nur hizmeti, “kitap eksenli” bir hizmettir. Okuyarak aklı ikna, kalbi işba etmeyi esas alır. Binlerce mekanda Risale-i Nur Külliyatı okunur, dinlenir, sohbetler yapılır. Kur’an hakikatleri, iman dersleri tahkiki bir biçimde açıklanır.

 vi. Risale-i Nur talebeleri, siyasetle bizzat meşgul olmazlar. Nur Hizmeti, siyasi bir cemiyet değildir. Onların görevi, tebliğdir, iman hakikatlarını tamimdir. Onların görevleri, imanları kurtarmak, müslümanların imanlarına kuvvet vermek, insanları bu zulmetlı, dehşetli asırda, küfür ve dalaletin, fısk ve sefahatın ateşinden muhafazaya çalışmaktır.

 vii. Risale-i Nur hizmetinde “kemiyeten” ziyade “keyfiyet” esastır. Hakiki ve hakikattar, halis ve hasbi Kur’an talebesi olmak matlub ve maksuddur.

 viii. Risale-i Nur hizmetinde, ecir ve mükafat Allah’dan istenir. Nur talebeleri, hizmetlerinin karşılığında maddi, manevi, dünyevi, siyasi bir mülahazayı  esas almazlar; hizmetlerini maddi makamlar, siyasi  menfaatler üzerine inşa etmezler.

 ix. Risale-i Nur hizmetinde takva esastır. Nur talebeleri, azimetle amel etmeye çalışır, hizmet perdesi altında çeşitli tevillerle takiyye yapmazlar. Hizmetteki istikamet çizgisini tevillere kurban etmez, hizmeti bulandırmazlar.

 x. Risale-i Nur talebelerinin – velev alleme ve müçtehit de olsalar- vazifeleri şerh ve izahtır. Nur talebeleri, Risale-i Nur’u sadeleştirme gibi yanlışın içine düşmezler, böyle azim bir hatada ısrar etmezler.

 xi. Risale-i Nur hizmetinde iktisad ve istiğna esastır. Risale-i Nur talebeleri, maddeye dayalı ve maddi mülahazalar üzerine inşa edilmiş bir yapılanmaya gitmezler.

 xii. Risale-i Nur talebeleri, inhisar fikriyle “hak yalnız benim mesleğimdir.” tarzında bir anlayışla hareket etmezler. Kendileri dışındaki diğer islamî cematlari dışlama ve hizmet sahalarını daraltma gibi faaliyetlere girişmezler.  Çünkü, Risale-i Nur, mal-i umumidir. Herkese kapısını açar, herkesi kuçaklar. Malum cemaat mensubları, taraftar toplama niyetiyle değil, istifade niyetiyle geldiklerinde onlara kucak açılır ve gelmeleri de arzu edilir.

   İşte yukarıda sıralanan bu ölçüler, Risale-i Nur hizmetinin temel değerleridir. Bu değerler ışığında Nur talebeleri hizmetlerini ifa etmektedirler. Bu ölçülerin dışında, farklı kulvarlada, farklı şekillerde faaliyetler sergileyenler hakiki ve hakikattar Nur talebeleri olarak vasfedilemezler. Bu hususların bilinmesine ve efkar-ı ammeye duyurulmasında zaruret vardır.

 

15 Kasım 2014 / İstanbul

Ağabeyler Meşvereti Notlarından

www.NurNet.org

Tam ve Daimi bir Üstad!

İçerisinde bulunduğumuz zamanın cazibedar bütün fen ve teknolojisi ile hevesat ve arzuların ölçü tanımaz serbestliğinin teşviki ile ifsat komitesinin şahs-ı manevi halindeki hücumu karşısında ferdî mukavemetin dayanamayacağı ortadadır.

Eskiden mühim işlerin başına kabiliyetli şahıslar getirilerek işler deruhte ediliyordu. O hâkim şahısların hükmü her yere ve her şeye geçiyordu, ama devir çok değişti, işler eski zamandakine nispeten daha karmaşık. Yaşanan hadiseler de gösteriyor ki şahıs, ne kadar dahi olsa, harici tesire kifayetsiz kalıyor. Sağlıklı, muvazeneli ve muhakemeli karar ancak heyetten çıkar. Şimdi şahsa değil, şahıstan daha kuvvetli ve istikametli Üstada ihtiyaç var.

