Etiket arşivi: namaz

Hollandalı Genç Namazını Rektörün Odasında Kıldı

odaAllah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehari (gündüzü) olduğu gibi Allah Nurunu tamamlamak maksadı ile, insanları inkardan kurtarmak için bize, Bediüzzaman gibi bir zatı gönderdi. Hapishanede sürgünlerde, yanında Kur’anı Kerimden başka kaynak kitabı olmadığı halde, Risale-i Nur eserleri gibi 14 cilt kitap yazmış. O eserler sayesinde yalnız tahsilsizler değil, entelektüel tabaka da, çok Profesörler de imanlarını kurtardılar. Bu eserleri okuyanlar, dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Bu sebepten Saygıdeğer  Başbakanımız Tayyip Erdoğan da bir konuşmasında: “Bediüzzaman Said Nursi olmasa idi Türkiye’miz maneviyatta geri kalırdı.” Dedi.

Şimdi bu kitaplar yalnız Türkiye’de değil, dünyanın 60 diline tercüme edilip o milletlerde okuyorlar. Çünkü fen hakim olduğu devirde, nakiller değil ispat konuşur. Bu eserler de 2×2=4 eder derece o ispat vazifesini yapıyorlar.  İmanı  ispat ettikleri için yalnız Müslümanlar değil çeşitli dinlere mensup kişiler de okuyup Müslüman oluyorlar.Elhamdülillah.

Evet! Ölümle idam  edilme korkusundan kurtulup, iman hakikatine kavuşmak için her insanı onun aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi, her insan için geçerli olduğu gibi, bilhassa her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü ecdadımız asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptığı için, onların torunları olan bu millet bu hususta daha uyanık davranmalı. bu sebepten benim vatandaşım dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde onlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacaklarını  unutmasınlar. Bu gerçeği daha iyi anlayabilmek için bir hadise anlatacağım:

Hollandalı bir gencin eline İngilizce tercüme edilmiş bazı Risale-i Nur eserleri eline geçmiş. Delikanlı o eserleri okuyunca Müslüman olup adını değiştirerek Abdürrahman koymuş.  İslam dininin şartlarını yerine getirmeye karar vererek kendine: “Ben bu kitapların orijinalini, Yani yazıldığı dilin kendisinden okumalıyım” diyerek Türkiye’ye gelmiş. Balıkesir’in Akhisar ilçesinde Rahmetli Şahin Hocanın açtığı Kur’an Kursuna,Türkçeyi ve Kur’anı Kerimi  örenmek için Kur’an  kaydolmuş. Orada iki sene kalarak hem Kur’anı Kerimi  hem de Türkçeyi öğrenmiş.

Bir ara İstanbul’a geldiğinde. Tevafuk o gece Abdürrahmanı bir kardeş bizim evde ki sohbete getirdi. Dersten sonra  Abdurrahman başından geçen bazı hatıralarını anlattıktan sonra bizlere iyi bir ders yaptı, gençleri önüne alarak onlara dedi ki

“Kardeşler! Bakın şu Türkiye gençleri ne kadar vebal altındadır. Benim soyum, dedelerim, annem, babam, arkadaşlarım gayri Müslim. Ben bütün bu engelleri aşarak  hak din olan İslamiyet ile şereflendim. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Müslüman olmam nerede! Türk gençleri, asırlarca İslama bayraktarlık yapan şehit dedelerin torunları, anneleri babaları ve bütün akrabaları Müslüman olduğu halde Müslümanlıktan uzak kalmalarının vebali nerede!”

Bu sözleri dinleyenlerede derin bir vicdan azabı bıraktı Abdurrahman Müslüman olduktan sonra hayatından bazı kesitleri anlattı: “Ben Müslüman olduğum zaman Müslümanlığın en büyük şartı namaz olduğunu öğrendim ve nerede olursam namazımı terk etmemeye karar verdim. O sırada üniversite öğrencisi idim. Okulda bir gün rektörün önüne çıktım ona: Bana bir namaz yeri göstereceksin. Rektör sen buralı değil misin? Evet ama İslam dinini kabul ettim. Peki, şu oda benim odamdır; orada namazını kılabilirsen kıl dedi. O iş halloldu.

Sonra üniversitede kalabalık öğrencilerde abdest alma sıkıntısıyla karşılaştım. Yine rektörün önüne çıktım, rektör bey ben namazdan önce el, yüz, ayak yıkayıp yani “Abdest” almam gibi bir vazife yapmak icap ediyor. Bunun sıkıntısını çekiyorum. Bana yardımcı olabilir misin deyince? Kendi el yüz yıkadığı yerin anahtarını kopyalamam için bana verdi. Anahtarı alıp kopyaladım, o işte halloldu. Fakat kış günlerinde öğle namazıyla ikindi namazı biri diğerine yakın olduğu için okulda sıkışıyordum. Yine rektörün makamına çıktım. Kendisine : Rektör bey namazlarımı daha rahat kılmak için günlük derslerimden 10 dk lık bir izin kağıdı verir misin? Verdi ve rahatladım. Namaz vakti profesörüme kağıdı göstererek, çıkıp namazımı rahat kılıyordum. Sonra Allah’ıma şükür haccımı da yaptım ve hak din olan İslamiyet ten aldığım bir lezzeti tarif edemem.!”Risale-i Nur eserleri beni böyle bir fedakarlığa sevk ederken,  bu vatanda yaşayan Türk gençleri  nasıl Risale-i Nur eserlerden eserlerinden uzak kalabilirler?

