Etiket arşivi: said nursi

Twittercıları, Said Nursi Etkinliğine Bekliyoruz!

Twittercılar TT iyi bilirler, o an herkes bir kelime üzerinde konuşuyorsa o kelime en çok konuşulan kelime olarak Twitter’ın ekranına gelir, şayet o an en popüler kelimemiz oysa o zaman dünya’da top twit olur.

Bizlerde bu münasebetle 23 Mart tarihinde yani Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hz.’lerinin vefat yıldönümünde ismini bütün dünyaya değişik bir yöntemle de olsa duyurmaya karar verdik.

23 Mart saat 08:30 (Türkiye Saati) itibariyle twitterda yayına başlayacağız. Kelimemiz #SaidNursi şeklinde olacaktır. Bütün twittercıları desteğe çağırıyoruz.

23 Mart saat 08:30’dan itibaren atabileceğiniz bazı twit örneklerini aşağıda sizin için paylaşıyoruz. Sizde bu twitler dışında #SaidNursi etiketini yazıp istediğiniz twiti atabilirsiniz.

 

Örnekler:

#SaidNursi

Bediüzzaman #SaidNursi Risale-i Nur eserlerinin müellifidir. 1960 da vefat etmiştir.

23 Mart 1960 yılında vefat eden Üstadımız Bediüzzaman #SaidNursi’yi rahmetle anıyoruz.

Bugün #SaidNursi’nin vefat yıl dönümü, Allah ona rahmet etsin.

Ben imanımı Risale-i Nurları yazan #SaidNursi’nin kitaplarıyla kurtarmaya çalışıyorum.

#Bediüzzaman #SaidNursi diyor ki; Biz ölsek, milletimiz olan İslâmiyet haydır, ilelebed bâkîdir. Milletim sağ olsun.

Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor. #SaidNursi

Bir saatin sanatkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur’an dahi, elinde kâinatı tutmuş öyle yapıyor. #SaidNursi

Şeytanın mühim bir desisesi,insana kusurunu itiraf ettirmemektir,tâ ki istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. #SaidNursi

Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur. #SaidNursi

Mahlukatın en mükerremi, belki en alası olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. #SaidNursi

İslamiyet güneş gibidir, üflemekle söndürülmez gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar #SaidNursi

Ey şekvacı hasta! Senin hakkın şekva değil şükürdür, sabırdır. #SaidNursi

… bir bayrak altında toplayacak olan yegâne kuvvet, İslâmdır. #SaidNursi

…kalb, takva ile seyyiattan temizlenir temizlenmez hemen onun ardında iman ile tezyin edilmiş ve süslendirilmiştir #SaidNursi

Hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının aynasında temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip, sevmektir. #SaidNursi

Böyle olmasaydı şöyle olmazdı” diye birbirinizden gücenmeyiniz. #SaidNursi

Devamı olmayan şeyde kalb için hakikî bir lezzet yoktur. #SaidNursi

Fani insanı ebede namzet eden ve ezeli ve ebedi bir zata muhatap ve dost yapan,bilbedahe,rahmettir. #SaidNursi

İbadet O’na (CC) mahsus olduğu gibi, hamd ü senâ dahi O’na(CC) hastır. #SaidNursi

Dünü getiren yarını getirdiği gibi, maziyi icad eden o Zât-ı Kadîr, istikbali dahi icad eder. #SaidNursi

Bütün mazideki acaib-i kudreti olan vukuat şehadet eder ki, o Kadîr-i Mutlak, bütün istikbaldeki acaib-i imkânâta muktedirdir. #SaidNursi

“Küllî, cüz’î kadar kolaydır. Cüz, küll kadar kıymetlidir. En büyük, en küçük kadar kudretine nisbeten rahattır.” #SaidNursi

Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Hiçbir şey daire-i kudretinden hariç olamaz. Kudretine nisbeten, zerreler, yıldızlar birdir. #SaidNursi

Bizim Hâlıkımız ve Musavvirimiz ve bizi hediye veren Kadîr-i Zülcemâl, Hakîm-i Bîmisal, Kerîm-i Pürneval her şeye kadirdir. #SaidNursi

Haydi çalış,…Hazret-i Musa’nın asâsı gibi taştan âb-ı hayatı çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! #SaidNursi

Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? #SaidNursi

Şimdi ekilen Nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. #SaidNursi

Sizin âzâlarınız içinde en kıymetdar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi tezgâh ve dükkândan aldınız? #SaidNursi ”

Gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler.. (Şualar) #SaidNursi

Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i safilîne düşersin. #SaidNursi

Eğer Hak ve Kur’an’ı dinlersen, a’lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun. #SaidNursi

Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi. #SaidNursi

İnsan, saray gibi bir binadır; temelleri, erkân-ı îmâniyyedir. #SaidNursi

İnsan, bir şeceredir; kökü esâsât-ı îmâniyyedir. #SaidNursi

İmanın rükünlerinden en mühimmi, îman-ı billâh’dır; Allah’a îmandır. Sonra Nübüvvet ve Haşir’dir. #SaidNursi

Ey alem-i İslam! Uyan, Kur’an’a sarıl, İslamiyete maddi ve manevi bütün varlığınla müteveccih ol. #SaidNursi

Her şey mânen Bismillâh der. Allah nâmına Allah’ın ni’metlerini getirip bizlere veriyorlar. #SaidNursi

Sünnet-i Seniye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın! #SaidNursi

Sultan-ı kâinat birdir, her şey’in anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. #SaidNursi

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gâyesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve O’na îmân edip ibâdet etmektir. #SaidNursi

