Etiket arşivi: Ümit

Ümit (Şiir)

Ümittir insanın azm-u gayreti,

Ümitle kırarız engeli seti.

 

Ümitsiz kalırsan hayatın durur,

Bütün emellerin söner ve kurur.

 

Ümittir her zaman kurtaran seni,

Sayamam, kaç defa kurtardı beni.

 

Ümitsiz kalanın yıldızı sönük,

Yelkenleri suda gözleri dönük.

 

Ümidi insanı durdurmaz iter,

Odur ki arkadan devamlı dürter.

 

Kardeşim Allah’tan ümidi kesme,

İşini bırakarak hayattan bezme.

 

Ümitsiz kalmayı din yasak etti,

Gayretli olmak için ümidi seçti.

 

Ümittir insanın öz çekirdeği,

İlerlemenin sağlam zembereği.

 

Ümidin kaynağı Nurlarda yatar,

Odur ki insana gayretler katar.

 

Ümitsiz insanın meçhul dur yolu,

Me’yüsun kapalı sağ ile solu.

 

Ümitsiz kalma sen dinine sarıl,

Nurları oku ve gafletten ayıl.

 

Ümitlinin hali uyanık aslan.

Rahat olmak için ümide yaslan.

 

İmanlının kalbi ümitle dolu,

İslâm’dır insanın bükülmez kolu.

 

Durmuş olan işler ümitle yürür,

İnsandaki  tembelliği o öldürür.

 

Gayretle çalış ki şevkin gitmesin,

Sana kuvvet veren ümit bitmesin.

 

Çok çalış ki şerefin lekelenmesin,

Ümitle yaşa ki gayret sönmesin.

 

Abdülkadir Haktanır 

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Âlemin Yaratılış Sebebinin Birisi de Duadır

Dua eden ellerMemleketimizin birçok yerlerinde havaların ısındığı ilkbahar aylarında türbe ziyaretleri yapılıyor. Anadolu yöresinde bu ziyaretler daha revaç görmektedir. Tarikat şeyhleri, din âlimi, ilim ve irfanla ömrünü sırat-i müstakim üzere geçiren Allah’ın sadık dostları, Hayatta iken insanların teveccühlerine mazhar oldukları gibi; vefatlarından sonra da türbeleri ziyaret edilir, dualarla ilgi ve alaka devam eder.

Türbe ziyaretlerine kimi Allah rızası için gider, duada bulunur. Kimi maksadı aşarak maddi manevi istek ve dileklerde bulunur, Dua ve dileğin kabulü için mezar civarında bulunan ağaçlara bez-çaput bağlayanlar, ölüyü vesile kılıp adakta bulunanlar, türbenin taşlarını öpenler,  dilek taşlarına taş yapıştıranlar, çocuk sahibi olmak için türbenin toprağını başına dökenler, nazardan, afat ve musibetlerden korunmak için türbenin üzerindeki beze sarılarak batıl inançlara itibar edenler var.

Bu batıl ve maksadı aşan ziyaretler ölünün ruhunu rahatsız ettiği gibi, yapılan boş ve afakî duaların ve ziyaretlerin de kimseye faydası olamaz. Şark’ta darb-ı mesel bir söz var. “ Huda dağı saman yapabilir, işlek’in başını da içine koyabilir. Ama yapmadığı şeyi yapmaz.” Yani esbab-i kabul dairesinde yapılmayan, lüzumsuz ve malayani dualar boşa çene çalmaktan ibarettir.

Diyarbakır yöresinde uzun zaman müftülük yapmış nüktedan ve hazır cevap merhum Mehmet Uyanık, camide biri dua ederken, “Ya Rabbi bana iman ver, Ya Rabbi bana iman ver” durmadan bu isteğini tekrar edince, rahmetli müftü de “Yarabbi bana da bir kamyon ver; bir otobüs ver.” duada bulunur,

Adam, “ Sen ne diyorsun, iman istesene, durup dururken kamyon, otobüs Allah’tan istenir mi?”