Abdülkadir Haktanır

Namaz

Cin ve insanların en büyük işi                            

olan Namazımızı kılmayalım mı?

 

İster erkek olduk ister se dişi,

İbadetimizi yapmayalım mi?

 

Büyük imtihanı kazanmak için,

Var olduğumuzu bilmeyelim mi?

 

Geldik nimetlere şükretmek için,

Biz şükredenlerden olmayalım mi?

 

Bizi, şuurlu bir insan yapanı,

Kimdir o arayıp sormayalım mı?

 

Yaratıcımızı bulduktan sonra,

Şükrümüzü ifa etmeyelim mi?

 

Kur`ân’da mükerrer emir var iken,

O emre biz kulak asmayalım mi?

 

Uzun yolculuğumuza çıkar  iken,

Seccade almadan yola çıkılır mi ?

 

Her yanda cenazeyi görür iken,

Bizde öleceğiz demeyelim mi?

 

Sonsuz dertlerimizi saymak için,

Rabbin Huzuruna çıkmayalım mı?

 

İhtiyaçlarımızı saymak için,

Allaha kıyama durmayayım mı?

 

Madde telâşından kurtulmak için,

Birazda manaya dalmayalım mı?

 

Kulluğun şuuruna  ermek için,

Rükû ve secdeye varmayalım mı?

 

Sayısız nimetleri bahşedene,

Muhabbetle minnet etmeyelim mi?

 

Sonsuz bir mutluluk bize va’d Edene,

Severek ibadet yapmayalım mı?

 

Sorulacak ilk soru namaz iken,

Namazlı bir mümin olmayalım mi?

 

Namazsızın hesabi zor olacak, 

Biz bunu nazara almayalım mı?,

 

Cehennemde insan la taş yanacak,

Bundan dersimizi almayalım mı.?

 

Abdülkadir Haktanır

Meleklerin seyrettiği namaz: “Sabah namazı”

Meleklerin seyrettiği bir namaz kılmak ister misiniz? O halde sabah namazını kaçırmayın. Düşünün, tekbir alıyorsunuz, melekler şahit, rûkua gidiyorsunuz melekler şahit, secde anındasınız yine melekler şahit.

Sabah namazını ne sıklıkla kılarsınız? Hiç kaçırmamaya mı dikkat edersiniz yoksa arada bir kılmaya mı çalışırsınız? Şayet gönlü ötelere açık kullardansanız harika, yok eğer dikkatli değilseniz sabah namazını kılma hususunda, gelin, nimetten faydalanma adına, beraberce Yüce kitabımıza kulak verelim: “Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar, belli vakitlerde namaz kıl, özellikle de sabah namazını. Çünkü sabah namazında gece ve gündüz melekleri hazır bulunur (şahit olurlar).” (İsra Sûresi, 78)

Acaba Rabbimiz sabah namazına neden bu kadar önem veriyor? Çünkü, kalbin ulvî olan her güzelliğe açık olduğu en huzurlu vakittir bu vakit. Çünkü, başlanacak olan yoğun ve yeni bir güne hazırlanmanın en doğru ve bereketli olduğu vakittir bu vakit. Çünkü tefekkür için en uygun vakittir bu vakit. Farkına varabilenler için, cennet soluklarının, kalbin derinliklerine kadar nefeslendiği vakittir bu vakit.

İnsan bazen taltif görmek ister ya hani. Yaptıklarının, sevdikleri tarafından görülmesini ister. İşte Yüce Allah (cc), kullarına çok büyük bir taltif yapıyor ve o nurdan meleklerini, ibadetimize şahit tutuyor. Düşünün, tekbir alıyorsunuz, melekler şahit, rûkua gidiyorsunuz melekler şahit, secde anındasınız yine melekler şahit. Zikrediyorsunuz Rabbinizi, salatü selamlar gönderiyorsunuz Peygamberinize ve yine melekler yanınızda hazır ve şahit.

