Etiket arşivi: vehbi karakaş

Neden ve Niçin Namaz?

Anne karnındaki bir çocuğun ağzı vardır, gözü vardır, kulağı vardır, eli vardır, ayağı vardır. Bütün aza ve cihazatı tam tekmil verilmiştir. Halbuki bunların hiçbirine orada lüzum yoktur. Orada çocuk, gıdasını, göbeğinden annesine bağlı bir hortumla almaktadır.

Şimdi bu çocuk:

-Ya Rabbi! dese, şu hortum bana yetmektedir. Pekiyi şu ağza, şu göze, şu kulağa, şu ele, şu ayağa ne lüzum vardı. Hiçbir işe yaramamaktadırlar?

Herhalde ALLAH’dan şöyle bir cevap alacağı muhakkak:

– “Acele etme kulum, aklın almadığı şeye de burnunu sokma. Sen kısa bir müddet sonra öyle bir âleme gideceksin ki burada ‘her şeyim’ dediğin hortum, orada hiçbir şeye yaramayacak, kesilip atılacak. Lüzumsuz sandığın ağız, göz, kulak gibi şeylerde en lüzumlu cihaz durumuna geçecek.”

O çocuk bu gerçeklere inanmasa ve bir inkârcı olarak dünyaya gelse hakikaten hortumun işe yaramadığını, ebenin onu kesip kaldırıp attığını; lüzumsuz sandığı ağız, göz gibi cihazların devreye girdiğini, onlarsız olunmayacağını görse utanır mı, utanmaz mı? İnanmadığı için dizlerini döver mi, dövmez mi?

Şu anda bizde, tıpkı o çocuk gibi bir ananın karnındayız. 9 ay, 9 sene veya 90 sene sonra bir başka dünyaya doğacağız. O dünyanın adı ahiret. Biz şu anda dünya anamıza maddi hortumlarla, midemiz ile bağlı durumdayız.

Eğer biz:

-“İşte geçinip gidiyoruz. Ya Rabbi! Şu Namaza, oruca, hacca, zekâta, dine, imana, İslam’a ne lüzum vardı?” Dersek Rabbimizden şöyle bir cevap alacağımız muhakkak!

– “Ey kullarım! Kısa bir müddet sonra bu dünyadan çıkacaksınız. Öyle bir âleme götürüleceksiniz ki orada ‘her şeyim’ dediğiniz bu maddi hortumların hiçbiri işe yaramayacak. Lüzumsuz sandığınız namaz gibi, zekât gibi, hac gibi ibadetler de en lüzumlu şeyler durumuna geçecek. Orada insanlara arabasına, parasına, servetine ve suretine göre değil; kalbine ameline ve ibadetine, namazına göre değer verilecek.

Yani namazınız, zekâtınız, orucunuz, haccınız, hayır hasenatınız, ahirette sizin için her şey olacak. El olacak, ayak olacak, dil olacak, dudak olacak, villa olacak, havuz olacak, senet olacak, berat olacak, uçak olacak, sonu olmayan zenginlik ve saadet olacak kısaca Cennet olacak.

Eğer biz bilgiçlik eder, fen ve teknik asrında olduğumuzla şımarır, Rabbimizin hikmet lisanıyla buyurduğu bu gerçekleri kabul etmez, ibadetsiz bir tembel veya bir inkârcı olarak ahirete gider, gerçekleri görürsek utanmaz mıyız? Hakikaten her şeyim dediğimiz hortumlarımızın, yani arabamızın, apartmanımızın, paramızın, pulumuzun hiçbir işe yaramadığını müşahede ederek, ibadetlerin her şey olduğunu anlasak o anne karnında ağzı lüzumsuz gören çocuk gibi mahcup olmaz mıyız? Dizlerimizi dövmez miyiz? Keşke inansaydık, keşke namazımızı kılsaydık, orucumuzu tutsaydık, zekatımızı tam verseydik, ALLAH için yasasaydık, eşsiz insan şanlı Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’in yolunda yürüseydik demez miyiz?

Pişman olacağın, dizlerini döveceğin o gün gelmeden aklını başına al…

Niçin NAMAZ, Vehbi Karakaş, s, 70-72

Üç aylarda Umre yolcularına önemli notlar

Üç aylara girmiş bulunuyoruz. Hepimiz hakkında hayırlı ve mübarek olsun. Yüce Allah Recep ve Şaban’ı hakkımızda bereketli eylesin ve hepimizi Ramazan ayına kavuştursun.

Üç ayların birincisi olan Recep ayı, aynı zamanda haram ayların yani saygınlığından dolayı içinde savaşın yapılmadığı dört ayın da birincisidir. Diğer haram ayların üçü de Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Bu aylar hac aylarıdır. Recep ayı ise umre ayıdır.

