Etiket arşivi: peygamber efendimiz

Çocuk ‘DÖVMEMEK’ Sünnettir!

Hadis ve siyer kitaplarında, özellikle çocuklara dair, bütün ezberlerimizi bozan tablolar da çıkar karşımıza… ‘Âlemlere rahmet’ olarak gönderilmiş Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, en çok da ‘çocuklara rahmet’ olarak gönderilmiş gibidir. Onun dünyasında çocuğun, çocukların apayrı bir yeri vardır.

Çocuklar, rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın gözünde, ‘Allah’ın yeryüzündeki çiçekleri’dir. Çiçekler gibidir onlar; hayata lezzet ve değer katarlar. Yine, çiçekler gibidirler; incinmeleri, kırılmaları, ezilip solmaları çok ama çok kolaydır. Küçük ama merhametsiz bir fiskenin narin bir çiçeğin boynunu büküp kırması gibi, sıradan ama hoyratça bir muamele çocukları çok çabuk kırıp incitebilir.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın çocuklarla muamelesinde bu gerçeğin getirdiği hassasiyet hep görülür. Çocukları, torunları, ashabının çocukları… Hepsi için, sabır ve şefkat timsali bir sığınak, bir melce, bir kucaktır onunkisi. Mescidinde ashabına namaz kıldırırken sırtına binip ‘deh, deh!’ diyen torunu ‘hevesini alsın diye’ secdesini uzatan bir Resûlullah tablosu vardır karşımızda.

Yahut, ashabına hutbe verirken yanına gelen bir diğer torununu kucağına oturtup başını okşayan bir Resûlullah…

Yahut, mescidde ashabına namaz kıldırırken bir çocuk ağlamasını duyduğunda, annesi çocuğuna çabucak kavuşabilsin diye, okumaya niyet ettiği uzun sûre yerine kısa bir sûre ile namazını tamamlayan bir Resûlullah…

Yahut, evinde namazda iken ağlamaya başlayan bir torununa cevap vermekte gecikilmesi üzerine, namazını bitirdikten sonra ev ahalisine “Onların ağlamasının beni üzdüğünü bilmiyor musunuz?” diye sitem eden bir Resûlullah…

Yahut, namazdayken önünden geçmemeleri konusunda tenbihlediği halde namaza durmasının ardından seccadesinin o tarafından bu tarafına zıplayıp duran Ümmü Seleme validemizin küçük kızı Zeyneb’i azarlamak yerine, ‘kız çocuklarının kafalarına koyduklarını yapma konusunda daha mahir oldukları’ yönünde bir tesbitle yetinen bir Resûlullah…

Yahut, kucağında iken üzerine çiş yapıp elbisesini kirleten küçük torunu Hüseyin’i kucağından alan Ümmü Fadl’ın “Sen nasıl Resûlullah’ın üstüne çiş yaparsın?” diye hafiften vurmasına dahi razı olamayıp müdahale eden bir Resûlullah…

Yahut, on yıl yanında hizmet eden, bu on yıl içinde nice zamanlar kendisinden istediği şeyi unutan, istemediği şeyi yapan, kıran, döken Enes b. Mâlik’i bir kere bile “Niye böyle yaptın? Niye böyle yapmadın?” diye azarlamayan bir Resûlullah…

Yahut, kendisine alıştırdığı küçük kuşu ölünce içine ve evine kapanan bir çocuğun, Umeyr b. Mâlik’in haberini aldığında ölen kuşu için ona taziyede bulunan bir Resûlullah…

Yahut, Medineli çocuklara bir öğüt, bir nasihat verecekse, bunu ekseriya onları devesinin terkisine alarak, bir ikramda bulunarak yapan bir Resûlullah…

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ve çocuklar deyince akıllarda kalan, hadis ve siyer kitaplarından bir Asr-ı Saadet hatırası olarak aktarılan tablolar, işte hep böylesi tablolardır. Çocuklar, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın gözbebeğidir ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselam o büyük iman, ahlâk ve insanlık dersini verirken ‘terbiye kasdıyla olsun’ ne diliyle, ne eliyle onları asla incitmemiştir.