Gelin dostlar! Sabah namazlarını eğer kılıyorsanız, bu ayeti hatırlayarak, seher vakitlerini daha bir bilinçli idrak edelim. Eğer ki, ihmal ediyorsanız, bugünden tezi yok, beynimizi ve kalbimizi ‘Sabah Namazı Vakti’ne ayarlayalım. Sahi insan ömründe kaç kere sabah namazı kılar ki? Bu bilinmez belki; ama bilinen tek gerçek var ki, o vakitte Allah, meleklerini namaz kılan kulunun yanında hazır tutuyor. Haydi kalkın kaçırılmaması gerekli olan sabah namazına ve hissedin o nurdan varlıkları, sağınızda yada solunuzdadır belki kim bilir, dikkatli davranın o halde…

SALİH YUSUFOĞLU
Zaman – Ailem

Günahtan arındıran bir çeşme: Tevbe Namazı

Yıllardır tanıdığım dindar bir genç vardı. Ne zaman görüşsek hep hayırlı, sevinçli ve müjdeli konular üzerinde konuşurduk. Ama bu kez hiç de öyle değildi. İstikamet üzere giden hayatı sarsılmış, ayağı sürçmüş, bir tuzağa düşmüş ve büyük bir günaha girmişti.

Uzun bir telefon görüşmesi yaptık. İçine düştüğü problem, dünyasını ve ahiretini karartacak derecede çıkmaza sokmuştu. Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği sıkıntısını, belki bir çözüm sunarım ümidiyle bana açmıştı. Ancak yaptığı bir hatanın öyle kötü sonuçları vardı ki, aklıma hiçbir çözüm gelmiyordu.

— Allah’ım, Sen bana yardım et. Bana ümit besleyen bu kardeşime bir yol göstereyim, diye içimden dua ettim.

Rabbim hemen aklıma bir çözüm lütfetti ve şöyle dedim:

— Bu akşam bir gusül abdesti al, önce tevbe namazı kıl, arkasından bol bol tevbe ve istiğfar et. Ayrıca hem affedilmen, hem de bu hatanın sıkıntılarından kurtulman için tesbih ve hacet namazları kıl. İnşallah Rabbimiz affeder ve seni bu sıkıntılardan kurtarır.

Ertesi sabah ondan bir mesaj aldım. Şöyle diyordu: “Bu sabah rüyamda Hz. Ömer’i (r.a.) gördüm. Bana, ‘Allah seni affetti’ dedi ve bundan sonra dikkatli olmamı, namazımı sürekli kılmamı söyledi.

Bu muhteşem bir ikramdı.

— Allah’ım, dedim. Af ve mağfiretin bu kadar mı yakındı?

Hemen kardeşimize telefon açtım.

— Bu gece ne yaptın, diye sordum.

— Sabah namazına kadar ağlayarak namaz kıldım ve tevbe ettim, affedilmem için Rabbime yalvardım. Sabah namazını kılıp yatınca da o rüyayı gördüm, dedi.

Rüyasının mübarek ve sadık bir rüya olduğunu, ancak yine de tevbe ve istiğfara devam etmesini söyledim. Bir konuyu merak etmiştim. Acaba bahsettiği günahı işlediği günden beri hiç böyle bir namaz kılmış mıydı? Verdiği cevap tevbe namazının ne muazzam bir kurtuluş vesilesi olduğunu, fakat ondan istifade edebilmek için hakkını vermenin gerektiğini anlatmaya yetiyordu:

— Bırakın o hatadan beri kılmayı, bütün ömrümde böyle ağlayarak sabaha kadar namaz kılmamıştım.

Ümmetine tevbe namazını anlatmak için Peygamberimiz (s.a.v.), “Bir kul günah işler de sonra kalkıp güzelce abdest alıp temizlenir ve iki rekât namaz kılarak Allah’tan bağışlanmak dilerse Allah onu mutlaka affeder” buyurmuş ve arkasından şu mealdeki ayeti okumuştu:

Onlar çirkin bir günah işledikleri veya herhangi bir günaha girerek kendilerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar ve günahlarını bağışlaması için O’na niyazda bulunurlar. Günahları ise Allah’tan başka affedecek kim vardır? Ve onlar işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler. (Âl-i İmran: 135)

Tevbe namazını hakkıyla kılabilmek için bazı hususları bilmek gerekir.

1. İnsan günah işlemeye müsait bir şekilde yaratılmıştır:

İnsan akıl ve kalp ile beraber nefis de taşıdığı için çok farklı imtihanlara, tuzaklara, engellere uğramaktadır. İnsan bazen bu imtihanları başarmakta, bazen de nefis ve duygularına yenik düşerek günaha girmektedir.

Peygamberler dışında bütün insanlar az veya çok, büyük veya küçük günah işleyebilir. Nasıl ki, Rabbimizin Rezzak ismi açlığı, Şafi ismi hastalıkları gerektirir; Tevvâb, Gafur, Afüv gibi isimler de hata ve günahların var olmasını şart kılar. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu gerçeği şöyle ifade eder:

Nefsim kudret elinde olan Zâta yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helâk eder; sonra günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi.” (Müslim, Tevbe: 9)

Çünkü Allah’ı hakkıyla tanımak ve ibadet edebilmek için insanın günahlarla imtihanı gerekiyordu. Önemli olan günaha girmemek için çırpınmak, ama günah işleyince de hemen pişman olup istiğfar etmektir.

