Etiket arşivi: namaz

Dinler Arası Diyalog Nedir Ya!

– Hocam! Dinler arası diyalog yapma hevesinde olanlardan çok rahatsız oluyorum. Böyle bir şey meşru olsaydı efendimiz yapardı. O dönemin en güçlü krallarını İslam’a çağırdı. “Allah katında gerçek din İslam’dır…” dedi. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Cevap: Doğru söylüyorsunuz. Sizleri tebrik ediyorum. Ancak dinler arası diyalogun mimarlarının da niyetlerinin doğru olduğuna inanıyorum. Düşündüklerini yanlış ifade etmiş olabilirler. “Dinler arası diyalog” yerine, “Farklı inançlara mensup insanlar arası diyalog” veya buna benzer bir şey deseydiler, daha bir isabet kaydetmiş olurlardı. Çünkü İslam’dan başka hak din yok. Allah Teâlâ, “Allah katında tek din İslam’dır.” “Kim, İslam’dan başka din ararsa Allah onu asla kabul etmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana, zarara uğrayanlardan olacaktır.” buyuruyor.

Sizin dininiz size, benim dinim bana” demenin, herkesle alakayı kesmenin belli zamanları vardır. Ama tebliğin belli zamanları yoktur. Allah bizden her zaman ve her vesile ile dinini anlatmamızı istiyor. Bu da, bir araya gelmekle, karşılıklı konuşmakla, hikmetle, güzel öğütle, tatlı dil ve güler yüzle mümkün olacaktır. Bu işlemin adına siz de “diyalog” diyebilirsiniz. Yanlışları görerek, söyleyerek iyi niyetli teşebbüslere siz de müsamaha ile hoşgörü ila bakabilirsiniz. Müslümanlar olarak birbirimizi sevmeye mecburuz. Dostları artırmaya çalışalım, düşmanı analar da doğurur.

Kızı istenen bir baba sorar:

Damat adayı nasıl biridir?

-Güzel, yakışıklı, yiğit biridir, derler. Kızın babası:
-Ben onları sormuyorum, dinle, imanla alakası var mı, beş vakit namazını kılar mı? der. Damat adayının annesi:
-Namazını kılar da arada bir tekler, atlattıkları, kılmadıkları da olur, cevabını verir. Kızın babası üzülür, damat adayını kızına layık görmez.
-N’olur canım bir iki tekleme ile birkaç namazı atlatmakla? Derler. Kızın babası:
-Allah’ı aldatan ve atlatan, daha doğrusu aldattığını ve atlattığını sanan başta eşini olmak üzere herkesi çok rahat aldatır. Böyle birine kız verilmez, der, kızını isteyenlere kapıyı kapatır. Allah buyurmuyor mu: “Namazlarını ciddiye almayanlara yazıklar olsun!” (Mâûn, 107/ 4-5)

Nükte: Bu tavrın, sert ve yanlış bir tavır olduğunu söyleyenler olabilir. Hangimiz ve hangimizin çocuğu beş vakit namazı tam ve kâmil olarak kılıyor ki? Büyük konuşmamak lazım, diyenler çıkabilir. Ben böyle diyenlerden değilim. Kızına ciddiyetle namaz kılan bir damat arayan babayı tebrik ediyorum. Namaz için, Allah’ın bir emaneti olan kızı için ne kadar duyarlılık gösterilse azdır. Çünkü namaz, Allah’ın kul üzerindeki en büyük hakkıdır. Kulun Allah’ı sevmesinin ve Allah’dan korkmasının sembolüdür. Allah’ı sevmeyen, Allah’dan korkmayan, Allah’ın hakkını vermeyen, hiçbir hakka saygı duymaz. Müslümanlar için en büyük felaket de namazı ciddiye almamaları değil mi zaten? Bir yanlışı yapanların çokluğu, o yanlışı doğru hale getirmez. Yanlış yanlıştır. Müslümanların en büyük yanlışı ve belası da namazı ciddiye almamalarıdır. Vaktiyle namazını ciddiye alan Müslümanları Allah da ciddiye aldı. Onları süper güç yaptı. Dünyanın dizginlerini onların eline verdi. Namazını ciddiye almayan Müslümanları Allah da ciddiye almadı. Dizginler, Müslüman olmayanların eline geçti. Kâfirler daha faziletli oldukları için dünya onların elinde değil, Müslümanlar namaz şuurlarını ve faziletlerini kaybettikleri için dünya onların elindedir. Müslüman genel kıyametin veya kendi kıyametinin kopmasını istemiyorsa dört elle namaza sarılmalı, bütün başlarla secdeye varmalıdır. Şair de bu niyetle demiş:

“Eklense de başıma dünyada kaç baş varsa
Başım onların hepsi için secdeye varsa”

Vehbi Karakaş

Peygamberimizin Vasiyeti Ve Gözümün Nuru Dediği Namaz

Allah, insanı niçin yaratmıştır?” sorusuna sık sık muhatap olmaktayız. Bu ve buna benzer soruların cevabını, akıl ve mantık mizanı ile keşfetmek mümkün olsa bile, ayrıntılı bir izah vermek mümkün değildir. Çünkü, insan aklı ile anlar ki, kainatta hiçbir şey anlamsız, vazifesiz ve faydasız değildir. Öyleyse insan da anlamsız ve vazifesiz olamaz. Ama varlıklardan her birisinin bir vazifesi olduğu ve bu vazife akıl ile görüldüğü gibi, insanın vazifesinin ne olduğunu ve ne yapması gerektiğini akıl ile kavrayamaz. Öyleyse “insanın niçin yaratıldığı” konusu tamamen vahiy ile halledilmesi gereken bir konudur. Demek, vazifemizi öğrenmenin ve bu yolda muvaffak olmanın tek yolu, bu soruyu Rabbimize (c.c) sormaktır.

Cenab-ı Hak (c.c) böyle bir soruya, Kur`an ve Resulü vasıtasıyla şöyle cevap vermektedir: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” ( Zâriyât Sûresi, 56)

Bediüzzaman Said Nursi gibi bir çok alim ve muhakkikler, bu ayette geçen “ibadet” ifadesine, “Halik-ı Kainatı tanımak ve O`na iman edip ibadet etmektir ” diye mana vermişlerdir. Çünkü önce iman ve marifet, ondan sonra ibadet ve hayret gelir. Önce nasıl birisine iman ettiğimizi, hangi özellik ve sıfatlarından dolayı O`na (c.c) ibadet edeceğimizi bilmeli, sonra nasıl ibadet edeceğimizi ve O`na (c.c) nasıl teşekkür edeceğimizi araştırmalıyız.

Evet kâinatın yaratılması, insan içindir. İnsanın yaratılmasının sebebi ise, yukarıdaki Ayette de belirtildiği gibi ubudiyet ve kulluktur. Başka bir ayette de “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz`ı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızk olmak üzere yerden meyve ve sâir gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah`a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah`tan başka Mabud ve Hâlikınız yoktur.” ( Bakara suresi, 21 – 22) buyurulmakla, insanın takva mertebesine ulaşabilmesi ve Allah`ın (c.c) ihsanlarına karşı şükür vazifesini yerine getirmesi ancak ibadet ile mümkündür.

Çünkü ibadet;

· İnsanın inanç ve itikadını sağlamlaştırır ve kuvvetlendirir.

· İnsanların fikirlerini Cenab-ı Hakkın (c.c) emirleri ve yasakları doğrultusunda odaklanmasını sağlar. Böylece insanlar, mükemmel bir intizama girmekle kainattaki ilahi hikmet doğrultusunda hareket etmeye başlar. Çünkü kainatta bulunan her varlık gibi, insanların da başıboş ve vazifesiz olmadığı anlaşılır.

· İnancın insanda tesirli olmasını, temin eder. Yoksa insanda bulunan iman, tesirsiz kalır ve zamanla söner. İbadeti sağlam olmayan kişilerin zamanla Müslüman olmayanlar gibi düşünmeye başlaması, bu iddiamıza bir delildir.

· Dünya ve ahiret saadetine vesile olur. Zira Allah`a (c.c) ibadet halinde olanların kalb ve ruhlarındaki ferahlık, dünyada saadete ermelerine vesile olurken ahirette de İlahi ihsan ve ikramlara vesile olacaktır.

· Dünya ve ahiret işlerini tanzim eder. Evet, gerek dünyaya gerekse ahirete ait işlerin düzenli ve adil olabilmesi ancak ibadet ile mümkündür. Allah`ın (c.c) hakkı olan ibadete gereken ehemmiyeti vermeyenlerin, kul hakkına riayet etmesi elbette beklenemez.

