Etiket arşivi: Resulullah

Resûlullah’ın (S.A.S.) Sîreti

GÖRMESİ

Hazreti Aişe (R.A.) der ki:
– Peygamber Efendimiz (S.A.S.) ışıkta gördüğü gibi karanlıkta da görürdü.

Bir defasında Resûlullah (S.A.S.) şöyle buyurdu:
– Siz benim yalnız ön tarafı mı gördüğümü sanıyorsunuz!? Vallahi rukûnuz da, secdeleriniz de bana gizli değildir! Ben sizi arkamdan da görmekteyim.

YÜRÜYÜŞÜ

Hz. Ali (R.A.) O’nun (S.A.S.) yürüyüşünü şöyle anlattı:
– Ne O’ndan önce ne de O’ndan sonra O’nun gibisini görmedim. O yürürken, ayaklarını sürümez, adımlarını canlı ve uzun atar, sanki yüksekten iner gibi önüne eğilirdi.

Yezid bin Mersed (R.A.) ise şunları söyledi:
– Peygamberimiz yürüdüğü zaman sür’atli ve kuvvetli yürürdü. O’nun arkasında yürüyen biri koşarcasına giderdi, yine O’na yetişemezdi.

Suyuti, age, 1/131

ELLERİNİ KULLANIŞI

Hz. Aişe (R.A.) şöyle demiştir:
– Peygamber Efendimizin sağ eli temizlik ve yemek yemek, sol eli de, tuvalet ve temizlik içindi. Resûlullah bir şey aldığında onu sağ eliyle alırdı. Bir şey verdiğinde de, sağ eliyle verirdi. Efendimiz sağ tarafı kullanmayı severdi. Bir iş yapacağı zaman sağ elini kullanır, ayakkabısını önce sağ ayağına giyer, mescide önce sağ ayağını atar, topluluğa bir şey dağıtırken sağ taraftan başlardı. Bu şekilde herhangi bir işe başlamak istediğinde önce “Bismillah” diyerek besmele çekerdi.

Ebu Dâvud, Kitâbu’l-libâs, 41: Ibnü’l-Cevzi, age, 382 Buhari, el-Edebü’l-Müfred. 219

RAHMETLE KONUŞMASI

Hz. Hasan (R.A.) bir gün dayısı Hind’e (R.A.):
– Hazreti Peygamber nasıl konuşurdu? diye sordu.
Hind (R.A.) şöyle anlattı:
– O daima düşünceliydi. Çoğu zaman sessizdi. Hiçbir zaman gereksiz yere konuşmazdı. Her cümleyi ayrı ve net olarak söylerdi. Eliyle işaret ederken bütün elini kaldırır, bir şeye hayret ettiğinde avucunun içini çevirir, konuşma sırasında bazen elini elinin üstüne vurur, bazen keyiflenir, sevindiğinde ise gözlerini yere çevirirdi. Çok az güler, güleceği zaman tebessüm ederdi.

Tirmizî, Menâkıb/10

TANE TANE

Hz. Aişe (R.A.) bir gün dostlarına şöyle anlattı:
Resulullah Efendimiz sizin konuştuğunuz gibi konuşmazdı. O açık açık ve tane tane konuşurdu. Öyle ki O’nu işiten ezberlerdi.

İŞİTMESİ

Peygamberimizin (S.A.S.) arkadaşlarından Hakîm (R.A.) der ki:
– Biz, Resulullah Efendimiz’in etrafında toplanmıştık. O bizlere sordu: “Benim işittiğimi sizler de işitiyor musunuz?”
– Biz birşey işitmiyoruz, dedik.
Buyurdu ki:
– Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim! Ben göklerdekileri duymaktayım!.. Çünkü göklerde bir karışlık boş yer yoktur, her taraf meleklerle doludur. Meleklerin kimisi secdede, kimisi kıyamdadır.

İbn-i Mâce, 2/1402, es-Suyuti, age, 1/126

USLÛBU HALİ İŞİTTİRMESİ

El-Berâ (R.A.) anlattı:
– Bir gün Peygamberimiz bize bir konuşma yaptı. O’nun bu konuşmasını uzak evlerde bulunanlar dahi duydu.

Abdurrahmân bin Muâz (R.A.) der ki:
– Minâ’da Peygamberimiz bir hutbe okudu. Biz O’nu göremeyecek kadar uzakta oturuyorduk. Yerimizden ayrılmadığımız halde, O’nun sesini rahatlıkla duyabildik.

Ümmü Hânî’de (R.A.) bu konudaki hatırasını şöyle anlattı:
– Peygamber Efendimiz’in Kabe’de gece yarısı okuduğu Kur’ân’ı, biz evimizde olduğumuz halde duyardık.

Suyuti, age, 1/127

KUR’AN OKUYUŞU

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) Kur’ân-ı Kerîm’i tecvidiyle tane tane okurdu. Fakat nağmeli okumazdı. Evdeyken Kur’an okuduğunda O’nu (S.A.S.) ancak evde bulunanlar işitebilirdi.

Sahabeden Abdullah b. Ebî Kays (R.A.) Hazreti Âişe’ye (R.A.) sordu:
– Resûlullah Kur’ân’ı sessiz mi yoksa sesli mi okurdu?
– Her iki şekilde de okurdu. Yerine göre sessiz, yerine göre de sesli.

Tirmizî, şemâil, 44, bab, 1,4,7,8

ŞİİR SÖYLEMESİ

Resûlullah (S.A.S.) Hendek Savaşı için hazırlık yapılırken bir yandan toprak taşıyor bir yandan da şu şiiri okuyordu:
– Sen olmasan Allah’ım; doğru yolu bulamazdık
Sadaka veremez, namaz kılamazdık
Huzur indir üzerimize, sabit kıl ayaklanmızı
Karşılaştığımızda saldırmak istiyor düşmanlar
Bize fitne çıkarmaya çalışıyor onlar.
Fakat karşı koyuyoruz biz.

Müslim, Fezâilü’s-Sahabe, 135; İmam Ahmed, IV/358,359,362,365

GÜLÜMSEMESİ

Hz. Aişe (R.A.) şöyle anlattı:
– Ben şimdiye kadar, Resûlullah’ın çok aşırı neşelendiğini küçük dilini görününceye kadar güldüğünü görmedim. O yalnız gülümserdi.

Abdullah Ibnu’l-Haris’de (R.A.) şunu söyledi:
– Resûlullah’tan daha çok gülümseyeni görmedim.

Resûlullah Efendimiz (S.A.S.) arkadaşlarıyla yemek yiyordu Süheyb’i (R.A.) gören Peygamberimiz (S.A.S.):
– Buyur sen de ye! diyerek sofraya davet etti.
Süheyb (R.A.) gözünde bir ağrı olduğunu söyleyerek sofraya oturdu.
Süheyb (R.A.) iştahla yemeğe başlayınca Resûlullah (S.A.S.):
– Hem gözün ağrıyor, hem de hurma yiyorsun deyince,
Süheyb (R.A.) şöyle karşılık verdi:
Ağrımayan tarafımla çiğniyorum yâ Resûlullah!
Süheybi’n (R.A.) bu cevabı üzerine Efendimiz (S.A.S.) dişleri gözükünceye kadar güldü.

İmam Ahmed, Müsned, I/379; İbn Mâce, II 1139

AĞLAMASI

Bir gün Peygamber Efendimiz’e (S.A.S.) oğlu İbrahim’in hastalandığı haberi geldi. Resûlullah (S.A.S.) Abdurrahman (R.A.) ile birlikte aceleyle onun yanına vardı. İbrahim son anlarını yaşıyordu. Efendimiz (S.A.S.) onu şefkatle kucağına alıp bağrına bastı. O sırada Peygamberimizin (S.A.S.) mübarek yanaklarından gözyaşları süzülmeye başladı.
Abdurrahman (R.A.):
Sen de mi ağlıyorsun Ey Allah’ın elçisi? Ağlamayı yasaklamamış mıydın? diye sordu.
Resulullah (S.A.S.) şöyle buyurdu:
Ben kendisinde bulunmayan özellikleri sayıp dökerek ölü üzerine bağıra bağıra ağlamayı yasakladım. Benim bu ağlayışım ise merhametten ibarettir. Acımayana, acınmaz…

M. Asım Köksal, islam Tarihi, VII, 352

AKSIRINCA

İki kişi Allah Resûlü’nün (S.A.S.) huzuruna geldi. Bunlardan biri asilzade, diğeri ise değildi.
O esnada asilzade aksırdı.
Fakat;
“Elhamdülillah” demedi.
Bir zaman sonra diğeri de aksırdı.
Ama o;
“Elhamdülillah” dedi.
Efendimiz (S.A.S.) o’na:
– Yerhamükellah dedi.
Asilzade sordu:
– Ona dediğini neden bana demedin?
Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle cevap verdi:
– O Allah’ı anınca ben de andım, Sen Allah’ı unuttun ben de seni unuttum.

İbn Ebi’d-Dünyâ, el-Edebu’l-Mülred, 226/2

ASLA ESNEMEDİ

Mesleme (R.A.) şöyle demiştir:
– Hiç bir peygamber, asla esnememiştir.”

Yezid bin Asam (R.A.) der ki:
– Peygamber Efendimiz’de hiç bir vakit esnemezdi!”

Ebu Hureyre (R.A.) şunu söyledi:
– Peygamberimiz aksırdığında, yüzünü kapatır ve aksırığını gizlerdi.”

Suyuti, age, 1/126;İbnü’l-Cevzi, age, 381

RESÛLULLAH SEVER

Resûlullah (S.A.S.) şöyle buyurdu:
– (Dinde) Hastalık bulaşması ve uğursuzluk diye bir şey yoktur. Ancak “fe’l” hoşuma gider.
Sahabeler (R.A.) sordu:
– Ya Rasûlallah! fe’l nedir?
Efendimiz (S.A.S.):
– Güzel söz, hayra yorma, diye cevap verdi.