Müftü: “ Kardeşim senin herhalde kamyonun; otobüsün var,  Benim de imanım var, işte ikimizde olmayanı istiyoruz” der,

Evet, bu hadisede alınan mesaj bu olsa gerek: Elbette iman’da; mal’da istenir, fakat kabul ola bilecek duaya âmin demek lazımdır. Esbaba başvurmadan sadece kavli dualarla isteklerde bulunmak eksikliktir.   Allah’ın ve Resulünün emirlerine riayet edilirse, farz olan emirler noksansız yapılırsa, helâl dairede çalışır, haramdan uzak kalırsa istikamet üzere iman ister, keza insan fiilen çalışıp helal kazanç elde ederse elbette kamyon da, otobüste isteyebilir. Hem ahiret hem de dünya ikisi için de fiili ve kavli çalışmak lazımdır. Yoksa, durup dururken ne iman gelir, ne de otobüs….

Bediüzzaman, fiili ve kavli dua için şöyle diyor:”… Zira sebeplerin bir araya gelmesi ve hal ve fiille yapılan dualar, Cevad-ı Mutlak’ın isim ve unvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.” 1

Bediüzzaman, başka bir eserinde  “….Duanın tesiri büyüktür. Özellikle dua devam ederse netice vermesi galiptir, hatta âlemin yaratılış sebebinin birisi de duadır. diyor,2

Zaman zaman Kur’an’ın Ayet’lerinden belirli bir sayıda (Ayetül kürsü, fatiha-i şerif, İhlâs süresi vs.)  ayetleri bir gayeye maksat yaparak çocuğum şu okulu kazansın, ben şu işe gireyim, zengin olayım gibi dua ve dileklerde bulunanlar da oluyor. Ayetleri okuyup dilek ve arzusu yerine gelmediği zaman bu kez Kur’an’a ve hadislere karşı inanç ve itikadı kırılıyor. Bu nedenle Kur’an’ın Ayetlerini dilek ve maksatlara vesile değil, esbab-ı kabul dairesinde dua ve ibadet niyetiyle okunmalıdır.

Cenab-i Allah (cc) “ Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını arttırır.” buyurur.3

Mü’min, Kur’an’dan feyz almasını bildiği, bu maksatla okuduğu, dinlediği için, Kur’an ayetleri kendisine şifa ve rahmet vesilesidir. Buna karşılık, hastanın ilaçtan yararlanmak istemeyişi onun hastalığını artırdığı gibi, zalimin Kur’an’dan uzak durması da onun hüsranını artırır.

Fatiha suresinde: İyyake na’büdü ve iyyake neste’in, ayet-i Kerimede Cenab-i Allah mealen şöyle buyurur: “Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.” 4

Allah’tan başka kimseye ibadet edilmesin, medet ve yardımda o’ndan beklensin. Aksi takdirde ölmüş bir insandan, taştan, topraktan, ağaçtan ve bezden imdat ve medet beklemek tamamen batıl ve hurafe bir davranıştır. Ancak Allah ve Resulünün değer verdiği şeylere kıymet ve değer vermek lazımdır.

Peygamberimizin değer verdiği her şeye, sahabe-i kiramda kıymet ve değer vermişlerdir. Örneğin: Hz. Ömer (ra) bir umre’de, Haceru’l Esved’i öperken şöyle buyurmuş: “Biliyorum ki sen bir taşsın, ne bir faydan ne de zararın vardır. Ben Resulullah’ı (asm) seni öperken görmeseydim, asla öpmezdim.” 5

İşte Hz. Ömer, (ra) haceru’l evsed’i öpmesi, peygamberimizin onu öpmesi içindir. Dolayısıyla haceru’l esved’i öpmek sünnettir.

Allah(cc) bazı yerlere kutsiyet lütfetmiştir. Örneğin Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram ve Ravza-i Tahire gibi mukaddes mekân olarak kılınmıştır. Bu kutsiyet tamamen Allah’ın tasarrufu altındadır. Hacerü’l Esvet taşı aziz kılmıştır, hikmeti de ancak o’ bilir. Bize düşeni ise mübarek saydığı şeylere bizim de saygı göstermemizdir. Mübarek olan mekânlara indirilen rahmet ve bereketten istifade ederek bolca dua etmek,  batıl ve hurafe şeylerden uzak kalmaktır. Saygılarımla,

16.5.2013

Rüstem Garzanlı / Diyarbekir

Kamu Yöneticisi

 

ALINTI LAR:

 

1- 23. Söz, 1.mebhas,

2- 24. Mek.1.zeyl.

