Etiket arşivi: şifa

Ali İhsan Tola Abi’den Tavsiyeler..

Her zaman dikkat edilmesi gereken hususlar.

  1. Terleme olduğu zaman terinizi üzerinizde kurutmayın mutlaka terli çamaşırı çıkarıp kurusunu giyiniz. Eğer ter üzerinizde kurursa vücudunuzun sağlığını alır vücudunuz buz gibi kalır. Damarlar sinirler büzülür ağrılar tutulmalar kireçlenmeler başlar. Akciğer, mide, böbrek, karaciğer ve üreme organlarının rahatsızlığı, romatizma, kireçlenmeler ve bir çok rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olur. Terininizin üzerinizde kuruması vucudunuzun kırılmasına çalışma gücü ve şevkinizin azalmasına sebep olur.
  2. Ayaklarınızı hiç bir zaman üşütmeyin ayaklar üşürse mide, bağırsak, böbrek, idrar yolları, yumurtalıklar, üreme organları karaciğer, safra, basur, romatizma damar rahatsızlıklarına zemin hazırlar. Ayaklarınızı sıcak tutunuz.
  3. Rüzgarlı, ceryanlı, vantilatörlü, klimalı yerlerden sakınınız. Bilhassa terli olarak böyle yerlerde durmayınız, yattığınız yerinde rüzgarlı hava ceryanlı yer olmamasına dikkat ediniz (pencere kenarı, kapı pencere arası)
  4. Başınızı ıslak tutmayınız kurulayınız. Banyodan sonra başınız ıslak hemen dışarı çıkmayınız, saçı başı kurulayıp yatınız. Baş sık sık ıslak tutulursa dışarı çıkılırsa baş ağrısına, sinüzüte, migrene, nezle olmaya, burun akıntılarına, kulak iltihabına boyun, omuz tutulmalarına kireçlenmelere zemin hazırlar.
  5. Soğuk, serin, rutubetli yerlere oturmayınız, yer soğuk olursa mide, bağırsak, idrar yolları, basur, böbrek, yumurtalık, karaciğer, üreme organları rahatsızlığına zemin hazırlar.
  6. Verilen ilaçlar iltihaplı balgamları, burun, geniz akıntılarını söker. Bu bakımdan balgamlar iltihaplı olduğu için yutmayınız tükürünüz.
  7. Sigara damarları daraltır, içilmemesi kendi sağlığınız için daha iyi olur.

Not: Şeker hastaları şeker düşürücü ilaçları kesmeyip kullanmaya devam edeceklerdir.

TEDAVİ SÜRESİNCE PERHİZ EDİLECEKLER.

Patlican: Vücuttaki iltihap ve ifrazatları tutar.
Mercimek: Vücuttaki iltihap ve ifrazatları tutar.
Çay(bildiğimiz çay): Vücuttaki iltihap ve ifrazatları tutar(ot çayları değil)

DAİMA PERHİZ EDİLECEKLER.

Kolalar, margarin yağları ve margarinle yapılanlar. Margarin yağları vücut sıcaklığında erimeyen yağlardır. Damar tıkanıklıklarına, kanda yağ birikmesine ve kolestorole sebep olduğu gibi bir çok rahatsızlıklara da sebep olur.

Sığır eti:Vücuda ağırlık,hantallık verir,mide ,bağırsak bozukluklarına zemin hazırlar.Bilhassa kalın bağırsak rahatsızlıklarına,kansere sebep olur. Uzun süre baharatsız yenirse nüzul ve felçlere sebebiyet verir. Sığırdaki ağırlık, hantallık, hareket kabiliyetindeki azlık intikal ve anlama zorluğu insana sirayet eder.

Sığır eti yenecekse baharatlanarak yenmesi (sucuk şeklinde)gerekir o zaman vereceği zarar bertaraf edilmiş olur. Karadenizliler hamsiyi çok yerler oynak ve kıvraktırlar.