Buhârî, VI1/180,175; İbn Mace, 3537

HEDİYE

Hz. Aişe (R.A.) şöyle derdi:
Resûlullah hediyeyi kabul ederdi. Hediyeye daha güzel bir hediye ile karşılık verirdi. Bana bir paça bile hediye edilse onu kabul ederim, Ben paça yemeğe bile davet edilsem giderim, derdi.

Tirmizî, Şemâil. 192; Ibnü’l-Cevzi, age, 392-393

EVDEKİ HAYAT

Hazreti Hüseyn (R.A.) babası Hazreti Ali’ye (R.A.) sordu:
– Resûlullah eve gelince ne yapardı?
O’da (R.A.) şunları söyledi:
Efendimiz evine girdiğinde, vaktini üçe ayırırdı: Bir kısmını Allah’a, bir kısmını ailesine,
Bir kısmını da kendisine.

OTURUŞ TARZI

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) genellikle diz çökerek otururdu. Bunun yanında, (edeb dairesi içerisinde) bağdaş kurarak, çömelerek, ayağını sarkıtarak v.b. şekillerde de oturmuştur.

Kayle (R.A.) der ki:
Resulullah’ı büyük bir mahviyet ve tevazu içerisinde otururken görünce, heybetinden vücûdum titremeye başlamıştı.

Buhârî, 1,105; Tirmîzî, Şemail, 8. bölüm. 13.hadis

YEMEK TARZI

Efendimiz (S.A.S.) sirke, bal, zeytin yağı ve sebze gibi bazı yemekleri çok severdi. Bir gün Ummü Hânî’nin evine gitti ve:
– Yiyecek birşeyler var mı?” diye sordu.
O’da (S.A.S.)
– Sirkeden başka bir şey yok” deyince,
– Sirke olan evde hiçbir şey yok denemez, buyurdu.

Arabistan’da “Hîs” denen bir yemek türü vardır. Tereyağına peynir ve hurma konarak hazırlanır. Hz. Peygamber (S.A.S.) bu yemeği de çok severdi. Peygamberimiz (S.A.S.) soğuk ve tatlı içecekten hoşlanırdı. Sütü de çok severdi. Sütü bazen katıksız bazen de içine biraz su karıştırarak içerdi. Kayısı, hurma ve üzüm tanesinin de hoşafını içerdi.

Sofraya gelen yemeği beğenmediği takdirde elini uzatmazdı. Ama hiçbir zaman da kötü demezdi. Önündeki yemeğe elini daldırıp eliyle karıştırmazdı. Başkalarını da bundan menederdi.

Hiçbir zaman bir yere dayanarak yemek yemezdi. Resulullah (S.A.S.), yemek yerken önünden yerdi.

Tirmizî, Şemail, 175; Ebu Davûd, Et’ime, 49; Ebu’ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebi, 192

YEMEĞİN BEREKETİ

Bir grup Müslüman (R.A.) Resûlullah’a (S.A.S.) gelerek:
– Biz yiyoruz, yiyoruz ama bir türlü doymuyoruz, dediler.
Efendimiz (S.A.S.):
– Herhalde tek tek yiyorsunuz,
deyince:
– Evet, dediler.
İnsanlığın Sultânı (S.A.S.) onlara şu tavsiyede bulundu:
O halde sofraya topluca oturun ve besmele çekerek başlayın. Göreceksiniz ki Allah yemeğinizin bereketini artıracaktır.

Selman (R.A.) Resulullah (S.A.S.) bereketle ilgili şunları söylemişti:
– Yemeğin bereketi hem yemekten önce, hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır.

İbn Mâce, II, 1093, nr. 3286

HER İSTEDİĞİMDE

Ebu Ubeyd (R.A.) Peygamberimiz (S.A.S.) için bir tencere et yemeği pişirdi. Etin kol kısmı Resûlullah’ın (S.A.S.) hoşuna giderdi. Bunu bilen Ebu Ubeyd (R.A.) kol kısmını ona ikram etti. Efendimiz (S.A.S.) onu yedikten sonra:
– Bana bir kol daha ver, dedi.
O da bitince:
– Bana bir kol daha ver dedi.
O da;
– Ya Rasûlullah! Bir koyunun kaç kolu vardır? dedi.
Efendimiz şu cevabı verdi.
– Canım elinde olan Allah’a yemin olsun! İsteğimi yerine getirseydin, her istediğimde kol eti verebilirdin.

İmam Ahmed, Musned, III/484,485

KUL PEYGAMBER

Bir gün Resûlullah Efendimiz (S.A.S.) Hazreti Âişe’ye (R.A.) şöyle dedi:
– Âişe! ben istersem, altın dağları arkamdan yürür. Bir melek bana gelerek: Rabbi’nin Sana selâmı var. Diyor ki: “Hükümdar-peygamber olarak mı, yoksa kul-peygamber olarak mı yaşamak istersin? Meleğin yanındaki Cebrail, bana alçak gönüllü olmam işaretini verdi. Ben de kul-peygamber olarak yaşamayı seçtiğimi söyledim.

Peygamberimiz (S.A.S.) o günden sonra bağdaş kurup, sofraya iyice yerleşerek yemek yemedi. Diz çökerek yerdi ve hep şöyle derdi:
– Ben, sıradan bir insanın yediği gibi yer ve sıradan bir kulun oturduğu gibi otururum.”

İbn-i Sa’d.Tabakât, I,381

DİNLENMİŞ SU

Peygamberimiz (S.A.S.), dostu Ebû Bekir’le (R.A.) birlikte, Medineli bir sahabeyi ziyarete gitti. Sahabe bahçesini sulamaktaydı. Efendimiz o’na:
– Su testisinde gecelemiş suyun varsa bize ikram et, yoksa şu sudan içeriz, dedi.
O’da:
– Var Ey Allah’ın Elçisi, testide dinlenmiş suyum var, dedi.
O sudan Resulullah’a (S.A.S.) ikram etti. Suyu içtikten sonra Peygamberimiz de (S.A.S.) Ebû Bekir’e (R.A.) ikram etti.

Buhârî, VI, 247-249

YEMEK DUASI

Ebu Said el-Hudri (R.A.) anlattı:
– Peygamberimiz (S.A.S.) yemek sonrası sofra kaldırıldığında şu duayı yapardı: “Bize yediren, Bizi içiren, Bizi müslümanlardan kılan Allah’a hamdolsun.”

Ebu Dâvud, Sünen, 3850

AVUÇLA

Hazreti Ömer’in oğlu Abdullah ve arkadaşları (R.A.) Peygamberimizle (S.A.S.) birlikte yolculuk ediyordu. Yolda önlerine bir su havuzu çıktı. Suyu görür görmez, hemen eğilerek ağızlarıyla içmeye başladılar. Bu manzarayı seyreden Efendimiz (S.A.S.) onları şöyle uyardı:
– Arkadaşlar! Öyle eğilip ağzınızla içmeyiniz. Ellerinizi güzelce yıkayıp avuçlarınızla içiniz. Çünkü avuçtan daha güzel bir kap yoktur.

Bir defasında da şöyle buyurmuştu:
– Suyu devenin içtiği gibi hiç dinlenmeden bir içişte içmeyiniz. İki veya üç defa dinlenerek içiniz, içmeye besmele ile başlayınız. Bardağı dudağınızdan ayırınca da “Elhamdülillah” deyiniz.

İbn Mâce, Sünen, II, 1134, nr. 3433

SAĞ TARAF

Resûlullah aleyhisselatü vesselam bir gün Enes’in (R.A.) evindeydi. Sağında bir bedevi, solunda Hazreti Ebu Bekir (R.A.) karşısında da Ömer (R.A.) oturuyordu. Enes (R.A.) onlar için koyundan süt sağdı. Resûlullah (S.A.S.) ikram edilen sütten içti. Enes (R.A.) sütü Hazreti Ömer’e (R.A.) takdim etti. Hazreti Ömer (R.A.) ise önce Hazreti Ebu Bekir’in (R.A.) içmesini istedi. Resûlullah (S.A.S.) ise sağ tarafında oturan bedeviye uzatarak:
– Sağa, sağa, buyurdu.

Buhârî, Sahih, 111,144; VII,142

HEM YİYECEK HEM İÇECEK

İbn Abbas şöyle dedi:
– Resûlullah’ın en sevdiği içecek süttü.

Resûlullah (S.A.S.) şöyle buyurdu:
– Allah bir kimseye bir yiyecek yedirirse: Allah’ım! Bunu bize mübarek kıl ve bunu iyisiyle değiştir, desin. Allah her kime süt içirirse: Allah’ım! Bu sütü bize mübarek kıl ve bize artır, desin. Biz sütten başka yiyecek ve içeceğin yerine geçecek bir şey bilmiyoruz. Sütten başka hiçbir şey yemek ve su yerine geçmez. O hem tok tutar hem de harareti keser.

Kenzü’l-Ummal, 1822 İbn Mace, Sünen, 3322

ÜÇ SOLUKTA

Ebu Katade (R.A.) Peygamber’imizin (S.A.S.) şöyle buyurduğunu söyledi:
– Biriniz bir şey içtiği zaman kabın içine solumasın.

Enes (R.A.) anlattı:
– Peygamberimiz su içeceği zaman üç solukta içerdi. Önce besmele çeker bir yudum içer. Sonra yine besmele çeker bir yudum daha içer. Sonra tekrar besmele çeker bir yudum daha içerdi. Bitince de Allah’a hamdederdi.

Buhârî, Sahih, I,50; VII, 146, Mecmau’z-Zevâid, 11/100 Buhâri VJI/146

ÇOCUĞA İKRAM

Efendimiz (S.A.S.), sağ tarafında bir çocuk, solunda ise yaşlı insanlar olduğu halde oturuyordu. Bu sırada kendisine içecek bir şey getirildi. O da ondan içti. Sağdan başlamak âdeti olan Resulullah (S.A.S.) çocuğa:
“Bu içeceği yaşlı insanlara vermem için, izin verir misin?” diye sordu.
Efendiler Efendisi’nin (S.A.S.) sunduğu içeceğin manevi kıymetinin farkında olan çocuk:
– İlahi, senden gelen nasibimi kimseye veremem, dedi.
Bu güzel söz üzerine Peygamberimiz (S.A.S.) çocuğa ikram etti.

