Etiket arşivi: şükür

Ramazan Duası

Ya Rabbim! Hamdolsun bir Ramazan ayına daha çıkardın, ihsan ettin, oruç tutturdun, namazlar kıldırıp dualar ettirdin. Hepsini Müslüman kardeşlerimle yaptırdığın için de hem birbirimize kuvvet hem de sevaplarda kat kat ziyade olma müjdesi verdin.

Oruçtaki açlıkla midemi, mideme ihsan ettiğin maddi nimetler sofrasını fark ettirdin. Bu aya mahsus ibadetlerle de kalb ve ruhuma gıda olacak alemleri, Cemalinden gelen Rahmetini, yakınlığını hissettirdin, fark ettirdin.

Afrika’da kuraklıkla imtihan olan kardeşlerimizin hallerini bildirip onlara yardım etmeyi, dua etmeyi, bu vesilelerle nefsimin mevhum rububiyetinin tahakkümünden çıkmayı, çeşmeden akan suyuma, sofraya gelen ekmeğime, rahatça kullanabildiğim azalarıma şükretmeyi öğrettin.

Ya Rabbim! Tadına doyulmaz teravihleri, cüz hiç bitmese dediğim mukabeleleri, imam az daha okusa dediğim Kabeden namazları, bizi ayetlerin mana derinliklerine daldıran tefsir dersleri, kulluğu dert edinmiş, gözleri affolur muyum diye ötelere bakan kardeşleri, gafil geçen gecesi bile çok tatlı olan seherleri ile Ramazan’ı bize gönderdin. Elhamdülillah Ya Rabbim..

Kadrini bilemedim, idrakine hakkıyla varamadım, Baki Baki diye atan kalbimi masivadan sıyırıp da secdeye “ben”siz gelemedim ama elhamdülillah, ihsanın büyüktür, lutfun geniştir, affın vasidir; affet, kabul et, eksiğimi tamamla, şuurumu ziyadeleştir, perdelerimi kaldır. Sanki bütün Ramazan huzurunda imişim gibi amellerimi kabul et. Faniyat tasasından sıyrılıp vaktin evvelinde Kabeyi hayalen nazarına alan adam gibi daim dergah-ı izzetinde aczimi, kusurumu, fakrımı ilan eder ve imdadıma yetişeceğine kesin iman ettiğim Rahmetini intizar eder bir vaziyette kabul et.

Kendimde katılık, anlayışsızlık, bencillik gibi kötü ahlaklara sebep olan tüm batıl zanlarımı temizle, kalbimi muhabbetinin nuruyla cilala, Ramazan ile inen bereketin ile aklımı hikmetine aç.

Bizlere bir dahaki Ramazan’a kadar manen ihsan ettiklerinde devam ve terakki ve hakkımızda hayırlı ise ömür ver.

Ya Rabbim! Kelamını anlayacak bir feraset, yaşayacak basiret, anlatacak ilim ve hilm lutfet.

Bu lutf-u maneviyi celbe vesile olan başta Habibullah(ASM) Efendimiz ve Bediüzzaman Hz(RA) ve bütün büyüklerin ruhlarına ve alem-i İslamın bütün efradına bize ihsan ettiğin hasenatı misliyle hediye ediyoruz, ahsen-i suret üzere ulaştır. Bi hürmeti Seyyid-ül Mürselin. Amin. Velhamdülillahi Rabb-il Alemin.

Nâbi

www.Nurnet.org

Ne Çok Şeysin Sen Ey Gaflet

Onca yıllık tıp tahsilimde duymadığım o cümleyi, sinema dersleri aldığım yönetmen Semir Arslanyürek’ten duydum ve hâlâ unutmuş değilim.

Demişti ki: ‘Ne zaman bir organ varlığını hissettirirse, o organ hastalanmış demektir.’ Yani ki: Varlığını hissettirmeyen bir organ, hatta var olduğunu bile unutturacak denli sessizce çalışan bir organ sağlıklı demektir. Öyle ya; biri ‘Bende kalp var!’ diyorsa, ‘Kalbim rahatsız. Artık var olduğunu bana hissettiriyor’ demek istemektedir.