Bu aylar, haricî düşmanla değil, dahili düşmanla yani nefs-i emmare ile savaş ayıdır. Bu savaşı kazanan bütün savaşları kazanır, bu savaşta kaybeden bütün savaşlarda ve sınavlarda kaybeder.Üç aylar hakkındaki detaylı bilgiyi ÜÇ AYLARLA TOPLUM EĞİTİMİ adlı kitabımıza havale edip umre yolcularına ve nefsime seslenmek istiyorum. Çünkü o yolculardan biri de benim.

Ey umre yolcuları! Hem mübarek zamanlara, hem de mübarek mekânlara kavuştunuz, kavuşacaksınız. Birkaç notu bu fakirden dinlemenizi rica ve istirham ediyorum:

1-Birkaç sevinci bir arada yaşattığından dolayı Cenab-ı Hakk’a sonsuz ve sınırsız şükürle görevlendirilmiş bulunmaktayız.

2-Mübarek aylara ve mübarek mekânlara kavuşmak bir nimettir. Bu kavuşmanın bir nimet olduğunu görmekayrı bir nimettir, nimete şükreden adam olmak bir başka nimettir, Kâbe-i Muazzama’nın ve Ravza-i Mutahhara’nınziyareti için gelen davet ise bambaşka bir nimettir. Bu nimetler küllî hamd ve küllî şükür ister.

3-Öyleyse Mekke ve medine’yi ziyaret, Avrupa turistlerinin Antalya’yı ziyaretleri biçiminde olmamalı, Hz. Peygamber ve ashabının tevazu ve teslimiyeti, aşk ve iştiyakı biçiminde olmalıdır. Küllî niyetle, yani kâinat çapında bir şükrü ve hamdi sunmak, isteyip te gidemeyenlerin şükürlerini de takdim etmek niyetiyle yola çıkılmalıdır.

Hac ve umre yolcuları o mukaddes beldelere Allah ve Rasul sevdası ve günah kamburundan kurtulma niyeti ile gitmelidirler. Bu sevda, bu samimi tevbeve bu niyet, onların ayisberg gibi de olsa günahlarını eritmeye yetecektir.Efendimiz (s.a.v) buna işaretle şöyle buyurmuşlardır: “Umre, daha sonraki umreye kadar, ikisi arasında işlenen günahlar için kefarettir. Allah katında makbul haccın karşılığı ise, ancak cennettir.”(Buhari, Umre, 1; Müslim, Hac, 437). “Hac ve Umreyi peşpeşe yapınız. Çünkü bunlar, körüğün demir, altın ve gümüşteki kiri, pası gidermesi gibi yoksulluğu ve günahları giderir. Kabul edilmiş bir haccın karşılığı ancak cennettir.” (Tirmizi, Hac, 2; Nesai, Hac, 6)

İnsanın niyeti bozuk olursa, Kâbe’nin içinde de yatsa-kalksa yine iflah olamaz. Ebucehil ve Ebuleheb Kâbe’nin duvarının dibinde büyüdülerama, cehenneme gitmekten kurtulamadılar.

4-Hac ve umreye gidenler, tevazu ve mahviyet içerisinde o topraklara girmelidirler. Bu şekilde giriş, Hz. Peygamber ve ashabının sünneti ve ahlakıdır. Kibirden, gururdan, hava atmaktan ve şımarıklıktan hiçbir eser, hiçbir kimsenin üzerinde olmamalıdır.

5-Herkes sabırlı olmalıdır, Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu bilmelidir. Kimse kusur aramamalıdır.Herkes hep kendi kusurlarını görme gayreti içinde olmalıdır.

6-Mübarek zamanlara ve mübarek mekânlara kul haklarından arınmış bir şekilde girilmeli ve gidilmelidir. Değil hac ve umreye gitmek, şehid olmak bile insanı kul hakkından kurtarmaz.

7-İncitip gücendirilen kimselerden helallık alınmalı.

8-Hac ve umreye gidenlerin rızıkları helal ve temiz olmalı.

9-Bilen, bildiği ile amel eden insanlarla yolculuğa çıkılmalı. Önce refik, sonra tarik, demişler.

10-Kavgadan, gürültüden, günah işlemekten, ihramlı iken eşiyle cinsel yaklaşımdan uzak durulmalıdır.

11-Hac ve umreye gidenden dua istenmelidir. Umreye giden Hz. Ömer’e (r.a) Peygamberimiz: “Kardeşim bizi duadan unutma!” buyurmuştur.

12-Evden ayrılmadan iki rekât namaz kılınmalı. “Bismillahıtevekkeltüalallahi” demeli, ayetülkürsi, Felak ve Nas sureleri, bir de yolculuk duaları okunmalıdır.

13-Mikat mahalleriihramsız geçilmemeli. İhram yasakları çiğnenmemeli. (Biraz sonra ihram yasaklarını arz edeceğiz.) İhram giyen, bunun Mekke’ye saygı olduğunu bilmenin yanında bu ihram ona aynı zamanda dünyadan ayrılacağı zamanı da düşündürmeli, kefene sarılacağı anı hatırlatmalı, Allah’ın huzurunda durup amellerinin hesabını vereceği safhaları gözünün önüne getirmeli,kalbini, Allah’tan başkasından arıtmalı, nefsanî duygulardan uzak tutmalıdır.