Ahmed, Müsned. V/333

YEMİNİ

İbn Ömer (R.A.) anlattı. Resulullah’ın (S.A.S.) yemini şöyleydi:
“Kalpleri değiştiren hakkı için, hayır!”

Ebu Hureyre (R.A.) ise şöyle yemin ettiğini söyledi:
“Allah’tan mağfiret dilerim ki, Hayır!”

Buhârî, Sahih, VII1/157,160; Ebu Dâvud, 3560,3775

SU DAĞITAN

Enes (R.A.) şunu anlattı:
– Peygamber Efendimiz (S.A.S.) arkadaşlarına su ikram ediyordu.
Arkadaşları O’na:
Ya Rasûlallah! Kendin içseydin ya, dediler.
Efendimiz (S.A.S.) şöyle buyurdu:
– Cemaate su dağıtan, onların en son içenidir.

Ahmed. Müsned, IV/354,383; V/303

HALKLA İLİŞKİLERİ

Hazreti Hasan (R.A.) Hind’e (R.A.):
– Resûlullah evden çıktığında ne yapardı?, diye sordu.
O’da (R.A.) şu cevabı verdi:
– Peygamber Efendimiz kendini ilgilendiren araları ısındıran ve soğukluğu kaldıran konularda konuşurdu. Hiç kimseden güler yüzünü, güzel huyunu esirgemezdi. Ashabını arardı olup bitenleri sorardı. İyiyi över, desteklerdi. Kötüyü de yererdi. Allah’ı zikretmedikçe ne kalkar, ne otururdu. Oturan herkese kendisiyle birlikte verirdi nasibini. Öyle ikram ederdi ki sanırdı yanındaki yok kendinden üstün biri. Kendisinden bir kimse bulununca istekte reddetmez verir onu, ya da tatlı bir dille geri çevirirdi onu. Daima güleryüzlü yumuşak huyluydu. Katı kalpli değildi ne ayıplardı ne de överdi. Göz yumardı hoşlanmadığına düşürmezdi umanı umutsuzluğa alıkoymuştu üç şeyden kendisini ne çekişirdi insanlarla ne de çok konuşurdu boş şeylerle uğraşmaktan kendisini korurdu. Görünce bir muhtacı ona yardım edin derdi. Kesmezdi kimsenin sözünü bâtıl olmadıkça, şâyet böyle olursa ya düzeltir sözü ya da kalkıp giderdi.

Zebidî, Ithalu’s-Sadeti’i-Muttakîn, VII/107

İNSANLARLA GÖRÜŞMESİ

Peygamberimiz (S.A.S.), biriyle görüşeceği zaman, önce selam verir ve tokalaşırdı.

Biri eğilerek kulağına bir şeyler söylerse, o kişi ağzını, kulağından çekinceye kadar onun tarafına yüzünü çevirmezdi.

Tokalaşırken de adeti böyleydi. Yani birinin elini tutunca, o kişi elini kendiliğinden çekmediği sürece onun elini bırakmazdı.

Bir toplantıda otururken, dizleri hiçbir zaman yanında oturanlardan daha önde olmazdı.

Kendisini ziyarete gelmek isteyen kimse, kapısının önüne gelip durur, önce – Es-Selâmü aleyküm der, sonra:
– İçeri girebilir miyim? diye izin isterdi.

Kendisi de biriyle görüşmek üzere gittiğinde aynı şekilde izin isterdi. Bu şekilde hareket etmeyenleri kabul etmez, geri çevirirdi.

Ebü Davûd, II, 156; Ebu Davûd, Edeb, 5

YATMADAN ÖNCE

İbn Abbas (R.A.) Resûlullah Efendimiz’in (S.A.S.) her gece yatmadan önce, gözlerine üçer defa sürme çektiğini, söyledi.

Hazreti Aişe (R.A.) gördüklerini şöyle anlattı:
– Peygamberimiz her gece, yatağına geldiğinde avuçlarını birleştirip sonra onlara üfleyerek içlerine İhlas, Felak ve Nas surelerini okur, ellerini vücudunun gücü yeten yerlerine sürer; önce başına, yüzüne ve vücudunun ön kısmına sürerek başlar ve bunu üç defa tekrar ederdi.

Müslim, 2081,2082; İbn Mace, Kitabü’t-Tıb, 38 Hakim, Müstedrek, IV/408

UYANINCA

Ebu Zerr (R.A.) anlattı:
– Resûlullah (S.A.S.) uyandığında şu duayı yapardı: “Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. Diriltmek O’na aittir.”

Ebu Dâvud, Kitâbu’l-edeb; 106; İbn Mace, Sünen, 3880

SAÇ BAKIMI

Peygamberimiz (S.A.S.) üst-baş temizliğine çok dikkat ederdi. Saçının düzenli olmasına özen gösterirdi. Ona göre temizlik ne ise bakım da aynı şeydi. Gözü güzel şeyler görmeye alıştırmak ve başkalarının da göz zevkine saygılı olmak zarifliğini her zaman gösterirdi.

Bir gün saçı-başı dağınık birini gördü. Adamın halinden hayli rahatsız oldu ve şöyle serzeniş etti:
– Bu adamcağız, acaba saçına çeki düzen verecek bir şey bulamamış mıdır!?

Bir başka gün, üstü başı kir içinde birini gördüğünde:
– Bu adamcağız, acaba çamaşırını yıkayacak su bulamamış mıdır!? diyerek hoşnutsuzluğunu ifade etti.

Ebü Dâvud, Sünen, IV, 74

GİYİMİ

Peygamberimiz (S.A.S.) tek tip giyinmezdi. Genel olarak giydiği elbise harmani, gömlek ve etekti. Sarığının ucu bazen mübarek göğsüne doğru, bazan da omuzlarının arasına doğru sarkardı. Sarığı çoğunlukla siyah renk olurdu. Sarığının altında başına geçirdiği bir takke bulunur ve:
– Bizi müşriklerden farklı kılan, sarığın altına takke takmamızdır. buyururdu.

Giyimde en çok çizgili kumaşları severdi. Hz. Peygamber (S.A.S.) kırmızı elbise de giymişti. Kırmızı elbise dedikleri şey, üzerinde kırmızı çizgilerin bulunduğu Yemen kumaşından bir elbise olduğu için buna “kırmızı elbise” denmişti. Peygamberimiz (S.A.S.) siyah, kırmızı, yeşil, sarı, elbise giymişti. Ancak en sevdiği, beyaz renkli elbise idi. Efendimiz (S.A.S.) debdebe ve gösterişten nefret ederdi. Bununla birlikte kıymetli elbiseler de giyerdi.

Ebu Davüd, Libâs, 51; Ali El-Kârî, Cem’u’l-Vesâil, sh.199; Buhârî, Libâs, 18; Buhârî, Libâs, 35. Müsned-i İbn-i Hanbel, c.l, s. 247.Tirmîzî; Libâs, 10. 299

GÖRÜNSÜN

Mâlik bin Nazla (R.A.) adında biri vardı. Bir gün dağınık bir kıyafetle Efendimiz’in (S.A.S.) yanına gitti, bu şekilde gören Resulullah (S.A.S.) sordu:
– Senin malın mülkün var mı?
– Evet, var ey Allah’ın Resulü.
– Ne gibi malların var?
– Allah bana deve, koyun, at sürüleri, arpa ve buğday harmanlan ihsan etmiştir.
– Eee! Allah sana mal-mülk ihsan etmişse, Allah’ın nimetinin ve ikramının eseri üzerinde görünsün.

Tirmîzi, Sünen, IV, 364

GÜZEL GİYİM

Çok yakışıklı bir adam Hazreti Resulullah’a (S.A.S.) gelerek:
Ey Allah’ın Resûlü! Ben güzelliğe aşırı derecede ilgi duyan biriyim. Gördüğünüz gibi o güzellikten ben de nasiplendim. Hiç kimsenin benden daha güzel giyinmesine gönlüm razı olmaz. İsterim ki ben herkesten üstün olayım. Hatta bu papucumun tokası bile olsa. Acaba bu davranışım kibir midir?
Resûlullah Efendimiz (S.A.S.) cevap verdi:
Hayır, aslâ!.. Asıl kibir sahip olduğu nimeti hazmedemeyip şımarmak ve insanlara tepeden bakmaktır.

Ebü Dâvud, Sünen, IV, 84

TEMİZ ELBİSE

Birini kirli elbise giymiş halde görünce:
– Bu adam elbisesini yıkamaktan âciz mi?” buyurdu.

Başka birgün adamın biri berbat bir elbise giymiş olarak huzuruna geldi.
Allah Resulü (S.A.S.):
– Hiç imkânın yok mu? diye sorunca,
adam:
– Var dedi.
Bunun üzerine:
– Madem Allah Teâlâ sana ihsanda bulunmuş, o halde bu, üstünde görünmelidir” buyurdu.

Adamın birinin saçını bakımsız ve darmadağınık görünce:
– Bu adam saçlarını temizleyip düzeltmeyi beceremez mi? buyurdu.

Ebu Davüd, Libâs, 25; İbh-i Hanbel, 4/137; İbn-i Mâce, Libâs, 37

UZUN ELBİSE

Peygamber Efendimiz (S.A.S.), elbisenin topukları geçecek şekilde uzun olmasını istemezdi, Elbisesini kibir ve gösteriş için yerde sürüyenleri de uyarırdı, bir gün Ubeyd, Medine sokaklarında elbisesini sürüyerek yürüyordu. Bu sırada arkasından bir ses işitti:
Elbiseni yukarı kaldır! Elbisenin yerde sürünmemesi onun daha temiz kalmasını ve uzun süre dayanmasını sağlar.
Ubeyd (R.A.) arkasına dönüp bakınca bu sözleri söyleyenin Peygamberimiz (S.A.S.) olduğunu gördü ve şöyle diyerek özür beyan etti:
– Ey Allah’ın Elçisi! O değersiz bir elbisedir.
Bunun üzerine Resulullah (S.A.S.) şöyle buyurdu:
– Sen her konuda olduğu gibi, kıyafet konusunda beni örnek almaz mısın?”