Bu cümleye benzeyen cümleler o kadar çok ki.. ‘Şekerim var!’ ‘Babamda prostat var.’ ‘Ah böbreğim.’ ‘Midem, midem.’ Denizcilerden de duyduğum olmuştu: ‘Bugün deniz var.’ Deniz ile bize sunulan o sükunet kıyısından köşesinden eksilince ancak, denizin bize sunulduğunu fark edebiliyoruz. Denizle sunulan sükûnet ve sessizlik, mavilik ve duruluk tam olunca, sunulanı görme oluyoruz.

Garip değil mi? Kalbim göğsüme ne zaman konuldu? Hatırlamıyorum. Midem, ne zamandır böğrümde asılı duruyor? Farkında değilim. Nefesimi kalbimin odacıklarında hiç bitmeyen o çılgın çalkantılar anlamlı kılıyor.

Uykumda bile durmuyor kalbim; ben bende değilken kıpır kıpır sabahı ediyor; uyumuyor. Midem ‘Bak ben buradayım işte!’ dercesine, yanmasıyla daralmasıyla ikide bir varlığını başıma kakmıyor.

Kimi hastaların geceli gündüzlü kalp atışlarını duyduğu bir rahatsızlığı vardır. Yaşamak kâbus olur. Başlarını sokacaklarını bir köşe bulamazlar. Hiçbir yere sığmazlar. Hiçbir anda sükûnet bulamazlar. ‘Ya durursa’ kaygısı, hayatlarını zehir eder, huzurlarını yerinden söküp atar. Bir kalplerinin olduğunu unutamazlar bir türlü. Her an tıkır tıkır çalıştığını, her an durabileceğini akıllarından çıkaramazlar.

Oysa, akıllarından çıksa da gerçek değişmez. Kalpleri dakikada yüzlerce kez kasılıp gevşer. Damarlarının her köşesinde, her kıvrımında bir anda binlerce reaksiyon olup biter. Hücrelerinde her an mikro-ateşler yanar ve söner. Unuttuklarımızın hepsi bize verilendir. Öylesine güzelce verilir ki onlar, Veren verdiğini bile unuttururcasına verir sanki. Başa kakmaz. Hatırlatmaz. Sağlıklıysa bize verilen, hiç fark etmeyiz onu.

Sağlıklı olan eksiksiz verilmiştir; noksansız durur yanımızda, içimizde. Eksildiğinde ise rahatsız eder bizi. Demek ki, verilen eksilince fark ediyoruz verildiğini. Verilen arttıkça, verildiğini fark edemez bir uykuya yatıyoruz.

Hal böyle olunca, şu kadarını hatırlamamız sorun olmaz diye ümit ediyorum: Cömertlik sadece çok vermek değildir. Cömert, çokça verdiğini hissettirmeden verendir de. Tersinden düşünelim. Cimri vermek istemez. Verse bile zorla verir, rahatsız olarak verir. Verdiği için de her fırsatta verdiğini verdiği yüzünden rahatsız eder. Göz kapaklarımız verilmiştir bize. Ama şimdi bu yazıyı okurken/yazarken bile farkında mıyız tam dört tane gözkapağımızın olduğunun?

Güzelliğimiz odağı kirpiklerimizi, bizim olan kirpiklerimizi şunca yıl, bir kez olsun saymak geldi mi aklımıza? Gözümüz verilmiştir bize. Açıp kapadıkça, sağa sola döndürdükçe, ‘Ben buradayım!’ dercesine gıcırdıyor mu hiç? Eklemlerimiz de öyle. Tenimiz.. Yüzümüz. Dudağımız, dilimiz, damağımız, ellerimiz. Verildiğini fark ettirmeyecek kadar unutturuyorlar bize varlıklarını. Şükür ki öyle..

Bunaltıcı bir baş ağrısının gelip geçmesinden sonra, ne güzel gelir bize ‘ağrısız baş’ımız. Dayanılmaz bir diş ağrısından sonra, nasıl da mutlu oluruz tek bir dişin bile orada öylece sessizce duruşuyla. Kanayıp duran bir yaranın sarılmasıyla, sızlayıp duran bir yanığın tedavisiyle ne kadar çok seviniriz. Sessizliğe seviniriz. Kıpırtısızlık için minnettar kalırız. Unuttuğumuz için tırnak ucumuzu, azı dişimizi, göz kapağımızı mutlu oluruz. Unuttuğumuz kadar çok şey verilmiştir bize. Unutkanlığımızın tek nedeni verilenlerin çok oluşu, eksiksiz ve hatasız oluşudur.