14-İhrama girmeden önce tırnaklar kesilmeli, boy abdesti alınmalı, vücut bakım ve temizliği yapılmalı, koltuk altı ve benzeri mahaller traş edilmelidir. Lohusa ve adetli hanımlar için de boy abdesti sünnettir.

15-Vücuda güzel koku sürülmeli ama ihrama değil.

16-Ayağı örtmeyecek terlikler giyilmeli. Bunlar bedenî hazırlıklar. Bir de ruhî hazırlık var:

17-Cismimiz ve maddemizle Kâbey-i muazzama’ya, kalbimiz ve ruhumuzla da Kâbe’nin ve alemlerin Rabbi olan Allah’a yönelmeli ve bağlanmalıyız.

18-İki rekât ihram namazı kılınmalı, birinci rekâtta Fatiha’dan sonra Kâfirun, ikinci rekâtta da yine Fatiha’dan sonra İhlas suresi ve selamdan sonra da şu dua okunmalıdır:

Allahım, şüphesiz ki ben umre yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur. Şüphesiz ki sen her şeyi işiten ve her şeyi bilensin.

Bu dualardan sonra ihramdan çıkıncaya kadar her fırsatta bol bol telbiye okunmalıdır.

İHRAMLILARA YASAK OLANLAR:

a-Zevcesiyle cinsî yaklaşım, hatta şehevî hisler ve konuşmalar,

b-İsyan ve münakaşa,

c-Avlanmak, avcıya avı göstermek,

d-Dikişli ve yapıştırmalı elbise giymek,

e-Sarık sarmak, yüzünü-başını örtmek, çorap veya mest giymek,

f-Tıraş olmak, tırnak kesmek, koku sürünmek.

İHRAMLILARA YASAK OLMAYANLAR:

a-Yıkanmak,

b-Gölgelenmek,

c-Şemsiye ve

d-Para kemeri kullanmak,

e-Yanında çanta taşımak,

f-Yüzük ve saat takmak,

g-Kan aldırmak. Şayet kan aldırmak için saç kesilirse bir koyun veya keçi kurban etmek gerekir.

Mekke’ye girmeden önce iç ve dış temizlik tekrar gözden geçirilmeli, eşyalar emin bir yere konduktan sonra Harem-i Şerif’e yönelmeli, mümkünse “Babüsselam denilen kapıdan içeriye girilmeli, salat ve selam okunmalı, “Allahım! Günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç.” diye dua edilmeli.

KÂBE’Yİ GÖRÜR GÖRMEZ YAPILMASI GEREKENLER

1-Kâbe-i Muazzama görülünce tezellül, tevazu ve huşu artırılmalı ve şu dua okunmalıdır:

Allahım bu evin şerefini, saygınlığını, heybetini artır. Onu ziyaret edenlerin şerefini, saygınlığını da artır. Allahım! Sen selamsın. Sendendir selam. Bizi selamla, barış ve esenlikle yaşat ey bizim Rabbimiz!”

2-İnsan, yıllardır özlemini çektiği sevgilisini bulmuş gibi doya doya Kâbe’ye bakmalı, sevincinden etrafında büyük bir aşkla pervane gibi dönmeli, yani tavaf etmeli, uzun uzun dualar yapmalı, duaya doymamalıdır.

3-Tavaf da namaz gibi bir ibadettir. Namazda cep telefonu nasıl açık tutulmuyor, cep telefonu ile meşgul olunmuyorsa, tavafta da öyle yapmalı, insan Rabbi ile kendi arasına kimsenin girmesine izin vermemelidir. Çünkü tavaf da bir çeşit Allah’la buluşma ve görüşme anıdır. Eşref saatidir. O saat hiçbir şeye feda edilmemelidir.

4-Kadınlarla aynı safta namaza durulmaz. Ama bu hükme hac ve umrede bazen yoğun kalabalıklardan dolayı tam riayet edilemiyor. Böyle durumlarda vaziyeti olduğu gibi kabullenmeli ve herkes kendisine dikkat etmeli, Allah’ın huzurunda olma bilinci, başka şeyleri düşünmeye fırsat vermez, vermemelidir.

5-Karşılaşılan olumsuzluklar, zahmet ve meşakkatler sabır ve sevda ile aşılmalı, Sevgililer Sevgilisi’nin hatırı için başka hatırlar kırılmamalı, dövene elsiz, sövene dilsiz ve de gönülsüz olunmalı.

6-Her ilden, her dilden, her mezhebden insanın toplandığı bir yerde bizim bildiklerimize ters düşen durumlarla karşılaştığımızda hemen itiraz edilmemeli, galiba benim bilmediğim bir şey var” denmeli, geçip gitmelidir.