Tirmizî, Şemâil, 18. bâb, 2

GÜZEL KOKU

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) güzel kokuyu çok severdi. Herhangi biri güzel kokulu bir şeyi hediye gönderdiğinde, hiçbir zaman geri çevirmezdi. Sükte denilen özel bir kokuyu Peygamberimiz (S.A.S.) daima kullanırdı.

Sahabeler (R.A.) şöyle demiştir:
– Allah Resûlü, hangi sokaktan geçse orası güzel kokuyla dolardı. Çoğu kez erkeklerin güzel kokusu öyle olmalı ki güzel koku yayılıp renk görünmemelidir. Kadınların ki ise, güzel koku yayılmayıp renk görülmelidir, buyurdu.

Tirmizî, Şemâil, 32. bab, 4

SÜRME ÇEKMESİ

Resûlullah Efendimiz (S.A.S.), yanında sürmedan bulundurur, her gece yatmadan önce bu sürmedandan üç kez sağ gözlerine, üç kez de sol gözlerine sürme çekerdi. Bu konuda; Gözlerinizi “İsmid” ile sürmeleyiniz. İsmid ile sürmelemek göze cila verir ve kirpik bitirir.” buyururdu.

Tirmîzî, Şemâil, 7. bab 1

YÜZÜĞÜ

Hazreti Ali (R.A.) der ki:
– Resûlullah aleyhisselam yüzüklerini sağ ellerine takarlardı.

Abdullah b. Ömer (R.A.) anlatır:
– Peygamber Efendimiz’in gümüşten bir yüzüğü vardı. Onu kaşı avucunun içine gelecek şekilde parmağına takmıştı. Kaşında “Muhammedün Resulullah” yazılıydı.

Tirmizî, Şemâil, 11. bab, 1 ve 7. hadis, Ali Yardım, age, 153

BİR ÇİFT POTİN

Peygamberimiz (S.A.S.) hayatı boyunca çok çeşitli ayakkabılar giymişti. Bunlar genelde sıcak iklime uygun papuç ve sandal tarzında idi. Bir de Habeş Kralı Necâşî (R.A.) tarafından kendisine potin hediye edilmişti. Peygamberimiz (S.A.S.) bu potini eskiyinceye kadar giydi.

Bir gün arkadaşlarıyla araziye çıkmıştı. Mübarek ayağında da bu potinler vardı. Peygamber Efendimiz (S.A.S.) bir ağacın altına oturdu ve potinlerini çıkardı. İhtiyaç için oradan ayrıldı. Tekrar ağacın altına döndü. Potinlerinden birini ayağına giydi. Diğerini tam giyeceği sırada bir kuş ansızın gelerek potini kaptı ve havalandı. Kuş bir hayli yükselince potini ters çevirdi. İçinden bir şey yere düştü. O da ne!? Kocaman bir yılan… Olayı seyreden Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyurdu:
– Bu koruma bana Allah’ın bir lütfudur.

Ali el-Kârî, Cem’ul-Vesâil, 153

BİNEKLERİ

Allah Resûlü (S.A.S.) ata binmeyi çok severdi. Atı öven bir çok söz söylemişti. Atlardan başka katıra, eşeğe ve deveye de binerdi.

Peygamberimiz’in (S.A.S.) özel bineği olan atın adı Luhayf, eşeğin adı Afîr, Düldül, katırın adı Tîh, develerin adı ise Kusvâ/Adbâ idi.

Peygamberimiz’in (S.A.S.) Senceh adında bir atı daha vardı. Bir keresinde onu yarışa çıkardı, rakiplerini geçince buna çok sevindi.

İbn-i Hanbel, 5/27; Şiblî Numânî, age, 515; Dârakutnî, 2,552

YOLCULUK ÖNCESİ

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) yolculuğa çıkarken şu eşyaları yanına alırdı:
Ayna, Tarak Misvak, Sürmedan, Makas, Saç Yağı, Koku Şişesi, Çubuk.

İbn Sa’d, Tabakât, 1,484, Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili, 114

YOLCULUK ALIŞKANLIKLARI

Resûlullah aleyhisselatü vesselam perşembe günü yola çıkmayı sever ve sabah erkenden hareket ederdi. Bineğin yanına gelip de ayağını üzengiye koyduğu sırada, “Bismillah” der, semer üzerine oturunca da üç kere tekbir getirir, arkasından da şu âyeti okurdu:
“Bunu bizim emrimize veren Allah’a hamd ve sena olsun. Halbuki biz onu kendimize boyun eğdiremezdik. Ve biz Rabbimize doğru dönenleriz.” (Zuhruf 43/13)

Sonra şu duayı okurdu:
“Ey Allahım! Yolculuğumuzda Senden iyiliği, kötülükten sakınmayı senin seveceğin hareket ve işleri istiyoruz. Ey Allahım! Bu seferimizi kolaylaştır. Bu mesafeyi bize aldır. Ey Allahım! Yolculukta Sen arkadaşsın. Çoluk çocuğu bıraktığımız vekil Sensin. Ey Allahım! Yolculuğun sıkıntısından, geri dönüşün hüznünden ve döndüğümde çoluk-çocuğumu ve mallarımı kötü bir halde bulmaktan Sana sığınırım.”

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) yolculukta bir tepeye çıkarken “Allahüekber!” diyerek tekbir getirirdi. Aşağı inerken de “Sübhanellah” diyerek tesbih okurdu. Sahabeler de O’na uyarak aynısını tekrar ederlerdi. Bir yerde mola verdiklerinde şu duayı okurdu:
“Ey yeryüzü! Benim ve senin Rabbin Allah’tır. Senin ve senin içinde bulunanların şerrinden ve senin içinde yaratılanların kötülüğünden, senin üzerinde yürüyenlerin şerrinden Allah’a sığınırım. Ey Allahım! Arslanların, yılan ve akreplerin ve bu beldede yaşayan insanlann şerrinden Sana sığınırım.”

Yol dönüşü ise:
“Geri dönücüleriz, Tevbe edicileriz, İbâdet edicileriz, Rabbimize hamd edicileriz”, diye dua ederdi.

Buhârî, Cihâd, 103; Ebu Davüd, Cihâd, 75; İbn-i Hanbel, 2,132

BİR ŞEHRE GİRERKEN

Efendimiz (S.A.S.) herhangi bir yerleşim merkezine girerken şu duayı okurdu:
“Ey yedi kat göğün ve üzerine gölgesini yaydığı her şeyin Rabbi olan Allahım! Ey yedi kat yerin ve onun üzerinde yaşayan her şeyin Rabbi olan Allahım! Ey şeytanların ve onların yoldan çıkardığı bütün nefislerin Rabbi olan Allahım! Ey rüzgârların ve onların uçurduğu eşyaların Rabbi olan Allahım! Senden bu beldenin ve bu beldede yaşayanların iyiliğini istiyor ve bu beldenin şerrinden ve bu beldede bulunanların şerrinden Sana sığmıyorum.”

Medine’ye her dönüşünde önce mescide gider ve iki rekat namaz kılardı.

hazretieyupsultan.com

Resulullah’ın (a.s.m) Sureti

O’NU ANLAT

Ünlü komutan Hâlid bin Velid (R.A.) ordusuyla bir sefere çıkmıştı. Uzun süren yolculuğun ardından bir aşiretin yakınında konakladılar. Aşîret reisi, Halid bin Velid’i (R.A.) ziyarete geldi. O Kâinatın Efendisi’ni (S.A.S.) yakından tanımak istiyordu:

– Efendim bize Hazreti Muhammed’i anlatır mısın?
– O’nun güzelliklerini anlatmaya gücüm yetmez!
– Bildiğin kadarıyla anlat.
– Gönderilen, Gönderen’in kıymetince olur.
(Gönderen âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ (C.C.) olunca, gönderilen Elçisi’nin kıymetini var sen hesap et!)

Münâvi, V, 92/6478; Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniyye Tercümesi, İstanbul 1984, s. 417

O’NUN GİBİ

Ebu Kursâfe (R.A) saadet çağında yaşayan bir çocuktu. Annesi ve teyzesi ile birlikte Resulullah’ı (S.A.S.) ziyarete gittiler. Bir süre oturduktan sonra izin istediler. Eve doğru yola koyuldular. Peygamberimiz (S.A.S.) ile görüşmenin sevinci içindeydiler. Bu sırada annesi, teyzesine şunları söylüyordu:

– Ben O’nun kadar güzel, O’nun gibi temiz, O’nun kadar tatlı sohbet eden birisini görmedim… Konuşurken mübarek ağzından sanki nûr çıkıyordu…

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, 1/119-120

GÜZELLER GÜZELİ

O’nun sevdalılarından El-Bera (R.A) dedi ki:
– Ben, Resûlullah’tan daha güzel hiçbir şey görmedim. O ay gibi parlardı.

Cabir Efendimiz’in (R.A) güzelliğini:
– Peygamber Efendimizi kırmızı bir elbise giymiş olarak gördüm. Bir ona bir de gökteki aya baktım. O, benim gözlerimde aydan daha güzeldi, sözleriyle anlattı.

Ümmü Ma’bed’in (R.A) tarifi ise şöyleydi:
– Uzaktan, insanların en tatlısı ve en güzeli, yakından da en açığı ve en güzeliydi.

Hanımı Hazreti Aişe (R.A) ise:
– Resûlullah insanların en güzel yüzlüsü ve rengi en parlak olanıydı. dedi.

Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve, I/200; Buharî, Kitabü’l-Menakıb, bab: 23; İmam Ahmed, Müsned, IV/281, V/102,Tirmizî, Sünen, Kitâbü’l-edeb, nr: 2811; Beyhakî, age, 1/196, Ebu Nuaym, Delailü’n-Nübüvve, 283-287

İSİMLERİ

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) buyurdu:

– Benim bir takım isimlerim vardır: Bir ismim “Muhammed“dir. Bir ismim de “Ahmed“dir. İsmimin biri de “Mâhî”dir ki, Allah benim vasıtamla küfrü mahveder. Diğer bir ismim de “Hâşir“dir. Yani kıyamet gününde ben herkesten önce dirileceğim diğer insanlar ise benden sonra dirilecektir. İsimlerimden birisi de “Âkıb“dır. Âkıb, artık kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyecek kimse demektir.

Peygamberimizin (S.A.S.) yirmi üç adı vardır. Bunlar: Muhammed, Ahmed, Mâhî, Haşir, Âkıb, Mukaffî, Nebiyyu’r-rahme, Nebiyyu’ t-tevbe, Nebiyyü’l-melâhim, Şâhid, Mübeşşir, Bedr, Dahûk, Kattal, Mütevekkil, Fâtih, Emîn, Hâtem, Mustafa, Rasûl, Nebî, Ummî, Kusem‘dir.

Mukaffî ve Âkıb: Peygamberlerin sonuncusu demektir.
Melâhim: Savaşlar manasına gelir.
Dahûk: Onun Tevrat’taki adıdır. Güzel latife yaptığı için böyle denilmiştir.
Kusem: Vermek manasına gelir. O insanların en cömerdiydi.

Tirmizî, Şemail, 50.bab, 1. hadis, Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve (1/160)

MÜBAREK VÜCÛDU

Hazreti Hasan (R.A) küçükken, Gönüllerin Sultanı Efendimiz (S.A.S.) vefat etmişti. Yıllar geçtikçe O’nu (S.A.S.) daha çok özleyen Hasan (R.A), dayısı Hind’e (R.A) dedesini (S.A.S.) anlatmasını istedi. O’da (R.A.) söze şöyle başlamıştı:
– Resûlullah’ın bütün vücudu düzgündü. Ne şişman ne de zayıftı…

İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, 344

RESULULLAH’IN MÜBAREK BAŞI

Hazreti Ali’ye (R.A.) soruldu:
– Peygamberimizin başı nasıldı?
– O’nun başı büyüktü. dedi.

– O’nun alnı nasıldı? diye Hazreti Hind’e (R.A.) sorulunca:
– Resûlullah geniş alınlıydı, dedi.

Beyhakî, age, 1/216, Tirmizî, Şemail, 6

MÜBAREK YÜZÜ

Hind, (R.A) Efendimiz’in (S.A.S.) yüzünü şöyle tarif etti:
– Her türlü büyüklük Resûlullah’ta toplanmıştı. O’nun yüzü, ayın ondördü gibi parlardı. Yanakları da düz idi.

Hazreti Ali (R.A) ise:
– Resûlullah’ın yüzü yuvarlakçaydı. dedi.

Ümmü Ma’bed (R.A) O’nun (S.A.S.) hakkında:
– Güzelliği aşikâr ve parlak yüzlü bir zat idi. demiştir.

Beyhakî, age, I/214,125, Ibn Kesir, age, VI/20,21, İbn Sa’d, Tabakat, I/230; Tirmizî, Kıyâmet/42

EFENDİMİZ’İN BURUN ŞEKLİ

Hind bin Ebî Hâle (R.A) O’nun (S.A.S.) burnunu şöyle tarif etti:
– Resûlullah Efendimizin burun kemiğinin ortasında bir kavis.vardı. Burnunda, ona güzellik veren bir parlaklık vardı. Dikkat etmeyen kimse onun burun kemiğinin uzun olduğunu zannederdi.

Zebidi, Ithafü’s-Sadeti’l-Müttakîn, Beyhakî, age, I/286

AĞZI VE DİŞLERİ

Hazreti Cumey (R.A), Hind (R.A), Ebu Hureyre (R.A) ve İbni Abbas (R.A) Efendimizin (S.A.S.) mübarek ağzını şöyle tarif ettiler:
– Resulûllah güzel ve geniş ağızlıydı. Dişleri aralıklıydı. Gülümsediğinde dişleri dolu taneleri ve nur gibi görünürdü.

İbnü’l-Cevzi, age, 337; İbn Kesir, age, VI/37; Beyhakî, age, I/288; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII/279

SAÇLARI VE SAKALI

Enes İbn Malik (R.A..):
– Resulullah’ın saçı, orta bir saçtı. Ne kıvırcık ne de düz idi, dedi.

Hind bin Hâle (R.A..) ise şöyle anlattı:
– Saçı, kendiliğinden ikiye ayrılır, yanlarına dökülürse, onları birleştirmezdi. Birleştikleri zaman ise onları ayırmazdı, oldukları gibi bırakırdı. Saçını uzattığında, kulaklarının memesini geçerdi.

Hazreti Ali (R.A..) şunu söyledi:
– Resûlullah’ın sakalı sıktı.

El-Berâ’nın (R.A.) tarifi:
Resûlullah’ın omuzlarına dökülen saçları vardı, şeklindeydi.

Buhârî, Kitabu’l-menâkıb, 23; Beyhakî, age, I/214,125,1/216, Nesâî, VII/183

KAŞI, GÖZLERİ VE KİRPİKLERİ

Hazreti Hind (R.A.) şöyle dedi:
– Kaşları uzun, uçları ince ve araları çok yakındı. Kirpikleri ise uzundu. Göz bebeklerinin siyahı çok siyahtı.

Cabir Hazretleri (R.A.) de:
– Resûlullah’a baktığım zaman iki gözü sürmeli derdim. Oysa gözlerine sürme çekmiş değildi, dedi.

Beyhakî, age, I/214,125, İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI/33, İmam Ahmed. Müsned, V/97,105, Suyuti, age, 1/117-118

MÜBAREK ELLERİ

Bir gün Avn’nın Babası (R.A.) Efendimiz’i (S.A.S.) ziyarete gitti. Onu selamladıktan sonra mübarek elini tuttu ve yüzüne sürdü… Efendiler Efendisi’nin (S.A.S.) eli, kardan daha soğuk, miskten daha hoş kokulu idi.

Enes b. Malik (R.A.) de şöyle dedi:
– O ‘nun avucunun yumuşaklığı ne atlasta ne de ipekte bulunur.

Hz. Ali (R.A.)
– Resûlullah’ın elleri iriydi, dedi.

Hind (R.A.) de:
– Avuçlarının içi geniş idi, dedi.

İbnü’l-Cevzi, age, 342; İmam Ahmed, Müsned, 111/107; Beyhakî, age, I/216; I/214

MÜBAREK OMUZLARI

El-Bera İbn Azib (R.A.) Efendiler Efendisi’nin (S.A.S.) mübârek omuzlarını şöyle tarif etti:
– Resûlullah Efendimiz’in omuzları genişti.

Buharî, Kitâbü’l-Menâkıb, 23

MÜBAREK AYAKLARI

Hazreti Resûlullah’a (S.A.S.) peygamberlik görevi verilmeden önceydi. Kureyşliler bir kâhine:
– Söyle bakalım! İbrahim makamındaki ayak izine içimizde en çok kimin ayağı benziyor?” dediler.

Kâhin:
– Şu yere bir yaygı serin, sonra sırayla hepiniz üzerinde yürüyün. Ben de sizlerin ayak izine bakarak cevap vereyim” dedi.
Onlar yere yaygı serip üzerinde yürüdüler. Kâhin sıra Peygamberimizin (S.A.S.) ayak izine gelince:
– İşte! İçinizde İbrahim’e en çok benzeyeniniz budur” dedi.

Hazreti Hasan’ın dayısı Hind (R.A.) Efendimiz’in (S.A.S.) ayaklarını bize şöyle tarif etti:
Resûlullah’ın ayaklarının altı düz değil, çukurdu. Ayakları hafif etliydi. Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman etrafa yayılırdı.

Suyuti, age, 1/131; Beyhakî, age, I/214, 125

GÜL RENGİ

Enes İbn Malik (R.A.):
– Resûlullah insanların en güzel renklisiydi, derken,

Ebu Hureyre (R.A.) şöyle söyledi:
– Resûlullah beyazdı. Sanki gümüştendi.

Hazreti Ali (R.A.) de:
– Resûlullah’ın rengi, kırmızı gül rengine yakın beyazdı dedi.

İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, VI/23. Tirmizî, Şemail, 12;Beyhakî, age, 1/212, 218

BOYU

Hind (R.A.) der ki:
Resûlullah normalden daha uzun, çok uzun olandan kısaydı, yani uzuna yakın orta boyluydu.

Hazreti Âişe (R.A.) O’nun (S.A.S.) boyundaki mucizeyi şöyle anlattı:
– Yanına uzun boylu biri gelse, kendisi ondan daha uzun görünürdü, iki uzun boylu kimseyle birlikte yürüdüğünde ise onlardan daha uzun görünürdü. Onlardan ayrılınca, kendisi normal boyuna döner, o iki kişi de uzun boylu hallerine dönerdi.

Zebîdî, age, VII/145, Tarihu İbn Asakir, I/333

NEFİS KOKUSU

Peygamberimiz’in hizmetkârı Enes (R.A.) der ki:
– Resulullah’ın yanında on yıl kaldım. Bütün kokuları kokladım. O’nun kokusundan daha güzel bir koku koklamadım. O’nun vücûdu misk ve amberden daha güzel kokardı. Peygamberimiz’in rengi gül rengi gibiydi. Atlas ve ipek O’nun vücudundan daha yumuşak değildi.

Müslim.Kilabu l-Fedâil, 8. Buhârî, Menâkıb/23, Müslim, Fezâil, 82

PEYGAMBERLİK MÜHRÜ

Selman Fârisî’nin (R.A.) Resûlullah’ı (S.A.S.) müslüman olmadan önceki üçüncü ziyaretiydi. Efendimiz (S.A.S.) ashabıyla birlikte oturmaktaydı. Selman (R.A.) bu kez daha önce bir rahibin söylediği peygamberlik mührünü görmeyi istiyordu. Selam verdikten ve belki görürüm diye, Efendimiz’in (S.A.S.) etrafında dolaşmaya başladı. Peygamberimiz (S.A.S.) Selman’ın (R.A.) ne istediğini anladı. Elbisesini omuzundan biraz sarkıtıp:
– Sana söylenen mührü görmek istersen bak, dedi.