Bu kuvvetli Üstad, şahıs değil şahs-ı manevidir. Şahs-ı manevinin ruhu ise cemaat olma anlayışıdır. Birlik, beraberlik ve şevk ise ruhun hareketlendiricisidir. Şuurlu, her meselede ehl-i fennin oluşturduğu heyetler şahs-ı manevinin şubeleridir. Cemaat fertlerinin işin erbabı olmasına belki de gerek kalmayacak. Zira az uzman olmak, samimiyet ve birlikle beraber tam uzmanlık neticesini verecek. Hatta birlik ve beraberliği bozan, şevki ve mesaiyi dağıtan, istikametten ayrılmaya sebep olan heveslerden, azim ve gayreti ifsat eden rüzgârlara karşı biraz sağır olmak faydalı bile olacak. İşte bunlar kuvvetli şahs-ı manevinin istikamete odaklanma çizgileridir.

Şûralar şahs-ı manevinin ruhunun şubeleri, temsilcileri demiştik. Teşekkül edilen şûraların hem nizamî ve hemde ciddi olması gerekir. İlmî, yüksek heyetlerden müteşekkil şûralar ihtiyaç duyulan konularda sırat-ı müstakime ulaştıran pusuladır. Ferdi taassuplardan azade, hür fikirlerin meşru zeminde müşaveresi ile alınan hükümlere sahip, ihlâslı şahıslardan müteşekkil şahs-ı manevi tam ve daimi bir üstaddır.

İşte bu şahs-ı manevi her tarafa sözü ve hükmü geçen bir içtihada maliktir. Kâmil manada velayete sahiptir. İşte, ey Risâle-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevinin hasseleri ve azalarıyız.

Tecrübeler gösteriyor ki şahısların ön plana ziyadesiyle alınması şurayı perdeliyor. Şahsın, şahs-ı maneviden ziyade hükmetmesi ise kâinatta cereyan eden genel kanunlara zıt bir hal alıyor. Bu durum ise musibete davetiye çıkarır. Musibet, sürüden ayrılana isabet eden çoban taşıdır. Asıl vazifeye dönüş işaretidir. Hatadan dönme faziletine teşviktir.

Cemaate ve meşverete tabi olamayarak “aklınızı meşverete teslim mi ettiniz?” diyen, esasında gurur ve enaniyetini şahs-ı manevi havuzunda eritemeyendir. Bunlar akıl verdikçe sıkıntı verdiklerinin bile farkına varamayan, güneşin yanında duran fakat karanlıkta kalanlardır.

Makamlarında terfi, rütbelerinde şahane mükâfat, iane ve yardımlarla gözleri kamaşanları iç içe imtihan beklemekte. Evet, imtihanlar iç içedir. Meşverete dâhil ve itaat ederek istikametle hayatını sürdüren kişi; tereddüt sahiplerine numune olurken, nefsini hakka teslime zorlananlara da acı bir imtihan vesilesi olmaktadır. Günlük hadiselere takılıp, menfaati istikametinde yorum yapanın imtihanı ile eşya ve hadiseyi bütünüyle görerek külli akılla hareket edenin imtihanı bir olamayacağı gibi kalbi sükûnetide farklı olacaktır. Onları feryat ile saldırtan, bunları sükûnetle teslim eden Rabbimizin bu iç içe imtihanını ibretle seyreder geçer gideriz.

Mehmet Çetin

http://www.mehmetcetin.de

Meşveret Nedir? Nasıl Kazandırır?

Meşveret, sınırlı akıl, sınırlı düşünceye sınırsızlık kazandırmanın önemli bir yoludur.

Meşveret kadar zengin bir devlet ve güçlü bir ordu yoktur.

Sahabe, medih makamında, “Onların işleri, aralarında meşveret iledir.” beyanıyla, başka sıfatlarla değil de, meşveretle yâd edilmiştir…

Akıllıdan birkaç adım daha ileri akıllı, başkalarının akıl ve düşüncelerine de değer verendir.

Düşüncelerdeki pasları çözecek en müessir iksir, meşverettir.