7- Namaz kılanın önünden geçilmez. Ama bazen harem-i şerifte izdihamdan buna çok dikkat edilemiyor. “Namaz kılanın secde edeceği yerin biraz uzağından geçilebilir.” fetvası bilinir ve gereği yapılırsa bu da kafaya takılan bir mesele olmaktan çıkar.

8-Hacerü’l-Esved’i (es’adi) öpeceğim diye başkaları incitilmemeli. Fırsat varsa öpülmeli, yoksa, istilamla, iki eli ona doğru kaldırarak selamla yetinmelidir. Bu da onu öpmek yerine geçer inşallah.

Hacerü’l-Esved’i uzaktan öpmek şöyle olmalıdır: Uzaktan avuçların içi Kâbe’ye çevrilir. Eller kulaklar hizasına kadar kaldırılıp “Bismillahi Allahuekber” denilerek karşıdan işaretle selamlanır ve sağ elin içi öpülür. Bu işlem yapılırken durulup beklenmez, yürümeye devam edilir.

9-Tavaf esnasında, her şavta tahsis edilmiş bir dua vardır. Bunları bilmeyenler, bildikleri duaları okuyabilirler. Me’sur (Kur’an ve sünnet kaynaklı) dualarla dua etmenin daha efdal olduğu da unutulmamalıdır. Grup halinde duaların hoş olmadığı, başkalarının konsantrasyonunu bozduğu, grupdakilerin de konsantre olamadıkları söyleniyor.

10-Tavaf: Dua, tefekkür, mülakat, teveddüd, mürakebe, istiğfar, zikir, tesbih, tahmid, tehlil, tekbir makamıdır. Maç sohbetleri ve muhabbetleri yapma makamı değildir.

11-Ardından sa’y yapılacak tavafların ilk üç şavt(tur)ında erkeklerin REMELyapılır. Remel, tavafta kısa adımlarla koşarak ve omuzları silkerek çalımlı ve çabuk yürümektir. Remel, sadece sonunda sa’y yapılacak tavaflarda yapılır. Kadınlar remel yapmazlar. Remel yapılması gereken tavaflarda erkekler IZTIBA yapar. IZTIBA, ihramın vücudun belden yukarısını örten parçasının bir ucunu sağ kolun altından geçirip, sol omuz üzerine atarak sağ kolu ve omuzu ihramın dışında bırakmaktır. Tavaf bitince omuz örtülür. Tavaf namazı omuz örtülmüş olarak kılınır.

11-Tavaf tamamlandıktan sonra, Makam-ı İbrahimde iki rekât namaz kılınmalı, burası müsait değilse,bu makamın hizasında arka taraflarda da kılmak caizdir. Zaten bu hikmete binaen önceleri Kâbe’ye bitişik olan bu makamı Hz. Ömer (r.a.), gerilere çekmiş, tavafın hızının kesilmesini engellemiştir.

12-Safa ile Merve tepeciklerinde Kâbe’ye yönelip onu selamlama sa’yin sünnetlerindendir. Bu tepeciklerde de Hacerü’l-Esved ve Makam-ı İbrahim’de olduğu gibi eziyet vermemek esastır. İlla da Kâbe’yi görüp, selamlayıp sonra sa’yime devam edeceğim israrı güdülmemelidir.

13-İmkânlar nisbetinde sık sık banyo yapılmalı, duş alınmalı, beden ve elbise temizliğine çok dikkat edilmelidir.

14-Başkalarına ait eşyalar kullanılmamalı.

15-Hacıların ve umrecilerin önünde bilgili, tecrübeli, ideal rehberler olmalı. Çok gelip gitmeleri onların aşk ve sevdasına gölge düşürmemeli, samimiyet ve ihlaslarına halel vermemelidir.

16-Bayan rehberler de olmalı ve bunların da sayıları artırılmalıdır.

MEDİNE-İ MÜNEVVERE’DE

17-Medine’de beş vakit namaz Mescid-i Nebi’de kılınmalı, namaz vaktinde asla alış-verişte, yemekte vs. herhangi bir yerde bulunmamalıdır.

18-Allah Rasulü Efendimiz beş vakit namazda, mihrabda imamlık yapıyor gibi telakki edilmelidir.

19-Peygamberimiz: “Evimle mihrabım arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir.” buyurduğundan herkes orada bulunmak, orada dua etmek, namaz kılmak istiyor. İşi biten derhal oradan ayrılmalı, başkalarına da yer açmalıdır.

20-Ziyaretgâhlar ihmal edilmemeli, İslam’ın insanlığa mal olması için verilen mücadeleler, çekilen çileler hatırlanmalı, bu mücadelede yer alanlara şükran, Fatiha ve hayırlı hizmetler, hürmetler ve muhabbetler sunulmalıdır. Ayneyn tepesinden avuç avuç toprak alarak o tepenin küçülmesine ve yok olmasına meydan verilmemelidir.