Selman (R.A.) şaşırmıştı… Kendisine, bir rahibin ne anlattığını Efendimiz (S.A.S.) bilmekteydi. Evet bu bir mucizeydi. Dikkatle Resûlullah’ın (S.A.S.) mübârek sırtına baktı. İki omuzu arasındaki mührü gördü. Üzerindeki şekil, “Muhammedün Resûlullah” yazısına çok benziyordu.
Sonunda Selman (R.A.) aradığını bulmuştu. Sevinç gözyaşlarıyla dudaklarından şu cümleler döküldü:
– Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.

Ahmed b. Hanbel, V, 442-443

Kaynak: hazretieyupsultan.com

Allah Resulü (a.s.m.): “Ramazan öyle bir aydır ki…”

Ramazan ayını, mukaddes kelâmın nazil oluşunun yıldönümünü, müminlerle birlikte cinler, melekler; ağacı, çiçeği, böceği, kurdu, kuşu, denizi ve deryasıyla yaşlı dünyamız da kutlar. Görünen ve görünmeyen âlemlerde tam bir bayram havası yaşanır. Efendimiz (a.s.m.) bu ayla ilgili öyle müjdeler vermektedir ki bu aya lakayt kalmak mümkün değildir.

Ramazan ruhun bayramıdır. Ramazan’la birlikte içimiz sevinçle dolar, serinler, kalbimiz ferahlar, yurdumuz yuvamız şenlenir. Bir ay boyu âdeta cennet hayatı yaşarız, ahiret lezzeti alırız, melek şirinliği duyarız. Bir an için kendimizi Saadet Asrı’nda, Mutluluk Çağı’nda buluruz. Medine’yi soluklarız içimizde doya doya…

Kendimizi sahabenin arasında hisseder, Resulullah’ın (a.s.m.)  yanında, önünde ve huzurunda buluruz. Çünkü O (a.s.m.)  yokken Ramazan da yoktu, huzur ve bereket de yoktu. O (a.s.m.)  yokken oruç da yoktu, oruçla birlikte sıralanan nimetler de yoktu. O (a.s.m.)  geldi, her şey geldi. Ve O’nun (a.s.m.)  getirdiği her şeyle birlikte peş peşe, çeşit çeşit nimetler, öbek öbek rahmetler geldi. Gecemiz gündüze, kışımız bahara döndü.

Her şeyi O’ndan (a.s.m.)  öğrendik, her şeyi O’ndan (a.s.m.)  ders aldık. Namazı da, zekâtı da, haccı da, Kur’an’ı da ve nihayet Ramazan’ı ve orucu da… O (a.s.m.)  namaz kıldı, biz de namaz kıldık, O (a.s.m.)  zekât verdi, biz de zekât verdik, O (a.s.m.) hacca gitti, biz de hacca niyet ettik ve gittik. Ramazan’ın ilk günüyle birlikte O (a.s.m.) oruç tuttu, biz de hemen O’nun (a.s.m.) yanında yer aldık, biz de oruca başladık.

Ramazan’ı kimseden değil, O’ndan (a.s.m.)  öğrenmek gerekiyor. Ramazan’ı kimseye değil, O’na (a.s.m.)  sormak gerekiyor. Ramazan’ın en güzelini, en güzel Ramazan’ı O (a.s.m.)  yaşamış ve yaşatmış. Ramazan’ın ilk gününden son gününe, Kadir Gecesi’nden bayrama kadar neler yapmak gerekiyorsa, hepsini anlatmış, öğretmiş, uygulamış ve uygulatmış.

Öyle bir ay ki…

Selman-ı Farisi (r.a.) anlatıyor:

Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Şaban ayının son gününde bize okuduğu bir hutbede şöyle buyurdu:

“Ey insanlar, büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi.

Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır.

Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazları meşru kıldı.

Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır.

Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer.

Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.

Bu ay yardımlaşma ayıdır, bu ay müminlerin rızkını arttıracak aydır.

Bu ayda her kim oruçlu bir mümine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden azat olmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur.”

Sahabelerin bazısı, “Ya Rasulallah, hepimiz oruçluya iftar edecek bir şey bulup verecek durumda değiliz” dediler.

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.):

Allah bu sevabı bir tek hurma ile bir içim su ile bir yudum süt ile oruçlu mümine iftar ettirene de verir” buyurdular ve hutbelerine şöyle devam ettiler:

Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur.

Bu ayda her kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse Allah onu affeder ve cehennemden uzak tutar.

Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasletten ikisi ile Rabb’inizi razı kılarsınız, diğer ikisinden ise hiçbir vakitte ayrı kalamazsınız.

Rabb’inizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, Kelime-i Şehadete devam etmeniz, diğeri de Allah’tan mağfiret dilemenizdir.

Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah’tan cenneti istemek, diğeri cehennemden Allah’a sığınmaktır.

Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir. (et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:94-95.)

Ramazan orucunun sevabı

Amr bin Murre el-Cüheni (r.a.) anlatıyor:

Bir adam Resulullah’a (a.s.m.)  geldi: “Ya Rasulallah! Allah’tan başka ilâh olmadığına ve senin Allah’ın Resulü olduğuna şehadet eder, beş vakit namazı kılar, zekâtı verir ve Ramazan orucunu tutup, gece ibadetini yaparsam kimlerden olurum?” diye sordu.

Resulullah (a.s.m.) “Sıddıklar ve şehitlerinden olursun” buyurdu. (et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:105.)

Ramazan çok farklı, çok değişik, çok üstün sevaplı bir aydır.

Bu ay Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanının, kerem ve bereketinin sayısız ve sonsuz olduğu bir zaman dilimidir. Bu sevap ve ecirlerden birisi de Ramazan orucunu tutanların sıddık ve şehit sevabını almasıdır.

Şehitleri biliyoruz, sıddıklar ise peygamberlikten sonra gelen yüce bir makamdır. Bu makam Hz. Ebu Bekir gibi mükemmel insanların özel makamıdır.

Haliyle bu sevap sadece oruca bağlı değil, aynı zamanda namaz ve zekât gibi ibadetlerin de ihmal edilmemesine bağlıdır.

Bu konudaki hadis gerçek anlamda büyük bir müjdedir ve bizim için büyük bir mükâfattır.

Ramazan’ı tüm canlılar kutlar

Ramazan’ın ilk günüyle birlikte nur ve feyiz dolu bir mevsimi yaşamaya başlarız. Kâinat şenlenir, dünya cennetten süzülen nurlu bir havayla dolup taşar.

Yüce âlemlerin masum ve mübarek sakinleri olan melekler öbek öbek müminlerin çevresini sarar. Rahmet ülkesinden müjdeler, Kâinatın Rabbi’nden selamlar ve mağfiret esintileri getirir.

Ramazan ayını, mukaddes kelâmın nazil oluşunun yıldönümünü müminlerle birlikte cinler, melekler; ağacı, çiçeği, böceği, kurdu, kuşu, denizi ve deryasıyla yaşlı dünyamız da kutlar. Görünen ve görünmeyen âlemlerde tam bir bayram havası yaşanır.

Bu ayın Cenab-ı Hak katında müstesna bir yeri vardır. Yüce Rabb’imiz, Kendisine muhatap olarak seçtiği kullarına sonsuz rahmetinin en geniş tecellilerini bu aya ayırır.

Başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere diğer semavi kitapların da bu ayda indirilmiş olması, bu günlerin kıymet ve kudsiyetini artıran diğer bir güzelliktir.

Müminler, Allah’ın bir ihsanı olarak bu günleri kaçırılmaz birer fırsat bilerek değerlendirme, Rablerine olan kulluk derecelerini gösterme, O’na muhatap olabilme gayreti içine girerek tam bir ihlâs ve şuurla ibadet ve taate koşarlar.

Bu gayretin neticesi elbette karşılıksız kalmayacaktır. Oruç tutup, Ramazan ayını bir kulluk şuuru içinde geçirenler, tatlı bir ânı yaşadıkları, huzura erdikleri gibi, pek çok nimete de kavuşurlar.

Mehmet Paksu / Moral Haber

Peygamberimize Ümmet Olmak

Resulüllah (s.a.v.)’e Ümmet Olmak

Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’in bütün Peygamberler arasında en yüksek ve en yüce bir makama sahip olduğu hepimizce bilinmektedir. Bu nedenle de O’nun ümmeti de diğer ümmetlere göre her yönden daha üstün ve daha faziletlidir.

Kur’ân-ı Kerîm’de de, Ümmet-i Muhammed’in sahip olduğu bu üstün vasıflardan bahsedilmektedir. Al-i İmran suresinin 110. Ayetinde “(Ey Ümmet-i Muhammed) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyilikleri yayar, kötülükleri önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.” Buyrulmaktadır.

Müfessirlerin ittifakına göre “En hayırlı Ümmet” ayeti, Ümmet-i Muhammed hakkındadır. (Bkz. Taberî, Câmiu’l-beyân, Beyrut, 1995, 3/61-62; Râzî, 3/323-325; Kurtubî, el-Câmi’ li ahkami’l-Kur’ân, Kahire, 1967, 4/171-173; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân’i’l-azîm, Beyrut, 1993, 1/399.) ve ümmetlerin en hayırlısı, en ideali ve en iyisi olduğunu haber vermektedir. En hayırlı ümmet hitabıyla da öncelikli olarak kastedilenlerin Sahabe olduğunda ittifak vardır.(Kurtubî, 4/171-172; İbn Kesîr, 1/399)

Peygamberimiz (S.A.V.) de şöyle buyurmuştur: “İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler.” (Buhârî, Şehâdât 9; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 208) Bu hitabın sadece Sahabe’ye has olmadığı, bunun yanında bütün ümmeti kapsadığı açıkça görülmektedir. Kısacası en hayırlı ümmet ile Hz. Muhammed (S.A.V.)’den itibaren kıyamete kadar gelecek olan İslâm ümmetinin tamamına hitap edilmektedir.( . İbn Kesîr, 1/399.)

