Etiket arşivi: şevk

Ümit (Şiir)

Ümittir insanın azm-u gayreti,

Ümitle kırarız engeli seti.

 

Ümitsiz kalırsan hayatın durur,

Bütün emellerin söner ve kurur.

 

Ümittir her zaman kurtaran seni,

Sayamam, kaç defa kurtardı beni.

 

Ümitsiz kalanın yıldızı sönük,

Yelkenleri suda gözleri dönük.

 

Ümidi insanı durdurmaz iter,

Odur ki arkadan devamlı dürter.

 

Kardeşim Allah’tan ümidi kesme,

İşini bırakarak hayattan bezme.

 

Ümitsiz kalmayı din yasak etti,

Gayretli olmak için ümidi seçti.

 

Ümittir insanın öz çekirdeği,

İlerlemenin sağlam zembereği.

 

Ümidin kaynağı Nurlarda yatar,

Odur ki insana gayretler katar.

 

Ümitsiz insanın meçhul dur yolu,

Me’yüsun kapalı sağ ile solu.

 

Ümitsiz kalma sen dinine sarıl,

Nurları oku ve gafletten ayıl.

 

Ümitlinin hali uyanık aslan.

Rahat olmak için ümide yaslan.

 

İmanlının kalbi ümitle dolu,

İslâm’dır insanın bükülmez kolu.

 

Durmuş olan işler ümitle yürür,

İnsandaki  tembelliği o öldürür.

 

Gayretle çalış ki şevkin gitmesin,

Sana kuvvet veren ümit bitmesin.

 

Çok çalış ki şerefin lekelenmesin,

Ümitle yaşa ki gayret sönmesin.

 

Abdülkadir Haktanır 

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Önemli Olan Keyfiyettir (Kalitedir)

onemli_olan_keyfiyet_kalitedirAsıl olanın kemiyet değil; keyfiyet olduğunu dikkate almadığımız zaman, anlayışımızda tersine bir durum hâsıl oluyor. Bu durum da çoğu zaman bizi yeise, karamsarlığa sürüklüyor. Kalite ve keyfiyetten ziyade, kalabalığı, sayı çokluğunu nazara alıyoruz. Böyle bir durumdan istenilen sonucun alınamayacağını göz ardı ediyoruz çoğu zaman. Dinleyenlerin çokluğu, cemaatin kalabalık olması nefsin hoşuna gidiyor, sözde şevkimizi arttırıyor. Dinleyenlerin az olması, camiamızın arzuladığımız çoklukta olmayışı da çoğu zaman bize ümitsizlik veriyor, hizmete olan şevkimizi kırıyor.

Burada doğru olan nedir?

Sonucu hiç hesaba katmadan, kemiyeti-keyfiyeti nazara almadan, aşkla şevkle hizmetlerimize dört elle sarılmaktır. Yalnız ve yalnız rıza-ı İlâhîyi dikkate alarak ihlâsla bütün gayretimizle çalışmaktır. İnsanlar bizi dinlemese, cemaatimizin sayısı çok az da olsa nice ruhânîlerin, meleklerin cemaatimize dahil olup, sesimize kulak verip, bizi dinlediklerinin şuuru ile hizmetlerimize ara vermeden devam etmeliyiz.

Elbette keyfiyet ile beraber kemiyete de önem verelim. Sesimizi daha geniş kitlelere duyurmanın gayretinde olalım. Nurlardaki hak ve hakikatları daha çok insanın öğrenip yaşaması için elden geldiği kadar çalışıp çabalayalım. Bu yolda emek sarf edelim; zahmetleri, meşakkatleri göze alalım. Velâkin meslek ve meşrebimizin esaslarını göz önünde bulundurarak… Dâvâmızın değerinden, ulviyetinden taviz vermeden… Nurlardaki hak ve hakikatlardan, düstur ve prensiplerden vazgeçmeden… Dâvâmızın büyüklüğüne, azametine bir gölge düşürmeden… Kısaca üstlendiğimiz dâvâ adına olmazsa olmaz prensiplerimizi, değerlerimizi korumak kaydıyla kalite ve keyfiyet ile beraber sayı çokluğu dediğimiz kemiyeten büyümek de elbette göz ardı edilemez.