2. Tevbe ve istiğfar Allah’ın hoşuna gider:

Günah işleyip hüzünle dolan kalbini rahatlatmak için Rabbine sığınan, Ondan af ümit eden bir kulun hâli Rabbimizin çok hoşuna gider. Bununla ilgili bir kudsî hadiste şöyle buyrulur:

“Bir kul günah işledi ve, ‘Yâ Rabbi günahımı affet!’ dedi.

“Hak Teâlâ da: ‘Kulum bir günah işledi; ardından da bildi ki, günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.’

“Sonra kul dönüp tekrar günah işledi ve ‘Ey Rabbim günahımı affet!’ dedi.

“Allah Teâlâ da, ‘Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır’ dedi.

“Sonra kul dönüp tekrar günah işledi ve ‘Ey Rabbim beni affeyle!’ dedi.

“Allah Teâlâ da, ‘Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi olduğunu bildi. Ey kulum, dilediğini yap, ben seni affettim’ buyurdu.” (Buharî, Tevhid: 35; Müslim, Tevbe: 29)

Şu hadis ise günah ne kadar büyük ve çok olursa olsun, asla ümitsiz olmadan Allah’a sığınmanın gerektiğini ne güzel anlatıyor:

“Allah Teâlâ: Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden af umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.

“Ey Âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen Benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim.

“Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, şirke bulaşmamış olsan, ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.” (Tirmizî, Daavat: 98)

Rabbimiz, Kendisinden asla ümit kesilmemesini emrederek, şöyle buyurur:

Ey günah işleyerek nefislerine zarar vermede haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah dilerse bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok affedici ve çok merhametlidir.” (Zümer: 53)

Üstelik şu hadisten anlıyoruz ki, Cenab-ı Hak tevbe eden kulundan dolayı Zatına mahsus mukaddes bir sevinç duyar:

Öyle bir kimse ki, çorak, boş ve tehlikeli bir arazide bulunuyor. Beraberinde devesi vardır. Devesinin üzerine de yiyecek ve içeceğini yüklemiş. Derken uyur. Uyandığında bir de bakar ki, devesi gitmiş. Devesini aramaya koyulur. Bir türlü bulamaz. Açlıktan ve susuzluktan perişan bir vaziyette iken kendi kendine şöyle der: ‘Artık ilk bulunduğum yere gideyim de, ölünceye kadar orada uyuyayım.’ Gider, ölmek üzere başını kolunun üzerine koyar. Bir ara uyanır. Bakar ki, devesi yanı başında duruyor. Bütün azığı, yiyeceği ve içeceği de devesinin üzerindedir. İşte Allah mü’min kulunun tevbe ve istiğfarı ile böyle bir durumda olan kimsenin sevincinden daha fazla sevinç ve lezzet alır. (Müslim, Tevbe: 3)

Elbette ki, insanın günah işlemeye eğilimli yaratılması ve Rabbimizin affının genişliği, insanları günaha karşı umursamaz yapmamalıdır. Çünkü, henüz günah işlemeden, bunları düşünüp günaha girilmez. Zira nereden biliyoruz ki, günahtan sonra tevbe ve istiğfara vakit bulacağız? Acaba tevbemiz kabul edilip affedilecek miyiz? Öyle bir imtihana muhatabız ki, gerçek sonuçlar ancak ahirette belli olacak. Bunun için salih kimseler zerre kadar bile olsa günaha girmemek için çırpınmışlardır.

Önemli bir husus da şudur: İyi ve faziletli bir mümin, günahlarını büyük, sevaplarını küçük görür. Çünkü asıl mesele, günah işlememek için olağanüstü bir gayret sarf etmektir. Buna rağmen günaha düşülürse, hemen tevbe ve istiğfarla Allah’a sığınmaktır.

3. Tevbe ve istiğfar bir ibadettir:

Kur’an’ın birçok ayetinde geçtiği gibi, tevbe ve istiğfar etmek Allah’ın bir emridir ve başlı başına bir ibadettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) günahsız olup geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığına dair Rabbimizden müjde aldığı halde günde yetmiş, bazen yüz kez tevbe istiğfar ettiğini belirtmiştir.

Rabbimiz günah işleyen kimselere tevbe yolunu göstererek, şöyle müjde verir:

Ancak tevbe eden ve güzel işler yapanlar bundan müstesnadır. Allah onların günahlarını silip yerlerine iyilikler verir. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Furkan: 70)

Çok tevbe etmek, Allah’ın sevgisini kazandırır: “Şüphesiz Allah, tekrar tekrar günah işlediği halde üst üste tevbe eden kulunu sever.” (Bakara: 222)

Mademki Allah tevbe edenleri sever, o halde hiç günahımız olmasa bile sık sık tevbe ve istiğfar etmemiz gerekir. Tevbe, yapılan günahtan pişman olmak, üzülmek, bir daha işlememeye karar vermektir. Tevbe eden kişi, Allah’ın rahmetine ve mağfiretine güvenmeli, Ondan ümit kesmemelidir.