· Şahsın mükemmel olmasına katkıda bulunduğu gibi, milletlerin de yüksek bir seviyeye ulaşmasına vesile olur. Evet İslamiyet`e sonradan giren kişi ve toplumların, bu gibi itiraflarına tarih çokça şahit olmuştur. İslamiyet`ten evvelki Arab toplumu ve bu toplumdan Hz. Ömer İbn-i Hattab`ın ilk hali ile Müslüman olduktan sonraki halleri, bu konuda verilebilecek çok güzel örneklerden sadece bir tanesidir.

· İnsanın Allah`a (c.c) ulaşması ve O`na dostluk kurabilmesi açısından, elde edilebilecek en yüksek ve şerefli bağdır.

· İnsanın menfaatlerini elde etmesi için sahip olduğu şehevi duyguların, düşmanlarını def` etmek için kendisine verilen gazap hislerinin ve iyi ile kötüyü birbirinden ayırması için kendisinde bulunan akıl kuvvetinin istikametli çalıştırılabilmesini sağlar. Yoksa insanda iman ve imanı kuvvetlendiren ibadet olmasa, o zaman haram helal demeden menfaat gördüğü her şeye saldırır. Kendisine zararı olmayanlara da zarar verir. Akıl da istikametli karar veremez, hakkı batıl batılı da hak görür.

· Müslümanların birbirlerine daha sıkı sarılmalarını ve birbirlerinin kusurlarına bakmamaları gerektiğini, ruh, kalp ve hatta nefislerine yerleştirir.

Ubudiyetin ve kulluğun hülasası, özeti, komprimesi ise namazdır. Çünkü, namaz hem İslam`ın tüm farz ibadetlerini içermekte hem de bütün yaratıkların ibadet şekillerini de kapsamaktadır. Mesela namazda insan, bir şey yiyip içmemekle oruç tutar. Kıbleye dönmekle bir nevi hacca gider. İçinde şehadet getirir. Elbiselerinin, ömrünün ve vücudunun zekatını verir. Ayrıca, kıyamda durmakla ağaçları, dağları ve daima kıyamda ibadet halinde olan melekleri temsil eder. Rükua varmakla hayvanların duruşunu temsil edip, ibadetleri rükudan ibaret olan meleklerin vaziyetini gösterir. Secdeye giderken taş, toprak ve sürünen hayvanların ibadetlerini ifade etmekle beraber, secdeden başını kaldırmamak suretiyle Allah`a (c.c) karşı ibadetini yerine getiren meleklere benzemeye çalışır.

Böylece bu tarz külli bir ibadet olan namazla, insanın bütün mahlukat ve mevcudatın en faziletlisi ve en şereflisi olduğu da ortaya çıkmaktadır. Çünkü, hem maddi ve cismani hem de manevi ve ruhani varlıkların Allah`a karşı sundukları ibadet çeşitlerini ve çiçeklerini, tek başına bir çiçek buketi olarak sunmaktadır. Cesedi ve ruhu ile kainatın özeti ve maketi hükmünde olan insan, namaz ile tüm ibadetlerin komprimesini de kendin de temsil etmektedir.

Ayrıca insanın tüm kainatta bulunan varlıklar namına ibadet etmesi de yine namazla mümkündür. Çünkü namaz külli bir ibadet olması hasebiyle, namaz ile insana maddi ve manevi, küçük ve büyük olan her şeyin ibadetini temsil etme ve Allah`a kendi namına sunma kabiliyeti ve özelliği de verilmiştir. Namazın içerdiği hakikat ve mahiyetlerin çok külli ve geniş olduğu gerçeğini birkaç madde de açmaya çalışalım.

Şöyleki;

1. Namaz, daha öncede bahsedildiği gibi, bütün melek ve ruhanilerin ibadet şekillerini içermektedir.

2. Namaz, dünyanın tüm maddi ve ceset sahibi varlıkların da ibadet şekillerini kapsamaktadır.

3. Peygamber efendimizin (a.s.m) “namaz, müminin miracıdır” hadisinde, insanı Allah`a ulaştıran ve yaklaştıran en mühim vasıtanın namaz olduğunu buyurulmaktadır.

4. Bir hadiste “ insanın Allah`a en yakın olduğu an, secde anıdır ” buyurulmakla, Allah`a yaklaşmak için en keskin ve tesirli vasıta namazdır.