21-Alış-verişlerde ifrat edilmemelidir. Hacca giden baba kızına sorar:

-Kızım oradan sana hediye olarak ne getireyim? Şuurlu kızın cevabı Muhammed İkbal’in sözüdür:

-Ey hacılar ve umreciler! Hacdan ve umreden gelirken bize hediye olarak takke, tesbih, yüzük, ve benzeri şeyler getirmeyin. Oradan gelirken bize hediye olarak Hz. Ebubekir’in doğruluk ve teslimiyetini, Hz. Ömer’in adalet ve hakperestliğini, Hz. Osman’ın Kur’an aşkını ve hayasını, Hz. Ali’nin ilmini ve kahramanlığını getirin.

Bu sözden hediyeleşmeyin anlamını çıkarmamak lazım. Hediyelerinizin arasına bunları da katın, demektir. Vesselam.

Not: Bir mani çıkmazsa inşallah 31 Mayıs 2012 tarihinde bir kısım dost ve arkadaş grubuyla umreye hareket etmiş olacağız. Umre yolcusu arkadaşlarıma Cenab-ı Hak’tan hayırlı yolculuklar diliyorum. Gidemeyen dost ve kardeşlerime de en yakın zamanda yine beraber gitmeyi nasip etmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

HZ. Peygamber’den Bediüzzaman’a yansımalar

Değerli okuyucularımızın da bildiği gibi “Kutlu Doğum Haftası” hafta olmaktan çıktı. Nerdeyse Nisan ayının tamamına yayıldı. Kâinat kitabının ve Kur’an’ın konusu olan bir Zât’ı anlamak ve anlatmak elbette bir haftaya sığmaz. Elbette bir hafta ile bu millet doymaz. Hattâ bu mesele için bir ay ve aylar da yetmez. Teklifim şudur: Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, yıl boyu, hatta ömür boyu anlatılmaya ve anlaşılmaya çalışılmalıdır. Ona harcanan zaman boşa gitmez, israf olmaz. Tam tersi, onun için harcanmayan zaman, mekân, insan, akıl, izan, vicdan israf olur, azaba inkılab eder. Onun olduğu zaman ve mekânda ise azap olmaz, gazap olmaz. Onu ve onun sevgisini sinesinde ve ülkesinde taşıyana Allah azap etmez. Allah buyuruyor: “Sen onların içinde iken Allah onlara azap etmeyecektir.”

Hz. Peygamber’i anlatmak yetmez. Onu uygulamak da gerekir. Onu anlayan ve anlatan her Müslüman onun bir misali ve timsali olarak yeryüzünde dolaşmalıdır. Affetmeli, kin tutmamalı, küs durmamalı, sıla-i rahim yapmalı, emin olmalı, eman vermeli, yardımsever olmalı, sevmeli, saymalı, şefkatli, merhametli, adaletli ve hakperest olmalı. Kusura bakmamalı, iyilikleri unutmamalı. Sabır kahramanı ve muhabbet fedaisi olmalı. Kardeşlik prensiplerini hayata geçirmeli, Kur’an’ı, özellikle Hucurat suresini, Üstad Bediüzzaman’ın Uhuvvet ve İhles risalelerini uygulamalı bir şekilde okumalı.

Nisan ayının başlarından sonuna kadar, kimi yerde gece, kimi yerde de gündüz olmak üzere yurt içi ve yurt dışında konferanslar verdik. Bir kısım yerlere de program çakışmalarından dolayı olumlu cevap veremedik, gidemedik.

Ne biz Habibullah’ı (s.a.v) anlatmaktan doyduk. Ne de dinleyenler dinlemekten doydu. Bir çok yerde konferansı sonlandırdıktan sonra:“Hocam iki saat daha devam etseydiniz, usanmadan dinlerdik.” dediler. Biz onu anmaktan, anlatmaktan, ona salat ve selam okumaktan doyamayız, doymayacağız.

Ona ağaçlar, kurtlar, kuşlar, dağlar taşlar, örümcekler-güvercinler, develer, kuru kütükler, yerler-gökler ve bütün bir kâinat doymamışken biz nasıl doyarız?

Biz Sevgili Peygamberimizi anlama ve anlatma sevincini yaşarken bu sevincimize bir sevinç daha eklendi Nisan ayında. “HZ. PEYGAMBER’DEN BEDİÜZZAMAN’A YANSIMALAR” adında bir kitabımız çıktı.

Bunu haber alan Şanlı Urfa’lılar, benden bu başlık üzerinden bir konferans istediler. Hayat yayınlarından da, kitabı istemişler. Nisan’ın 21’inde Urfa’ya indiğim gün, beni havaalanından almaya gelen Haliliye vakfı başkanı sevgili kardeşim, dostum Abdulkadır Aydın bey, kitapları da kargodan aldı.

Konferansın duyurularını güzel yapmışlardı. Şehrin en iyi yerlerindeki bilbordlarda ilanlarını gösterdi. Akşam 20’de karşımda muhteşem ve mümtaz bir dinleyici kitlesini buldum. Cenab-ı Hakk’ın lütfu inayetiyle son derece başarılı geçen konferanstan sonra kitabı imzalamaya geçtik. Kitap adeta kapışıldı. Bir çok insan kitabı alamadan hayıflanarak geri döndüler.

