Etiket arşivi: şükür

Allah’ın sana ayırdığına razı ol, “insanların en zengini” olursun!

Nice insanlar vardır ki malları çoktur ama kanaat ve şükür gibi manevî duygulardan mahrum oldukları için sürekli bir doyumsuzluk içinde yaşamaktadır.

Ölüp gidince de arkalarında “paylaşılamayan”, ya da “har vurulup harman savrulan” bir servet bırakırlar. Mal zengini olarak yaşarken, amel ve sevap fakiri olarak ölürler.

Rivâyete göre Hz. Mûsâ, Allahü Teâlâ’dan:

– Hangi kulun daha zengindir? diye istifsarda bulundu. Allahu Teâlâ:

– Verdiğime en çok kanaat eden, buyurdu (Gazzâlî, İhyâ, 3/529).

Toplumda nice insanlar vardır ki, malları çoktur ama kanaat ve şükür gibi manevi duygulardan mahrum oldukları için sürekli bir doyumsuzluk içinde yaşamaktadırlar. Gözleri sürekli daha fazla maldadır. Hiç bitmeyen bir hırsla sürekli “mal” ve “daha fazla kazanma” peşinde koşarlar. Paylaşma, yardımlaşma, sadaka ve zekât gibi değerler onların semtine hiç uğramaz. Çoğu kez kendi kazandıklarından kendileri bile yeterince istifade edemezler. Ölüp gidince de arkalarında “paylaşılamayan” “paylaşmak için kavga edilen” ya da “har vurulup harman savrulan” bir servet bırakırlar. Mal zengini olarak yaşarken, amel ve sevap fakiri olarak ölürler.

Oysaki, insan için gerçek zenginlik ahiret zenginliğidir. Eğer yapılan işler ve kazanılan mal ahiret adına bir değer ifade ediyorsa kıymetlidir. Yoksa kazandığı mallar, kıyamete kadar insanın sırtında bir yük olarak kalır. Sefasını başkası çeker; sahibi ise sürekli bir ıstırap, sıkıntı ve azap çeker. Zira gözü ve kalbi aç olan kimse bütün dünyaya sahip olsa da, fakirlikten kurtulamayacaktır.

Diğer taraftan toplumda nice kıt kanaat geçinen ama “gözü tok” kimseler vardır. Bu kimselerin malları az da olsa, gönülleri zengin olduğu için, elde olanla yetinmeyi bilip şükrederler. Aslında gerçek zengin onlardır.

Hedefi ahiret olan ve Allah’ın rızasını her şeyden üstün tutan bir insan, dünyaya gereğinden fazla kıymet vermez. Servetinin hesabını bile bilmeyen nice zenginler bu dünyadan gelip geçmiştir. Hiçbirisi dünyada ebedi kalmamıştır. Peygamber Efendimiz bizleri ahiret yolcusu olmaya çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır:

Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakîr gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.” (Tirmizî, kıyâmet 31)

Günümüzde dünyada oldukça fakir ülkelerin yanında çok geniş imkanlara sahip halkı zengin ve müreffeh devletler de vardır. Ne var ki zengin ülkelerin ekonomileri iyi olsa da, insanları mutlu değildir. Sahip oldukları onları mutlu etmemekte, sürekli yeni fanteziler peşinde koşmaktadırlar. Afrika’daki insanlar açlıktan ölürken, bu ülkelerde intihar edip hayatını sonlandıran insan sayısı her geçen gün artmaktadır. Lükse, eğlenceye harcanan paralar ve yapılan israflarla bir ülke kendisi kadar ama fakir bir ülkeyi ihya edebilecek durumdadır.

Kanaat en büyük hazinedir

Bir insanın, Allah’ın kendisine takdir buyurduğu şeylere razı olması ancak kanaatle mümkündür. Kanaat, Müslümanlara verilmiş çok önemli bir huzur ve mutluluk formülüdür.