5. Namaz, dini duygularımızın ve taşıdığımız imanın korunması için en büyük bir sebeptir. Buna “ namaz, dinin direğidir ” hadis-i şerifi işaret etmektedir.

6. Namaz, insanı bütün fuhşiyat ve kötülüklere karşı koruyan bir kalkan özelliğindedir. Kur`an-ı Kerimde “Hiç şüphe yok ki namaz, insanı çirkin işlerden ve haramlardan alıkor.” buyurulmakla, hakkıyla kılınacak bir namazın insanı, her türlü kötülüklerden muhafaza edebileceği ifade edilmektedir.

7. Namaz, insanı manen temizleyen ve günahlardan arındıran ilahi bir iksirdir. Bu konuda Allah Resulü (a.s.m) “herhangi birinizin evinin önünden akan bir sudan günde beş defa yıkandığınız takdirde sizde bir kir kalmadığı gibi, Allah (c.c), beş vakit namaz sayesinde de, günahlarınızı öylece yok eder.” (Buhari – Müslim) buyurmakla, namazın günahların temizlenmesindeki rolünü de ifade etmiş oluyorlar.

8. Namaz, İmandan sonra gelen en kıymetli bir cevherdir. Zira Kur`an-ı Kerimin çok yerlerinde imandan sonra hemen amel-i salih tabiri geçmektedir. Amel-i salih`in en büyüğü ise, namazdır. Bazı ayetlerde ise, imandan sonra direkt olarak namazdan bahsedilmektedir. Bakara suresinin başlarında müminler için “Gayba iman edenler ve namazı dosdoğru kılanlar” diye bahsedilmektedir.

9. Namaz kılmak hem çok kolay hem de çok kârlı bir ticarettir. Çünkü kılınmasının ve ifasının ne kadar kolay olduğunu herkes bilir. Ama kârına ve neticesine baktığımızda, rahatlığıyla zıt orantılı bir kara sahip olduğunu görürüz. Evet namaz kılanların aldıkları ücret azımsanmayacak kadar büyüktür. Bunlar; dünyada kalb ve ruh rahatlığı, kabirde ışık ve gıda, mahşerde senet ve berat, sıratta nur ve burak gibi bir binek, cennette ebedi bir sohbet arkadaşlığıdır.

10. Namaz, Allah`a karşı yapılan ve yapılacak en büyük zikirdir. Zikir, kelime itibariyle hatırlama ve anma demektir. Kur`an-ı Kerim “Sana vahyedilen kitabı okuyup tebliğ et, namazı hakkıyla ifa et! Muhakkak ki namaz, insanı, ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar. Allah`ı namazla anmak, elbette en büyük fazilettir. Allah bütün işlediklerinizi bilir.”( Ankebut suresi, 45 ) ayetiyle, ibadetlerin en kapsamlısı olan namaza “en büyük zikir” demektedir. Evet insan, kıldığı namazın tüm hareket ve duruşlarıyla Allah`ı (c.c) hatırlamaktadır. Bu hatırlama abdest almaktan başlar. Kabeye teveccüh etmek, tesbih, hamd, tekbir ve Lailahe illallah demek, kıyam, rüku ve secdeye varmak hep zikir ve anmadır. Böylece dili, kalbi ve kalıbı hep aynı minval üzere zikirdedir.

11. Namazda, Cenab-ı Hakka bütün kainatı terbiye eden unvanıyla muhatap olunmaktadır. Çünkü “ Hamd alemlerin Rabbi olan Allah`adır(c.c)” ayetinde geçen “Alemlerin Rabbi ” ifadesi çok geniş manalı bir terimdir. Dolayısıyla bu unvanla Allah`a (c.c) yönelmek ancak külli bir makam gerektirir. Zira, Rububiyet Cenab-ı Hakkın terbiye ediciliği anlamına gelmektedir. Allah (c.c) her mevcudu veya alemi, farklı farklı terbiye etmiştir. Her rububiyet tecellisine muhatap olan varlıklar, farklı bir şekil, güzellik, süslenme ve mükemmelliğe sahip olmaktadır. İşte namazda söylediğimiz “Alemlerin Rabbi” ifadesiyle, Allah`ın (c.c) tüm kainattaki terbiye ediciliğini medh ediyor ve ilan ediyoruz.