Bu çiçek kimin turrası, kimin mührü ve kimin nakşı ise, elbette bütün yeryüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir. #SaidNursi

O Zât (a.s.m.), bütün resullerin seyyididir, bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın serveridir. #SaidNursi

Hem cemaline karşı, kalben ve lisanen ve bedenen “Elhamdülillâh” deyip şükretmektir. #SaidNursi

Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin… Rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelal’in memluküsün. #SaidNursi

Kâinatta en yüksek hakikat imandır. #SaidNursi

Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur. #SaidNursi

Benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. #SaidNursi

Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur? Olmaaaaz. #SaidNursi

Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. #SaidNursi

Şu âlem çendan zâildir, geçicidir; fakat bâki meyveler veriyor. #SaidNursi

Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil… #SaidNursi

Yeis mâni-i her kemâldir. #SaidNursi

İman hakikati öyle bir çekirdektir ki; eğer tecessüm etse bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tubası olur. #SaidNursi

Risale-i Nur Kuran-ı Mu’ciz-ül Beyanın taht-ı tasarrufunda olduğundan,ona uzanan,ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur. #SaidNursi

Şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan,hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin.Nasıl sen nizamsız,gayesiz kalabilirsin? #SaidNursi

Ebedi ömrün önündedir. O ömr-ü bakide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fani ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. #SaidNursi

“niçin duam kabul olmadı?” diye nazlanıyorsun. evet; senin hakkın naz değil, niyazdır. #SaidNursi

Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. #SaidNursi

Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme. #SaidNursi

İslamiyet fünunun seyyidi ve mürşidi ve ulum-u hakkiyenin reis ve pederidir. #SaidNursi

Lüzumsuz, geçici ve günahlı zevklerin âkıbeti, elemler ve teessüfler olmasından istemiyorum. #SaidNursi

Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer. #SaidNursi

Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. #SaidNursi

Cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme. #SaidNursi

Bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfi değildir. #SaidNursi

Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı,imandır, ubudiyettir. #SaidNursi

Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir? #SaidNursi

Elde Kur’ân gibi bir mucize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. #SaidNursi

Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zahiren bir Cennet içinde olsa da manen cehennemdedir. #SaidNursi

#Kuran kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır. #SaidNursi

Evet ümidvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır… #SaidNursi

Bir şey tamamiyle elde edilemediği takdirde, o şeyi tamamiyle terketmek câiz değildir. #SaidNursi

Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir… #SaidNursi

Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış. #SaidNursi

Yaşasın zalimler için cehennem… #SaidNursi

Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. #SaidNursi

Mâlâyâniyle iştigal, maksudu geri bırakıyor. #SaidNursi

Şu vücud, sende vedia ve emanettir. #SaidNursi

Haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir. #SaidNursi

Evet, herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez. #SaidNursi

“Ne kadar güzel yapılmış” de, “Ne kadar güzeldir.” deme. #SaidNursi

Kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü’l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. #SaidNursi

Herbir şeyde hususen zîhayatlarda öyle harika bir nakış, öyle mucizekârbir sanat var ki; onu öyle yapan elbette O olacaktır. #SaidNursi

Biz, hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenab-ı Hakk’a aittir. #SaidNursi

Kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir; bu fâni dünyaya razı değildir. #SaidNursi

Ölümün hakikatını gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler. Daha ölüm gelmeden ölmek istemişler. #SaidNursi

Ey nefsim! deme zaman değişmiş, çünkü ölüm değişmiyor. #SaidNursi

Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin… #SaidNursi

Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: “Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem. #SaidNursi

Madem ölüm var, kabre girilecek, bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor… #SaidNursi

İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar.#SaidNursi

Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve lezzet ondadır… #SaidNursi

Bütün yıldızları elinde tutmayan, birtek zerreye Rab olamaz. #SaidNursi

İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir… #SaidNursi

İbadet, yaradılışın ücreti ve neticesidir. #SaidNursi

Şükür, nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır… #SaidNursi

Gençlik kuvvetini ibadette sarfetmenin neticesi, dâr-ı saâdette ebedi bir gençliktir… #SaidNursi

Bana ızdırap veren, yalnız İslâm’ın maruz kaldığı tehlikelerdir. #SaidNursi

Âlem-i İslâm’a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum. #SaidNursi

Kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim mes’elesidir. #SaidNursi