İki akıl bir akıldan hayırlı ise, yüzlerce akıl evleviyetle bir akıldan hayırlı olur. İşte meşveret, bunca aklın bir araya gelmesinin adıdır.

Kendi akıllarına güvenip başkalarının düşüncelerine müracaat etmeyenler, dâhi de olsalar, muhakemeye önemli bir derinlik kazandıran meşvereti terk ettiklerinden dolayı akılsız sayılırlar.

Bir bilene sor! İki bilgi, bir bilgiden hayırlıdır.

Meşveret, şûrâ, istişare, müşavere kelimeleri aynı kökten gelmektedir ve lûgatlerde “danışma”, “görüşüp anlaşma”, “konuşup bir karara varma” anlamında tarif edilir. Meşveret İlâhî bir emirdir.

Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Allah, Resûlullaha (asm) istişareyi emretmiş, ayrıca işlerini istişare ile yapan toplulukları medhü sena ile övmüştür.

“Onlar, Rablerinin dâvetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri kendi aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.” (Şûra Sûresi: 38.)

Cenâb-ı Allah’ın bu âyette istişâreyi, iman ve namazdan hemen sonra zikretmesi, daha sonra da zekâtı içine alacak şekilde infâktan bahsetmesi istişarenin İslâm’da ehemmiyetini gösterir.

Bakara Sûresinde insanın yaratılışı anlatılırken, Cenâb-ı Hakkın bu hususta meleklerle olan istişaresi nazara verilmektedir. Müşâvereden münezzeh olan Allah, böylece meşvereti emrettiği insanlara müşâvere üslûbunu öğretmektedir.

Âyetlerle, İlâhî bir emir olduğu kesin bir şekilde anlaşılan meşvereti; Allah’a lâyıkıyla bir kul olabilmemiz ve onun rızasını kazanabilmemiz için yapmamız gereken bir vazife olduğunu unutmamalıyız.

“Onların işleri aralarında şûrâ iledir” âyeti Mekke devrinde mü’minlerin toplum idaresinde söz sahibi olmadığı bir dönemde nâzil olmuştur. Böyle olduğu halde meşveret yine emredilmiş ve ondan vazgeçilmemiştir.

Peygamberimiz (asm) müşavereye dair bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Allah bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare eylerse, doğrudan mahrum olamaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulamaz.”

Bu hadisin doğrultusunda anlaşılıyor ki meşverette bir doğruluk hikmeti var. İnsanı, tek akılla düşünmektense şûrâ ekibi ile beraber daha fazla akılla düşünüp en doğrusunu yapmaya teşvik eden meşveret, bir gelişim aracıdır. Bir araya gelip karar veren ümmet için Peygamberimiz (asm) şöyle buyurur: “Benim ümmetim dalâlet üzerine ittifak etmez.” Bu da gösteriyor ki gerçekten tek akılla düşünüp karar vermekle, birkaç beyin çalıştırıp bir fikir teâtisinde bulunmak arasında büyük farklar var.

Peygamberimiz (asm), hayatındaki meşveretleriyle, ashabına muallimlik yapıp meşvereti onlara da öğretmiş, bizlere en yüksek insanî terbiyeye meşveret yoluyla erişilebileceğini hayatıyla tasdik etmiştir. Gerçekten meşveret ortamı, hür bir tartışma zemini olup doğrunun da yanlışın da açıklıkla söylenmesini sağlayacak bir özelliğe sahiptir. Meşveret fikir alışverişini sağlayıp insanların düşünce ufuklarını genişletir. İnsanlar bu sayede şahsî ön yargılarından soyutlanır ve onlara daha doğruyu bulma imkânları doğar.

Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma ve mevcut şartlar içinde yapılması gerekenin isabetli şekilde belirleme imkanı verir. Meşveret edilenlere değer verildiğini gösterir. Onların kalblerini hoşnut eder, işin beraberce yürütülmesini sağlar. (4) (İbnu Kesir, II, 128; Yazır, II, 1214)

Hz. Peygamber (asm.), kendi görüşlerini dikte ettiren biri değildi. Hemen her hususta ashabıyla meşveret eder, onların görüşlerini alırdı. Ebu Hüreyre, Resulullah’ın bu yönüyle ilgili olarak şu tesbitte bulunur: “Ben, Resulullah’tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim.” (1) (Tirmizi, Cihad, 35)

Bedir, Uhud, Hendek Savaşları öncesi, ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, ona göre hareket etmiştir. (2) (İbnu Kesir, II, 128-129)

Mesela, Bedir Savaşı öncesi, orduya yerleşme emri verdiğinde, ashabtan Hubab b. Münzir söyle der: “Ya Resulullah, buraya yerleşmemiz, Allah’tan bir vahiyle midir ? Yoksa, sizin düşünceniz midir ? Resulullah, kendi düşüncesi olduğunu söyleyince, Hubab, su olan bir yere yerleşmenin daha uygun olacağını ifade eder. Resulullah, bu görüşten memnun kalır ve o doğrultuda hareket emri verir. (3) (İbnu Hişam, II, 272)

Burada, görülmektedir ki, ashab, Resulullah’ın peygamberlik yönüyle, insaniyet yönünü birbirinden ayırmaktadır. Risalet yönünü ilgilendiren hususlarda, ashaba düşen görüş beyan etmek değil, itaat etmektir. Ama, vahiy gelmeyen hususlarda, onların da görüş beyan etme hak ve hürriyetleri vardır.

İstişareyi de müspet hareket grubunda saymak gerekir. Bunun zıddı olan, münferit hareketler ise menfîdirler. Çünkü, büyük bir hayrın oradan kalkması söz konusu olabilir.

Allah’ın rahmeti cemaat üzerinedir. Cemaat namazı bunun açık bir örneğidir. Cemaate iştirak etmeyen bir kişi, cemaat sevabını kendi amel defterinden adeta nefyetmiş gibi olur. Yirmi yedi kat sevabın kaybı ise menfî bir sonuçtur.

Münferit düşünen ve çalışan kişinin fikri isabetli de olsa, bu fikir tek başına kalan “uzunca bir dik çizgiyi” andırır. Yani tek başına alınmış bir karardır ve tektir yani sadece birdir. Yalnızdır. Bu kişi, fikirleri diğer bir arkadaşına danışarak alsa on yahut bir kıymetinde olan diğer iki arkadaşıyla meşveret için bir araya gelse, ortaya çıkan yüz on bir’lik sonuçta her bir rakamın kıymeti, “bir” den yüze çıkar. Çünkü üç tane “bir”i yan yana koyarsanız ittifak sırrıyla 111 eder ve rakamlardan hangisini çekseniz geriye sadece on bir kalır. Demek ki, bu ittifak sırrı ile birler basamağında bulunan bir rakamın gerçek hizmeti yüzdür. Yüzler basamağında bulanan bir rakam, arkadaşlarıyla birlikte olmayı bırakıp kenara çekildiğinde, değeri yüzden bire düşer.

Aynı konuda geçen, “omuz omuza verme” ifadesi de çok önemlidir. Cemaat namazında olduğu gibi, burada da araya boşlukların girmemesi gerekir. Aksi halde, rakam okunmaz olur.

Danışma ve fikir alma, yapılacak işleri karara bağlama anlamına gelen meşveret, dinin esası ile ilgili değil, uygulamaya yönelik olarak yapılacak faaliyetleri kapsar. “Mü’minlerin kendi aralarındaki işleri meşveretledir” ayetinin uygulamasıdır. Meşveretin hayatı hak, kalbi marifet, lisanı muhabbet ve aklı kanundur. Meşverette hürriyet esastır. Hürriyet istidat ve kabiliyetlerin inkişafına sebeptir. Her bir ferdi bir padişah gibi hür ve azade kılar. Bu da her bir ferdin istidadını kâinat vüs’atinde inkişaf ettirir genişlenir.

Şayet tembellikle ve garazlarla bu kabiliyetler engellenirse elbette istenilen mahsul alınmayacağı gibi, meşveret de istenen sonucu vermeyecektir. Meşverette ruhların imtizacı ve tesanütü, fikirlerin telahuku ve yardımı, kalplerin in’ikası ile olur. Halis bir meşveret ancak kalplerin in’ikasından, ihlâs ve samimiyeti esas alan bir cemaatten ve topluluktan çıkar. İşte meşveret böyle bir heyetin manevi bir ruhu hükmüne geçer.