3- İsrâ,82/ Diyanet yay.

4- Fatiha,5.  “

5- Tecrid-i Sarih terc.

 

Kudsi Emelin Tatlı Çilesi

Müslüman çilekeş olsada mutludur,

Söyle hayattan lezzet alırmı gavur?

Hiç alamaz çünkü onun kalbi uyur,

Mahsul alınamaz hakka inanmadan.

 

İnsan her an iman peşine koşmalı,                

Pak ve temiz yaşamak için coşmalı,

Önünde ki tüm engelleri aşmalı,

Hedefe ulaşılır mı, çalışmadan.

 

Ey insan geçici lezzete  aldanma,

Helal lokma bulursan başka arama,

Yaratanı düşün başkalara kanma,

Böylece Nur erer sana  geç olmadan.

 

Evet, maksada ermek için, iş ister,

Hangi tembel maksada ulaştı, göster,

Hedefin sağlamsa boş gitmez gayretler,

Sen durmadan koş, hak dinden ayrılmadan .

 

Bizlere gece gündüz, engel yağarsa,

Halimize semavat la arz ağlarsa,

Sen güler misin söyle insafın varsa?

Dünya ücret  yeri değil, koş durmadan.

 

Vazifeni bildiysen, Allahın yarsa,

Seni yüzleri nurlu gençler sararsa,

Gözün âleme basiretle bakarsa,

Gaye adamı çalışır yorulmadan.

 

Ey İmanlı yolcu doldurdun bavulunu,

Allahın Nuru ile görüyorsun yolunu,

Çünkü melekler tutmuş senin sağ kolunu,

Orda biçmek için hazırlan buradan.

 

O zaman sen ağlasan da kalbin güler,

Bu yolda vicdanın durmaz şarkı söyler,

Ümidin kesme, yakındır mutlu günler.

Rabbin nuru sana erer, geç olmadan

 

Şerefli kul olan insan boş gezemez,

Nurlarından hisse almadan sezemez,

Alsa, insan değil, karınca ezemez,

Böyle kimseler uzaktır cuheladan’.

 