Hüsnü Ağabeyden Reis-i Cumhura Mektup

Fedakar ve Kahraman Sayın Reis-i Cumhurumuz Receb Tayyib Erdoğan
Cenab-ı Hakk’ın inayet ve siyaneti ile fevkalade bir surette hem sizin ve hem erkan-ı hükümet ve askeriyemizin meşum ve zalimane ve şeytanları dahi ürküten darbe planlarında muhafaza olunmanızı Rabbimizin bir lütfu ve bir ihsanı olarak addediyor öteden beri külli bir surette yaptığımız duaların devam ettiğini ifade etmek istiyoruz.
Rabbimiz sizleri bu kudsi hizmet-i vataniyede daima muvaffak eylesin.
Rabb-i Rahimimizin emrettigi şu ayet-i kerime şüphesiz meselemiz hususunda pek manidardır;
“Gevşemeyin, üzülmeyin, inanıyorsanız şüphesiz üstün olanlar sizlersiniz!” ( Al-i İmran -139)
Dikkat buyurun bu ayet-i kerime bu asırda ve şu zamanda şahsınız hakkında nasıl da manidar tecelli etti. O halde endişeye mahal yok, üzülmeyiniz, şevkinizi kırmayınız. Bu sivrisineklerin tantanasına ehemmiyet vermeyiniz. Şu koca alem-i islam ve insaniyet ve hatta alem-i gaybta melaike ve ruhaniyat şu sebat ve devamımızı alkışlıyor ve sizlere dua ediyor, onlara kulak veriniz.
Çok kahraman baba ve oğulun cenaze merasiminde gözyaşlarınıza şahid olduk. Hayır Reis-i Cumhurumuz hayır, Onlar tarihe şerefler veren erler olarak anılacaklar! Ve şehadet şerbetini içmiş olmaları hasebiyle cennetlerde ali makamdalar. O halde üzülmeyiniz. Biliniz ki;
Tarihe şerefler veren erler anılırken
Yükselmede ruh en geniş alemlere, yerden..
Bin rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,
Geçmiş gibi, Cennetteki gül bahçelerinden…
Hakikati ne güzel o şehadetlerle idrak ediliyor.
Muhterem Başkanımız, şu elim vak’ay-ı zalimaneyi ve sizlerin senelerden beri içerde ve dışarıdaki hainlere karşı cansiperane mücahedenizi müşahede edince, Medine-i Müneverrede Merhum Ali Ulvi Kurucu’nun  Büyük İkbal’in heyecanlı şiirlerinden aldığı coşkun bir ilham neş’esi ile yazmış olup daha sonra da bunu Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerine ithaf etmiş olduğu “Mücahid” ünvanını taşıyan şu manzumesi hatıra geliyor:
Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse,
İnsan da, o imandaki son sırra ererse,
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar,
Volkan gibi coşkun akıyor durduramazlar…
Kar, kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz,
Mevsim, bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz…
Cennetteki alemleri dünyada görür de,
Mahvolsa eğilmez sıra dağlar gibi derde…
En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa,
Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa,
Gökler yıkılıp çökse, yolundan yine dönmez!
Ruhundaki imanla yanan meş’ale sönmez!..
Kalbinde yanardağ gibi, iman ne mukaddes!
Vicdanına her an şunu haykırmada bir ses:
Ey yolcu! Şafaklar sökecek durma, ilerle!
Zulmetlere kan ağlatacak meş’alelerle…
Yıldızlara bas, çık, yüce alemlere yüksel!
İnsanlığı kurtarmaya Cennetten inen el!..
Biz nur talebeleri, herdaim Size dua ediyor sizin gibi kahraman cesur imanlı bir başkanımızı bu destan yazan osmanlı torunlarının  bu ümmet-i Muhammediyenin başına ihsan eden Alemlerin Rabbine Leyl ü nehar şükrediyoruz.
Muhterem Reis-i Cumhurumuz,
Bu halk ve bütün alem-i islam sizinledir. Devam ediniz! Sizin de buyurduğunuz gibi;
” asa en tekrahu şey’en ve huve hayrul leküm” ayetinin sırrıyla Cenab-ı Hak şerlerden hayırlar halkeder. Bu şer gibi görünen hadisattan bütün alem-i islamı güldürecek büyük bir hayır çıkacağına kuvvetle ümitvarız.
Evet zira asrın başında Bediuzzaman bir rüya-i sadıka da her asrın mebuslarından tebriklerle işittiği şu müjde, tahakkuka başlıyor;
” Evet ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür sada islamın sadası olacaktır!”
Cenab-ı Hak sizi islamın gür sadası yapsın. Evlad u iyalinizi ve sizleri dünyevi ve uhrevi musibetlerden, insi ve cinni şeytanların şerlerinden muhafaza etsin ve iman-ı kamil ile cennet’ül-firdevste saadet-i ebediyeye mazhar eylesin.
El Baki Hüvel Baki
Umum Nur Talebeleri namına
Bediüzzaman Said Nursi’nin Hizmetkarı
Hüsnü Bayramoğlu
Kaynak : Risale Ajans

”Öteki” Yanımıza Ayna Tutan Adam: Said Nursi

İmam Şibli’ye soruldu: “Bu yolda size kim kılavuzluk etti?”
“Bir köpek!” dedi. “Bir dere kenarında duruyordu fakat neredeyse susuzluktan ölmek üzereydi. Su içmek için dereye eğildiğinde, sudaki aksini başka bir köpek sanıp korkuyla geri çekildi. Birkaç kez gidip geldi böylece. Susadı, suya koştu. Korktu, kaçtı, yine susadı. Sonunda susuzluğu öyle bir noktaya geldi ki, korkusunu unutup suya daldı.

Kafasını daldırır daldIrmaz diğer köpek kayboldu.Köpekle arzusu arasındaki engel yine kendisiydi. Kendisini kendi yolundan çekmesi gerekti. Göze aldığında, engel aradan kalkmış ve arzusuna ulaşmıştı. Ben de önümdeki engelin yine kendi nefsim olduğunu öğrenince onda kurtuldum. İşte böylece yolumu bana bir köpek gösterdi.”