Bir genç işlediği küçük bir günahtan pişman olmuş, ağlayarak telefon etmişti. Her ne kadar Allah’ın Gafur ve Rahim olduğunu, tevbe ve istiğfar etmesini söylemişsem de:

— Ben affedilmem, diye ağlıyordu.

— Peki, abdest al, iki rekât tevbe namazı kıl, tevbe ve istiğfar et, dedim.

Aradan 15 dakika geçti. Sakin ve neşeli bir şekilde şu müjdeyi verdi:

— Abdest alıp namaz kıldım, dua ettim. Sonra Kur’an’ı alıp Besmele çekip rast gele bir yer açtım. Karşıma Hicr Suresinin 49. ayeti çıktı: “Kullarıma haber ver ki, Ben hiç şüphesiz çok bağışlayıcı, çok merhamet ediciyim.

Cenab-ı Hak âdeta onunla konuşur gibi teselli etmişti.

Tevbe namazı ne zaman ve nasıl kılınır?

Tevbe namazı şu durumlarda kılınabilir:

1.    Uzun yıllar günah içinde olduğu halde hepsini bırakıp yepyeni bir dinî hayat yaşamak isteyen kimseler, güzelce gusül abdesti alıp, iki rekât veya istedikleri kadar tevbe namazı kılıp, istiğfar ve dua ederek dünyaya yeni gelmiş gibi pırıl pırıl bir hayata başlayabilirler.

2.    Aslında dinî hayat yaşadığı ve günahlara girmediği halde her nasılsa ayağı sürçüp küçük veya büyük herhangi bir günah işleyen kimseler de, tevbe namazı kılıp af dileyebilirler.

3.    Bir kimse, herhangi bir günah işlemese bile bazı zamanlar tevbe namazı kılıp daha bir yürekten istiğfarla Allah’a sığınabilir.

Tevbe namazı her zaman her yerde kılınabilir. Ancak duaların kabul olduğu vakitlerde, bilhassa mübarek zamanlarda ve mekânlarda kılmak güzeldir. Normal namaz gibi kılınır. Fatiha’dan sonra belirli bir sureyi okuma şartı yoktur. Ama bilenler, dua, tevbe ve istiğfar ayetlerini okuyabilirler. En az iki rekât kılınabileceği gibi, kişinin gönlünün rahatlayıp tatmin olduğu miktar kadar da kılınabilir. Önemli olan günahtan dolayı mahzun olup, kırık bir kalp ve yaşlı bir gözle Allah’a sığınmak ve affedileceğinden ümit beslemektir.

Cemil Tokpınar / Moral Haber

Beş Vaktin Meyveleri

Yolda çalışan kepçe az daha yaşlı adamın tepesine iniyordu. Hem şoförün hem de yaşlı adamın fark etmesiyle büyük bir kaza son ânda önlenmişti. Çalışanların ve sorumlu mühendis Salih’in şaşkınlığı henüz geçmeden, yaşlı adam kendini toparlayıp; “Hakkını helâl et evlâdım.” diyerek, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Sanki az önce ölümden dönen o değildi. Kısa bir panik havasından sonra, yol çalışmasına devam edildi. Salih, ezanı duyunca gerekli talimatları verdi ve hızla camiye yöneldi.

Şadırvana yaklaşan Salih, az önce büyük bir kaza atlatan yaşlı amcayı burada görünce takibe aldı. Abdest alırken bir yandan da onu süzüyordu. Bu, namazda da devam etti; çünkü sadece abdest alırken değil, sünnet namazlarda da adamın tavrı, hayranlık vericiydi. Abdest alırken adamın yüzündeki tebessüm dudaklarına oturuyor, namaza durunca daha bir belirginleşiyor, selâm ve tesbihatla bir huzur dalgası hâlinde etrafa yayılıyordu. Abdesti büyük bir dikkat ve tazimle alıyordu. Namazdaki hâli bir başkaydı. Kıyamda bir çınar gibi dik duruşu, rükûa giderkenki vakur tavrı, secdeye bir vuslat hazzıyla kapanması izleyende büyük bir hayranlık uyandırıyordu.
Salih, namazdan sonra dışarıda oyalanıp, yaşlı adamla bir şekilde konuşmaya niyetlendi. İçinde bir ses, bu yaşlı çınardan çok şey öğreneceğini söylüyordu. Ceplerini karıştırdı, telefonundaki mesajlara göz gezdirdi. Adam camiden çıktıktan sonra, yüzünde hiç eksilmeyen tebessüm dalgasıyla Salih’e yaklaştı:

— Evlâdım, hakkını helâl et, sizi sıkıntıya soktum. Ben ezanı duyunca dayanamam, meyveleri kaçırmaya gönlüm razı olmaz.
Salih, ‘meyve’ sözünü duyunca şaşırmıştı, bu meyve de neyin nesiydi!
— Ne meyvesi hacı amca, camiye gelene meyve mi veriyorlar?
Adam derin bir bakışla süzdü Salih’i. Yüzünden günün hiçbir vakti eksilmeyen tebessümle devam etti:
— Bana Osman Dede derler evlâdım, sen de öyle de. Hem sen namazın meyvelerinden habersizsin herhalde.
— Namazın meyveleri mi?..
— Elbette namazın meyveleri evlâdım. Her vaktin bir meyvesi vardır, insan onu yer de çoğu zaman lezzetini fark edemez. İşte ben o leziz meyveleri hissetmeye çalışıyorum, hissedince de hiçbir meyvede olmayacak kadar leziz tatlar alıyorum. Bunun için ezanı duyar duymaz bir heyecan sarıyor beni.
Salih ilk defa duymuştu bunu. Namazın meyvesi varmış demek, diye geçirdi içinden.
— Bana da anlatsana o zaman şu meyveleri.
— Neden anlatayım ki, istersen gösterebilirim, beraberce yeriz olmaz mı?
— Neden olmasın, hadi tattır o zaman.
— Şimdi olmaz evlâdım, her vaktin meyvesi o vakit içinde lezzetlidir. Her vakitte yanıma gel, sana dalında beş vaktin meyvesini göstereyim, sen de ye.
Salih’in işi vardı. Bu teklif onun da işine gelmişti. Anlaştılar ve ertesi gün sabah namazıyla başladı beş vaktin meyvelerini devşirme işi.
Sabah henüz oluyordu ve etraf gecenin ağırlığını henüz bırakmamıştı. Ufukta koyu mavi bir ton vardı. Sema da, lâcivert bir gömlek gibiydi. Osman Dede ve Salih, cami bahçesinde buluştular. Osman Dede sordu:
— Bak bakalım etrafına, neler görüyorsun.
Salih bir müddet etrafını süzdükten sonra cevapladı.
Her şey alacakaranlık içinde, herkes uykuda, hayat yeni bir güne hazırlanıyor, bunun için dinlenme kuşağında. Az sonra şu an için ölü diyebileceğimiz hayat dirilecek ve canlı bir hâlde akıp gidecek.
— Evet evlâdım, sabah vakti aslında uykudan uyanmaları ve dirilişleri hatırlatıyor. Az sonra büyük icraat-i İlâhiye’nin bir başka tecellisi ufkumuzda belirecek, dört bir tarafta bütün varlıklar yavaş yavaş uyanacak. Varlık, gürül gürül akmaya başlayacak gözümüzün önünden. Günün ilkbaharıdır şimdi veya hayatın ana rahmidir sabah namazı. Kurtlar kuşlar, rızklarının peşine düşmeye başlayacak. Bu ânda insanın tembellik etmesi yakışık almaz. Bütün bu icraat-ı İlâhiye uyanık dimağlardan hamd, şükür ve tesbih bekler. Bütün bir varlığın uyandığı ve hayata başladığı şu sabah namazı vaktinde, Sahibimiz bizim de uyanarak şuur sahibi bir varlık olarak bu büyük uyanışa katılmamızı ve buna namazla mukabelede bulunmamızı istiyor.