İslam tarihindeki büyük yıkılışın en mühim sebebini meşveretin terk edilmesinde görmüş, İslam’ın altın çağındaki faziletin kaynağını meşveret olarak gösterilmiştir. Asr-ı Saadet ve Dört Halife devri bunun en büyük örneğini teşkil eder.

Bu tespiti orijinal ifadesiyle “zaman-ı saadette ve selef-i salihin zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükuk ve şübehatın hükümleri olmazdı” şeklinde ortaya konulmuştur. (Muhakemat, s. 32)

Bu zamandaki hürriyet eğer meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verilse, yani meclis şeri usullere göre danışma sonucu karar alsa, bu millet eski satvet ve kuvvetini yeniden ihya edecektir” (Divan-ı Harb-i örfi, s. 85)

İnsanlık aleminin en büyük musibetlerinden biri olan istibdadın yegane çaresi meşveret olduğu gibi, toplumsal barışın, ve bilimsel gelişmenin esası da yine meşverettir. (Hutbe-i Şamiye, s.65)

Meşveret, verilecek kararların isabetli olarak verilebilmesinin ilk şartıdır. Bir mesele hakkında iyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitlerine arzedilmeden verilen kararlar, çok defa hüsran ve hezimetle neticelenir. Düşüncelerinde kapalı, başkalarının fikrine hürmet etmeyen “kendi kendine” birinin, üstün bir fıtrat, hatta dâhi de olsa, her düşüncesini meşverete arzeden bir diğer insana göre daha çok yanıldığı görülür.

En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının fikirlerinden en çok istifade eden insandır. Yapacağı işlerde kendi düşünceleriyle iktifa eden ve hatta onları başkalarına da kabul ettirmeye zorlayan olgunlaşmamış ruhlar, etraflarından hep nefret ve istiskal görürler.

Güzel neticelerin elde edilmesinin ilk şartı meşveret olduğu gibi, kötü âkıbet ve hezimetlerden korunmanın ehemmiyetli bir vesilesi de, dostların yüksek fikirlerinden istifadeyi ihmal etmemektir.

Bir işe başlamadan önce gerekli olan her danışma yapılıp tedbirde kusur edilmemelidir ki, sonra etrafı suçlama ve kaderi tenkit etme gibi, musibeti ikileştiren yanlış yollara gidilmesin. Evet, bir şeye azmetmeden evvel, âkıbet güzelce düşünülmez ve tecrübe sahipleriyle görüşülmezse, neticede hayal kırıklığı ve nedâmet kaçınılmaz olur.

Önü arkası iyice düşünülmeden içine girilmiş nice işler vardır ki, bir adım ileriye götürülememiş olmaktan başka, o işe teşebbüs edenlerin itibarlarını yitirmeleriyle sonuçlanmıştır. Evet, aklına esen şeyleri yapmaya kalkan birisi, bu kabil yanlış yollarla içine düşeceği inkisarlardan dolayı, yapabileceği şeylerde de er-geç ümitsizliğe dûçar olur.

Yapılacak meşveretlerde, amacımıza ve İslami hizmetimize taallûk eden meseleler hakkında en isabetli ve en makul görüşü ortaya çıkartmak için, ehil kimselerin mütalâasına müracaat etmek gerekmektedir

Cenab-ı Peygamber (s.a.v): “Müşavere edilen emindir.” buyuruyor. Çünkü müsteşar yani kendisiyle istişare edilen zat emin, mütefekkir, müstakim, tesirata tabi olmayan, gadab göstermekten beri, pek ciddi, halim, sabırlı ve hayırhah olmalıdır. Yani hayır okumalı, hayır konuşmalıdır. Zira bir Hadis-i Şerifte, “Her kim kendisiyle müşaverede bulunan kardeşine bildiği halde, hilâfına bir beyanda bulunursa şüphesiz hiyanet etmiş olur.” Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: “Her kim istişare ederse rüşte mazhar olur, her kim müşavereyi terk ederse hatadan kurtulamaz.”