Çiçek yağı yenmesi aslında mahsur yoktur, fakat içine bozulmayı önleyici olarak katılan madde(antioksidan) damar tıkanıklığı yaptığı için yenmesini tavsiye etmiyoruz.

Zeytin yağı ve yayıkta yapılmış ayrandan yapılan dövme tereyağı,yenmesinde sakınca yoktur.Bilakis insan sağlığına en yararlı yağlar bunlardır.Yüce kitabımız Kur’an zeytini sena etmiştir.Tereyağı ise vücut hücrelerinin yenilenmesinde rol oynar vücudun temel yapı elemanıdır.Tereyağı faydalıdır diye aşırıya gitmemek gerekir.Ayrıca vücuttaki kolestorol dengesini sağlar.

Not: Şeker hastaları tatlandırıcı olarak andız pekmezi kullanmalıdır.

Devamlı içme suyuna çam çırası konacak, susadıkça bu çıralı sudan içilecek.

Günün herhangi bir saatinde bir avuç siyah kuru üzüm yenecek veya pekmez ile pişirilip hoşafı içilecek.

Her şeye rağmen Şafii Hakiki Cenab-ı Hak’tır. Hakiki şifayı ondan talep etmek gerektir.

2000 yılında bir gurup arkadaşla kendisini ziyaret ettiğimizde bizlere yazılı olarak verdiği tavsiyelerdir.

Önemine binaen sizlerle paylaştım.

Sağlık ve huzur içinde kalın, selam ve dua ile.

Çetin KILIÇ

NurNet.Org

Ali İhsan Tola Kimdir ?

Ali İhsan Tola hakkında diğer yazılar için tıklayınız

Şifayı bulmak için duygularınızı kullanın..

Peygamber  Efendimizin (a.s.m.) ebesinin adı “Şifa Hatun” idi ve onun kızı Zeynep binti Şifa ise Resulullah (a.s.m.) zamanında pazara sunulan gıda maddelerinin sağlıklı olup olmadığını kontrol ediyordu.

“Şifa” kadın, “Şafi” erkek adı olarak kullanılıyor bizim geleneğimizde… Şafi “şifa veren” anlamına geliyor. Şifa ise sözlüklerde “bedensel veya manevî bir hastalıktan kurtulma”, “vücudun  kendi kuvvet ve koruma sistemleriyle kendisindeki bir hastalığı yok etmesi veya hastalık yapıcı etkilerden korunmaya çaba göstermesi”, “iyi olma, hastalıktan kurtulma” şeklinde tanımlanıyor.

İslam inanışında, hastalığı veren de şifasını veren de Allah’tır. Allah (c.c.) fıtratı bozan, insanlara aklen, ruhen ve bedenen zarar veren gıdalardan ve ortamlardan insanların uzak durmasını öğütler. Maddî ve manevî hastalıkların temellerinde büyük ölçüde fıtrata yabancılaşma, cahillik ve ahlakî zafiyet etkili olmaktadır. Onun için de sabır, merhamet, şefkat, cömertlik gibi, insanı insan yapan ve onu manen yücelten davranışlara önem vermemiz istenir.

Kur’an-ı Kerim’de, “Kur’an-ı Kerim’in mü’minler için şifa ve rahmet vesilesi” olduğu belirtilir: “Biz Kur’an’da mü’minler için şifa ve rahmet olan ayetleri indiriyoruz.” (İsrâ Suresi, 82) Yine bir başka ayette: “De ki: Kur’an, inananlar için hidayet ve şifadır.” (Fussilet Suresi, 44) buyurulmaktadır.

İslam tıp literatüründe “Tıbb-ı Nebevî” diye tanımlanan bir alan vardır. Hz. İbrahim’den başlayarak günümüze kadar uzanan “Hanif gelenek” içindeki beslenme alışkanlıkları ve Peygamberimizin (a.s.m.) uygulamaları bu açıdan önemlidir.