Bugünün çocuklarının yahut bugünün büyükleri olan dünün çocuklarının hafıza arşivlerinde kocaman bir ‘camide amcalardan işittiğim azar’ sayfalık dosyasının yer almasına karşı, Asr-ı Saadet çocuklarının hâfıza arşivinde ‘Resûlullah’tan işittiğim azar’ başlıklı tek bir dosya dahi yoktur.

Bugünün çocuklarının hafıza arşivindeki kabarık ‘tekme, tokat ve dayak’ dosyalarına karşılık, Asr-ı Saadet çocuklarının hiçbirinin hâfıza arşivinde ‘Resûlullah’tan yediğim dayak’ başlıklı bir dosya da yoktur.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, ne evde, ne mescidde, ne çarşıda, ne sokakta hiçbir çocuğa vurmamış, hiçbir çocuğu dövmemiştir.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, çocuklarına, torunlarına, mü’minlerin çocuklarına bir kere bile tokat atmış da değildir. O, çocuklara aşama aşama tevhidi de, namazı da, Kur’ân’ı da öğretmiş; ama bunları ‘şiddet dili’ne ve ‘şiddet eli’ne asla başvurmadan gerçekleştirmiştir.

Gelin görün ki, bugün güya iman adına, güya namaz adına, güya Kur’ân adına dövülen, sövülen, tekme yiyen, tokat yiyen, kovulan veya azarlanan nice çocuk vardır.

Dahası, Resûlullah’tan asla görmediğimiz bütün bu hareketlere karşı, çocuklara döven veya söven büyükler ne hazindir ki bu davranışlarını Resûlullah’tan aktarılan bir hadise dayandırmaktadır. “Onlar yedi yaşına geldi mi, çocuklarınıza namazı emredin. On yaşına gelince de kılmadığı takdirde, onları dövün.”

Resûlullah’ın çocuklara yapmadığını yapmanın gerekçesi olarak Resûlullah’a atıfla aktarılan, budur.

Hazindir ki, eğitim için bula bula ‘eğmek’ kökünden türetilmiş bir fiili bulan, dayağı ise ‘cennetten çıkma’ gören bir sosyo-kültürel ortam, rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın hadislerine bakışa ve hatta hadislerini tercüme edişe de sirayet etmiş; algıdaki yanlış seçicilik bir hadisi nazarlardan gizlerken, bir diğer hadise yanlış mânâ verdirmiştir.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselama atıfta aktarılan “On yaşına gelince onları dövün” sözüne karşılık, sahih kaynaklarda “Çocukları dövmeyin” 65 emrini içeren bir hadis de vardır. Ama bu ikinci hadis nedense nazarlardan gizli kalmış, dolayısıyla diğer hadise verilen mânânın sıhhatini bu hadisle test etme imkânı da bulunamamıştır.

Evet, “Çocukları dövmeyin” buyuran bir Resûldür o. Nitekim kendisi hiç çocuk dövmemiştir.

O halde, ‘sünnet’ Peygamber aleyhissalâtu vesselamın yaptığı şeylerin ifadesi ise eğer, çocuk dövmemek de bir Peygamber sünnetidir.

Onun “Çocukları dövmeyin” hadisinin ümmete mal olamamasına karşılık, çokça dillerde gezen ve ellerde uygulanan “On yaşına gelince onları dövün” rivayeti ise, bu Peygamber sünnetini gözardı ederek verilen bir mânâ niteliğindedir. Ve burada, dili iyi bilenlerin tesbit ettiği üzere, özensiz ve dikkatsiz bir çeviri ve aktarım vardır.