12. Namaz yardımıyla bir mümin, geçmiş ve gelecek tüm mahlukatın ibadetlerini kendi yapıyormuş gibi veya onların temsilcisiymiş gibi ibadet edebilir. Yani bu kapı kendisine açıktır. Mesela Fatiha suresinde okuduğumuz, “İyyake na`büdü ve iyyake nestein” ( biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz ) ayetinde geçen “biz” tabiri hakkında Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, şayet ayette “ben” denilmiş olsaydı, bu ibadet sadece insana has kalırdı. Ama “ben” yerine “biz” denilmesiyle, yapılan ibadet kainat kadar büyümüş olur. Yani “biz” zarfında üç cemaatin ibadetleri mevcuttur. Bunlar; a- vücudumuzun bütün hücrelerinin yaptıkları fıtri ibadetleri, b- Hz. Adem (a.s)`dan kıyamete kadar gelmiş ve gelecek tüm müminler cemaatinin ibadetleri, c- Kainatta var olan maddi veya manevi tüm varlıkların ibadetleri.

13. Namazda okunan “ tahiyyat ” duasında geçen “ ettahiyyat ” ifadesiyle tüm hayat sahiplerinin, “ elmubarekat ” kelimesiyle çekirdekler, yumurtalar, tohumlar ve nutfelerin, “ essalavat ” kelamıyla ruh sahibi varlıkların, “ ettayyibat ” tabiriyle de bütün Peygamberlerin (a.s) ve yüksek seviyedeki melek ve ruhanilerin ibadetlerini, Allah`a (c.c) kendi namımıza ve hesabımıza sunma şerefi bahşedilmiştir.

Yapılan bu izahlardan sonra Peygamberimizin (a.s.m)`ın bir hadiste buyurduğu “Gözümün nuru namazdır” ( Nesâî ) cümlesinin ve vefatı vaktinde çektiği sıkıntılar içerisinde bile, sahabelerine “ Namaza dikkat ve devam ediniz” (Müsned, 1:78) vasiyet ve tavsiyesinin ne demek olduğu ve nasıl bir hakikati ortaya koyduğu biraz daha iyi anlaşılmış olur.

Burhan Sabaz / Sorularla Risale

Namaza Nasıl Başlanır

NAMAZ BİR NİŞAN YÜZÜĞÜ

Namaz, bir nişan yüzüğüdür. Nişan yüzüğünü takan bir insan, nasıl bir sevgili ile nişanlanmış oluyor, bir sevgiliden başkasına ait olmadığı kesinleşmiş oluyorsa, namaza başlayan ve devam eden bir insan da Mahbub-u Bakî’sini, Ezelî ve Ebedî sevgili’sini bulmuş oluyor. Böyle bir insan namazıyla şunu demek istiyor: Ben Hakiki Sevgilimi buldum. Ki o Allah’tır. Ben Ondan başkasına ait değilim, ben sadece ve sadece O’nun kuluyum, başka hiç kimsenin kulu olamam. Beni O yarattı, ihtiyaçlarımı O karşılamaktadır. Hakiki yar ve gerçek sevgili O dur.

Namaz insanı, bir çok şeye kul olmaktan kurtarır, yalnız Allah’a kul eder. En büyük, en sağlıklı özgürlük de işte budur. Onun için Mevlânâ: “En büyük özgürlüğü Allah’a kullukta buldum.” demiştir. Ve yine demiştir ki: “Allahım! Köleler efendilerinden kurtulunca hür ve mutlu olurlar, bense Sana kul ve köle olunca hür ve mutlu oldum!

NAMAZ VE MAYA

Günlük 24 saat ömrün içinde beş vakit namaz için ayrılan bir saat, bir kaşık maya gibidir. Bir kaşık maya ile nasıl kocaman bir tencere sütü mayalar ve yoğurtlaştırırsınız, her gün namaza ayırdığınız bir saatle de o kocaman gününüzü mayalar ve 24 saatinizi namazlaştırmış olursunuz. Üstad Bediüzzaman’ın “Namaz kılan insanın dünyaya ait diğer mubah işlerinin hepsi ibadet olur.” sözünün anlamı da bu olsa gerek.

BEŞ VAKİT NAMAZ

Beş vakit namaz, mü’minin günahlarına keffaret, Allah’ın iyiliklerine teşekkürdür. Ruhun ab-ı hayatı, kabrin karanlığında kandildir. Ahirette, büyük mahkemede senet ve berat, sırat köprüsünde nur ve buraktır. Şeytanı ve şeytanlaşmışları çatlatan, Allah’ı ve Allah dostlarını memnun eden, Allah’ın cennetine ve cemaline kavuşturan bir ibadettir.