Kur’an-ı Kerim’de hastalıklar ve yoksullukla imtihan olunan Hz. Eyyub’e ilişkin anlatılanlar da önemlidir. Burada sabır ve tevekkül, ilahî takdire bağlılık konusundaki Müslüman’ca duruş son derece önemlidir. Sonuçta, Allah bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Bütün bunlar bir imtihan vesilesidir.

İslam tıbbının hedefi

Şifayı bulma sürecinde Müslüman tıp âlimlerinin yaptıkları çalışmalar büyük önem taşımaktadır. İslam âlimleri, eski uygarlıkların hepsinden yararlanmış ve bu işi çok daha ileri noktalara taşımışlardır. İslam âlimleri tababet ve hikmet kaynağı olarak gördükleri bu işi meslek olarak “hekim”likle isimlendirmişleridir. Zira “ekmel-i mahlûkat” ve “eşref-i mahlûkat” olan insan yaratılış hikmetinin de en üst seviyesini ifade eden akıl sahibi bir canlı organizmadır.

İslam âlimleri, tıp konusunda ayrı bir felsefi bakış açısına sahiptir. Teşhis ve tedavi yöntemleri farklıdır. Ve esas olarak tedaviden önce hastalığa yakalanmamayı hedefleyen bir beslenme ve yaşam biçimi önermektedirler.

“Anasır-ı erbaa” yani maddenin dört unsuru hastalığın teşhisi ve tedavisinde önemlidir. Hava, ateş, su ve toprak unsurları insanların organları üzerinde mevsimine göre, yaş ve fizik özelliklerine göre, zaman, renk, tat, karakter ve burç özelliklerine bağlı olarak farklı etki mekanizmasına sahiptir.

Maddeler sıcak, soğuk, nemli ve kuru olarak tasnif edilmektedir. İnsanların bu unsurlardaki maddelerle temasları, insanların hastalığa yakalanma riskleri, biyolojik işlevsellikleri, fizikî ve psikolojik davranışları üzerinde etkili olacaktır. Onun için  yiyecek ve içeceklerine, hayat tarzlarına dikkat etmek zorundadırlar. Her gıda, herkes için her zaman ayrı yarar ya da zarar etkisini göstermeyecektir.

Şifayı veren Allah’tır

İslam tıp geleneği amaç, araç ve yöntem olarak Batı tıbbından farklı bir paradigmaya sahiptir. Konuyu manevî, ahlakî ve tabii bir zeminde ele almaktadır. Sorunun kaynağını fıtrata/yaratılış gayesi ve gerçeklerine aykırı davranışta görmektedir. Ya da hastalık bir kaza ya da takdir/imtihan vesilesidir ki bütün bu süreç insanın insan olması, tekâmülü ve olgunlaşması için zorunlu bir süreçtir.

Esasen İslam geleneğinde şifayı veren/verecek olan Allah’tır. Şifaya ulaşmak için önce insanın kendini tanıması ve sonra da şifa için esbabına tevessül etmesi, dua etmesi, moral ve güç bulması, manen donanması ve esbabını ise tabiatta araması gerekmektedir. Bu anlamda her hasta tekil olarak ele alınmalıdır. Zaman, mekân, şartlar ve insanın tüm özellikleri tedavinin şeklini belirleyecek veriler olarak değerlendirilmelidir.

Asıl gaye, hastanın tedavisi, hastalıktan kurtulmak istemesidir. Tabip tüm çözüm yollarını ve ihtimalleri hesaba katarak, zaman ve şartlara bağlı bütün yolları denemekle yükümlüdür ki ilk temel şart yapayım derken bozmamaktır.

