Etiket arşivi: rahmet

Merhum Ve Mağfur Sami Ağabeyime!

Ma’nâ cihetinde, Bursa’nın Uludağ’ına çıktın,

Çünkü takliden değil, tetkik ederek Nuru seçtin,

Fâni dünyada nice meşru huzuzattan göç ettin,

Burada büyük gayretle nurlanıp çoğunu geçtin.

 

Nur bahrının derinlığine dalan, çoğuna veli,

Beynelmilel Nur yolcusu doğruluğu besbelli,

Nurlarla geçirdiğin sene az değil, belki  elli,

Senden ne kadar çok öğrendiler cahil ile veli.

 

Ne mübareksin ki, tullablık hiç bitmemişti sende,

Keşke bu mübarek hasletten, biraz da olsa bende,

Ah Nurlara hizmet edebilsem ruh kaldıkça tende,

Size de yetişmek isterim amma, o yürek nerde?

 

Sensin Bursa’da Nurcuların müntehap hülâsası,

Oranın Nuru Kur’an hizmetinin, zırh-ı kal`âsı,

Ağabey’de, mevcut çok halsiz cevapların alâsı,

Çünkü ona lütfedilmiş seviyelerin balası.

 

Hizmetinize bakınca, şahsını görüyordum yaman,

Zaten maddeden kimsede kalmıyor ne kül ne saman,

Galiba ağabey çok sevapla gidecek buradan,

Orada istikbal edecek, Üstad Bediüzzaman.

 

Senin hedefin çok sağlam, Nur yolunda ilerledin,

Üstadına sadık kalarak, hiç sözünden dönmedin,

Yanlış yola çekenler oldu onlara el vermedin.

Mani olanların  oyunlarına asla gelmedin

 

Senelerdir Ağabeyim, oturmuş hizmetten kalkmaz,

Bizim gibi beyhude çalmaz, zamanı hiç boş kalmaz,

Nur silâhıyla silâhlanmış, ben gibi yara almaz,

Mana alemine tam bağlanan faniyata dalmaz.

 

Beynim dönüyor çıktığın yüce zirveye baksam,

Güzelim Nur hizmetinizi alsam sidreye taksam,

Ona iyice temaşaya dalarak hayran kalsam,

Sizin hizmet aşkınızdan örnek alarak nurlansam.

 

Gördüğüm Nur simalardan, Sami Ağabeydir ilki,

Nurlardan bol bol istifade ettiğindendir belki,

Nursayarla tetkik eder, kimse durduramıyor ki.

Çünkü takliden değil, tetkik ederek Nuru seçti.

 

Benim Ağabeyim, Türkiye’de mümtaz Sami Pala,

Çok şükür taşıdığınız gaye, gayelerden en bâlâ,

Orada Allah size diyecek işte Cennet-ül âlâ..

Nurları sen yaşadın sonucun mutluluk ola.

 

Ruhuna bir Fatiha

Abdülkadir Haktanır

 

Yeğenim Abdurrahman (şiir)

İmanlı bir mümindi, çok iyi bir Müslüman

Canımdan çok sevdiğim, Yeğenim Abdurrahman

 

İnsanlık abidesi, güzel ahlak timsali

Hal ve hareketleri, sanki melek misali

 

Çocukluğumuz geçti, Onun ile beraber

Onunla güzelleşti,  gördüğüm bütün yerler

 

İnançlı bir insandı, eşsizdi dindarlığı

Bize hayat verirdi, onun güzel varlığı

 

Yardımsever bir kişi, aynı anda cefakâr

Hem dürüst hem çalışkan, her zaman da vefakâr

 

Hem Amca-Yeğen idik, hem de iyi arkadaş

Onunla Bacanaktık, sanki olmuştuk kardaş

 

Dünya onun yanında, değersizdi pul kadar

Ona önem vermedi, göç edinceye kadar

 

İki bin on üç yılı Ocak yirmi dokuzda

Dünyaya veda etti, rahmet etti bir anda

 

Ruhu ve bedeniyle yürümüştü Rabbine

Halis, kâmil imanı,  gömülmüştü kalbine

 

Ey sevgili yeğenim sana sesleniyorum

Yerin rahat, mekânın cennet olsun diyorum

 

Unutmak mümkün mü hiç, yıllar geçse de seni                                                              

Çünkü senin yokluğun perişan etti beni

 

Çektiğin sıkıntılar sana olsun kefaret

Kıyametin şiddeti sana vermez eziyet

 

Allah’ın mağfiret ve rahmeti sana olsun

Haşrin Peygamberlerle, şehitlerle bir olsun

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

(13.02.2013 – Çarşamba)

On Bir Ayın Sultanı (Şiir)