Abdülkadir Haktanır

Bediüzzaman, Düşüncesi ve Aksiyonuyla Evrenseldir

Metin Karabaşoğlu’nun “Gelenekle Gelecek Arasında Bediüzzaman” adlı kitabında Doç. Dr. Ahmet YILDIZ ile yaptığı söyleşiden bir bölümü aktarıyoruz;
Bediüzzaman, düşüncesi ve aksiyonuyla evrenseldir
Bediüzzaman Said Nursi 1960 yılında vefat etti. Vefatının üzerinden yarım asır geçti. Genelde insanlık tarihinde tecrübe ettiğimiz tablo şu. İnsanlar hayattayken daha güçlü, daha etkili oluyorlar ve zamanın aşındırıcılığı bir bakıma onların ortaya koyduğu eserlere de etki ediyor. Buna karşılık bazı isimler zamanın aşındırıcılığına direnen ve zamanın değişmesine karşılık değeri gittikçe parlayan eserler sunuyorlar. Bediüzzaman açısından da gördüğümüz tablo bu.
1960 yılında Bediüzzaman vefat ettiğinde onu okuyan insan ne kadardı, ne kadar etki uyandırıyordu, bugün ne kadar etki ediyor diye baktığımızda, kendisine bir mezar bile çok görülen, yaşadığı ülkenin muktedirleri tarafından izleri silinmeye çalışılan Bediüzzaman’ın küresel bir figür olarak, dünyanın her yerinde etki ettiğini ve yayıldığını görüyoruz. Onun bu durumunu siz nasıl açıklıyorsunuz?
Bediüzzaman nasıl bir davanın öncülüğünü yaptığı, neleri gerçekleştirdiği, zaman içerisinde onun meyvelerinin belirginleşmesi ve görünür hale gelmesiyle aslında anlaşılır hale geldi. Dolayısıyla, yaşadığı dönemde belki İslam’ın ayakta kalan tek toplumsal yüzünü temsil ediyordu.
Zaman içinde ortaya koyduğu düşünce ve aksiyonun küresel çapta ele alınması, değerlendirmeye başlanması ve taşıyıcıların dünyanın her tarafına bu düşünceyi yayma ve sunma çabası içerisine girmesi, Bediüzzaman’ın temsil ettiği hem düşüncenin hem de aksiyonun evrensel bir dava olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla Türkiye’de Kemalizm’in temsil ettiği küresel bir rejime karşı İslam’ın üzerindeki tozları silkeleyen ve onu yeniden dirilten, yenileyen, modern çağın meydan okumasına karşı yeni bir meydan okumayla, cevaplar sistemiyle ortaya çıkan düşünce ve aksiyon hareketi bu.
Bediüzzaman’ın bu düşünce ve aksiyonun kalıcılaşması, onun yaptığı yada onu vesile kılan stratejik tercihin isabetini ortaya koyuyor. Bu açıdan mevcut rejimlerle yada yaşanılan dönemle ilişkili olmayan, ondan bağımsızlaşarak ortaya konan tutumun büyük önemi olduğunu görüyoruz.
1943 yılının şartlarında Denizli hapisanesinde “ Merak etmeyin, bu nurlar parlayacaktır” demek, çağının karanlığını aşarak geleceği görebilmeyi gerektirir. Bu sadece bir ümit ve hüsn-ü kuruntu değildir. Bu, Hamdullah Suphi’nin deyimiyle “Gün içinde değil, yüzyıl içinde düşünebilmek”tir. Bu kuşatıcılık da Bediüzzaman gibi nadir insanlarda tecelli eden, ortaya çıkan bir durumdur.
Dolayısıyla, Bediüzzaman’ın hem düşünce, hem aksiyon olarak taşıyıcılığını yaptığı dava, küresel çapta evrensel bir davadır. Onun nasıl bir nitelik taşıdığı, modern çağda neleri çözmeye aday olduğu, insanların yüz yüze olduğu problemlere getirdiği yaklaşımlar, bugün giderek daha iyi anlaşılıyor. Sadece Türkiye üzerinde ve sadece Müslümanlara has olmayan, insanlık çapında temel problemlere sunduğu yaklaşımlara, aslında bütün insanlığın ihtiyacını da ortaya koyuyor.
Gelenek ve Gelecek Arasında Bediüzzaman
Söyleşi: Metin Karabaşoğlu
06.02.2013
Risale Ajans

Af dilemek, “insan” olmanın ayrıcalığıdır.

Günahlarımızın bizi O’nun dergahına götürmesi, günahsızlık sandığımız şımarıklık hallerinden daha hayırlı olabilir. Rabbimizin hatalarımızı affetmesi, O’na ibadet yollarımızı açık tutmak içindir.

Bana yazarak, kendini çok günahkâr görüp, artık varlığından utandığını, Rabbinin karşısına çıkmayı da iki yüzlülük gibi gördüğünü söyleyen kardeşlerim var. Bu kardeşlerimi ümide davet ediyorum; Allah’ın rahmetinden umut kesmemeleri gerektiğini hatırlatıyorum. Unutmayın ki, bu konuda kimse kimseden daha aşağıda ya da yukarıda değildir. Defterlerimiz açılmadan ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olduğumuza karar veremeyiz. Çünkü kimse kimsenin gerçekte işlediği günahı bilmiyor; herkes hataları konusunda kendisine sırdaştır. Öyleyse, kendimizi çok günahkâr bilme halini umutsuzluk sebebi değil, Rabbin af dergâhına daha çok yakınlık kazanma fırsatı olarak görelim.

Senden başka kime gideyim ki..’ çaresizliğini ancak o utanç ve pişmanlık halinde yaşarız. Çarenin yalnız O’nda olduğunu içten içe bilme halini samimi tazarrularımız için, gözü yaşlı yakarışlarımız için başlangıç eyleyebiliriz.