Hayır, hayır! Sadece teşekkür etmeyi unutuyor değiliz. Teşekkür etmeyi unutturacak denli eksiksiz ve kusursuz, sancısız ve ağrısız, sessiz ve gürültüsüz verildikleri için ayrıca teşekkür borçluyuz verilenlere.

Bize cömertçe veren, bolca veren, verdiğini bile hissettirmeyecek kadar sessizce veren, en çok gafletimizden dolayı şükür bekliyor olmalı bizden. Gaflete düşecek kadar başa kakmaksızın verdiği için en çok da gafletimiz yüzünden şükür borçlanıyoruz O’na.

Şükredemediklerimize, şükretme ihtiyacı duymadıklarımıza da şükürler olsun diye..Gafletin bile üzerimize sessizce serilmiş sıcacık bir yorgan, omuzlarımıza şefkatlice sarılmış bir şal olduğunu görebilelim diye. En çok ‘Benim’ sandıklarımızı, ‘Bana verilmiştir’ demeyi bile unuttuğumuz bedenimiz üzerinden bize tattıran işte böylesine nezaketli bir cömerttir, Cevad’dır, Muhsin’dir, Latif’tir, Kerîmdir. Hiç olmazsa, unutabildiğini unutma.

Senai Demirci

Maddi ve manevi rızkınızın artmasını ister misiniz?

Maddi ve manevi rızkınızın artmasını ister misiniz?

Şükredin..

Evet, içinizden gelmese de; daha pek çok isteğim yerine gelmedi; eksiklerim ihtiyaçlarım diz boyu; dua ediyorum ediyorum  bir türlü isteklerim verilmedi deseniz de.. Şükredin..

Elhamdülillah.. Elhamdülillah.. Elhamdülillah..

Niye mi?

Bediüzzaman Hz(RA): “Şükür, nimeti ziyadeleştirir” diyor. (1)

Şükür, maya gibidir; az olan bir nimete şükür mayası katılınca nimet ziyadeleşir; bu Cenab-ı Hakk’ın madde alemindeki tasarrufunda külli bir kaidedir. Nasıl ki dünyada  yer çekimi kanunu var, her şey ona göre hareket ediyor; aynı bunun gibi maddeye hükmeden melekut aleminde de bazı kanunlar var ki bugün idrak edeceğimiz “Şükür kanunu” onlardan bir tanesi.

Peki neye şükredelim?

Bu yazıyı okuyabildiğimize göre “göz ve akıl” nimetlerinden başlayabiliriz.

Bana verdiğin şu bir çift gören göz nimetin için; bana varlıkları anlamamı sağlayan ve menfaat ve zararımı ayırt ettiren akıl nimetin için, çok şükür Ya Rabbi!

“Bu öğün de karnımı helal rızıkla doyurduğun; ne yiyeceğim diye kara kara düşündürmediğin için, şükür Ya Rabbi!”

Şükrün geniş kapısından hepimizin sahip olduğu ve çokça istifade ettiğimiz bu iki nimetle girmiş olduk. Bakalım bu kapının açıldığı alemde başka neler var..

Şükrün tarifini yaparken Bediüzzaman Hz(RA): “İşte ona(Mün’im-i Hakiki’ye) teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur” diyor. (2)

Nelere ihtiyaç hissediyoruz ve onlar verildikçe bizim için “nimetler” sırasına geçiyorlar?

Başımızı sokacak bir ev, kimseye muhtaç olmayacak kadar geçim bolluğu yani maddi rızık, meşgul olacağımız bir iş, zaman, sıhhat, sevdiklerimiz yani anne, baba, eş, çocuk, akraba, taallukat, arkadaşlar, dostlar, sonra daha iç alemimizde huzur, isabetli fikir, Allah’a yakın bir kalp, Kur’an ilmi vb. çok uzun bir ihtiyaç listesi yazabiliriz. Bunların hepsine tamamen olmasa da çoğuna kısmen sahibiz, değil mi? Öyleyse “sahip olduklarım” diye bir liste daha yapsak kaç madde çıkar? Yukarıdakilere ilaveten hepimizin en az 5 maddesi daha çıkacaktır. Öyleyse.. pek de fakir biri sayılmayız.