Her dilde, bir kelime çok anlamlar içerir; ve İngilizce gibi, Arapça gibi bazı dillerde, bir kelimenin anlamı, aldığı eklerle değişmektedir. Meselâ İngilizce’de ‘to give’ fiili ‘vermek’ anlamına geldiği halde, bu fiilin sonuna eklenen ‘in’ veya ‘up’ veya ‘on’ anlamı tamamen değiştirmektedir: “to give in: boyun eğmek; to give up: vazgeçmek; to give up on: ümidi kesmek.”

Benzer bir durum, hadisteki ‘onları (yani: on yaşına gelmiş çocukları) dövün’ diye mânâ verilen, “fadribûhu aleyhâ” ifadesinin özünü teşkil eden Arapça’daki darabe fiili için de geçerlidir. Nitekim, din eğitimi üzerine ihtisas kesbetmiş bir isim şöyle demektedir:

“Günümüz din eğitimcilerini en rahatlatan şu durumdur ki; hadis-i şerifte geçen ‘on yaşına geldikleri zaman kılmaz iseler’ ‘fadribu aleyhâ.’ (…) Darabe fiili, bazı harf-i cerlerle farklı manalar kazanır. Arapça’nın özelliğidir bu. Mesela ‘dua’ kelimesi lam harf-i cerriyle bir kişi için dua etmek olur. Aynı dua kelimesi alâ harf-i cerriyle bir kişi için beddua etmek olur. Bu kadar değiştirir yani.

Şimdi hadis-i şerife bu şekilde baktığımız zaman darb fiili alâ harf-i cerriyle incelendiğinde ortaya ne çıkıyor biliyor musunuz? Çeşitli metodlar, çeşitli usuller kullanarak o namazı kılmasını sağlayınız. Bu bakımdan, on yaşına basınca da kılmaları noktasında yardımcı olun, farklı usuller uygulayın, misaller verin şeklinde anlayabiliriz. Hadis-i şerif böyledir, çünkü hadisin sonu dövmeyle alâkası olmayan bir şekilde bitiyor. Diyor ki: ‘Kız ve erkek çocuklarınızın arasını artık bu yaştan sonra ayırın.’ Ne kadar anlamlı bir hadis-i şerif olarak neticelenmiş oluyor! Fakat dövme işinden bahsedince, biz hadisin metninde bile bir çelişkiye düşebiliyoruz. Çünkü Peygamber Efendimizin ifadeleri belagat açısından son derece yüksektir; dilcilerin de uyarısıyla hadisi böyle anlamamız gerekiyor.”

Sözün kısası, ‘algının seçiciliği’ bir kez daha çıkıyor karşımıza. ‘Eğmek’ten terbiye anlamında ‘eğitim’ kelimesi türeten bir sosyal-kültürel zeminde dayak da ‘eğerek terbiye’nin bir nişanesi olarak bilinince; hayatında hiçbir çocuğu dövmemiş Peygamber aleyhissalâtu vesselamın “Çocukları dövmeyin” hadisi nazarlardan gizli kaldığı gibi, ‘alâ’ harf-i cer’iyle birlikte kullanıldığında ‘namaz kılmasında ısrarcı olun; ısrarla namaz kılmaya teşvik eden’ mânâsı verilmesi gelen bir söz ‘onları dövün’ diye tercüme edilebiliyor. Üstelik, yine Hz. Peygamberin mübarek dilinden duydukları, “Büluğa erinceye kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır”67 sözüne rağmen…

Bu hal, büyük bir ders veriyor bize. Kendi algımızın ve kendi düşünüş biçimimizin bakışımızı gölgelememesi için, Hz. Peygamberin hayatını, sünnetini ve sözlerini ‘bütünüyle’ kavramamız gerekiyor; bütünden kopararak, hele bir de dikkatsizce mânâ vererek değil…

Metin Karabaşoğlu

Bu yazı Metin Karabaşoğlu’nun Nesil Yayınlarından çıkan Hakikatin Dengesi isimli kitabından alınmıştır.