Muammer Yıldız

Moral Dünyası Dergisi

Hastalar Risalesi-3 (Şiir)

Ey şekva eden hasta

En başta senin hakkın

Şekva değil şükürdür

Can senin değil Hakk’ın

 

Aza ve cihazatın

Senin mülkün değildir

Sen yapmadın onları

Bir şey senin değildir

 

Demek başkasınındır

Onun bir mâliki var

Mülkünde istediği

Gibi tasarruf yapar

 

Ey kardeşim bu dünya

Eğer daim olsaydı

Bu uzun yolculukta

Ölüm hiç olmasaydı

 

Firakın ve zevalin

Rüzgârı esmeseydi

İstikbalde manevi

Kışlar hiç gelmeseydi

 

Senin ile beraber

Ben de ağlayacaktım

Ağlanacak halime

Ben de acıyacaktım

 

Fakat madem bu dünya

Bir gün bizi kovacak

“Haydı dışarı” diye

Bizleri çıkaracak

 

O dışarı kovmadan

Ondan vazgeçmeliyiz

O bizi terk etmeden

Onu terk etmeliyiz

 

Evet, bu hastalıklar

Bize ihtar ediyor

“Senin vücudun taştan,

Demirden değil” diyor

 

Hem madem bu dünyanın

Zevki ve lezzeti yok

Eğer meşru olmazsa

Elem ve günahı çok

 

O halde hastalığa

Şekva etmeden alış

Sevap ciheti düşün

Ve zevk almaya çalış

 

Hastalık sabun gibi

Günah kirini yıkar

Kefaretü’z-zünubtur

Günahlarını sıkar

 

Bir ağacı silkmekle

Nasıl meyveler düşer

Hasta da titredikçe

Öyle günahlar düşer

 

Eğer günahlarını

Hiç düşünmüyor isen

Yahut ahiretini

Hiç bilmiyor isen

 

O zaman çok dehşetli

Sende bir hastalık var

Gerçek hastalığından

Daha da büyük zarar

 

O zaman sen feryat et

İstersen bağır, çağır

Çünkü bu hastalığın

Her şeyden daha ağır

 

Çünkü sen ahireti

Düşünmediğin için

İdâm-i ebediyi

Hayal ettiğin içim

 

Güya bütün bedenin

Yaralar içindedir

Dünya kadar hastalık

Senin bedenindedir

 

İşte bu hastalıktan

Duymaman için acı

Ancak şifa getirir

Sana iman ilacı

 

Allah’ı bilmeyenin

Başında bela vardır

Düşünen insanın da

Allah’ı ona yardır

 

Maddi hastalıkların

Elemini hissetmez

İmanın kuvvetiyle

Altında hiç ezilmez

 

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

09.03.2013 – Cumartesi

Devamlı Deva

YİRMİ DÖRT devayı geride bırakan, onu özetleyen ve özümseyen bir ifade ile başlar Yirmi Beşinci Deva: “ Gayet nafi ve her derde deva ve hakiki lezzetli kudsi bir tiryak isterseniz “imanınızı inkişaf ettiriniz”.

İmanı inkişaf ettirmek, kemalat mertebelerinde ilerlemek, marifetullahta yükselmek, lezzet-i ruhaniyi kazanmak bütün meseleleri önünde ve üstündedir çünkü keder kementlerine maruz, musibete giriftar, acz ve fakrla sarılı insan için hakiki teselli, gerçek deva, kuşatıcı şifa ondadır ve onunladır. 

İhlâs safi imanın neticesidir ve yine imanı safiyete götürür. Onu kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir sebebi “rabıta-i mevt ve tefekkür-ü imani” olduğundan bahseder Bediüzzaman ikinci ihlâs risalesinde. 

Hayatın ölümsüz hakikati ölümü hatırlamak deni dünyanın sufli zevklerinden uzaklaştırdığı gibi ulvi hislere karşı heyecan oluşturur, gayb kapılarını aralar.

Kâinat kitabını esma talimiyle okumak, hayatı o esma şifreleriyle çözümlemek ve özümsemek; yaşamı renklendirdiği gibi, her şeyde ve her bir şeyde güzellikleri görmeye sevk eder. Huzur-u daimiyi kazandırır, o huzurdan da uzaklaştırmak istemez.

Musibete maruz kalanlar derecelerine göre bu iki iksirden bolca istifade ederler, dertten devaya, hastalıktan şifaya giden yolu bulurlar. 