Listemizdekileri tek tek inceleyip bizim için ifade ettikleri kıymete bakacak olursak:Benim aslında epey çok şeyim varmış.. Az zengin birisi değilmişim.. Hatta eski asırlarda yaşamış padişahların saraylarından daha konforlu bir evim, daha lezzetli yiyeceklerim, daha çok bilgiye sahip olma imkanım var. Maddi ve manevi varlıklar yönünden epey imkanları olan birisiyimdiye düşünmeye başlarız.

Hatta sağlık nimetini düşününce “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” Kanuni Sultan Süleyman Han’ın meşhur sözünü söyleriz.

Şükür kapısıyla girdiğimiz bu alemdeki seyahatimize biraz daha devam edelim..

İçinde yaşadığımız bu dünyada kendisine maddi, manevi nimetler verilen sadece “biz” miyiz? Etrafımızdaki tüm insanların da bizim gibi upuzun bir “sahip olduklarım” listesi var.. ve bu liste sürekli değişip tazeleniyor; yaşa, duruma göre nimetler farklılaşıyor, artırılıyor azaltılıyor ama herkese ihtiyaçları nisbetinde bir “ihtiyacını karşılama” muamelesi yapılıyor, değil mi?

İşte bu herkese, hatta her canlıya, bitkiye, hayvana yapılan nimet verme, nimetlendirme muamelesine Bediüzzaman Hz(RA) Kur’an’daki tabiri ile “in’am fiili” demiş. Kainatta her canlı ve cansızın ihtiyaçlarını görüp, bilen ve münasibince karşılayan fiil, in’am fiilidir. Nimetten o nimeti bize veren eli yani nimetlendirme muamelesini fark etmemiz ise meseleye tefekküri şuurumuzun dahil olmasıyla hakiki manada bir şükürdür. (3)

Şimdi kocaman, azametli bir ağaç hayal edelim. Fark etmeye başladığımız “nimet verme” fiilinin bize verdiği bütün nimetleri o ağacın dallarının uçlarına takalım. Ağacımızın üst dallarında üzerinde yaşadığımız dünyamız, Samanyolu, güneş, toprak, su, hava, bitkiler, hayvanlar gibi herkesin istifade ettiği nimetler olsun. Alt dallarında ise anne-baba-aile, akrabalar, arkadaşlar, dostlar, sıhhat, iman gibi daha bize hususi nimetler olsun. Ve daha yazı ile ifade edemeyeceğimiz pek çok detaylı ve bize nimet olan şeyleri ağacımızın dallarına yerleştirebiliriz. Mesela ufak bir nezaket, bir tevafuk, bir hatırlanma gibi ruhumuzu âbâd eden ayrıntılar da nimetler sırasında yerini alabilir.

Şimdi bir adım geriye çıkıp hepsi bize ait olan ve dalları kırılacak derecede nimetlerle yüklenmiş bu ağaca bakalım..

Şu dalda sallanan karaltı cep telefonum yada laptopum, gülümseyen şu teyze bizim apartmandaki komşu, el sallayan bebek halamın torunu, ufak yaprak kadim dostumun bir mesajı, kucağını açmış bana gülümseyenler anam-babam vs.. gibi hayal edelim. Canlı ve daim dolup boşalan bir ağaç.. Bu koskoca ağaç ve üstüne takılan nimetlerin hepsi bizim..

Ne deriz?

Elhamdülillah..