İmam Şiblî’nin bu güzel meseli, Risale-i Nur’un özellikle Sözler’de belirginleşen öğretim usulünün ipuçlarını veriyor. Birinci Söz’den başlayarak ‘iki adam’ üzerine kurgulanmış hikâyeler okuyucuyu her defasında “sudaki sûreti” ile yüzleştirir. “Bil ey nefsim,” hitabı ise, hikayenin çözümlenmesi aşamasında, Onuncu Söz’de ima edildiği gibi, ‘sûret’ten ‘hakikat’e geçişte, insanı ‘kendilik engeli’ ile, yani nefsi ile karşı karşıya getirir. Birinci Söz’de, sudaki aksimizin ilk simasıyla tanışırız. “Mağrur”uzdur; ‘kendimizi kendimize malik’ bilerek, ‘kendi başımızaymışız’ zannederek aldanmışızdır. Elimizin asla erişeyemeceği sınırsız ihtiyaçlar içindeki, elimizle karşı koyamayacağımız nihayetsiz düşmanlar ortasındaki sûretimizi görünce, gurur ayinesinden yansıyan ‘ene’miz dağılır. Benliğin kabukları kırılır. Kaybedecek bir şeyimiz olmadığını anladığımızda, aldatıcı sûretimizi yeneriz. ‘Hakikat’e giden yolda ‘sûret’ten kurtuluruz. Sûreti hakikate engel değil araç eyleriz. “Mağrur” nefsimiz, şu dünya çölünde bir “seyyah”tır. Nihayetsiz aczi ve fakrı, nefsin kendini ayrık ve özgür bir birey olarak tanımlayacak sınırları ortadan kaldırır. Varoluşun dokusu içinde, kendiliğinden varolan değil, başkası tarafından nakşedilmiş, takdir edilmiş, sınırları çizilmiş bir motif olarak yer aldığını farkeder. Hadsiz aczi ve fakrına karşılık, nihayetsiz düşmanla çevrili, nihayetsiz ihtiyaç içinde oluşu, varoluş dokusu içindeki yerini iyice derinleştirir, başka herşeyle aynı zemine iner. Artık, kendini katılaştıracağı, taşlaştıracağı bir şablondan ya da kalıptan da mahrum eder. Kendini sadece, varoluş içinde bir motif olarak, yerine razı olduğunda, ötesini istemediğinde, başkası adına var olduğunu kavradığında tanımlamaya başlar. Bir anlamda yokluğunda varlıktan pay alır.

Şimdi tekrar, İmam Şiblî’nin köpeğinin ilk korkusuna dönersek, Sözler’i okurken biz de aynı korkuyla yüzümüze çarpan görüntüden kaçıyoruz. Kendimizi “iki adam”dan “iyi” olanının yanına ya da yerine koymaya hevesleniyoruz. Sözler’in ayinesinde yansıyan, “mağrur,” “hodbin,” “bedbaht,” “acemi,” “nefisperver,” “ayyaş,” “tenbel,” “ahlaksız,” “serseri,” “sersem” ve “hain” sûretli görüntümüz bizi ürkütüyor. Hemencek, “mütevazı,” “hüdabin,” “bahtiyar,” “muallem,” “vazifeperver,” “iyi huylu” ve “emin” sıfatlarının gölgesinde kendimizi avutup, suya atlamaktansa, kıyıda kalmayı yeğliyoruz. Sözler’in içine dalmak için, nefsimizin asıl sûretiyle yüzyüze gelmeyi göze almak gerekiyor. Oysa, Sözler yazarı, zaten “Bil ey nefsim!” diyerek, gideceğimiz yeri baştan gösteriyor. İlk hamlede yüzyüze geldiğimiz suretlerden korkmazsak, hakikate erişebiliriz. Yoksa, Sözler’in kıyısında, susuz ve Söz’süz kala kalırız.

Sözler yazarı, yine de, bu çetin yüzleşmeye şefkatle çağırır bizi. Bunun için, benim görebildiğim en az iki metodik çözümleme sunar. Birincisi, Sözler’de hakim olan üslupta görüldüğü gibi “mesel” kullanır. Meselleme, modern psikiyatrinin de ideal bir çözümleme aracıdır. Hastanın ego direncini kırmakta zorlanan psikoterapistler, zaman zaman bir başkasının hikayesini anlatarak hastanın algılama alanı içine nüfuz ederler. Bir başkasını ilgilendiriyormuş gibi paylaşılan mesel, kişinin zihnine direnç görmeden girdikten sonra psikoterapist, kapıyı adeta “içeriden” açar. Meselin muhakemesini benimseyen hasta, bilinçli olarak karşı koysa da, bilinçaltında ikna edilmiş ya da en azından kendi algısı dışında tutarlı bir gerçekliğin varlığını kabullenmiş olur. Sözler’deki “temsilî hikayecikler” de, kırıcı olmayan, ancak direnme fırsatı da vermeyen, derinlemesine nüfuz eden bir ikna kapısı açar okuyucuya. Artık, karşımıza aniden çıkan nefsin “sûret”ini sözle itiraf edip etmemek bize kalmıştır. İkinci şefkat yüklü yaklaşım, işte tam burada imdadımıza yetişir. Yazar, en evvel kendi nefsinin sûretini ifşa eder: “İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın.” (Sanıldığının aksine, yazar burada “tevazu yapıyor” değildir. Zaten “tevazu”nun yapısı tevazuyu bir şekilde üretmeye, inşa etmeye, planlayarak yapmaya izin vermez. Tevazu, niyetsiz gelir, o kadar.) Sözler yazarı, burada kendi nefsinin sûreti ile yüzleşir. Bunu bizim adımıza yapmaktan önce kendi adına yapar. Hatta sadece kendi adına yapar. Nefsiyle yüzleşmesi sahicidir. (Ancak, bu bize “Said Nursi mağrurmuş” gibi hükümler çıkarma hakkı vermez. Her şahıs, birinci tekil şahıs olarak, öznesi kendisi olan bu türden cümleler kurabilir, kurmalıdır. Bu hüküm, insanın içe doğru, enfüse doğru bakışıyla ilgilidir ve kendini ıslah etmeye, onarmaya yöneliktir. Oysa, başkasının “mağrur” olduğunu bilmek, hiçbir içgörü fırsatı sağlamadığı gibi, onarım/ıslah çabası başlatmaz.)