Biraz durdu, mühendisin, söylediklerini anlamasını bekler gibiydi.
— Düşün ki, şu ân sıcak yatağında horul horul uyuma varken, kendini az sonra soğuk suların kucağına bırakacak ve dirilişini gösterip, Mevlâ’nın huzuruna çıkacaksın. Rahatından vazgeçip, seni sana karşılıksızca veren bir Rahmet-i Sonsuz’a bu vergisinden dolayı hamdedecek, şükredeceksin. Rabb’inin huzuruna çıkacaksın da, Allah o mahşer gününde bunu hiç mükâfatsız bırakır mı?
Gözlerini Salih’e dikti:
— Hem şu vakitte insan Yaratıcı’sını değil de neden şeytanı sevindirsin, bu yakışık alır mı? Sayısız nimetin karşılığı bu mu olmalı?
Osman Dede devam etti:
— Tembelliği döşek, gafleti yorgan yapıp, hayatın hakikatine kapanmak yerine, maddî ve mânevî dirilişe yelken açan ilk namazını eda edeceksin. Hem Allah karşısında güzelce bir namazla güne hazırlanmak gerek, zîrâ bir günde insanın yükleneceği yük pek ağırdır, bu ağır yükler için şimdiden Allah’ın inayetini dilemek ve o inayeti daima arkada güç olarak hissetmek gerek. İşte bütün bu dediklerim, bir sabah namazıyla kolayca olur evlât.
İçeri girdiler, birlikte namaza durdular. Salih kendisini semada bütün uyanmış ruhlarla birlikte, yerin ve göğün biricik hâkimi Allah karşısında tasavvur etmeye çalıştı. Uyuyan insanlara mukabil, O’nun huzurunda namaza durmanın ayrıcalığını derinlemesine hissetti ve Rabb-i Rahîm’ine şükretti. İlk defa o sabah huşu içinde bir namaz kıldı. Namazını kılarken şeytanı yanıbaşında perişan bir şekilde düşündü, Allah’ı razı ettiğini hissetti. Gerçekten de çok lezzetliymiş diye düşündü ve gerçekten güne başlamadan evvel büyük bir güç topladığını anladı.
Öğleye doğru, yoğunlaştığı işinden Osman Dede’nin tatlı ikazıyla doğruldu:
— Hadi evlât, ikinci meyvemizi yemeye…
Camiye doğru ilerlerken Osman Dede anlatmaya başladı:
Öğle vakti hayatın kemale erdiği bir zaman dilimidir. İnsanın en dinç olduğu gençlik dönemi gibi veya hayatın en diri olduğu yaz mevsimi gibi. Bu vakitte insan İlâhî icraatı bir başka hisseder. Bu azim işler akıp giderken, insan bu işlere şahitlik eder ve bu açıdan yüce bir makama yükselir. Allah, insana bu miraç mertebesini veriyor da, insana ne oluyor ki, yücelmeyi elinin tersiyle itiyor?
Anlatılanların iyice hazmedilmesi için bir müddet sustular, Osman Dede devam etti:
Sabahtan öğleye kadar olan uzun zaman dilimi insanı yorar, halledemediği işler ruhu daraltır, ağır dünya ahvali bedeni ağır bir yük altında bırakır ve bu zaman diliminde insan, çoğu defa gaflete dalar, hakiki hayat gayesini unutuverir. İşte öğle namazıyla ruh bütün ağırlığından kurtulur, halledemediği işleri, Allah’ın rahim ve kerim eline emanet ederek rahatlar, dünya gafletinden bir namaz soluklanmasıyla uzaklaşır, hakiki vazifesini tekrar hatırlar.
Kısa bir düşünme molası daha.
Sabahla öğle arası rızık çarkının en hızlı döndüğü vakittir ve bu çarkı Rezzak çevirir. Hiçbirimiz en küçük bir rızkımızın zerresini bile en âlâ fabrikalarda üretemeyiz. İşte bizi rızıklarıyla yaşatan ve bu dilimde rızık çarkını hızla çeviren bir Rezzak-ı Hakiki’ye bir öğle namazıyla şükretmek, bir insanlık, bir kulluk gereği değil midir?
Salih iyiden iyiye zevk almaya başlamıştı namazdan, gerçi ibadetten zevk almak bir şart değildi, insan bir zevk almasa da namazını terk etmemeliydi; fakat bir de namazın mânâsını düşünerek kılmak vardı ki, bu yeni yeni öğrendiği bir şeydi.
İkindi vakti yaklaşmak üzereydi. Salih işini bırakıp ikindi vaktinin meyvesini düşüne düşüne camiye yürümeye başladı.
Osman Dede’yi şadırvanda abdest alırken gördü. O da abdest aldıktan sonra başladılar konuşmaya.
— İkindi de güz mevsimine işaret olsa gerek?
İhtiyar, yüzünden hiç eksilmeyen tebessümle baktı:
— Yavaş yavaş meyvelerin kokusunu almaya başladın evlât. Evet, bu vakit, söylediğin gibi güz mevsimi gibidir. Yani İlâhî icraat bu vakitte bir başka güzellik ve hikmetle tecelli eder. Eşyanın kendi devrinden sonra kaybolacağı, kâinatın bir uykuya dalacağı bu devrede, Yüce Yaratıcı son defa insanoğlunu icraatını seyretmeye ve bu tefekkürlü seyirden sonra, şükre ve tesbihe davet ediyor. Bitimden evvelki bu son parlak sahneyi seyrettikten sonra şu koca âlemin fenaya ne kadar yakın olduğunu görüp Allah’a iltica etmek insaniyetin gereği. Bu, Yüce Rabb’imizin bizler üzerindeki en tabiî hakkıdır evlât. Güneşin ilk ışıklarından başlayarak, şu âna kadar istifade ettiğin sayısız nimeti, aldığın nefesi, içtiğin suyu, atan kalbini, çalışan el ve ayağını sana karşılıksız bahşeden kerim Rabb’imize namazla şükretmek gerekmiyor mu?