Peygamberimiz Ramazan’da aksiyon içindeydi!

Yazar Reşit Haylamaz, Hz. Peygamber’in Ramazan aylarında aktif bir şekilde İslam dinini anlatmak için çalıştığını, oruç ayında işlerini yavaşlatmayı düşünmediğini söyledi.

Malatya Dini Yayınlar ve Kitap Fuarı çerçevesinde Işık Yayın Grubu davetiyle Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen konferansta konuşan Reşit Haylamaz, Hz. Peygamber’i hayatından kesitlerle ve günümüze bakan yönleriyle dinleyicilere anlattı. Hz. Muhammed’in bütün insanlara ulaşmak için çırpındığına işaret eden Haylamaz, Peygamber Efendimiz’in çok zor şartlarda peygamberlik yaptığına dikkat çekti. “O’nun yaşadığı hayat kıyamete kadar insanlar için örnektir.” diyen Haylamaz, “Problemlerimize kalıcı, doğru çözümler bulmak istiyorsak onun hayatına bakmamız, onun hayatını örnek almamız yeterlidir.’ dedi.

Peygamber Efendimiz’in tavrını hep diplomasi ve anlaşmadan yana koyduğunu anlatan Haylamaz, “İnançlı insanlar açısından Asrı Saadet’te işler aynen bugünkü gibi hatta kat be kat zorluklarla dolu idi, o zaman da kargaşa vardı. Daru’n- Nedve gibi yerler yalan haber merkezi idi ve ilk ve en önemli stratejileri de Müslümanları kötüleme ve yaftalama idi ve bu yönde jurnalcilik yapıyorlardı.

Burada önemli olan ise Peygamber Efendimiz’in onlara karşı tutumu idi. Onlara kendi hareket tarzlarında davranmıyordu. Aksine müspet hareketten yana idi ve gerginliğe fırsat vermiyor ve eğer elektrikli bir ortam varsa bunu minimize etmeye çalışıyordu.

Çünkü gergin ortamda mesajların doğru ulaştırılamayacağının, diyalog ortamının kurulamayacağının farkında idi. Bir gün bile ‘yeter be’ demedi. Gönlü çok engindi.”

Hz. Muhammed’in toplumun yüzde yüzünü kazanmaya kendisini adadığını vurgulayan Reşit Haylamaz, ‘Efendimiz şu topluma gelseydi, Mekke’de yaptığını yapardı; kapı kapı dolaşırdı. Herkesle, diyalog kurabileceği bir zemin oluştururdu.’ şeklinde konuştu.

Hz. Peygamber’in Ramazan aylarında da aksiyon içinde olduğunu vurgulayan Haylamaz, “Efendimiz Hakka yürüdüğü gün arkasında ona kin ve nefretle bakan hiç kimse yoktu. Ramazan’ın yüzde 50’sini sürekli aktif geçirmişti. ‘Ramazan geldi hayatı biraz rölantiye alalım’ demedi. Bugün de biz aynı şuurda olmalıyız. Sıcaklık bahane ise Mekke ve Medine buradan daha sıcaktı. Günler o zamanda uzundu. Bugün bizim elimizde imkanlar o zaman yoktu. Sahur da bir zemzem ve hurma ile iktifa ediyordu. Efendimiz gibi Ramazan ayını yaşamak istiyorsak hedeflenen istikametten koşturmadan zerre kadar taviz vermemeliyiz” diye konuştu.

Malatya Belediyesi Kültür A.Ş. Genel Müdürü Murat Nalçacı, 23. kez düzenledikleri Dini Yayınlar ve Kitap Fuarı’nın ilgi gördüğünü belirtti.

Konferans sonunda Reşit Haylamaz, okuyucuları için kitaplarını imzaladı.

Cihan

Peygamber Efendimiz nasıl şaka yapardı?