Böylesi günahların ağırlığının bizi O’nun dergahına götürmesi, hiç günahsızlık sandığımız şımarıklık hallerinden daha hayırlı olabilir. Sonunda kibir ve kendini beğenmişlik üreten bir hatasızlık değil de, bizi mahcup eden, kusurumuzu itiraf ettiren bir hata Rabbimize daha doğrudan bir yakınlık vesilesi olabilir.

Tövbe etmek özür dilemektir. Rabbimizin ancak biz insanlara takdir ettiği bir nasiptir özür dilemek. Belki de meleklerden üstün olabileceğimizin sırrı burada saklıdır. Çünkü, melekler hiç hata etmedikleri/edemedikleri için özür dilemeleri gerekmez. Şeytan ise hatasını hata olarak kabullenmediği için özür dilemez. Ancak insan, hata eder, hata ettiğini kabul eder, özür diler.

Özür dilememizin Rabbimizce hoş görülmesi, çokça hata edelim de çokça özür dileyelim şımarıklığını da beslememeli. Artık olmuş bitmiş günahlardan, omuzumuzda pişmanlığını ağır bir taş gibi taşıdığımız hatalarımızdan söz ettiğimizde, hoşnut olunan özürden söz edebiliriz. Yani, geçmişe doğru özür dileriz. Geleceğe doğru özürler saklayarak, günahlar planlayamayız. Ki gelecekte yapmamaya azmetmek, karar kılmak, geçmişe dönük özrümüzün de içtenlik göstergesidir. Yoksa, rahmete güvenip de günah işlemiş oluruz. Geçmiş günahlarımız için rahmete sığınmalıyız ama rahmete sığınıp gelecek günahlara niyetlenmemeliyiz.

Rabbimizin hatalarımızı ve kusurlarımızı affetmesi, günah ve isyanlarımızı bağışlaması O’na ibadet yollarımızı açık tutmak içindir. Yüzümüzü rahmetine ve bağışlayıcılığına dönük tutmak içindir. Üstelik Rabbimiz bizi affetmekle kalmıyor, bize hatalarımıza rağmen yine şefkat ediyor, merhametini gösteriyor; sanki hiçbir şey olmamış gibi bizi sevmeye devam ediyor. Bize darılmıyor, bizi gözden çıkarmıyor, bizi kendisinden uzaklaştırmıyor. Yoksa, O’na ibadet etmeye yüzümüz tutmaz, O’nun rahmetinden ümidimizi keser, huzuruna varmaya utanırdık. Tövbenin varlığı ve Rabbimiz katında hoşnutlukla karşılanması, bize eşsiz bir nezâketle şunu hatırlatıyor: Rabbinize pişmanlığınızı arz ettiğiniz sürece, Rabbinizden rahmet umduğunuz sürece, O’na giden yolları açık tutarsınız. O tövbe etmenizi sever, size çok merhamet eder. Rabbiniz sizden günahsızlık beklemiyor, ancak içten özürler bekliyor. Sizi O’ndan uzaklaştıran günahınızın çokluğu değil, özrünüzün yokluğudur.

İnsan kendi günahını başka herkesten iyi bilir. Başkalarının günahlarına kendi günahımız kadar aşina değilizdir. Öyleyse en çok günahkâr bildiğimiz kişi kendimiz olmalıyız. Şüphesiz Allah kendi günahlarımızı kendi bildiğimizden daha iyi bilir; O’ndan bir şey saklayamayız. Allah ki rahmet sahibidir; rahmeti gereği kusur işleyip yine kendisine dönmemizi ister. Kendimizi hiç günahsız sanmamızdansa, hatamızı bilip pişmanlık ve gözyaşıyla O’na dönmemiz O’nu daha çok hoşnut eder. Şu halde, günahlarımızı en iyi bilen, günahlarımızı bilmemizden hikmetiyle hoşnut olan Rabbimize dönüp O’ndan af dilemeliyiz. Ne kendimizi masum zannedip O’nun affına muhtaç olmadığımızı sanalım, ne de kendimizi çok günahkâr bilip O’nun affından ümidimizi keselim.

Dr. Senai DEMİRCİ