Bu soru gencin gönül deryasına düşen bir taş oldu ve dalga dalga yayıldı, bir ara gözleri yaşardı. Okunan ezanla beraber camiye yürürlerken gencin içi içine sığmıyordu. Allah’ın rahmetini, bütün âlemi doldurmuş bereket ve şefkat deryası olarak düşünüyordu. Evet, sahip olduğu her şeyi O, hiçbir ücret almaksızın vermişti. Bunlara gereğince şükretmemek bir Müslüman’a yakışır mıydı?!
Camiye girmek üzereyken, Osman Dede birden aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve devam etti:
— İkindi, özellikle üzerinde durulan bir vakittir. Zîrâ işlerin en yoğun olduğu bir ânda bütün işleri bir kenara bırakıp, Rabb’in huzuruna çıkmak ayrı bir kulluk şuurunun ifadesidir.
Salih bu cümleden sonra bir muhasebe yapma gereği hissetti. Namaza durduktan sonra, rükû ve secdelerini bir kula yakışır şekilde yaptı. İşlerin yoğunluğunu, dünyanın en kalabalık ânını bir kenara bırakıp namaza durmak, yok olmaya mahkum bir âlemde bekânın peşinde koşmak, onu huzurlu kılmıştı.
Salih, vakitleri sabırsızlıkla beklemeye koyuldu. Akşam vakti yaklaşmak üzereyken, hemen abdestini tazeledi ve camiye yöneldi. İhtiyar, caminin önünde onu bekliyordu. Hâl hatırdan sonra, Osman Dede bir soruyla başladı:
— Sence akşam vakti neyi anlatıyor, neden şu vakitte yüce Allah bizi namaza çağırıyor?
Genç, biraz zihnini topladıktan sonra cevapladı.
Bu vakit bir uyku, bir ölüm ânını hatırlatıyor. Sabah namazında kâinatın bütün zerresiyle uyandığını gören insanoğlu, bu uyanışın bitişine şahit olmaya çağrılıyor. Yoku var eden Allah, varı da yok ederek bu önemli icraat zamanına insanın şahit olarak namazla mukabelede bulunmasını istiyor.
— Evet, çok güzel anlattın. Yatsı vakti bize ömrümüzün kışını, âlemin kışını hatırlatıyor. Böylece bütün bir varlığın fânî olduğunu, bâki olanın ancak Allah olduğunu haykırıyor. Her şeyin kolayca yok olacağını gördükten sonra, kendi yokluğunu da düşünen ve bu düşünceden ıstırap duyan bir ruhun en keskin ilâcı, ölümsüzlüğün yegâne sahibi Bâki-yi Hakikî’nin kapısını namazla çalmak, rüku ve secdelerle aczimizi Allah’a sunup ondan medet dilemektir.
Camiye girdiklerinde sözlerini de bitirmişti Osman Dede. Salih gerçekten de aczini iyice anlamıştı. Bu düşüncelerle durduğu namazından sonra, duada ölümsüz bir hayat için samimi bir dille yakardı Rabbi’ne.
Yatsı vakti gelmişti. Salih, yine heyecanla Osman Dede’yi dinlemeye koyuldu:
— Dikkat edersen kâinat ölümün ötesinde bir kabir hayatı yaşıyor gibidir, etrafta müthiş bir sessizlik, derin bir sükûnet var. Şimdi sanki sevdiklerimizden çok uzakta, kendi başımıza, kendi yalnızlığımızı yaşıyoruz.
— Bir kabir hayatı yani.
— Evet, yatsı namazı insana yalnızlığı ve kabir hayatını hatırlatır. İşte böyle bir vakitte kılınan namaz; ölümün bir son olmadığını, önemli olan hususun ölüme hazırlık olduğunu gösterir. Bu ihtarı hatırlayan insan, karanlık kabir hayatını aydınlatacak yegâne nurun ibadet olduğunu bilir. Kabir yalnızlığını şenlikli bir beklemeye çevirecek mutlak iradenin ancak Allah’a ait olduğunu görür. Rükûuyla O’nun karşısında saygısını ifade eder, secdesiyle o yegâne Nur’a yaklaşmaya çalışır ve karanlık âlemini şenlendirmeye çalışır. Ve bilir ki, burada yaptığı her bir secde, durduğu her bir kıyam, sonsuz merhamet sahibi Rabb’i tarafından hanesine kaydedilecektir. Bunun rahatlığıyla kendini ölüme hazır hisseder ve hattâ ölümü bir şeb-i arus, yani Rabb’ine kavuşma gecesi olarak görür. Namaz bu huzur iklimi olmasa, insanları karanlıklardan gerçek mânâda ne kurtarabilir ki?
Genç bu sorunun anlattığı hakikati düşünürken, Osman Dede devam etti:
Yatsı namazı günün sonuna vurulan iman mührüdür. Güne sabah namazıyla imanla başlayan insan, günü yatsı namazıyla mühürleyerek imanla bitirir. Umulur ki, bu imanla vefat eden, bu imanla dirilir.
Bu ders ışığında eda edilen bereketli bir yatsı namazından sonra ayrıldılar. Salih, işi bitene kadar namazlarını hep Osman Dede’nin yanında kılmaya çalıştı. Artık bundan sonraki endişesi, namazlarını bu hakikatlerin ışığında eda edip edemeyeceği idi. Bunun için Rabb’ine dua etti.

Yazar:Zübeyir SELiM

SIZINTI DERGiSi