Günümüzde insanları mutsuz eden ve hırsa sevk eden faktörlerden biri, sürekli kendinden daha iyi konumdakilere bakmaları ve kendi durumlarını onlarla kıyas etmeleridir. Oysaki, kazanmanın ve zenginliğin insan açısından bir sınırı yoktur. Eğer bir insan bir hadiste ifade edildiği gibi bir vadi dolusu altını olsa bir ikincisini ister. Öyle ise bu yol, yani sürekli kendini daha iyi konumda olanlarla kıyaslama doğru değildir.

Özellikle her şeyden şikâyet eden ve sahip olduğu nimetlere karşı şükür vazifesi olduğunun şuurunda olmayan kimseler için, aslında şükür gerektiren ne çok şey olduğunu göstermesi bakımından, Peygamberimiz’in hayat tarzı bir ibret levhasıdır. Dünya kendisi hürmetine yaratılan Nebiler Sultanı’nın dünya karşısındaki duruşu, herkes için örnek alınması gereken bir husustur.

Yücel Erdoğan / Diyanet Haber

Dünya ve Ahirette mutluluk kaynağı: “Şükür”

Rahmet ayı Ramazan ayının vazgeçilmez velinimetinden biri olan şükür, Allah için büyük önem taşıyor. Kullarına verdiği sayısız nimetler karşılığında her an hatırlanmayı ve teşekkür edilmesini bekleyen Allah-ı Teala, şükredenlerin nimetini artıracağını, değerini bilmeyenlerden ise nimetlerini geri alacağını belirtiyor. Şükretmenin insana neler kazandırdığı, nankörce davranmanın ise neler kaybettirdiğinin Kur’an-ı Kerim’de açıkça ifade edildiğine dikkat çeken Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Peker, Dünya ve ahiret mutluluğu sırrının Allah’ı her zaman şükretmekte gizli olduğunu hatırlatıyor.

İnsanı iman konusunda olgunlaştıran ve nefisini azgınlaşmaktan koruyan gizli kalkan şükür, Allah’ın emri olan en büyük ibadetler arasında yer alıyor. Genellikle Ramazan ayında iftar ve sahur sofralarında eda edilen şükrün faziletleri ve insana sağladığı faydalar konusunda bilgi veren Din Psikolojisi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Peker, insanın şükür karnesinin zayıf olduğunu vurguladı.

Şeytanın vesveseleri ve hileleriyle insanları şükürden uzaklaştırmaya çalıştığını ve bunda da kısmen başarılı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Peker, “İnsan kendisine verilen hayatı, sağlığı, aklı, şuuru, beş duyusu, nefes, rızk gibi bunlara benzer sayısız nimetleri iyilikleri görme, fark etme ve bunlara karşı yapması gerekeni yerine getirme noktasında maalesef zayıf bir karneye sahip. İnsan sahip olduklarını değil, eksik olanları daha çok hissediyor. Bu nedenle nimetin değerini yeterince anlamıyor.” değerlendirmesinde bulundu.

Bazı müminlerin şükretmek için büyük ve çok özel bir nimetin gelmesini veya büyük bir sorunlarının çözülmesini beklediğini ifade eden Prof. Dr. Hüseyin Peker, “Teşekkür konusunda belki de en geri durumda olan canlı varlık insandır. İnsan kendisine verilen nimetleri, yapılan iyilikleri görme, fark etme ve şükretmede zayıftır. Şükür 3 aşamalıdır. Nimetin nereden gelirse gelsin Allah’tan olduğu bilinmeli, nimeti veren olarak Allah sevilmeli, O’nun istediği gibi şükredilmelidir.“ bilgisini verdi.