Ancak, Sözler yazarının nefsiyle yüzleşmesinin sadece kendi adına olması, bizce örnek alınmasını engellememeli de. “Tevazu yapıyor” gibi bir yaklaşım yüzünden bu örneği ıskalamazsak, bir başkasının nefsiyle yüzleşmesini izleyerek, korkmadan, ürkmeden, çekinmeden kendi nefsimizle de tanışmanın yolu kolayca açılır. Zaten, meselle duygularımızda karşılığını bulmuş olan “sûret”lere, diklemesine bakabildiğimizde, susuzluktan ve Söz’süzlükten kurtulabiliriz. Ardından itiraf gelir, onun ardından istiğfar ve onun da ardından belki “nefsin tezkiyesi” gerçekleşir.

Nefsimizi tezkiye edip temizlemek için, İmam Şiblî’nin köpeği gibi, sûretimizin yansıdığı suya dalmaktan korkmamalı. Garip ki, nefsimizi temize çıkaracak suda her zaman nefsin “kirli sûret”i görünür olacaktır. Zaten, nefsin temize çıkarılması da, nefsi “kirli” bilmekten geçmiyor mu?

Öyleyse, sudaki ve Söz’deki “sûret”lerle yüzleşmeyi göze alalım. “Diğer adam”dan böylece kurtulabiliriz.


Kaynak: Dr Senai Demirci / Öteki Yanımıza Ayna Tutan Adam Said Nursi

Şamdan Dünyaya Estetik Dersi

Bediüzzaman 1911 senesinin baharında Şam’da bir hutbe okur, Hutbe-i Şamiye . Bu yıllar islam dünyasının özellikle Osmanlının yıkıma doğru gitti yıllardır. 1908 de ikinci meşrutiyet ilan edilmiş, ikinci meşrutiyet hukuki anlamı ile bir çözüm gibi görünürse de Osmanlıyı meydana getiren milletlere meşru çözülme tarihi olarak yorumlanabilir.ikinci meşrutiyetin  ilanından Mondros mütarekesine kadar on yıllık süre imparatorluğunu yıkılma süresidir.On yılda koca bir devlet-i ebed müddet Anadolu’da birkaç vilayetin milleti hakimeye verilmesiyle tarihin gizliliklerine iltica eder.Osman Gazi, MalHatun ve Şeyh Edebali’nin üçgeninde doğum sancıları yaşayan ve Osmanlı beyliği olarak doğan devlet-i aliye-i Osmaniye yine Anadolu’da birkaç vilayete avdet etmiştir. Altıyüz yılı aşkın bir süre geçmiştir.

Bediüzzaman Şam’a giderken rastlantı türü bir seyahata gitmiyordu. İslam dünyası Osmanlının halet-i neze geçtiğini biliyor ama bu millete inanıyordu. Onun millete inanması bir ırka inanmak değildi, devlet-i aliyeyi meydana getiren milletin yine kendini toparlayacağına kesin inanmıştı.

“Hakir olduysa milllet şanına noksan gelir sanma

Yere düşmekle cevher sakit olmaz kadr ü kıymetten”

diyen Namık Kemal gibi ümit adamdı. Bedüzzaman ümit adamdır, sadece kendini kurtarmak isteyen bir ümid adam değil, islamı , osmanlıyı , insanlığı kurtarmak isteyen  bir ümid adam. Yeisin , ümitsizliğin durağan çenberinde çırpınıp duran insanlığa alakadar olduğu bütün alanlarda ümit veren bir kişidir. “Elleri bağlı bir adama ordular taarruz ediyor” diyor. Bu çok doğru kendi ifade etmiş bunu .olağanüstü olaysız bir dönemi yok, sıradan olaylar onun yanından geçemez. Bediüzzaman’ın maverası var, bize görünen Bediüzzaman’ın bir perde arkası maverayi hayatı var. Çocukken bir tepeyi tırmanır dağlara gider, gece gelmez veya geç gelir. Aile onun kırklara karıştığını hükmedecek kadar endişelenir. Hayatı boyunca hayatının saklanan bir yanı var, belli bir zaman diliminde kimse ile görüşmez, nelerle kimlerle görüştüğü hangi mekanlara gittiği sadece kendine malum. Bir gün gecenin yarısında anahtar deliğinden Zübeyir Abi içeri bakar kalabalık bir farklı yaratık grubuna konuşmaktadır. Ertesi gün çağırır “ keçeli gece yarısı neden odama bakıyorsun?”diye onu ikaz eder. Van hayatında Molla Hamid’i bir gün gece yarısı kendisi ile dünyalarından birine götürür, ben Molla Hamid’i gördüm, ona hizmet ettim. Nasıl anlatsam onun için ne diyebilirim , çocuk saflığında nurani , azameti ruhiyesi sizi kuşatan bir insan. O götürüldüğü yerden alelacele kaçar eve gelir, yeşil cübbeli insanlar görmüştür, boylu boslu, karanlıkla ışığın  karışımı arasında onları görmüştür. “keçeli niye kaçtın” der, “seni farklı bir dünyaya götürecektim”  der , o da “ hayır , ben korkarım Seyda ” der. Onun maverası onunla gitti, varken fiziksel dünyada , ayağı maveradadır, şimdi ise tam maverada ama yine bize bakan pencereleri olduğunu düşünüyorum.