On bir ayın sultanı

Hoş geldin ey Ramazan

Rahmet dolu her anı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Bu ay mağfiret ayı

Çok edelim duayı

Yok edelim hatayı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Hakka yakın olmalı

Çokça namaz kılmalı

Dua niyaz yapmalı

Hoş geldin ey Ramazan

 

Teravih namazıyla

Sahur ve iftarıyla

Ve Kadir Gecesiyle

Hoş geldin ey Ramazan

 

Ruhları arındıran

Sevapları arttıran

Ve nefisleri kıran

Hoş geldin ey Ramazan

 

Şeytanları bağlayan

Cennet kapısı açan

Cehennemi kapatan

Hoş geldin ey Ramazan

 

Fakiri hatırlatan

Bereketi çoğaltan

Sevaba sevap katan

Hoş geldin ey Ramazan

 

Günahları yok eden

Sevapları çok eden

Ve açları tok eden

Hoş geldin ey Ramazan

 

O’nun başı rahmettir

Ortası mağfirettir

Sonu ise cennettir

Hoş geldin ey Ramazan

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

Kur’an-ı Kerim niye bu kadar kalın?

Çantamda taşımaya çalışıyorum. Ama zorlanıyorum. Kolayca sığmıyor. İnce kâğıda basılmışları da var ama sayfa sayısı yine fazla. Bir de meali ve meale dair notları ekleyince, iyice kalınlaşıyor.

Kur’ân’dan söz ediyorum. Toplam 30 cüz ve her biri 20’şer sayfa. Kur’ân’ı okumuyoruz. Okuyamıyoruz. Kolay mı? Tam 600 sayfa.

Niye bu kadar kalın?

Sanki Rabbimiz, ‘Alın size sayfalarca Kur’ân; okuyabilirseniz okuyun bakayım’ diye meydan mı okumuş biz kullarına?

Hafız olmak isteyenlere de haddini bildirmek mi istemiş?

Yıllarca ezber yap da göreyim seni? Yüzlerce tekrar yap da, adam ol!’ Azıcık olsaydı Kur’ân’ın sayfaları, hemen hepimiz az bir gayretle hafız olabilirdik! Sayfalar sayfaları izlemeseydi, meselâ otobüs beklerken bir hatim indirebilirdik! Ne hoş olurdu!

Celâlini göstermek için mi bunca kalın tuttu Rabbimiz Kur’ân’ı? Korkutup da hizaya getirmek için mi bunca cüz, bunca uzun sureler, ayetler?

Hayır, hayır; eğer bizi vahiy karşısında ezmek olsaydı Rabbimizin dilediği, aksine, yarım sayfalık bir Kur’ân indirirdi. Ve derdi ki bize ‘İşte sizden istediklerim; bunları yaptınız yaptınız, yapmadınız yandınız!

Bizi korkutmak isteseydi, yıldırmayı tercih etseydi , meselâ sadece Fatiha’yı indirip ‘Ben anlattıklarımı anlattım; size anlayacak akıl da verdim, göreyim sizi anlayın! Hadi bakayım, kendinizi beğendirin bana! Bir yolunu bulun, gözüme girin!’ diye kestirebilirdi.

Ne gerek vardı ki Bakara’da uzun uzun konuşmalara? Niye anlatsındı ki kulu Mûsa’yı (as), Meryem’i, Yusuf’u (as), Yunus’u (as), Eyyûb’u (as) ve onca kıssaları hoş bir sohbet edasıyla? Mecbur muydu ki Rabbimiz, sanki biz O’na değil de O bize muhtaçmış gibi nezaketle, sabırla, her defasında yeni baştan hatırlatarak konuşmaya?

Çok iyi biliriz ki şefkatli öğretmenler, dersi tekrar ederler, bir defada anlaşılmayacağını anlayışla karşılayarak, yine yeni baştan alırlar. Dersi net olarak anlatsa da, kısa kesen, hiç tekrar etmeyen öğretmenlerde bir meydan okuma tavrı buluruz. Anlamayız o dersi. Korkarız öğretmeninden. Bir anlatışta anlayamayabileceğimizi anlayışla karşılamayan öğretmenden tırsarız, uzak dururuz. Dersi tekrarlayarak uzatan, örnekleri çoğaltarak bizimle daha uzun kalan öğretmenler daha şefkatlidir bize.

Hele de ‘Şimdi not almayı bırakın, şöyle bir arkanıza yaslanın, beni dinleyin!’ demesi vardır öğretmenlerin ki, şeker gibi gelir o dakikalar. Anlarız ki, öğretmenimiz bizim anlayabileceğimize inanıyor. Anlarız ki, öğretmenimiz hemen anlamasak da yeniden anlatmaya hevesli. Anlarız ki, not almadan bile anlayabileceğimiz bir dersimiz var.