Peygamber Efendimiz şaka yapar mıydı?

Peygamber Efendimiz, herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimiz’e yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı. Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir.

Herkes gibi Peygamberimiz (sas) de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır. Bunun yanında, Peygamberimiz (sas) insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, “işletme” gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.

Peygamberimiz (sas)’in yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi.

BU KÖLEYİ SATIYORUM, VAR MI ALAN!

Peygamberimiz (sas)’in bir latifesini Enes bin Mâlik’ten dinleyelim:

“Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Peygamberimiz, Zahir’i çok severdi. Zahir, yaratılış itibariyle fiziksel yönü çok hoş değildi.

Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir’i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı. Zahir, tutanın kim olduğunu göremiyordu. “Tutan kimse bıraksın” diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasındaki kişinin Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimiz’in göğsüne iyice dayamaya başladı. Zahir’in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle:

– Bu köleyi satıyorum, var mı alan, diye seslenmeye başladı. Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:

– Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz, deyince Peygamber Efendimiz:

Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin” buyurdu.

YAŞLI KADINLAR CENNETE GİREMEZ!

Başka bir misal. Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimiz’e gelerek: “Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?” dedi. Peygamber Efendimiz: “Yaşlı kadınlar Cennete giremez” diye ona takıldı. Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı.

Peygamber Efendimiz, Sahabîlere:

“Gidin ona söyleyin, insanlar Cennete yaşlı olarak girmeyecekler. Cenab-ı Hak, ‘Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık’ buyurmuyor mu?” (Vakıa Sûresi, 36.)

Evet, insanlar cennette genç olacaklar, yaşlı değil. Efendimiz de, “Yaşlı kadınlar cennete giremez” derken böyle bir latife yapıyordu.

Peygamberimiz kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, onların kalplerini kazanırdı. Enes bin Mâlik anlatıyor:

Bir gün adamın biri Peygamber Efendimiz’in huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi.

Peygamberimiz ona, “Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?” diye takıldı.

Adamcağız, “Yâ Resulallah, ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?” dedi.

Peygamber Efendimiz gülerek: “Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?” buyurdu.

Evet Peygamber Efendimiz, Allah’ın elçisi olması dolayısıyla ciddi, vakarlı, ağırbaşlı, heybetli bir insandı. Bu hali zaten normaldi. Çünkü taşıdığı görev, üstlendiği vazife bunun gereğiydi. Ancak her haliyle o da bir insandı. Yeri geldiğinde şakalar da yapıyor, etrafındaki insanları rahatlatıyordu.

Bugün gazetesi

Allah’ın kuluna zulmetmek ne fenadır

İnsanlık tarihi boyunca, bütün dinlerde ve milletlerde kul hakkına büyük önem verilmiştir.

Peygamberimiz (asm) bir gün ashabına “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” dediler. Resulullah buyurdu ki: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip; fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp; bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.

Kul hakkına girmek maddi ve manevi zarar vermekle olur. Başkasına ait malı almak, canını yakmak onun hakkına girmektir. Ama bu kadar değildir. İnsanların iç dünyasına verilen zarar da kul hakkına girer. Dedikodusunu yapmak, iftira atmak, ihanet etmek, hakaret etmek, kalp kırmak, küçük düşürmek, utandırmak, zarar vermektir. Belki de önem vermediğimiz kırıcı sözlerimiz oluyordur. Bu, günahı önemsememektir. Önem vermediğimiz sözlerimiz, davranışlarımız hesap gününde bizi bulacak. Kimsenin boynunu bükük bırakmamalıyız.