O maksat ve ruh hali ile gidiyordu. Şama giderken düşündüğü budur, konuşması bir irticalin değil bir mübremiyetin bir zorunluğun eseridir. Peygamberimizin üç defa aynı cümleyi tekrar ederek şamı kutsadığı bilinir. Şam islam dünyasının mimari anlamda bütünlüğünü dinen ve ilmen sağlayan bir merkezdir. Şam , Bağdat ve İstanbul, batı dünyasının Londra Paris ve Roma üçlüsüne benzer bir üçlüdür. Medeniyetler bu üçlü şehirlerde  müştereken doğmuştur. Bediüzzaman islam dünyası içinde Şam’ı biliyor ve özellikle Anadolu’dan Şam’a gidiyordu.

Hutbe-i Şamiye’nin belirgin vasfı ümid aşılamaktır, bir sosyolojik tahlildir. Batılı hiçbir teoriye dayanmadan islam dünyasını etüd etmiş olan yazarının bilmüşahade tahlil ve yorumlarıdır. Klişeleşmiş din yorumları değil tamamen yeni şeyler öne sürer. Burada benim dikkatimi çeken daha yirminci yüzyılın başında yıkılışın bütün sancılarını yaşayan islam dünyasına çareler taharri ederken , sosyolojik tahlillerin arkasından estetik çareler ortaya koymasıdır.islam dünyasının ümidini besleyen şeylerin yanında ilimlerin yorumlanmasında , kainatın yorumlanmasında güzelliği teşhis etmiş ve onun teşhisinin islamın ümid ışıığı ile aydınlanmasına ne faydalar getireceğini ortaya koymasıdır.Şimdi bu estetik ve güzellik metnini yorumlayalım.

Estetik bilimi teorik olarak güzellikten bahseder, güzelin kategorilerini sayar, belki örnekler verir, çok zaman onu da yapmaz. Bediüzzaman burada güzelliğin teorik meseleleri ile uğraşmaz,ilimlerin fenlerin casus tedkitatından hareketle güzelliğe gider. Bir biyolog, bir matematikçi, bir kimyacı ve fizikci ve diğer ilimlerin mensupları kendi ilimlerinden hareketle, incelikle araştırmaları ile kainatın nizamında asıl hedefin güzellik olduğunu göremezler, lokal bilimsel meseleler ile meşgul olurlar. İlmin felsefe ve estetik noktasından yorumunu yapmazlar. Ben birçok fen bilimcisi ile konuştum. Kendi ilimlerinin felsefesi bir tarafa estetiği konusunda hiç fikirleri yok. Bediüzzaman sadece dini alana hapsedilen bu insan fen adamlarının hiçbirinin görmediğini onları casus tedkikat ile görmesi ve ondan evrenin asıl maksadının güzellik olduğunu söylemesi ve bunu toplumsal kalkınmanın bir reçetesi olarak görmesi çok yüksek düzeyde bir insan ve alim ve estetikçi olduğunu gösterir. Henüz kırk yaşında olan bir insan islam dünyasının hutbe makamı olan Şam şehrinde nasıl bu yüksek ilmi perspektife vardı, nasıl ve hangi dönemde, nerede bunları okudu ve sonuçlara vardı, hayret doğrusu. Marks’ın estetiğinin bir iki sahifeden oluştuğu söylenir, dünyanın ünlü Marksist estetikçileri onun eserinden ciltlerce Marksist estetik kitapları meydana getirmişler. Bediüzzaman’ın estetik metinleri çok sayfalar tutar, ama yüz yıl evvel islam dünyasının gelişmesinde ve ilerlemesinde estetik bir bilim ve evren yorumu kazanmasını öne sürmesi hayret verici. Aradan geçen yüz yıla rağmen onun bu sosyal-sosyolojik ve felsefi estetik yorumları hala oralarda duruyor.

Markstan başka Kant ,Hegel, Schelling, Spinoza , Leibniz ve daha birçok filozofun estetik konularında ki fikirlerine bak hiçbiri bu boyutta evrensel , gözleme dayalı , bilimleri şahit tutan estetik bakışlar sergilemezler. Bediüzzaman nerede baksan gerçekten dünya çapında olağan üstü bir insan. Lukacs üç cilt belki bin sahifeyi bulan Marksist estetik kitabında konuyu öyle genişletir ki üç sahife den bin sahife çıkar, onun o Marks’a sadakatını görünce bizim halimize bakıp üzülmemek elde değil.

“Fenlerin casus gibi tetkikatıyla ve hadsiz tecrübelerle sabit olmuş ki, kâinatın nizamında galib-i mutlak ve maksud-u bizzat ve Sâni-i Zülcelâlin hakikî maksatları, hayır ve hüsün ve güzellik ve mükemmeliyettir. Çünkü kâinata ait fenlerden her bir fen, küllî kaideleriyle bahsettiği nev ve taifede öyle bir intizam ve mükemmeliyet gösteriyor ki, ondan daha mükemmel, akıl bulamıyor. Meselâ, tıbba ait teşrih-i beden-i insanî fenni ve kozmoğrafyaya tabi manzume-i şemsiye fenni, nebatât ve hayvanâta ait fenler gibi bütün fenlerin her birisi, küllî kaideleriyle o bahsettiği kısımda Sâni-i Zülcelâlin o nevideki nizamında mu’cizât-ı kudretini ve hikmetini ve  hakikatini gösteriyor.”