Yirmi beşinci devaya dönersek, “imanınızı inkişaf ettiriniz” derken bunun pratiğini, hayata dönük uygulamasını da sunar asrın şefkatli Tabibi; “ Tevbe ve istiğfar ile namaz ve ubudiyetle, o tiryak-ı kudsi olan imanı ve imandan gelen ilacı istimal ediniz.” 

Tevbe ve istiğfar ile O’na sığınmak, namaz ve ubudiyetle sığınmayı daha canlı kılmak, dışa dönük ifadelendirmek; bedeni canlandırdığı gibi ruhu hafifletir, kalbi hüşyar kılar, latifeleri adiyattan elini çektirir, aklın yönünü uhraya döndürür. Küçük dünyanın küçük işleri, gelip geçici olayları onu kederlendirmez, üzmez. Üzülecek bir şey varsa Kudreti nihayetsiz, Rahmeti sonsuz dünya ve ahiretin Malik-i Hakiki’sinin rızasına uygun davranışlarda yeterince bulunamamak, hayatının bütününde olduğu gibi her karesinde de O’nu hatırda ve sadırda sürekli taşıyamamak, yeteri şekilde şükürde bulunamamak, ibadetin ve zikrin azlığı… 

“İman ilacı ise; feraizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor” dedikten sonra gaflet ve sefahatin o ilacın tesirini izale ettiğini söylüyor Said Nursi ve devam ediyor; “Hastalık, madem gafleti kaldırıyor; iştihayı kesiyor; gayrı meşru keyflere gitmeye mani oluyor; ondan istifade ediniz. Hakiki imanın kudsi ilaçlarından ve nurlarından Tevbe ve istiğfar ile dua ve niyaz ile istimal ediniz.”

Böylesi müjde ile son buluyor Yirmi Beşinci Deva. Üslup tatlılığı, ifade rahatlığı, anlam kolaylığı ile hikmeti arının petekleri şifalı balla doldurması gibi kalb peteklerini iman balı ile dolduruyor. Öyle bir bal ki her derde deva olduğu gibi kabrin arkasında, uzun ahiret yolculuğunda, mahşerin şiddetinde, dehşetli dönüşümlerde, sıratın üstünde tesirini devam ettiriyor bu ilaç, sahibini de cennete kadar götürüyor. Yeryüzü bahçesine bu imanı devşirmek için gelmişiz; musibetler ise en fazla ürün alma zamanı.

Öyle bir imana sahip olun ki devanız devamlı, şifanız daimi, şükrünüz sürekli olsun.

 Hüseyin Eren

 Karakalem.net

Sabır Kahramanı Hz.Eyyüb’ün Kıssasından Bize Mesajlar

Hz.Eyyüb (a.s.), Hz. İbrahim(a.s.) soyundan gelen bir peygamber. İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yaşayan ve çok zengin olup, sayısız malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiştir.

Sabah-akşam ümmeti ve Allah’a ibadetle meşgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına maruz kalmış, bütün servetini, çocuklarını kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili hariç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya başlamıştı, bu durumda kocasına hizmete sebat eden eşi “Rahmet” hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenâb-ı Hakk’a bağlılığını kaybetmemiştir.

Farklı rivayetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sabrıyla imtihanı kazanan Eyyûb (a.s.) Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ve emriyle ayağını yere vurmuş, fışkıran su kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsan edilmiştir.

Genellikle kabul edildiğine göre bu imtihana uğradığı sırada yetmiş yaşında olan Hz. Eyyûb, şifa bulduktan sonra yirmi yıl daha yasamış, diğer bazı rivayetlere göre ise hastalığından önceki kadar daha ömür sürmüştür. Kendisinden sonra Bişr adındaki bir oğlu, kavmine peygamberlik yapmıştır. 1

Kuran’da dört yerde Hz. Eyüp’ten bahsedilir ve onun sabrı mü’minlere örnek olarak gösterilir.

Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.2

Hz.Eyyüp ciddi bir hastalığa yakalanarak birçok sıkıntılarla karşılaşmıştır. Ancak içinde bulunduğu her türlü ağır şartlara daima sabrı ve Allah’a olan güveni ile örnek bir şahsiyet olmuştur.

… Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi. 3

Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” 4

Hâkim-i Adil olan Cenab-ı Allah insanları çok farklı şekillerde imtihan etmektedir. Sabır kahramanı olan Hz. Eyüp de şiddetli bir hastalıkla denenmiştir. Sabır, tevekkül ve umudunu sarsmayan ve şükredenlerden olmuştur. Benzer sıkıntılar, yine dünyadaki imtihan ortamı içinde başka mü’minlerin başına da gelebilir. Onun için Hz. Eyüp örneğinde olduğu gibi, imtihanın şekli ve süresi ne olursa olsun tahammül etmek ve imtihanı kazanmak lazımdır.

Bediüzzaman Hazretleri, sabır kahramı Hazreti Eyüb (a.s.)’ın hadisesini mealen şöyle ifade etmektedir:

Hz.Eyyüb’in vücudu bir çok yara içinde uzun müddet kaldığı halde, hastalığın büyük fayda ve mükâfatını bildiği için sabırla tahammül etmiş, daha sonra yaralarından çıkan kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i ilahiyenin yeri olan kalp ve lisanına iliştiklerinde, kulluk vazifesine zarar gelir düşüncesiyle, belki kulluk vazifesi için demiş: “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben kulluk görevime zarar veriyor.” diye kurtuluş için Allaha yalvarmış, Cenab-ı Hak o halis ve safi, garassız, lillah için münacatı gayet harika bir surette kabul etmiş, sıhatı vermiş ve her türlü merhametine kavuşturmuştur.

Bediüzzaman, Hz.Eyyüb Aleyhisselamın zahiri hastalıklarına mukabil zamanımız insanlarında ruhi ve kalbi hastalıkları var olduğu açıklaması:

BİRİNCİ NÜKTE: “Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın zâhirî yara hastalıklarının mukabili bizim Batıni ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.

Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münacat-ı Eyyübiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız. Bahusus nasılki o Hazretin yaralarından neş’et eden kurtlar, kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neuzübillah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar.

Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor. Meselâ: Utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melaike ve ruhaniyetin vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor..5

Şu dar-ı dünya imtihan meydanı ve hizmet yeridir. Cenab-ı Allah insanı bir model yapmış, vücut libasını o model üstünde istediği gibi keser biçer, tebdil ve tağyir eder; çeşitli sıfatlarını gösterir. Örneğin Şafi ismi hastalıkları, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor… Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Musibetlerin neticesi olan sevap ve mükâfat-ı uhreviye ve kısa ömrü, musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse sabırdan ziyade, şükreder.

Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı baki tevehhüm etmesiyle sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. Nasıl şükür, nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musibeti ziyadeleştir.

Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryat etmek gerektir.

Musibetlerin bir kısmı ihtar-ı rahmanîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki: Zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zahiri musibetler var ki; İlahî birer ihtar, birer ikazdır ve bir kısmı keffaret-üz zünubdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve za’fını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sâbıkan(geçmişte) geçtiği gibi o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki: “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor, sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.

Bediüzzaman devamla şöyle diyor:

…Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm münacatında istirahat-ı nefs için dua etmemiş, belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mani olduğu zaman ubudiyet (kulluk)için şifa taleb eylemiş. Biz, o münacat ile -birinci maksadımız- günahlardan gelen manevî ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için ubudiyete mani’ olduğu zaman iltica edebiliriz.

… Nasılki mübarezede müdhiş bir hasma karşı gülmekle; adavet musalahaya, husumet şakaya döner, adavet küçülür mahvolur. Tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Kamu Yöneticisi 29.9.2011

 www.NurNet.org

KAYNAKLAR

1- Şamil İslam ansiklopedisi

2-Nisa,163

3-Sa’d, 44

4-Enbiya, 83

5-İkinci lem’a