Hz. Muhammed (S.A.V.)’in yukarıda belirtilen Hadis-i Şerifleri’nde, Sahabe-i Kiram’ın hem bu ümmetin hem de bütün insanlığın en hayırlı nesli olduğu vurgulanmaktadır. Hadis-i Şerif’in devamındaki, “Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler” ifadesi, sahabeden sonraki her neslin, insanların en hayırlı topluluğu olduğunu belirtmektedir.

Yine bu konuda Peygamberimiz (S.A.V.), ümmetinin sonraki nesilleri için de buna benzer övgülerde bulunmuştur: “Beni görüp de bana iman edene ne mutlu. Beni görmediği hâlde bana iman edene yedi defa ne mutlu.” (Ahmed b. Hanbel, 3/71, 155)

“Yaratılmışlar arasında iman bakımından en üstün kimseler, henüz atalarının sülblerinde bulunan, beni görmedikleri hâlde bana iman eden, yazılı bir takım kâğıtlar görüp de onlarda bulunanlar gereğince amel edenlerdir. İşte onlar, iman ehlinin en faziletlileridir.” (Hâkim, Müstedrek, 7/2501)

Şefkat Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.), görmediği hâlde kendisine iman edenlerin kardeşleri olduğunu ve onlarla karşılaşmayı arzuladığını da ifade etmiştir. (Ahmed b. Hanbel, 3/154.) Ayrıca, “Ümmetimin misali yağmura benzer. Onun öncesi mi hayırlıdır, sonrası mı bilinmez” buyurmuştur. (Tirmizî, Emsâl 6)

Cenab-ı Allah (C.C.) Bakara Suresinin 143. Ayetinde: “İşte böylece insanlığa şahitler olmanız, Resulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıl¬dık.” Gibi övgü, bu ümmete mahsustur. Hacc Suresinin 78. Ayetinde de: “Sizi insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen O’dur.” Buyurmakla da bu ümmetin en hayırlı ümmet olduğunu teyit etmektedir

Bu hayırlı Ümmetin Peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)’dır. Madem öyle, gelin bu eşsiz Peygamberin vasıflarına da bir göz atalım: Kendisine peygamberlik gelmeden önce de güzel ahlakın en güzel örneklerini sergileyen Resulüllah Efendimiz (S.A.V.), İslam dinini insanlığa anlatırken de seçkin kişiliği ve güzel ahlakı ile bütün insanlığa örnek olmuştur. Aradan geçen on dört yüzyılda insanlık O’nun ortaya koyduğu güzel ahlak ilkelerini yakalamaya çalışmıştır.

Peygamberimiz (sav)’in hanımı Hz. Ayşe (R.A.) Validemiz, Resulüllah(S.A.V.)’in güzel ahlakını şöyle anlatıyor: “Çirkin söz söylemezdi. Hayâ, terbiye ve nezakete aykırı bir davranışta bulunmazdı. Çarşı ve pazarda yüksek sesle konuşup gürültü çıkarmazdı. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Affeder, bağışlardı.” (Ebu Davud)

Hz. Ayşe (R.A.)’in Peygamberimiz (sav)’in ahlakı ile ilgili bir soru üzerine verdiği cevap, O’nun yaşantısının, Kuran ahlakının hayata geçirilmiş şekli olduğunu göstermektedir: “Ey müminlerin annesi Peygamberin ahlakı nasıldı?” Sorusuna: “Resulüllah(s.a.v.)’in ahlakı… Mü’minun suresini okuyabiliyor musun? Bu sureyi onuncu ayetine kadar oku! İşte Allah Resulü(s.a.v.)’in ahlakı böyle idi” diye cevap verdi. (Buhari)

O’nun torunu Hz. Hasan (R.A.)’tan, Resulüllah (S.A.V.)’in vasıflarını dinleyelim:

“Resulüllah Efendimiz (S.A.V.): Yaradılıştan heybetli ve muhteşemdi. Mübarek yüzü, dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Orta boyludan uzun, ince uzundan kısa idi. Saçları kıvırcık ile düz arası idi; şayet kendiliğinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı. Uzattıkları takdirde saçları kulak yumuşaklarını geçerdi.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in rengi, beyaz ve parlak renkte, yani nurani beyazdı. Alnı açıktı. Kaşları, hilal gibi, gür ve birbirine yakındı. Boynu, gümüş berraklığında idi. Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup yakışıklı bir yapıya sahipti.

Allah Resulü (S.A.V.)’in alnı geniş olup hilal kaşlıydı, kaşları gürdü. İki kaşı arası açık olup, halis bir gümüş gibi bembeyazdı. Gözleri pek güzel, gözbebekleri simsiyahtı. Kirpikleri uzundu. Gülümsediğinde dişleri çakan şimşek gibi parıldardı. İki dudağı da emsalsiz şekilde güzeldi. Sakalı gürdü. Ne uzun ne kısaydı. Boynunun güneş ve rüzgâr gören kısmı altın alaşımlı gümüş gibi parıldardı. Göğsü genişti, göğsünün düzlüğü aynayı, beyazlığı da ayı andırırdı. Omuzları genişti. Kol ve pazıları irice idi. Avuçları ipekten daha yumuşaktı.”

BU BÜYÜK PEYGAMBER (S.A.V.)’E KİM ÜMMET OLMAK İSTEMEZ Kİ

Böyle bir Peygamber (S.A.V.)’in ümmeti olmak, en büyük saadettir. Çünkü bizden önceki Peygamberler bile, bu ümmetten olmak istemişlerdir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’e biraz benzemek, Allah-u Teâlâ (C.C.)’nün rızasını, sevgisini kazanmaya ve günahların affına sebep olur. Peygamberimiz (S.A.V.)’e benzemek nasıl olur? O’nun getirdiği dine, sünnetine uymak, O’na benzemek olur. Fakat asıl önemli olan, O’nun vazifesine yardımcı olmaktır. Kim bunu yaparsa O’nun sevgilisi olur, O’nun Ümmeti olur.

Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hazretleri de şöyle buyurmuştur:

“Evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine “Ümmetî, ümmetî” diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz.

İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyesine ittibâdır.” (Lem’alar – 26. Lem’a)

Evet, bu Ümmet, sahip olduğu dini değerleri itibariyle en hayırlı ümmet olma vasfını her zaman özünde taşımalı, tutum ve davranışlarıyla da hayırlılığını her zaman göstermelidir.

Sahip olduğu özellikleri ihya edip canlandırma mecburiyetinde olduğunun şuurunda olmalıdır.

Bunu gerçekleştirmenin yolu da Kuran’a, Sünnet’e ve altın nesil Sahabe-i Kirama bağlı kalmaktan geçer.

O’NA ÜMMET OLMAK, NE BÜYÜK ŞEREF.

YA RABBİ! BİZİ AHİRETTE, PEYGAMBERİMİZ HZ.MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.)’E LAYIK ÜMMET OLARAK HAŞRET, VE BİZİ O’NUN ŞEFAATİNDEN MAHRUM ETME!

BİZİ O’NA ÜMMET YAPAN RAHMAN (C.C.)’A HAMDOLSUN, ÂLEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLENE DE SALÂT VE SELAM OLSUN!

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Bediüzzaman’ın gözüyle Hz.Muhammed (s.a.v)

Üstad Nursî’nin gözüyle Hz. Muhammed (s.a.v) efendimiz

Üstad Bediüzzaman her neyi ele almışsa onu en güzel ve en mükemmel bir şekilde izah etmiştir. Onu okuyup da hayran olmamak mümkün değil. Onun, Allah’ı, ruh ve melekleri, kitapları, özellikle Kur’an’ı, kaderi, öldükten sonra dirilişi, nübüvvet meselesini, özellikle Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizi anlatmasına doyamazsınız.

Yaklaşık 1184-1272 yılları arasında yaşayan Şeyh Sadi-i Şirazî çok iddialı bir söz söylemiş ve demiştir ki: “Mâna gülistanı açıldı açılalı hiçbir bülbül Sadî kadar güzel terennüm etmemiştir.” (1)

Bu sözün sahibi Sadî’nin doğru ve haklı olduğuna inanırım. Ama inandığım bir şey daha var. O da şudur: Eğer Sadî kendisinden 9 küsür asır sonra gelen Bediüzzaman Said Nursi’yi görse ve eserlerini okusaydı eminim aynı sözü Bediüzzaman için söyleyecek ve şöyle diyecekti: Osmanlı’dan sonra hiçbir bülbül Bedüzzaman gibi şakımadı, onun kadar hiç kimse gür sedalı olamadı, Hiç kimse kâinatı onun kadar güzel okuyamadı. Peygamber ve Kur’an hakkında onun kadar hiç kimse güzel söz söyleyemedi.

Bediüzzaman, Peygamberimizin hayatını bir siyerin, bir İslam tarihinin anlattığı gibi anlatmaz. Fakat O, peygamberimizle ilgili öyle tahliller (ve analizler) ortaya koyar ki o analizlerde kullandığı kelimelerden Peygamber’in yaşadığı tarihi, hayat seyrini, verdiği mücadeleyi, takvasını, ahlakını, şemailini, ruhî ve fizikî gerilimini, Hak’la ve halkla ilişkilerdeki mükemmelliğini, çevre anlayışını ve çevreye getirdiği muhteşem düzenlemeleri çok rahat görmeniz mümkündür.

Bediüzzaman, Hz. Peygamberi anlatırken kullandığı her bir kelimesine adetâ İslam tarihini ve Peygamber’in hayatını yükler. Onun her bir kelimesi bir ekran ve bir penceredir. Oradan asr-ı saadeti âdeta görür ve seyredersiniz.

Onun her bir kelimesi, bir çekirdek gibidir. Açarsanız içinden meyvelerle yüklü bir ağaç çıkar. Veya filaş bellek gibidir. Bilgisayara takarsanız, onda bir çok kitabın yüklenmiş olduğuna şahit olursunuz.