Şükrün insana maneviyat kazandırdığını vurgulayan Prof. Dr. Hüseyin Peker, kanaat, razı olma, yetinme ve yardım etmenin şükrün, göz açlığı, doyumsuzluk ve hırsın ise şükürsüzlüğün ölçüsü olduğunu kaydetti. “Şükür insanı Allah’la barışık olmaya götürür. İnanan Allah’ı yanında hisseder. “ diyen Din Psikolojisi Öğretim Üyesi, “Şükür kanaatkar ve ümitvar olmayı öğretir. Ümit ise karamsarlığı giderir, canlılık ve hayat verir. İnsanın olumsuzluklar karşısındaki direncini artırmaktadır. Şükreden kişi, bencil, hırslı olamaz. Şükürde ayrıca kendini benimseme ve kendini bağışlama vardır. Şükretmeyen kişi ise “Neden bu duruma geldim” diye yakınır. Uyumsuz ve geçimsiz olur. Merhamet ve bağışlama duyguları zayıflar. Onda çıkar ilişkileri, öfke ve nefret hakim olur. İnsanı mutsuzluğa mahkum eder. “ ifadelerini kullandı.

Cihan

Her Uzvun Şükrü Vardır (Şiir)

Ey Müslüman kardeşim her uzvun şükrü vardır

Ne kadar şükredersen o kadar sana kârdır

 

Ellerin şükrü nedir? Helal şeyleri tutmak

Ellerini harama katiyen uzatmamak

 

Ayakların şükrü de kötü yere gitmemek

Dinen caiz yerleri gezip ziyaret etmek

 

Gözlerin şükrü ise hiç harama bakmamak

Yaratılmış her şeyi görüp ibretle bakmak

 

Kulakların şükrü de iyi şeyler dinlemek

Haram olan şeyleri katiyen dinlememek

 

Burnun şükrüyse haram şeyleri koklamamak

Helal olan şeyleri helal bilip koklamak

 

Yalan, gıybet, iftira, fahiş şeyden uzak dur

Ve Rabbini zikretmek bunlar dilin şükrüdür

 

Midenin şükrü nedir? Haram lokma yememek

Helal yoldan kazanıp onları yiyip içmek

 

Fercin şükrü zinadan tamamen uzak durmak

Dinin yasakladığı harama yaklaşmamak

 

Kalbin şükrü kibir ve övülmeyi sevmemek

İlim ve tefekkürü kalbine yerleştirmek

 

Bedenin şükrü ise farzları kaçırmamak

Oruçlarını tutup namazlarını kılmak

 

Kendine düstur edin merhamet ve hayâyı

Kalbinden hep uzak tut kin, haset ve riyayı

 

Mal ve makam sevgisi olsun senin düşmanın

Hüsnüzan ve tevazu dolu olsun her anın

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

Elhamdülillah (Şiir)

Kalbimde fikir Elhamdülillah
Dilimde zikir Elhamdülillah
Ben mümin doğdum mümin yaşarım
Sana çok şükür Elhamdülillah

Mümin olarak bizi yarattın
İman aşkını bizlere tattın
Müslümanlarla bizi yaşattın
Sana çok şükür Elhamdülillah

Gözlerimde nur kalbimde iman
Gönlümde sürur elimde kur’an
İçimde huzur mevcuttur her an
Sana çok şükür Elhamdülillah

Tanyeri der ki: Kulun kölenim
Senin yolunda canım verenim
Sana fedadır ruhum, bedenim
Sana çok şükür Elhamdülillah

Ahmet Tanyeri

12.05.1998 – Salı

www.NurNet.org

Bu fani ömür bitti; AZ ÖNCE!

Kendimize göre ne kadar emîniz. Hayatımızda hiç kimseyi aldatmadık! Belki alenen kimseyi aldatmadık, oyalamadık. Fakat farkına varmadan oyaladığımız, aldattığımız birisi var: Kendimiz…

Her zaman sığındığımız bir kelime: “Biraz sonra yaparım.” Dilimizde küçük bir cümle… O anda rahatlatıcı bir ilaç gibi.