Kur’ân’ın uzunluğu ve tekrarları, bir bakıma, ‘Hadi arkana yaslan benim güzel kulum, sana anlatacağım kıssalar var!’ rahatlığını sunar bize. Böylece kalınlaşır Kur’ân. Sayfa üstüne sayfa eklenir.

Der ki adeta Rabbimiz bize: ‘Bakara’yı kaçırdıysan, Al-i İmran var! Maide’de uyuduysan, Rahman var! Dilersen, sana anlatacağımın hepsini bir satırda bile anlatırım: İhlas var!’ Bu da olmadıysa, kulağına pınar suyu gibi akacak, kalbine bahar meltemi değdirecek Rahman var! ‘Rabbinin hangi nimetlerini edersiniz inkâr?’ diye diye hatırlattıklarım, bir bir saydıklarım var!

Yani ki…

Kur’ân’ın bunca kalınlığının sebebi, Rabb-i Rahimimizin tekrar etme şefkatindendir. Anlayamayabileceğimizi anlayışla karşılama inceliğindendir. Unutabileceğimizi de unutmama olgunluğundandır.

Ey kulum, [az önceki surede] açıkça ve defalarca söyledim sana, anlamadın mı? Bak bir daha söylüyorum! Unuttuysan da, üzülme! Ben bıkmam, usanmam, umut kesmem senden. Olsun, yine söylüyorum.

Sevgili kulum, kendine yazık ediyorsun, biricik ömrünü heba ediyorsun; işin ciddiyetini kavramamış gibisin. Demiştim ya sana; ‘Şeytan sana apaçık düşmandır!’ İyi dinle, tekrar ediyorum!

A benim güzel kulum; az önce hatırlattım sana, yine mi unuttun? Bir daha hatırlatıyorum. Kulum ve elçim Mûsa’nın başından gelenleri anlattığımda yok muydun? Öyleyse, şimdi sana biraz da kulum İbrahim’den (as) bahsedeyim, kulaklarını iyi aç. Hem böyle daha iyi anlayabilirsin. Olmadı mı? Hadi gel, bir de İsâ’dan (as) söz açalım.

‘Bak yine yanıldın, şeytana yeniden kandın. Hadi sil gözünün yaşını. Yeni baştan başlayalım. Hani demiştim ya sana, rahmetimden ümidini kesmeyeceksin diye. Yine söylüyorum… Sözümdeyim ben! Sen gel, yeter ki.. Gel!

Bunlar çok hafif geliyorsa, bir de Risale-i Nur Külliyatı’na bakalım:

Kur’ân, kitab-ı zikir, kitab-ı dua, kitab-ı dâvet olduğundan, içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir, belki eblâğdır. Zira, zikrin şe’ni, tekrar ile tenvirdir. Duanın şe’ni, terdad ile takrirdir. Emir ve davetin şe’ni, tekrar ile te’kiddir.

Ne şefkatli ki Rabbimiz, bize kalınca bir Kur’ân indirmiş! Bizimle uzun uzun konuşmaktan usanmamış, bıkmamış…

Her hatamızda, yeni baştan beyaz sayfalar açacak denli severmiş bizi.

Gözden çıkarmazmış. ‘Ne haliniz varsa, görün!’ demezmiş!

Kalınmış Kur’ân, çok kalınmış! Diyorum ki, bundan böyle, Kur’ân’ı hiç olmazsa kitaplığımıza kalınlığını görecek şekilde koyalım. Sırtı değil, sayfaları görünür olsun.

Kur’ân’ı okumasak da, Rabbimizin rahmetini sayfa sayfa sayalım.

Dr. Senai Demirci

İstiyorum (Şiir)

Ey Rahmeti bol Allah’ım

Sen’den rahmet istiyorum

Mağfireti çok Allah’ım

Ben mağfiret istiyorum

 

Günahlarım dağlar kadar

Kabir soğuk, derin ve dar

Cehennemse canlar yakar

Zatından af diliyorum

 

Ey Allah-u Azimüşşan

Ahvalimiz çok perişan

Ey büyük Nebiyi Zişan

Şefaatin istiyorum

 

Ey insan eyle temaşa

Noksan göremezsin hâşâ

Yazılanlar gelir başa

İyilikler istiyorum

 

Gücüm, takatim bitmeden

Ruhum bedenden gitmeden

Ecel mezara itmeden

Bağışlanmak istiyorum

 

Ya Rabbim muhtacım Sana

Yalvarıyorum ben Sana

Rahmini ihsan et bana

Ben rahmini istiyorum

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org