Misal mi istersiniz? Buyurun:

19. sözün birinci reşhasında Peygamberimizi, kâinat kitabının Allah’ı anlatan “en büyük ayeti” (2) İlan eder. Bu ilanıyla Bediüzzaman şunu demek ister:

Kitap ve içindeki her bir cümle yazarını anlattığı gibi; kâinat kitabı ve onun içindeki her bir varlık da yazarını ve yaratanını anlatmaktadır. Tabii bunların içinde bir varlık, yani bir âyet var ki Onun gibi Allah’ı anlatan yok. O da, Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizdir. Peygamberimiz, Allah Tealâ’yı sadece diliyle değil, haliyle ve ahlakıyla anlatmıştır. Peygamberimiz, Allah ahlakının bir yer yüzünde tezahürüdür. Yüce kitabımız Kur’an’ın da bir ayet-i kübrası=en büyük ayeti vardır. O da âyetü’l-kürsidir. Neden âyetü’l-Kürsî, âyetü’l-kübra olmuştur? Çünkü ayetü’l-kürsî, diğer ayetlere göre Allah’ı daha güzel, daha kapsamlı anlatmakta, birkaç satırla bütün özellik ve güzelliklerini ortaya koymaktadır.

Gelip geçen varlıklar içinde Allah’ı en iyi Peygamberimiz anladığından ve anlattığından dolayı o da kâinat kitabının ayetü’l-kübrası yani en büyük ayeti olmuştur.

Gördünüz mü efendim, Üstad’ın, “kitab-ı kebirin ayet-i kübrası” ifadesinden neler çıktı?

Aynı yerde Üstad, yer yüzünü, Peygamberimizin manevi şahsiyetine bir mescid, Mekke’yi bir mihrab, Medine’yi bir minber, Peygamberimizi, bütün müminlerin imamı ve bütün insanların hatibi, peygamberlerin reisi, evliyanın seyyidi gösterir. Medine minberinde irad ettiği hutbenin adı: “Hutbe-i Ezeliye” dir ki o da Kur’andır. Bu hutbenin müellifi Allah, müfessiri de Hz. Muhammed’dir (s.a.v). Kur’an, ezelîdir, çünkü Ezel’den gelmiştir; ebedîdir, çünkü ebede gidecektir.

İkinci reşhada, yine içinden kitaplar çıkacak ve üzerinde saatlerce konuşabileceğimiz kelimeler görüyoruz. Üstad Bediüzzaman’a göre Sevgili Peygamberimiz, “Nurânî bürhanî tevhid” (3) yani Allah’ın birliğinin nurlu delilidir. Allah’ı inkâr etmek için bu delili karartmanız gerekmektedir. Bu delili karartamayacağınıza göre öyleyse Allah’ı inkâr etmek de mümkün olmayacaktır. Varlık âleminde hiçbir şey olmasa sadece Hz. Muhammed (s.a.v) kalsa, Allah’ın varlığına, birliğine, güzelliğine, mükemmelliğine delil olarak yeter. Güneş inkâr edilemediğine göre, güneşin sahibi ve sanatkârı hiç inkâr edilemez.

Güneş, Süleyman Çelebî’nin de dediği gibi Peygamber’in çevresinde dönen sadece bir pervane olabilir. Güneş bir lambadır. Yüce Allah da Peygamberini bir lamba olarak tanımlamıştır.(4) Güneşi gökte, Hz.Peygamber’i yerde aşkıyla tutuşturan Allah’tır. Yüce Allah kendisini yerdeki ve gökteki güneşlerle tanıtmak istiyor. Bu şahitleri susturmak ve bu lambaları söndürmek mümkün olabilir mi ki Allah da inkâr edilebilsin?

İşte Üstad Bediüzzaman’ın ifadeleri böylesine yüklü. Gördünüz mü efendim onun “Nûrânî bürha-ı tevhid” terkibinden neler çıktı?

Üstad Bediüzzaman diyor ki:

Onun Şeriatını:

1-Nebiler ve veliler,

2-Tevrat ve İncil gibi semavî kitaplar,

3-Dünyaya geldiği gün meydana gelen harikulade olaylar (irhasat),

4-Görünmeyen varlıkların, (hatiflerin) ve kâhinlerin ihbarları,

5-Ayın ikiye bölünmesi gibi mucizeleri tasdik etmektedir.

6-Gayet kemaldeki övülmüş ahlakı, (şefkati, merhameti, vefakârlığı, fedakârlığı, Hilmi, sabrı, affı, tevazuu, adaleti, şecaati vs.),

7-Tam güveni ve tam güvenilirliği,

8-Fevkalade takvası,

9-Fevkalade kulluğu ve ibadeti,

10-Fevkalade ciddiyeti,

11-Fevkalade metaneti (Allah’tan başka hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden korkmaması)… gibi yüksek seciyeleri de onun davasında son derece doğru olduğunu göstermektedir.

Yine 3. Reşhada: “Hüsn-ü sîret ve cemal-i sûret ile mümtaz bir Zât’ı görüyoruz.” (5) diyor. Yani içi güzel, dışı güzel Muhammed (s.a.v) demektir. Ben Peygamberimizin iç güzelliği ve dış güzelliğine misaller vermeye kalkarsam bir kitap, iki kitap, üç kitap meydana gelir.

Bunun açılımından şemail, ahlak ve siyer kitapları çıkmıştır. Veya onca kitap bu cümlenin izahıdır, diyebiliriz.

Bediüzzaman 4. Reşhada da nefis bir yoruma yer veriyor ve diyor ki:

Hz.Peygamber gelmeden önce kâinat bir matemhane idi. Varlıklar birbirinin düşmanı, cansız varlıklar birer cenaze, canlılar yokluk ve ayrılık sillesiyle ağlayan yetimlerdi. Peygamberimizin verdiği dersle matemhane olan kâinat, şevkli ve cezbeli bir zikirhaneye döndü. Varlıklar, hepsi bir Allah’ın eseri olduğu için birbirinin dostu ve kardeşi oldu. O sessiz, cansız varlıklar birer itaatkâr memur, o ölüm ve ayrılık korkusuyla ağlar görünen yetimler, birer zikreden zakir veya vazife paydosundan şükreden şâkir suretine dönüştü.

Üstad Bediüzzaman’a göre Peygamberimiz,

1-Ebedi saadetin müjdecisi,

2-Bir rahmeti sonsuzun kâşifi, göstericisi,

3-Allah’ın güzelliklerinin dellalı, seyircisi,

4-İlahî isimlerin hazinelerinin keşşafı ve ilancısıdır. (Bu maddelerin her biri bir makale konusudur.)

Kulluğu açısından ona bakıldığı zaman o, bir muhabbet misali, rahmet timsalidir. (Yani sevgi örneği, rahmet ve merhamet sembolüdür.) Peygamberliği açısından bakıldığında Hakk’ın delili, hakikat lambası, hidayet güneşi ve saadet vesilesidir. (6)

(Bu cümlelerde de koca bir İslam tarihi ve peygamber şemaili yatmaktadır.)

Yine der ki Üstad Bediüzzaman: “Hz. Muhammed (s.a.v), güneş gibidir; Zât’ını, Zât’iyle ışıklandırarak gösterir.” (7)

Bu cümle lafzı itibariyle çok kısadır, ama manası itibariyle çok uzundur. İddiası ve isbatı içinde olan cümlelerden biridir. Cümle bedi’dir. Çünkü onu Bediüzzaman söylemiştir. Ve demek istemiştir ki: Güneşin güzelliğini göstermek için hiç başka ışığa ihtiyaç duyulur mu? Güneşin ışığı, kendisini göstermeye yeter.

Yukardaki sözü manası itibariyle destekleyen Bediüzzaman’ın bir bedi sözü de şudur: “Mucize-i Muhammedî, ayn-ı Muhammed’dir. (s.a.v)” (8)

Bu söz, Peygamber’den hak olduğuna dair mucize isteyen zavallılara bir cevap mahiyetinde söylenmiş bir sözdür. Bu cümle ile denilmek istenmiştir ki: Peygamberden mucize istemeye ne gerek vardı? Mucize karşınızda duruyor: Muhammed. (s.a.v)

Adı güzel, tadı güzel, yadı güzel Muhammed. (s.a.v)

Eli güzel, yolu güzel, dili güzel Muhammed. (s.a.v)

Sireti güzel, sûreti güzel, kalbi güzel, kalıbı güzel Muhammed. (s.a.v)

Halkı güzel, hulku güzel. Ahkâmı güzel, ahlakı güzel Muhammed. (s.a.v)

Şeriatı güzel, medeniyeti güzel Muhammed.(s.a.v)

Üstad Nursî’nin, bir makalenin boyutlarına sığmayacak derinlikte ve güzellikte bir cümlesi bu günkü yazımızın hitam-ı miski olsun. Buyurmuşlar ki:

Evet,evet,evet !…Eğer kainattan Risalet-i Muhammediye’nin (ASM) nuru çıksa, gitse kainat vefat edecek !!! Eğer Kur’an gitse, kainat divane olacak ve küre-i arz, kafasını, aklını kaybedecek. Belki,şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak,bir kıyameti koparacak.!” (9)

Aman herkes dikkat etsin ve çok çalışsın. Kâinatımızdan Peygamberimizin nuru, dünyamızdan da Kur’an çekilip çıkmasın.

(Devam edecek)

DİPNOTLAR:

1-Şirâzî, Sâdî, Bostan ve Gülistan, terc. Rifat Bilge, 2

2-Nursî, Said, Sözler (19.söz)

3-Aynı yer

4-Bkz Ahzab, 33 / 46

5-Nursî, aynı yer

6-Nursî, Said, Sözler, 19. Söz, 6. reşha

7-Nursî, M.Nuriye, (Rşhalar, 3.reşha), 23

8-Nursî, Şuaat-ı Marifetü’n-Nebi (6.şua, zeyl )üç noktaya cevap 2

9-Nursî, Sözler, (10.söz, 2. Zeyl) 107

Vehbi Karakaş / Risale Haber