İslama hizmet dava eden bizler islamı tebliğ kudsi hizmetimize ait himmet ve gayretleri artıracak, istidat ve kabiliyetlerin inkişafına, âli seciyelerin intişarına ve de akademik iş hayatımızda başarı için birer vesile olacaktır. Çünkü bizler hisler ile değil, akıl ve düşünce ile meseleleri müzakere etmek kudretine sahip olmalıyız.

Ancak, her insanda hissiyat bulunur. Bu sebeple meşverette daima müsbet meseleleri nazara vermek gerekmektedir. Menfi meselelerin zikrinde kalbler rencide, fikirler rahatsız olabilir. Şevkler kırılır. Güzel sıfatlar ortaya konduğu vakit, tahtında menfi şeyler de anlaşılmış olur. Şeytana lânette bir fayda yoktur. Ama Bismillahderseniz, hem sevab işlemiş, hem de şeytanı kaçırmış olursunuz. Bu sebeble güzel ve müsbet şeyleri konuşmak ve şûrâya da güzel fikirler getirmek lâzımdır.

Meselelerimizi konuşurken, hal, yani şu andan ziyade istikbali nazara almalıyız. İstikbali dikkate alarak adım atmak güzel bir tedbirdir. Takip edeceğimiz yol, müsbet harekettir, müsbet konuşmaktır. Tatlı, makûl, yerinde ve hilmle konuşmaktır. Yani kavl-i leyin olmaktır.

Yrd. Doç. Dr. Necmettin Aktepe

www.risaleakademi.com

Peygamberimizin (ASM) Meşveret Anlayışı

Meşveret, yapılacak işler hususunda, ehil olan kişilere danışmak, onlardan görüş almaktır.

Meşveret, edilenlere değer verildiğini gösterir. Onların kalblerini hoşnut eder, işin beraberce yürütülmesini sağlar.

İslâmî yönetim şeklinin temel özelliklerinden biri meşveret  olduğu için yönetim şekli de bu kelime ile ifade edilir.

Ana-babanın çocuklarını sütten kesmeye karar vermelerini bile aralarında danışmadan sonra yapmaları gerektiğine işaret edilmiştir.

 Nitekim Peygamberimiz (asm)’da vahye dayanmayan hususlarda kendi şahsî görüşünü sahabelerle eşit tutardı. Hemen her hususta ashabıyla meşveret eder, onların görüşlerini alırdı.

Bedir, Uhud, Hendek savaşları öncesinde,en kritik konularda ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, kendi düşüncesine aykırı olduğu halde ona göre hareket etmiştir.

Bu anlayış, âyetin ve sünnetin gereğidir. “Onlarla iş hususunda istişare et” âyetinin hemen ardından “Bir kere de azmettin mi, artık Allah’a güvenip dayan, çünkü Allah kendisine güvenip dayananları sever” denilmesi, meşveret kararının tereddütsüz uygulanması gerektiğini gösterir. Karar verilmişse,tereddüt göstermeden meşveret kararları uygulanmalıdır.

Resûlullah (asm) “Bir peygambere, zırhını giydiğinde, artık geriye dönmesi yakışmaz” diyerek bunun en güzel örneğini göstermiştir.

Yanlış dahi olsa, meşveret kararının arkasında durmazsanız, hiçbir karar alamazsınız! 

Peygamberimiz (asm) istişareyi esas aldı ve 70 güzide sahabi şehid oldu. Peygamberimiz (asm) bu sonucu bilmiyormuydu? Tabiki biliyordu kimseyi azarlamadığı gibi, bilâkis istişare kararına sahip çıktı ve o sahabileri teselli etti. 

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Sizin fikirleriniz  doğru olabilir,ancak,meseleler meşveret edilecektir ve çoğunluğa göre karar verilecektir. Sonuç fenâ da olsa, artık “Ben dedim, beni dinleseydiniz böyle olmazdı” gibi şahsî söylemlerin hiçbir değeri yoktur, İslâmda da yeri yoktur. 

Yanlış dahi olsa, meşveret kararının arkasında durun. Zaten siz meşveret etmek, meşveret kararını çoğunluğa göre almakla mükellefsiniz. Yoksa sonuç almakla değil.

Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

Kaynak:

1. Risaleforum

2. sorularlaislamiyet

3. Hayrettin Karaman