Peygamber Efendimiz (asm) Fetih Suresi nazil olunca vefatının yaklaştığını anladı ve Bilal-i Habeşi’ye, ashabı Mescid-i Nebi’de toplamasını söyledi. Namazdan sonraki konuşmasının sonunda; “Sizden kime bir haksızlık yapmışsam, ahirete bırakmadan, şimdi ayağa kalkıp hakkını benden almasını istiyorum.” buyurdu. Hiç kimse kalkmayınca Peygamberimiz bunu üç defa tekrarladı. Üçüncü defa söyledikten sonra Ukkaşe adındaki yaşlı sahabe ayağa kalkarak, savaş sırasında Peygamberimiz’in değneğinin sırtına değdiğini söyledi. Peygamberimiz, “Ey Ukkaşe sana kasten vurmaktan Allah’a sığınırım. Ey Bilal, Fatıma’ya git, uzun bir değnek getir.” dedi. Bilal-i Habeşi getirdiği değneği Peygamberimiz’e verince O da Ukkaşe’ye verdi. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ayağa kalktılar ve Ukkaşe’ye hakkını kendilerinden almalarını söylediler. Peygamberimiz Ukkaşe’ye, “Ey Ukkaşe! Hakkını al!” dedi. Ukkaşe, “Ey Allah’ın elçisi! Bana vurduğunda benim üzerimde elbise yoktu.” deyince Peygamberimiz sırtını açtı. Ashap ağlıyordu. Ukkaşe, Peygamberimiz’in sırtını öptü ve şöyle dedi: “Anam babam Sana feda olsun ey Allah’ın elçisi. Sana kısas yapmak ne haddime?” Peygamberimiz, “Ya hakkını alman için gerekeni yap ya da hakkını helal et.” deyince Ukkaşe, Peygamberimiz’den kendisine şefaatçi olmasını istedi ve hakkını helal etti.

Ukkaşe, “Bana vurduğunda benim üzerimde elbise yoktu.” deyince Peygamberimiz’in (asm) ona sırtını açacağını biliyordu. Sahabe hakkını aramayı, sırtını açarak kendisine kısas yapılmasını isteyen Peygamber’inden öğrendi.

Kul hakkının bu kadar önemli olmasından insanın değerini anlarız. Zaten amaç insanı korumaktır, asayişi sağlamaktır. Allah affedicidir. Kul tevbe ettiğinde bütün günahları affeder. Affedilmeyen tek günah kul hakkıdır. Kul hakkı, mizan terazisinde haksızdan alınır, haklıya verilir. İşte bu, en büyük iflastır.

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Camiler Hem İbadetin Hem de İlmin Merkeziydi!

Bartın’a bağlı Yıldız Köyü Camii imam hatibi tarafından ‘Cami okuyor, cemaat okuyor, insanı kitaba çağrı‘ isimli kitap okuma etkinliği düzenlendi.

Kitap Etkinlik ilgi gördü, gencinden yaşlısına kadar kitabını alan çok sayıda insan camiye koştu.

Yıldız Köyü Camii’nde düzenlenen etkinliğe Bartın Müftüsü İsmail Bayrak, Müftü Yardımcısı Rıdvan Karataş, AK Parti İl Başkanı Yaşar Arslan, İlçe Başkanı Regaip Bayraktar, Yıldız Köyü Muhtarı Reşat Günay, İl Genel Meclisi Üyesi Kenan Dursun, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, öğretmenler, Diyanet görevlileri, daire amirleri, üniversite öğrencileri, işadamları, cami cemaatiyle birlikte yaklaşık 250 kişi katıldı. İkindi namazının kılınmasından sonra başlayan etkinlik, Kuran’ı Kerim’le devam etti. Daha sonra Bartın Müftüsü İsmail Bayrak kitap okumanın önemi hakkında vaaz yaptı. Müftü İsmail Bayrak, kısa vaazında ilmin peygamberimizin mirası olduğunu vurguladı.