Bu sefer içimizden gelerek söyledik değil mi? Meğer ne kadar zenginmişiz.. Bediüzzaman Hz(RA) bu ağaca “in’am şeceresi” yani “nimet ağacı” demiş. (4)

Ne kadar güzel ve zenginmiş bu in’am ağacı.. Veren eli ve tüm verilmişleri görmek insana kendini çok kıymetli ve zengin hissettiriyor ve otomatik olarak verene karşı teşekküre yani şükre sevk ediyor. Bize böyle ağaçlar, kainatlar dolusu ikram eden bir Allah, hiç bizi sevmez olur mu? Bizi sadece dünyada vereceği nimetler için yaşatıyor olabilir mi? Elbette burada gördüklerimiz, tattıklarımız numunelerdir, ta ki asıllarına müşteri olup onları talep edelim. (5)

İşte dünya, buradaki gölge ve numunelerden asıllarına yol bulduğumuz bir meydan-ı talim ve cihaddır.

Peki “bana verilmeyen nimetler, inam ağacımın boş dalları ne olacak?” derseniz bunu inşallah bir sonraki yazımızda değerlendirelim.

Herkese bol şükürlü günler duasıyla..

İn’am ağacımızı şükür suyuyla sulamayı unutmayalım ta ki yeşersin, büyüsün, meyvedar olsun..

Ya Rabbi! Bizi çok şükreden kullarından eyle. Amin.

Nabi

www.NurNet.Org

————————————-

(1) Lem’alar ( 275 )

(2) Mektubat ( 399 )

(3) Mektubat ( 225 )

(4) Mesnevi-i Nuriye ( 123 )

(5) Sözler ( 37 )

Allah ile Kul Arasındaki En Yüksek Münasebet Nedir?

İbadet Allah ile kul arasında yüksek bir münasebet, şerefli bir ilişki ve güçlü bir bağdır.

İbadet; kulun, Allah-ü Teâlâ’ya karşı tekbir, hamd, şükür gibi vazifelerini Onun emrettiği tarzda yerine getirmesidir. İnsan; Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ihsan, ikram ve nimetleriyle beslendiğini düşünerek Ona karşı hamd ve şükür görevini yerine getirmekle sorumludur. Bu ise, ancak ibadetle olur.

Cenâb-ı Allah; “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat.56 )

“Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki takva mertebesine nail olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, Arz’ı size döşek, semâyı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve diğer gıdaları çıkartsın. Öyle ise Allah’a misil ve ortak yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka Ma’bûd ve halıkınız yoktur.” (Bakara.21-22) buyuruyor.

Bediüzzaman ibadet hakkında şöyle diyor: “Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke hâline getiren, ancak ibadettir. Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdani ve akli olan imani hükümleri terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hâle, alem-i İslamın hal-i hazırdaki vaziyeti şahittir.

Ve keza, dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduğu gibi, meaş ve meade, yani dünya ve ahiret işlerini tanzime sebeptir ve şahsi ve nev’i kemalâta vasıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nispet ve şerefli bir rabıtadır.” (İşaratül İ’caz. 227)

İnsanın imanla ilgili esasları ve hükümleri güçlü ve sabit bir hale getiren ancak ibadettir. Cenab-ı Allah’ın emirlerini yapmak ve yasak ettiği şeylerden uzak kalmak gene ibadetle olur. İbadetsiz insan gaflettedir. İşte bugünkü âlem-i İslamin hal ve vaziyeti ve perişaniyeti, ibadetdeki zafiyet ve kusurların neticesidir.

İbadet dünya ve ahiret saadetine vesile olduğu gibi, dünya ve ahiret işlerini düzeltmesine de sebeptir. İnsanın kemalâtına vasıtadır. Netice itibariye ibadet Cenab-i Allah ile kul arasında yüksek bir münasebet, şerefli bir ilişki ve güçlü bir bağdır.

Bediüzzaman hazretlerinin, ibadetin dünya saadetine vesile olduğuna dair izahları şöyledir:

Birisi: İnsan, Hayrete bırakan hoş bir fıtrat üzere yaratılmış, birçok meyiller ve arzuları vardır. Meselâ, insan en güzel bir geçim ve şerefle yaşamak ister. Bu kadar istek ve ihtiyaçlarını tedarik edebilmesi için birçok sanatlara ihtiyacı vardır. O sanatları anlama ve bilmesi de mümkün olmadığından kendi cinsinden olanlarla birlikte çalışma ve işbirliği yapma mecburiyeti olur ki; her birisi çalışmanın semeresiyle diğer arkadaşına mal değiş-tokuşu ile kar elde edebilsin. Yoksa fert kendi başına bu külli istek ve arzularına yetişemez ve terakki etmesi de mümkün olamaz.