Genel bakış açısından sonra bahsi daha ayrıntılı anlatır. Anatomiden bahseder, yani tıpçıların insan vücudunu öğrenmek için teşrih etmeleri yani vücudu kesip bakmaları , azaların yapısını öğrenmek istemeleri anatomi ilmi, koca koca anatomi atlasları vardır, fakültede okurken ben kitap okurdum tıpçılar anatomi atlaslarını mütalaa ederlerdi. Çok belalı bir dersti. Dünya haritalarından daha ayrıntılı atlaslardı. Bediüzzaman bütün bunlardan haberdar, dünyaca ünlü bir ressam ve heyteltraş ta gider ölülerin vücudunu teşrih eder onların güzelliliğini yaptığı heykellere yansıtırmış. İnsan bedeninin ve hayvan bedenlerinin şerhinden güzeli anlatıyor Bediüzzaman. Hayret hayret,himmet.

Bundan sonra biyoloji, astronomi , zooloji ve bunlara bağlı ilimler, kaç ilim eder bütün bunların tesbitleri doğrultusunda evrenle beraber herşey güzellikle yapılmış. Demek güzeli görmenin ümitsizlikten kurtarması gelişmenin bir nevi itekleyici gücü oluyor.
Hem istikra-i tâmme ve tecrübe-i umumî gösteriyor, netice veriyor ki: Şer, kubh, çirkinlik, bâtıl, fenalık, hilkat-i kâinatta cüz’îdir. Maksut değil, tebeîdir ve dolayısıyladır. Yani, meselâ çirkinlik, çirkinlik için kâinata girmemiş; belki güzelliğin bir hakikati çok hakikatlere inkılâp etmek için, çirkinlik bir vâhid-i kıyasî olarak hilkate girmiş. Şer, hattâ şeytan dahi, beşerin hadsiz terakkiyatına müsabaka ile vesile olmak için beşere musallat edilmiş. Bunlar gibi, cüz’î şerler, çirkinlikler, küllî güzelliklere, hayırlara vesile olmak için kâinatta halk edilmiş. 
İşte, kâinatta hakikî maksat ve netice-i hilkat, istikra-i tâmme ile ispat ediyor ki, hayır ve hüsün ve tekemmül esastır ve hakikî maksut onlardır. Elbette beşer, bu cezasını görmeden ve kâinattaki maksud-u hakikîye mazhar olmadan dünyayı bırakıp ademe kaçamayacak, belki Cehennem hapsine girecek.
Hem istikrâ-i tâmme ile ve fenlerin tahkikatıyla sabit olmuş ki, mahlûkat içinde en mükerrem, en ehemmiyetli beşerdir. Çünkü beşer, hilkat-i kâinattaki zahirî esbab ve neticelerinin mabeynindeki basamakları ve teselsül eden illetlerin ve sebeplerin münasebetlerini aklıyla keşfedip san’at-ı İlâhiyeyi ve muntazam hikmeti icadat-ı Rabbaniyenin taklidini sanatçığıyla yapmak ve ef’âl-i İlâhiyeyi anlamak için ve san’at-ı İlâhiyeyi bilmek ve cüz’î ilmiyle ve sanatlarıyla anlamak için bir mizan, bir mikyas kendi cüz’î ihtiyarıyla işlediği maddelerle, Halık-ı Zülcelâlin küllî, muhît ef’âl ve sıfatlarını bilerek kâinatın en eşref, en ekrem mahlûku beşer olduğunu ispat ediyor.”

Mesele daha da ayrıntıya girer, güzel ve çirkin gibi bahislere girer. Çirkin estetikte uzun zaman kategoriye girmemiş, ondokuzuncuncu yüzyılda ana bir yer vermişler sen de gel demişler ama Bediüzzaman gibi çirkini önemli bir kategoriye sokmamışlar. Banal telakki edilen çirkin Bediüzzaman’ın elinde şeytan ile beraber yorumlanmış. Güzelin ortaya çıkmasında çirkinin rolünü anlatır. Şeytanın da müsabaka için insanın eylemlerine müdahale eder. Şeytanın tarihinde böyle bir yorum yok demonik edebiyat şeytansıyı çok sonralar bulmuş hâlbuki şeytansız olmaz. “ Şeytanın vücudunda cüzi şerler ile beraber pek çok makasıd-ı Hayriye-i külliye vardır” demesi estetik tarihinin ihtilal gibi bir cümlesi .Hem şeytanı kurtarır ve hem çirkini kurtarır, Bediüzzaman’ın yorumları .

Estetik lügatinde çirkini alalım. “Biçimsiz  yada uyumsuz olan. Yapısında tutarsızlıklar bulunan  Yeniçağa kadar çirkin olan herşey estetik dışı sayılmıştır. Bugünkü anlayışa göre çirkin güzelin bir başka görünümü, güzelin tümleyeni gibidir. Çağdaş estetikte ne kadar değişik bir anlam versek de çirkin uyumsuz olan ve değişmeyendir.” Bak Bediüzzaman’ın külli yani tümel bakış açısı yok. Ne kadar ilerde yani  kıyas unsuru olarak çirkin  ne kadar gerekli, ama bilim cüzde kalır külli bakamaz. Gariplik bu ya.