Kitap konulu vaazın ardından davetliler ney dinletisi eşliğinde yaklaşık bir saat kitap okudu. Kitabı olmayanlara kitap hediye edildi. Programda Türkçe Olimpiyatları için Türkiye’ye gelen Hindistanlı Jainam Gala isimli öğrencinin ‘Zamanı Geldi’ isimli şiirini okuması büyük alkış aldı. Programa katılan bazı davetliler kitapla ilgili anılarını dile getirdi. Bartın’da katıldığı en güzel etkinliklerden birisinin camide kitap okuma programı olduğunu ifade eden üniversite öğrencisi Ekrem Aktaş, 65 sayfa kitap okuduğunu, huzurlu ve faydalı geçen programı düzenleyenlere teşekkür ettiğini söyledi

Yıldız Köyü Camii İmam Hatibi Şeref Yıldırım ve cami cemaatini tebrik eden Bartın Müftüsü İsmail Bayrak, peygamberimiz zamanında camilerin ibadetin merkezi olduğu gibi ilmin de merkezi konumunda olduğunu söyledi. İlmin temelinin kitap olduğunu ifade eden Müftü İsmail Bayrak, “Dinimizin ilk emri ‘oku’dur. Camilerimizde mütevazi kütüphaneler olmalı. Camiye gelen cemaat vakit öncesi veya sonrası kitap okumalı, ilmi müzakereler yapmalı. Özellikle camilerimiz okuma salonu haline getirilmeli. Bartın’daki tüm camilerimizde mütevazi de olsa kütüphanelerimiz var. Kütüphanelerimizi bundan sonra daha çok zenginleştirerek çeşitlendirmek istiyoruz. Yıldız Köyü Camii’ndeki okuma etkinliği cami bazında ilk etkinliktir. Diğer camilerimizde de bu tür etkinlikler düzenlenecek. Katkısı olan herkese teşekkür ediyorum.” dedi.

OKUMAYLA İLGİLİ HASTALIKLARIMIZ VAR

Yıldız Köyü Camii İmam Hatibi Şeref Yıldırım, cami bahçesinde açık havada planladıkları kitap okuma etkinliğini havanın yağmurlu olmasından dolayı caminin içinde yaptıklarını ifade etti. Okuma alışkanlığına dikkat çekmek için böyle bir etkinlik düzenlediğini belirten Şeref Yıldırım, “Allah’a hamd olsun ki okumayı emreden bir dinin mensubuyuz. Nesillerimize örnek olma adına camide kitap okuma programı düzenledik. Okuma ihtiyacının dalga dalga köy, kasaba demeden yayılmasını istiyoruz. Hem camilerde hem diğer mekanlarda okuma alışkanlığının oluşmasına dikkat çekmek istedik. Okumaya ciddi ihtiyaç var. Düzenlediğimiz kitap okuma programına her yaştan insanın katılmasını görmek bizleri ayrıca sevindirmiştir. Okuma alışkanlığının küçük yaşlarda aşılanması gerektiğini düşünüyorum. Bu etkinliğimizi geleneksel hale getirmek istiyoruz.” şeklinde konuştu.

OKUDUĞU KİTAP MISIR’A GÖTÜRDÜ

Alaattin Turan isimli iş adamı, Zeynep Gazali’nin zindan hatıraları isimli kitabını 15 yaşındayken okuyunca kitapta adı geçen dava adamını görmek için imam hatip lisesini bitirdikten sonra Mısır’a gidip kitap kahramanıyla tanıştığını söyledi. Camide toplu kitap okuma projesinin çok güzel bir etkinlik olduğunu anlatan Turan, “Bu tür faaliyetler yaygınlaşarak devam etmeli. İş hayatında olduğumuz için sohbet veya kitap okumaya konsantre olamıyoruz. Bu program sayesinde bir saatliğine de olsa hayatımızın diğer bölümünü unutup bir başka dünyaya geçiş yaptık. Bu programı düzenleyen cami imam hatibine ve müftülüğümüze teşekkür ediyorum.” dedi.

Program sonunda kitap okuma programına katılan davetlilere kitap hediye edilmesinin yanı sıra çeşitli ikramlarda bulunuldu.

Cihan