ÇAMURA DÜŞMÜŞ ALTIN

Namazsız insan, çamura düşmüş bir altın gibidir. Çamurda görülen bir altın nasıl alınır, silinir, parlatılır, layık olduğu yere konulur. Namazsız insan da günah çamuruna düşmüştür veya düşürülmüştür. Böyle bir insan her ne kadar bu çamura düşmüşse de bu bir insandır, denilmeli, tutup ordan kaldırılmalı, yunmalı, yıkanmalı, layık olduğu yere, namaz seccadesine taşınmalıdır. Çünkü namaz seccadesi bir asansör, namaz da alay-i illiyyine, yüceler yücesine Firdevs cennetlerine çıkmak için düğmeye basmaktır. Bu yardımı çamura düşmüşlere çok görmeyelim. Kızmak yerine, acıyalım. Batan gemiden denize saçılan petrole gırtlağına kadar gömülen, bu yüzden uçamaz ve yüzemez hale gelen martılara acıdığımız kadar, günah ziftine saplanmışlara da acıyalım, tevbe sabunu ve namazın berrak sularıyla temizlenebilmeleri için onlara yardımcı olalım. Böylece hem kendimizi, hem de onları kurtarmış olalım.

NAMAZ, İNSANIN ŞARJI, NAMAZ VAKİTLERİ DE ŞARJ OLMA ANI

Namaz, insanın Allah’la buluştuğu ve konuştuğu andır. Namaz, insanın Allah’ın feyziyle şarj olma anıdır. Şarj olmamış veya şarjı bitmiş cep telefonunu bir düşünün. Böyle bir telefonun tenekeden farkı var mı? Namazı olmayan bir insan, şarj olmamış veya şarjı bitmiş telefon gibidir. Böyle bir insanın yararlı hale gelmesi, görünen ve görünmeyen alemlerle iletişime girebilmesi için şarj olması lazım. Namaz insanın şarjı, enerjisi, düzeni, disiplini, canı ve moralidir. Namaz vakitleri de şarj vakitleridir.

NAMAZSIZ İNSAN VE HUŞÛSUZ NAMAZ

Namazsız insan, şarj olmamış bir telefona, şarj olmamış bir telefon da tenekeye benzer, dedik. Huşusuz yani gafletle namaz kılanı da, şarj olsun diye prize takılan, ancak kablolarındaki kopukluk nedeniyle akımla temas sağlayamayan ve bir türlü jarz olamayan telefona benzetiyoruz. Siz telefonu şarja koymuşsunuz görünüyor ama, telefon bir türlü şarj olmuyor. Neden? Ya kablolarda kopukluk var. Ya da akım gelmeyen bir prize girmişsiniz. Huşusuz yani bilinçsiz namaz kılan adam da böyledir. Adam namaz kılıyor görünüyor ama namaz kılmış sayılmıyor. Neden? Çünkü kalıbıyla namazda ama kalbiyle namazda değil. Gövdesi namazda ama, aklı başka yerlerde. Telefon da şarj oluyor görünüyor ama elektrikle temas sağlayamadığı için bir türlü şarj olamıyor.

İmam kardeşlerimiz de bu hususta çok dikkatli olmalı, huşûsuz namaz kıldırmamalıdırlar. Aksi halde sadece kendi namazları değil, arkasına aldıkları cemaatin de namazlarının geçersizliğine sebep olurlar, ki Allah korusun bu çok büyük bir vebaldir. Cemaat böyle bir namazdan sorguya çekilmeyebilir. Çünkü onlar masumdur, hatta cemaatle namazın sevabını almak için koşmuş gelmişlerdir. Ve niyetlerine göre de bu sevaba nail olmuşlardır. Ama imam, o cemaatin namazından sorumludur. Çünkü cemaat imama uymuştur, ona güvenmiş ve ona teslim olmuşlardır.

BİN DOLAR BİR KİLO DOMATESE VERİLİR Mİ?

-Bin dolar, bir kilo domatese verilir mi?

-Verilmez.

– Biri kalkar verirse böyle birine ne derler?

-Parası çok, ama aklı yok, derler.

Şimdi soruyorum:

-Bin dolar mı kıymetli, insanın başındaki aklı mı?