Bu gün ben yazımda yansımalardan sadece bir iki misal vermekle yetineceğim:

1-TEBLİĞDE ÖNCELİKLE NEFSİNİ MUHATAP OLARAK SEÇMESİ:

Hz.Peygamber (s.a.v), Yüce Allah’ın “Ve enzir aşîreteke’l-akrebîn= Önce en yakın akrabalarını uyar”  ayet-i celîlesi gereğince tebliğe, en yakından ve en yakın akrabasından başlamıştır. Bir insanın kendisine en yakını yine kendisidir. Hz. Peygamber, peygamber olmasına rağmen göz açıp yumuncaya kadar bile olsa nefsinin hevasına yakalanmaması ve ona yenik düşmemesi için Allah’dan (c.c) yardım istemiştir.  Kur’an için ilk uygulama alanı olarak kendini görmüş ve kendinde uygulamış, daha sonra akrabalarından başlayarak dalga dalga daireyi büyütmüştür.

Aynı metodun Bediüzzaman tarafından uygulandığını görüyoruz.  Bediüzzaman, Kur’an’ın emrine imtisalen ve Hz. Peygamber’in sünnetine ittibaen tebliğe önce, en küçük daireden yani nefsinden başlamıştır. Çünkü o, en büyük, en önemli ve sürekli görevin en küçük dairede bulunduğunu söylüyordu.   Kur’an’ın: “(Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup gerçekleri bildiğiniz halde insanlara iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz?”  “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınızı söylemeniz Allah’ın gazabını artırır.”  gibi ayetlerin adetâ kendisine hitap ettiğini telakki ediyordu. Dolayısıyla o da,  eserlerinde ilk muhatap olarak nefsini seçti. “Sözler” kitabındaki“Birinci söz”ün başında şu ifadeleri görüyoruz “Ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim, kim isterse beraber dinlesin.” 

Enaniyetin ön plana çıkarıldığı, birçoklarının kendisini unutup, başkalarını ıslaha soyunduğu devrimizde Bediüzzaman’ın, nefsini muhatap seçmesi, ıslah operasyonlarına nefsinden başlaması onu mümtaz bir hale getirmiş, insanların sevgi ve saygısına layık eylemiştir. Bu gün, milyonlar büyük bir beğeni ile onu izliyor, onu okuyor. Çünkü o, “ Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.”   düsturunu, vazgeçilmez prensipler arasına almış, oklarına hedef olarak nefsini seçmiştir. “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum!”  diyerek nefsini kabartacak bütün unsurlardan uzak durmuş, böyle olduğu için de beğenilmiş ve benimsenmiştir.

2-TEBLİĞDE DÜNYA MENFAATLERİNE TENEZZÜL ETMEMESİ

Hz. Peygamber tebliğ hayatında menfaatlerden de, eziyetlerden de asla sarsılmadı. Hiçbir zalime, hiçbir menfaate boyun eğmedi. Hakk’ın hatırını her şeyin üstünde tuttu. Hatta: “-İstiyorsan Mekke’nin en güzel kadınlarını sana getirelim, istediğin kadar mal verelim, seni başımıza reis yapalım, yeter ki sen bu davadan vazgeç, keyfimizi bozma, putlarımıza karışma.”diyenlere:

“-Hayır! Vallahi değil bu saydıklarınızı, güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz, yine ben bu davadan vazgeçmeyeceğim; ya Yüce Allah, onu bütün dünyaya yayar, vazifem biter, ya da bu yolda ölür giderim.”

Hz. Peygamber’in (s.a.v) çağımızdaki takipçilerinden olan Bediüzzaman ise bir sus payı olarak kendisine sunulan Muş milletvekilliği ve en yüksek maaşla şark vilayetleri umum vaizliği teklifini reddetmiştir. Allah rızası için yaptığı hizmetine karşılık kimseden bir şey beklememiş, ihlasına zarar gelir endişesiyle menfaatlere kapısını kapatmış, kısaca ömür boyu istiğna prensibiyle yaşamıştır. Kaleme aldığı emsalsiz eserleriyle vatan evlatlarının imanını kurtarmaya yönelmiş, takiplere, tarassutlara, sürgünlere, hapislere, zindanlara, zehirlere ve dayanılmaz işkencelere maruz kalmıştır.

Resulullah Efendimizin kararlılığına benzer bir kararlılık içinde “Hakk’ın hatırı yücedir, hiçbir şeye feda olunmaz.”  , “Saçlarım sayısınca başlarım olsa, her gün biri kesilse, ben bu iman hizmetinden vazgeçmem. Dünyayı başıma ateş yapsanız, Kur’an hakikatlerine feda olan bu başı, zındıkaya eğmem!.  demiştir.