Yoksa ne pahasına olursa olsun sayı çokluğuna odaklanıp, üstlendiğimiz dâvânın ulviyetini, şerefini, değerini düşünmeden, Nurlardaki hak ve hakikatlardan taviz vererek, oradaki düstur ve prensipleri hafife alarak, daha da ötesi ehl-i dünyanın memnuniyet ve rızalarını göz önünde bulundurarak, onların tabularına, kırmızı çizgilerine saygı göstererek, onlarla bazı pazarlıklara girerek, onlardan bazı maddî-manevî destek beklentilerine girerek gelişip büyümeye kalkarsanız, belki önünüzdeki bütün engeller kalkar ve gelişip büyürsünüz, sayı çokluğunu elde edersiniz; ama dikkat edin bu, hiçbir zaman sağlıklı bir büyüme olmaz. Genleriyle oynanmış, hormonlu, sağlıksız ve tehlikeli bir büyüme olur.

Bediüzzaman’ın öncelikli tercihi kemiyet değil; keyfiyettir. O, işin özünü, aslını dikkate alıyordu. “Bazen bir tek kişi bin kişinin yapacağı hizmeti yapabilir” diyordu. Onun tek başına iman, Kur’ân hizmetindeki tarihî başarısını iyi okuyamazsak, keyfiyet-kemiyet denklemindeki sırr-ı hikmeti doğru okuyamayız. Yine onun, Van Gölü’ndeki Akdamar Adasını kastederek “Bu adada on sene kalarak elli tane talebe yetiştirsem, dâvâmı bütün dünyaya duyururum” kesin ve net iddiası da bu hizmette keyfiyetin, kalitenin önemi bakımından her halde bize bazı ip uçlarını veriyor.

Bir nutukla sekiz tabur askeri itaate getiren; bir makale ile otuz bin kişiyi ittihad-ı Muhammedî’ye üye yaptıran; Emeviye Camii’nde on bin kişiye irad ettiği hutbesini pür dikkatle dinlettiren; nice paşalara, valilere, mebuslara muhatap olup, fikirlerini kabul ettiren Bediüzzaman’ın öncelikli gayesi sayı çoğunluğu dediğimiz kemiyet olsaydı, her halde bir günde milyonlarca insanı hemen kendisine taraftar yapardı.

O büyük insan onca ikna veya ilzam kabiliyetine rağmen, o derece her insana nasip olmayan şan-ü şeref ve teveccüh-ü âmmeye rağmen, sürgün olarak gönderildiği Barla gibi küçük bir kasabada, dünyevî hiçbir mevkiyi, etiketi olmayan bir avuç köylü diyebileceğimiz insanla, sesini değil Türkiye’ye dünyaya duyurma başarısını gösteriyor.

Öncelikli gaye ve hedef kalite dediğimiz keyfiyet olunca, arkasında sayı çokluğu dediğimiz kemiyet kendiliğinden gelmiş oluyor. İşte Bediüzzaman’ın yaptığı da budur. Hizmete bin bir türlü mahrumiyetlerle, aklın alamayacağı baskı ve işkenceler altında beş on talebesiyle başlayan Bediüzzaman’ı şu an dünyanın her tarafında milyonlarca insanın okuyor olmasını çok iyi tahlil etmek lâzım.
Kısacası, ”Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yoktur.” (Bediüzzaman)