-Bırakın bin doları, akıl, dünyadan da, hatta cennetten de pahalı. Çünkü akıl olmazsa ne dünyanın, ne de cennetin tadı çıkar.

-Madem öyle, dünyadan ve cennetten pahalı bir cevher, bir kadeh içkiye, üç-beş saniyelik bir zevke verilir mi? Kumarda ve gayr-i meşru eğlencelerde zayi’ edilir mi? Böyle şeylerle insan aklını ve huzurunu bombalar mı? Bu kadar basit şeylerle aklını ve huzurunu bombalayana akıllı denilir mi?

Öyleyse akıl neye harcanırsa değerini bulur? Akıl, dünyadan ve cennetten daha üstün, daha pahalı şeylere harcanmalı. Akıl, yaratıcısına, sanatkârına yani Allah’a harcanmalı. Akıl, namaza, cihada ve Allah’ın rızasına, Peygamber’e ve Peygamber’in davasına harcanmalı. İşte o zaman akıl değerini bulmuş olur. Böyle bir insan her şeyi kazanır. Böyle bir insanın arkasından cennet koşarak gelir. Böyle bir insanın dünyayı sevmesi, eşini sevmesi, çocuğunu sevmesi, işini sevmesi, evini, bahçesini sevmesi, yemeği sevmesi helal olur. Ama Yaratıcısına ve O’nun rızasına harcanmayan akıl, ne kazanırsa kazansın, neyi severse sevsin, Allah razı değil ise, kazandığı ve sevdiği her şey başına bela bulur.

Vehbi Karakaş

İbadet Etmemenin Mazereti Olur Mu?

(Bir ambulans hemşiresinin ibadetle ilgili mühim bir hatırası)

Siradan bir hafta sonuydu. Tatilin tadini çikarmak adina geç saatlerde kalkmış, kahvaltı yapıp, “bugün ne yapabilirim, geriye kalan vaktimi nasil degerlendirebilirim” diye düşünürken cep telefonum çaldi. Çalıştığım hastaneden arıyorlardi. Ne olabilirdi ki? Umarım, tatilimi mahvedecek bir şey değildir, diye düşündüm.Görevli arkadaş “icapçı hemşire” olduğumu, İstanbul’a bir hastanın götürüleceğini ve en geç 20 dakika içerisinde hazır olup hastaneye gelmem gerektiğini söyledi. Ben de hazırlandım tabi, ama söylene söylene.. Nereden bilebilirdim bu yolculuğun hayatımı değiştireceğini..Hastaneye geldiğimde ambulans hazır halde beni bekliyordu. Fakat hasta yoktu. Burada kaldığı bir evden alınıp, sonrasında da İstanbul Fatih’teki evine bırakılacaktı.

— Oh, dedim, demek ki hastanin önemli bir problemi yok.. Gerekli malzeme kontrollerini yaptıktan sonra yola koyulduk.

Hastanın bulunduğu eve vardığımızda, bir doktor karşıladı bizi. Hastanın ilerlemiş bir beyin tümörünün olduğunu ve yapmam gerekenleri bir bir anlattı. Hastayı sedyeyle ambulansa aldığımızda, bilinci yarı açıktı. Bazen bizi işitiyor, bazen de derin bir uykudaymışçasına hiç konuşmuyordu. Eşi de yanında refakat etmekteydi. Bir süre bu şekilde gittikten sonra, hasta idrarının geldiğini söyledi. Bir “ördek” yardımıyla bu işi hallettik. Sonrasında da, eşinin kulağına bir şeyler fısıldadı.

— Eşinizin ağrısı mı varmış, dedim.
— Hayır, namaz vakti geldi mi diye soruyor, dedi. Abdest alacakmış da..
— Nasıl yani, yerinden bile kalkamıyor, nasıl abdest alacak? Üstelik, verdiğimiz ilaçlar devamlı idrar yaptırır ve abdesti sık sık bozulur, o zaman ne yapacağız?
Hastanın gözleri ilaçların etkisiyle yavaş yavaş kapandı ve derin bir uykuya daldı. Belli bir süre bu şekilde devam etti yolculuğumuz. Hasta bir ara gözlerini aralayıp:
— Namaz vakti geldi mi, dedi.
— Evet, dedi karısı.
Hasta, ambulansı uygun bir yerde durdurup, kendisi için bir tuğla parçası arayıp aramayacağımı sordu:
— Tabiî ki ararım, dedim. Ama ne yapacaksınız ki tuğla parçasını?
— Abdest alacağım hemşire hanım, dedi bitkin bir şekilde.
Aman Allah’ım, “yoldayım” diye kılmadığım, “uykusuzum” diye kazaya bıraktığım, “biraz sonra kılarım” diye ertelediğim namazlarım geliverdi aklıma..Ambulansı bir tesiste durdurduk ve bir tuğla parçası aramaya koyuldum. Birinci adım, ikinci adım derken, bir de baktım ki tuğla parçası karşımda duruyor. Sanki bilinçli bir el onu benim almamı istercesine oraya koymuş gibiydi âdeta..