Çocukken alışmışızdır; annemiz çağırdığında, “Biraz sonra giderim.” “Ödevlerimi yarın yaparım.” Derken gençlik zamanımız geldi. Ertelemekten hiçbir şey yapamadık! Kazandığımız bir tek kuytu kafes var: “AZ SONRA!”

Yememizde, içmemizde kısacası fânî ömrümüzde hiç aksama yok. Hatta sipariş verdiğimiz bir yemek on dakika gecikse kıpır kıpır olur, yerimizde duramaz, “Vücûdumuzun gıdası!” deriz. Peki, ya rûhumuzun gıdası olan namazımız, ibâdetlerimiz gecikince neler oluyor? O kadar huzursuz oluyor muyuz? Niye huzursuz olalım ki, ilâcımız hazır: “AZ SONRA!”
“Bugünün işini yarına bırakma!”,”Bir günün öncekinden daha mükemmel olsun!” düsturlarına rahatlıkla göz yumabiliyoruz! Derken bir gün, bir ay, bir yıl, bir ömür geçip gidiyor…

Az bir ömür olan dünya hayatı için “Az sonra!” denilebilir. Fakat ilim veya ibâdet cihetinde bu kafes bizi hüsrâna sürüklüyor. Söz gelimi ibâdetteki sabrımızı sağa sola dağıtırsak, merkezi zayıflatırız. Yani o andaki vakti öldürür, nefis düşmanının silahını kuvvetlendiririz.

Gençliğini hep ertelemekle geçiren bir insan sayısız nimetleri kaybeder. Başta Peygamberimiz (sav)’in, “Sancağımdan başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde Allah’a ibâdet ile büyüyen gençler benimledir.” mükâfatından mahrum kalır. “İhtiyarlayınca yaparım!” der, ömür biter!

İşlediği bir kusurda tövbesini erteleyen kimse kiri birikmiş çamaşır gibidir. Bedîüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi “Günah, kalbi siyahlandıra siyahlandıra nûr-ı îmânı kalpten çıkarır.” Tövbesiz bir seher vakti, bir Berat, bir Kadir, geçer giderken diğer Berata kadar belki ömrü biter. Beynimizde yine aynı efsunlu bir levha: “BİR DAHAKİ SENEYE!”

Hiç düşündük mü? Sahâbe-i Kirâm, Kur’ân ve sünneti yaşamakta bizim gibi değillerdi. Doğrusu biz onlar gibi hiç olamadık! Onlar, kızgın kumlarda namaz kıldılar, oklar arasında tövbe ettiler. Hatta bazı sahâbeler îman ettiler, cihat ettiler, bir namaz vaktine dahi erişemeden şehit oldular.

Rahmetli dedem anlatırdı: Bir gün dokuma tezgâhında çalışan bir işçi, patronundan namaz kılmak için izin ister. Îman ve itâatten nasipsiz zavallı patron, işçiye der ki: “Namaz kazâ olur, iş kaza olmaz!” Bu hâtıra zaman zaman aklıma gelir. Bizim namazımız, ilmimiz gibi uhrevî hayatımız hep kazalarla süslü, hep ertelemelerle dolu. Oysa dünya hayatımız dakik mi dakik. Dünyamızla ilgili neleri erteliyoruz Hak aşkına? Uhrevî işlere gelince, “Ebedî dünyada kalacak gibi” nazlanıyoruz maalesef! “Hiç kat î senedimiz var mı ki gelecek seneye belki yarına çıkacağız!”

Ne bir dakika geri ne bir dakika ileri; ertelenmeyen ölüm zamanı gelince kimse demiyor, diyemiyor: “AZ SONRA!”

Daha önce hiç karşılaşmadığımız ve îfâ etmediğimiz gibi aceleci bir tavırla işlemlerin tamamlanıyor. Ertelediğin amellerin, ilimlerin, tövbelerin ile baş başa kalıyorsun! O anda, yepyeni bir nidâ yükseliyor: “BU FANİ ÖMÜR BİTTİ; AZ ÖNCE!”

 Melike YAZIR