Hüseyin Gültekin / Nur Postası

Nurlarla Beraberliğin Kıymetini Bilmeliyiz

Hizmet-i Kur’âniye ve imaniye adına, özellikle de Risale-i Nur hizmetleri adına; bundan elli sene önce, kırk sene önce, otuz sene önce, yirmi sene önce, hatta on sene önce yapılmasını istediğimiz, olmasını arzu ettiğimiz, büyük ümitlerle beklediğimiz şartlar, olgular, fikirler, düşünceler ve fiilî ameller, faaliyetler yüzde yetmişlere varan bir oranda gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye devam ediyor elhamdülillah…
Nurların parlaması, elbette ki sadece Nurlarla alâkası olanların himmet ve gayretlerine çalışmalarına bağlanamaz. Nasip, ihsan-ı İlâhî, ikram-ı İlâhiyeyle tezahür eden, genişleyen, gelişen ve parlayan Nur hizmetlerinde alâkalı kişilerin katkısı da, bir şart-ı adi ve vesile olarak zikredilebilir. Ama irademizin sarfıyla sahiplenilen hizmetlerin içerisinde de mühim rolleri, inşaallah hademe olarak, hizmetkâr olarak yüklenebiliriz…
Gevşeme, rahatlık ve gaflet olan; yapılan, ortaya konan işlere hizmet adına kanaatkârlık bizlere ancak tembelliği ve gafleti getirebilir.
Ümidin çalışmanın şevkin kaynağı olan öğrenmek bilmek istediği ve okumak bizim vazgeçilmez üçlümüz olarak bizleri daima muharrik bir vaziyette tutabilmeli, emellerimiz, Ümitlerimiz, arzularımız, isteklerimiz ve hedeflerimiz daima hali hazır hizmetlerimizin kat kat fazlasına ziyadesiyle açık olmalıdır. Büyük hedeflere ulaşmak için çok büyük düşünmek ve bu düşünce dairesini okuyarak, öğrenerek alabildiğine genişletmek gerekir.
Hayatı veren, idare eden; hizmeti veren ve istihdam eden Hâlık-ı Zülcelalimizin kapısını edeble ve tevazu ile boynumuzu bükerek çalıp,  hizmet-i Kur’ânîye ve imanîye için çalışmalıyız. En küçük bir dünyevî isteğimizin, arzumuzun gerçekleşmesi için hiç çekinmeden ve durmadan istekde bulunduğumuz  Rabbimizden, uhrevî, ahirete dair, imanî, Kur’ânî hizmetler içinde daima isteklerde bulunabilmeliyiz…
Bizler eğer tembellik eder tenperverlikle hizmetin peşinde değil de, hizmetin gayrinin peşinde koşmaya ağırlık verirsek hizmet de bize sırtını döner…. Herkes unutmamalıdır ki herkesin hizmete ihtiyacı var, fakat hizmetin kimseye ihtiyacı yoktur. Cenâb-ı Hak istediği kulunu hizmet-i Kur’ânîye ve imanîyede koşturur, çalıştırır istihdam eder. İhsanda ve ikramda bulunur.
Şu haberdarlığımızı, Risale-i Nurlarla olan beraberliğimizi çok iyi değerlendirmeliyiz ve kıymetini  çok iyi bilmeliyiz. O’na, O’nun yolunda olabilmek için çok bol duâ etmeliyiz… İnşaallah Rabbim bizleri nurlarla hizmette ebediyen daim kılsın… Amin amin amin demeliyiz ve yine O’na yalvarmalıyız…
Rıfat Okyay / Nur Postası

Aman, ne yapın edin şevkinizi kaybetmeyin!

Şevk, insanlara hayatta itici motor gücü veriyor. Özellikle çeşit çeşit günahların içinde Allah’ın (cc) kurallarıyla hayatını sürdürmeye çalışan Müslümanlar için çok büyük önem arzediyor.

Ahirzamanda “sünneti seniyyeye uymanın elde kor tutmak kadar zor olduğunu” söyleyen Rasusullah (asm) efendimiz, bu nedenle sünnete uygun yaşamakla yüz şehit sevabı kazanabileceğimizi bizlere müjdeliyor.

İşte şevk bunun için çok önemlidir. Şevki olan insan her amelini uçar gibi yapar. Şevksiz insan ise üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi yerinden bile kalkmak istemez.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerin ilk talebelerinden; Merhum emekli albay Hulusi Yahyagil ağabey anlatıyor.

Şevkin ne olduğunu anladım. Hayrünnas olan kimsede şevk olur. Şevki olan ancak başkalarına birşeyler anlatmak ister. Şevk bize bir ikramı ilahidir.” diyor.

Ayrıca her canlıda da bir büyüme gelişme ve çoğalma şevkin neticesidir.. Şevk bilinç ameliyesi ve tezahürüdür. Yapılan kavli ve fiili dua ile neticeyi hayra, menfaate ve müsbete döndürmektir.

D. Mehmet Doğan Türkçe sözlüğünde şevkin karşılığı olarak şunları yazmış:

Şiddetli arzu, aşırı heves, neşe ve keyif.”

Büyük Lügat ise şu karşılıkları vermiş “Bir şeyi bir şeye sağlamca bağlama, memnun, Şaduman” daha geniş bilgi için de himmet maddesine bakınız diyor.

Şevk; daima yenilenen, kuvvetlenen ve inkişaf eden bir iman ve idrakin tezahürüdür. Şevk bir yerde şükrün tatlı meyvesidir. İnsanı ibadette daim kılan bir unsurdur.

En büyük misali Peygamber Efendimiz (asm), Sahabeler, Bediüzzaman Hazretleri, Nur Talebeleri ve diğer takva sahipleri teşkil eder. Memletin manevi kış mevsimlerine girdiği demlerde tüm ehl-i imanın bataryası, moral gücü Nur Taleberi olmuştur.

Memleket üzerinde kara bulutlar dolaşırken insanımıza ümit kaynağı; Risale-i Nurlardan nebean eden iman hakikatleri ve bu hakikatleri herşeye rağmen bir arı gayretiyle ve karıca sa’i (çalışması) ile topluma bir yağmur bereketiyle veren şevki doruk noktasına ulaşmış Nur Taleberidir.

Hiç bir peygamber yoktur ki şevkle çoşmuş olmasın.