İkincisi: İbadet, fikirleri Cenab-ı Allah’a yöneltmeyi, itaat ve teslimiyeti neticelendirir. İtaat ise abdi mükemmel sistem ve düzen altına alır. İbadetsiz ve itaatsizlik ise şer ve tahribi intaç eder ve neticede düzen ve sistemi bozmaya çalışır.

Üçüncüsü: İnsan santral gibi, yaratılış kaidelerine ve fıtratın kanunlarına ve Cenab-ı Allah’ın koymuş olduğu kanunlarına bir merkezdir. İşte insan o kanunlara mensup olması lazımdır ki, genel cereyanı temin etsin. Bu dünya âleminde dönen dolaplarına muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmemek, ibadet ve taata önem vermekle olur.

Dördüncüsü: Cenab-ı Allah’ın emirlerine uyma, yasakladığı şeyden çekinme ve uzak durmakla bir fert sosyal hayat içerisinde çok derece ve basamak çıkar. Bilhassa dine ait hükümler ve herkese ait faydalar ile bir fert bir nevi hükmüne geçer, bu nedenle büyük vazife bir şahsa verilir. Eğer emirlere tamamen uyma ve yasaklanmış şeylerden uzak duran o şahıs olmasa, o vazifeler tamamen ayakaltına alınarak, sosyal ve içtimai hayat yaşanmaz bir hale gelir.

Beşincisi: İnsan İslamiyet sayesinde, ibadet sebebiyle bütün Müslümanlara karşı değişmeyen bir münasebet peyda eder ve kuvvetli bir irtibat elde eder. Bunlar da sarsılmaz bir kardeşliğe ve muhabbete sebep olur. Bu nedenle sosyal ve toplumsal kalkınmanın terakkisinin birinci basamağı ancak Uhuvvet ve Muhabbettir.

Rüstem Garzanlı

Diyarbakır/ Kamu Yöneticisi

www.NurNet.org

Ya İlâhi

Yüce Allah’ın adıyla, başlayalım her söze
Ebediyen zeval olmaz, O’na ağlayan göze

O ilâh ki esirgeyen ve de bağışlayan Zat
O’na açılan ellere, vermektedir kat be kat

O ilâh ki dergâhına, geleni boş çevirmez
Adalet ile hükmeder, zulmedenleri sevmez

O ilâh ki hep var idi, var olacak her zaman
O’dur âlemlerin Rabbi, O’dur Rahim ve Rahman

O ilâh ki darda koymaz, O’na şükredenleri
Cennetine dâhil eder, O’nu zikredenleri

O ilâh ki ezelidir, O’nun için son yoktur
Âlemlere rahmet eder, çünkü rahmeti çoktur

Ya ilâhi günahkârım, affeyle günahımı
Kıyamet gününde kırma, kolumu, kanadımı

İnandım ki ilâh sensin, hüküm yalnız senindir
Bağışlamak Sana mahsus, hata yalnız benimdir

Ya ilâhi hatalıyız, yakma bizi narınla
Bize rahmini ihsan et, yandır bizi nurunla

Gönüllere sevgi veren, Yüce Rahman adındır
Âlemleri kucaklayan, lütfünle rahmetindir

Rahmedersin mahlûkata, rızık ikram edensin
Rızan için sevenlere, sevgiyi lütfedensin

Ya ilâhî Rahim sensin, rahmeyle müminlere
Cennetini nasip eyle, mümin ins ve cinlere

Senin sonsuz merhametin, kuşatmış her zerreyi
Yüce sevgi ve şefkatin, doldurmuş yer küreyi

Kâinat senin mülkündür, hakiki Melik Sensin
Hükmedersin âlemlere, onları yönetensin

Bir ömürlük misafiriz, sonra göçer gideriz
Bizi bekleyen mekâna, burdan uçar gideriz

Tanyeri senin kulundur, ister merhametini
Bütün cümle mahlûkata, bahşeyle rahmetini

Ahmet Tanyeri – Diyarbakır

www.NurNet.org