Tuğla parçasını aldım, hastaya verdim. Taşı karnının üzerine koydu ve yolculuk boyunca her abdesti bozulduğunda teyemmüm edip abdest aldı ve ardından namazını eda etti. Bilinci yerindeyken, dudaklarında hep bir mırıltı, durmadan dua ediyordu.

Allah’ım nedir bu yaşadıklarım. Bu insanlar gerçek olabilir mi, diye geçiriyordum içimden. Yerinden kalkamayacak kadar hastayken “namaz vakti geldi mi” diye soruyordu adam. İmkânsız olduğunu düşünürken tuğla parçasını bulmam, adamın devamlı teyemmüm abdesti alması o kadar garibime gitmişti ki..
Başım ağrıyor, romatizmam var, ayaklarımda mantar var, uykusuzum, yorgunum, işlerim çok yoğun gibi bahanelerle abdestten, namazdan kaçanlar var ya, onlar geldi aklıma. Kendim geldi aklıma. Utandım, yıkıldım ve o adamı tanıdıktan sonra namaza dört elle sarıldım, sanki namazla yeniden dirildim.Sanirim, hastanın sonunu merak ediyorsunuz. Hasta kısa bir süre sonra vefat etmiş.
Nasıl öldüğünü tahmin ediyorsunuzdur herhalde.. Nasıl yaşadıysa öyle…
Prof. Dr. Mustafa Nutku
www.NurNet.Org

Namazda Şike!

Namaz her türlü kötülükten alıkoyup koruduğu bizat Yüce Allah tarafından belirtilmekdedir. Yıllar yılı görünüşte namaz kıldığı halde hala kötülüklerden çekinmeyen bir kimsenin namazında bir aksaklık olmalı.

Mevlana (kuddise sırruhu), namazla elde edilen sevabı tahıl türü bir gıda maddesine, namaza manen zarar veren onu zedeleyen nefis ve şeytanı da fare ve haşerelere benzetir. Ambara bugdayı doldurmadan önce, delik ve gedikleri iyi kapatmalı, haşere ve parazitlerin buğdayımıza ulaşıp zarar vermesine, namazımızdan doğan manevi nur ve feyizleri birer birer söndürmelerine izin vermemeliyiz. Bunun İçin yüce Allah’ın himayesine sığınmalı, O’ndan yardım dilemeliyiz.

Ey Hak talibi can! Önce ambara giren fareden kurtulma çaresini ara, ondan sonra buğday toplamaya çalış. Büyüklerim büyüğü olan, gönüllere gönül kesilen sevgili Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem), Namaz ancak kalp huzuru ile tam olur‘ hadisini hatır da nefisten ve şeytandan kurtulmak için kalp huzuru ile namaza başla.

Eğer ambarımızda hırsız bir fare bulunmasaydı, kırk yıllık ibadet buğdayı nereye giderdi? Her gün azar azar da olsa, candan ve sevgi ile sadıkane yapılan ibadetlerdan, iyiliklerden hasıl olan iç rahatlığı ve huzur neden gönlümüzde hissedilmiyor?

Çakmak demirinden birçok kıvılcım şıçradı. İlahı aşkla yanan gönül onları çekti aldı. Fakat karanlıkta gizli bir hırsız var. Kıvılcımları söndürmek için üstlerine parmak basıyor. Dünyada manevi bir çerağ uyanmasın diyei o karanlıktaki hırsız kıvılcımları söndürüyor.

Allahım, senin inayetin, merhametin bizimle beraber oldukça, şeytandan, o alçak hırsızdan (nefs-i emmare) ne korkumuz olur? Sen, bizimle beraber olup bizi korudukça ayak altında yüz binlerce tuzak olsa da önemi yoktur.

Prof. Df. Abdülaziz Hatip / Aşıkların Namazı