(Devamını ve daha bir çok duyulmamış ilginç tesbitleri Hayat Yayınlarından çıkan “Hz. Peygamber’den Bediüzzaman’a Yansımalar” adlı kitaba havale ediyorum. Öyle anlaşılıyor ki bu kitap üzerinden de daha birçok yerde, konferanslar vereceğiz. Cenab-ı Hak bütün fiil ve eylemlerimizi rızasını kazanmaya vesile eylesin. Âmîn)

Dr.Vehbi KARAKAŞ-Göbeklitepehaber.com

Bir güneş doğuyordu Mekke ufuklarında

Tarih 20 Nisan 571.. Rebiulevvel ayının bir 12. gecesi… Pazartesi Sabaha doğru, henüz gün doğmadan bir güneş doğuyordu Mekke ufuklarından: Hz.Muhammed (s.a.v.).

Güneş doğunca nasıl zararlı mahluklar deliklerine girer, inlerine çekilir; O şanlı peygamberin teşrifleriyle de insanlığın canını yakan mal ve mülkünü yağma eden zalimler, zorbalar, haksızlar, hırsızlar inlerine çekildiler. Çünkü rahmet ve adalet güneşi doğmuştu artık. Çünkü zararlı yaratıkların, vahşi ve yabani varlıkların insanlık âleminde, medeniyet dünyasında yerleri yoktu, olmamalıydı.

Efendimizin dünyaya teşrifleri sırasında birtakım harikulâde olaylar meydana geldi: İran’ın merkezinde ateşe tapan mecusilerin, bin yıldan beri yanmakta olan ateşleri söndü. Yine İran’ın Medayin şehrindeki hükümdar sarayının ondört şerefesi yıkıldı. Save gölü yere battı. Suyu kurumuş olan Semave deresinin suları coştu, taştı. Kâbe’deki putlar yüzüstü yere düştü. Adetâ varlıklar şevkinden raksa kalktı, cezbeye tutuldu, cûş u huruşa geldi. Çünkü yıllardır hasretini çektikleri efendiler efendisi, yolunu gözledikleri şehinşah dünyaya teşrif ediyordu: Hz. Muhammed (a.s.v).

Hak yarattı alemi/ Aşkına Muhammed’in/ Ay ve Günü yarattı /Şevkine Muhammed’in

Ol dedi oldu alem/ Yazıldı levh u kalem /Okundu hatm-i Kelam Şanına Muhammed’in.

Varsın nasipsizler O’nu dinlemesin, tasdik etmesin. Bu olaylar Onu onaylıyor, kâinat onun gelişine alkış tutuyordu.

Niçindi bütün bunlar?

Ateş sönmesiyle, putlar devrilip yıkılmasıyla diyorlardı ki:

“Ey aklı gözüne inmiş maddeciler, mideciler! Biz mâbûd değiliz, mahlukuz, yaratılmışız. Hepimizin Rabbi Allah… Bundan sonra söz, Kur’an’ın ve Onu getiren Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) olacak. Yeryüzünde şirke, küfre, hurafeye, irticaya, haksızlık ve ahlaksızlığa yer kalmayacak.

Asr-ı Saadet” kitabının müellifi de bu olayları şöyle yorumlar: Hakikat şu ki yıkılan, Kisraların sarayı değil, bütün İran’ın saltanat ve ihtişamı, Bizansın satveti ve Çinin azameti idi. Sönen ateş, mecusilerin ateşlerinde parlayan alevleri değil, bütün dünyadaki küfür ve ilhad ateşi idi. Kuruyan şey, Sava gölü değil, putperestliğin tahakkümü, Zerdüştlüğün kuvveti, Hiristiyanlığın tağallübü idi.

Gerçekten öyle oldu. Hz. Peygamber büyük bir inkılab yaptı. Tarihin akışını değiştirdi. Cehenneme akan trafiğin yönünü cennete çevirdi.

Hz. PEYGAMBER DOĞMADAN ÖNCEKİ DÜNYA

Peygamberimiz gelmeden önce dünya âdeta bir hastahane, bir matemhane idi. Mevcudat birbirine ecnebi ve düşmandı. Cansız varlıklar birer cenaze, canlılar da ayrılık ve ölüm sillesiyle ağlayan yetimler gibiydi. Fetret devrini yaşayan yani 500 sene peygambersiz kalan insanlık alev alev yanıyordu.

İçki, kumar, hırsızlık, yalan, talan kasıp kavuruyordu âlemi… Yetimlerin, dulların ve güçsüzlerin malları elinden alınıyor, zengin, güzel kadınlar zorbalıkla kaçırılıyor, para kazanmak için çadırlar kurduruluyor içlerinde cariyelere fahişelik yaptırılıyordu.(3) Hatta iyi cinsten döl almak için karılarını başka erkeklere gönderen, namusunu kıskanmayan deyyuslar vardı. Nesilleri tüketen kan davaları durmak bilmiyor, geçindirememek bahanesiyle çocuklar öldürülüyor. Kız çocuğu doğurmak yüz karası sayılıyor. Kız çocukları diri diri gömülüp veya su kuyularına atılıyordu.