Bediüzzaman sadece yorum yapmakla kalmaz bütün hayatı estetik ve güzele endeksli . Van da ermeni mezaliminin yıktığı vanı görünce üzülür  önce daha sonra baharın çiçekler ve ağaçlar üzerindeki güzelikleri görünce birden çirkin den güzele geçer, bütün ilk gördüğü olumsuz levhalardan  güzelliğe hemen geçiş yapar. Münacaat güzel tabiat levhaları okumalarıdır, çok zaman okuduğum bu metinde kaotik ama güzellik olan yorumlara hayret eder, her okuduğumda yeni şeyler bulurum , bir sanat mektebi gibi metin.Güzel sanatlar müzesi olan kainatı nasıl tek tek güzel yorumlar. Bu güzellikleri herkes okusun hissetsin değil mi? İmparatorluğun yıkım öncesi durumu islam dünyasının hali perişanisi durumunda güzel görerek güzeli görerek insanları ümide taşır, Hutbe’deki tavrı budur. Ölüm döşeğinde bahtsız hafiyelerin tarassudu karşısında yine güzeli görür ve geleceğin güzel günler getireceğini söyler, büyük talebeleri ellerinde kitaplarla ağlarken o son deminde bile güzel bakış a çıları ile onların ruhlarını tatyib eder. “Biraz sıkıntı çekeceksiniz ama zafer sizin olacak ” yollu sözler söyler.

Bu metine kitaplar yazılır, …

Himmet Uç

Dördüncü Mesele’deki Dâvâ

Risale-i Nur tahlillerinde telif sebebi ve hadisesi önemli olurken zaman, zemin ve makama da dikkat etmek gerekir.

Her bir kelime ve kavramı muazzam itina ile kullanan Bediüzzaman, o günün güncelindeki kelime, konu, kamuoyu ve meşguliyetlerden de uzak kalmamıştır. Bahsettiği imanî meseleleri ders verirken muhatabın anlayacağı dilden, kullandığı kelimeden yani hayatın içinden misaller getirir, kelime ve kavramlar kullanır. Bunların da her türlü mana ve makamına dikkat eder. İşte “dâvâ” kelimesi de bunlardan bir tanesidir.

Denizli Hapsinin bir hatırası olan Meyve Risalesi’ndeki Dördüncü Mesele’de geçen “dâvâ” ifadesi çok rikkatli çağrışımlar yaptırır, her okuyuşumda.

Denizli Mahkeme ve Hapishane dönemi, Eskişehir mahkeme safhasından daha farklılık arz eder. Bu defa ülke genelinden toplarlar Nur talebelerini. Sapı ehl-i iman olan bir baltanın şikâyeti ile harekete geçen ikbal hırslı savcının girişimlerindeki zamanlama çok mânidardır. Her ikisinin de “dâvâ”sı farklı idi. Kastamonu’dan Barla’ya varıncaya kadar nerede bir Nur Talebesi varsa hepsini toplayarak azılı katillerin olduğu soğuk ve büyük koğuşlarda iç içe dâvâları sıraladılar.

Güz mevsiminin son zamanları ki yaklaşan kış, Anadolu’da çok çetin geçer. Anlaşılan, Denizli Hapishanesinin koğuşlarındaki Nur Talebelerinin bu kış aylarında imtihanları da çok zor geçecek. Tarlada kalan mahsullerin ambara, yayladaki hayvanların ahıra alınmasına fırsat bile verilmedi.          

Gariban insanların sıkıntısı içeride de devam eder. Mahkemede beraat ettirecek bir dâvâ vekili lazımdı onlara. Dışarıdaki iş, evdeki eş kendilerini beklerken Üstad ise dâvâyı uzatıyor, müdafaa hakkını sonuna kadar kullanmak istiyor ki dâvâ duyulsun. Mahkemede İman kalesi Ayet-ül Kübra’yı dâvâsına bir delil olarak savunan Bediüzzaman, hemen tahliye istemeyip meşgul oldukları dâvânın ülke gündemini işgal ederek yer almasını istemekte. Böylece Ülke, bütünüyle Risale-i Nur’dan haberdar olacaktı. Dâvâ umumi olarak yankı bulacaktı. Dâvâ vekili Risale-i Nur’a dikkat çekilecekti.

Kur’an hattını okuyamayan gençlerin Osmanlıca yazılı olan Risaleleri okuyamaması Üstadın ayrı dertli bir dâvâsı idi, mânâ âleminde. Nihayet Latin harfle basımı ruhsatını alır almaz Talebelerine yazılması talimatını verir. Ancak Kur’an hattına sadakatle devam etmek isteyen ağabeyler ile Üstadın talimatına uymak isteyen ağabeyleri de ayrı bir dâvâ beklemekte idi. Burada Risale-i Nur’un umuma ulaşması dâvâsı ehemmiyet kazandığından ilk olarak Ayet-ül Kübra’nın yeni harfle basımı yapılır ve gençler dâvâ ile tanışır. Onlar da bu vesile ile anlar ki kabre imanla girme dâvâsı gerçekten çok önemli imiş. Bir an önce tahliye olmayı bekleyen içerideki büyükleri için de dâvâ çok önemli idi. Hem dışarıdakilerin ve hem de içeridekilerin dâvâsında beraat ettirecek kuvvetli bir vekil gerekli idi.

Evet, fevkalâde sıkıntıda olan hapishanedeki Nur Talebelerini savunacak bir dâvâ vekili lazımdır. Kabre imanla girip girememe imtihanı karşısında da çok kuvvetli bir dâvâ vekili lazımdır. Üstada sadakatle her talimatını harfiyen ve itinayla yerine getirene de istikametli bir dâvâ vekili gereklidir.

İşte Üstad bu eserinde dâvâ kelimesini vekil kavramını öyle yerinde ve zamanında kullanmış ki herkese ilaç olmuş. Hem o zamandaki Talebelerine ve hem de istikbaldekilerine.

Mehmet Çetin