İşte bu şevk unsuru idi Peygaberimizle (asm) bir saat görüşüp iman ettikten sonra Çin’e, Hind’e arakasına dönüp bakmayı erlik saymadan giden güzide sahabe Efendilerimizdi.

Şevkin kaynağı kemale ermiş bir imandır. Huzur-u daimi, tevekkül, musalaha, kendisi ile ve başkaları ile barışık olma halidir..

Diğer canlılarda ise tevekkülvari bir çalışmadır. Bu sebeble , kışın su demiri betonu çatlatır, bitkiler ve ağaçlar yazın ve baharda taşı , betonu delip çıkar veya toprağın derinliklerine kök salarak iner.

İşte böylesine önemli bir şeydir şevk.

Aman, ne yapın edin şevkinizi kaybetmeyin…

Erdoğan AKDEMİR

Kaynak: Nurdergi.com

Hayat Mücadelesine Girdiğinizde Sizi Neler Bekliyor?

“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir). İşte, himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat (hayat mücadelesi) meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd (çok şiddetli ve tehlikeli düşman) olan yeis (ümitsizlik) rast gelir. Kuvve-i mâneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı “La takne tu”(“Ümidinizi kesmeyin.” Zümer Sûresi, 39:53.) kılıncını istimal ediniz.

“Sonra müzahemetsiz olan (zorluk ve sıkıntı vermeyen) hakkın hizmetinin yerini zapteden meylüttefevvuk (üstün gelme ve yüksek görünme meyli) istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz “Kunu Lillahi”(Allah için yapınız) hakikatini o düşmana gönderiniz.

“Sonra da ilel-i müteselsiledeki (sebepler dünyasında dikkat edilmesi gerekli sebepler, basamaklar) terettübü (belli bir sıra ve sistemle olma) atlamakla müşevveş eden (karıştıran) aculiyet (acelecilik) çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz, “İsbiru vesabiru verabitu”yu (“İbadette, musibette ve günahtan kaçınmakta sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:200) siper ediniz.

“Sonra da, medeni-i bittab (medenî yaratılışlı) olduğundan ebnâ-yı cinsinin (aynı türden olanların, diğer insanların) hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef olan insanın âmâlini (emellerini, ümitlerini) dağıtan fikr-i infiradî (kişisel menfaat düşüncesi) ve tasavvur-u şahsî (kendi şahsını merkez yapma tasavvuru) karşı çıkar. Siz de, “Hayrun nesi en feuhüm ninnasi” (“İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:481, no: 4044.) olan mücahid-i âlî-himmeti (yüksek himmet sahibi mücahid) mübarezesine çıkarınız.

“Sonra, başkasının tekâsülünden (tembelliğinden) görenek fırsat bulup, hücum edip belini kırar. Siz de, Vealallahi (legayrihi) felyetevekkelül mütevekkilune” “Tevekkül etmek isteyenler Allah’a güvensinler (başkalarına değil).” İbrahim Sûresi, 14:12.) olan hısn-ı hasîni (sarsılmaz kaleyi) himmete melce (sığınak) ediniz.

“Sonra da acz (acizlik, zayıflık) ve nefsin itimatsızlığından neş’et eden (ortaya çıkan) ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de, “La yedirrukum mendalle izehtedeytüm” (“Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez.” Mâide Sûresi, 5:105.) olan hakikat-i şâhikayı (yüksek ve yüce hakikat) üzerine çıkarınız. Tâ, o düşmanın eli o himmetin dâmenine (eteğine) yetişmesin.

“Sonra, Allah’ın vazifesine müdahale eden dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de “Vessakim kema umirte” (“Emrolunduğun gibi dos doğru ol.” Şûrâ Sûresi, 42:15.) “Vele teteemmar ala seyyidike” (Efendine efendi olmaya çalışma.) olan kâr-âşina ve vazifeşinas olan hakikati gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin.

“Sonra, umum meşakkatin (zorlukların) anası ve umum rezaletin yuvası olan meylürrahat (rahatlık meyli) geliyor. Himmeti kaydeder (her tarafını bağlar), zindan-ı sefalete (sefillik zindanına) atar. Siz de, “Veenleyse lilinsani ille me sea” (“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Necm Sûresi, 53:39.) olan mücâhid-i âlicenabı (yüksek ahlaklı mücahid) o cellâd-ı sehhara (emredileni aynen yapan cellat) gönderiniz. Evet, size meşakkatte (zorluk) büyük rahat var. Zira, fıtratı müteheyyiç (heyecanlı, aktif) olan insanın rahatı yalnız sa’y ve cidaldedir (çalışma ve mücadele etmededir).

“Ey kardeşlerim, dikkat ediniz. Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Her bir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın.”

Bediüzzaman – Münazarat