İşte böylesine rezil, böylesine zalim, böylesine sefil bir hayat sürüyordu İslâmiyet’ten önce.

Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) geldi. Açtı kollarını ve haykırdı: âdeta

Durun… Kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak, haykırsam kollarımı makas gibi açarak…” dedi.

Büyük mücadele, kurtarma harekâtı ve huzur operasyonu başlamıştı..

Ama kolay olmayacaktı. Mayısı, misk ü anber sanıp içinde hayat süren mayıs böcekleri gibi karanlıktan, zorbalıktan, küfür ve dalaletten hoşlanan karanlık güçler âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimize göz açtırmıyorlardı.

Yüzüne tükürük savurmaktan tutun, yoluna diken serinceye kadar, secdede iken boynuna hayvan bağırsaklarını koymaktan tutun, ayaklarını taşlatıp kanlar içinde bırakıncaya kadar işkencenin, yıldırmanın, hakaret ve istihzanın her türlüsünü Efendimize reva gördüler.

Ama o eşsiz ve emsalsiz insan, emsalsiz sabrıyla, hazık bir doktor edasıyla hastalarını tedavi etmeye devam etti. Her acıyı sinesine gömdü, her işkenceye göğüs gerdi. Allah’ın izniyle o kara tabloya bir sünger çekti. Zulmeti nura, anarşiyi huzura çevirdi. Kısaca: Bir güneş doğdu, kış bahar oldu.

Hz. PEYGAMBER’İN MÜDAHELESİNDEN SONRAKİ DÜNYA

Allah Resulü Efendimizi, âleme yepyeni bir bakış getirdi. Düşünceleri ıslah eyledi. İnsanları korkutmadı. Onları, ikna ederek inandırdı. Onun nuruyla dünya bir hastahane ve bir matemhane olmaktan çıktı. Bir mekteb ve bir zikirhaneye döndü. Birbirine yabancı ve düşman varlıklar birer dost ve kardeş halini aldı. Her cansız varlık birer cenaze değil, Allah’ın mûnis birer memuru itaatkâr birer hizmetkârı oldukları anlaşıldı. Ayrılık ve ölüm acısıyla ağlıyor sanılan canlılar ise birer zikreden zakir veya vazife paydosundan şükreden şakir suretine girdi. Asrına “Asr-ı Saadet” damgasını vurdu.

12 bin kişilik bir ordunun önünde muzaffer ve muvaffak bir kumandan olarak Mekke’ye girdi. Hem Kâbe’deki putları, hem de gönüllerdeki husumet ve kin putlarını temizledi.

Kendisini Mekke’den çıkaranları, azılı düşmanlarını affetti. Mekke’nin fethedildiği güne kadar müşrik ordularının komutanlığını yapan Ebu Süfyanı, Hz. Hamza’nın ciğerini çıkarttıran Ebu Süfyan’ın karısı Hindi ve Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşî’yi affetti. Onlar da bu büyüklük karşısında dayanamayıp müslüman oldular. Bu ne büyüklük Allah’ım! Affıyla da düşmanlarını teslim alıyor, İslam’a girmelerini sağlıyordu.

Bu noktada da bütün insanlığa bilhassa müslümanlara örnek bir tablo bıraktı.

Çünkü zaman zaman biz, bırakın düşmanlarımızı affetmeyi, dostlarımızı bile affedemiyoruz.

Böylesine güzel ve müsbet bir ıslahatcı cihana gelmemiştir, bir daha da gelmeyecektir. Alman başbakanı prens Bismark’ın dediği gibi: “Alem senin gibisini bir defa görmüş, bir daha göremeyecektir ya Muhammed! Çağdaşın olup seni göremediğim için üzgünüm. Manevî huzurunda tam bir hürmetle eğiliyorum.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın hayatını tahlil edip inceleyen Büyük Mütefekkir şöyle diyor:

Şu asr-ı saadeti görmeyenlere Arap Yarımadası’nı gösteriyoruz. Haydi yüzlerce feylesoflarını alıp oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. Acaba Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir senede yaptığı icraatın yüzde birini yapabilecekler mi?

Sigara gibi küçük bir alışkanlığı, küçük bir toplum da, büyük bir sultan, büyük bir güçle ancak kaldırabilir. Bazen kaldıramaz da. Halbuki şu zat (aleyhissalatu vesselam) geniş Arap Yarımadası’nda vahşi ve adetlerine körükörüne bağlı, inatçı birçok kavimlerin çirkin adet ve kötü alışkanlıklarını çok kısa zamanda kaldırarak hepsini güzel ahlakla donatıp tezyin eyledi. O vahşi toplumu bütün âleme öğretmen ve medeni milletlere üstad eyledi. Akılları, ruhları, nefisleri ve gönülleri fethedip kendisine bağladı. Gönüllerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin eğitimcisi ve ruhların sultanı oldu.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

Bediüzzaman Sergisi Malatya’da açılıyor!

Bediüzzaman Sergisi Malatya’da açılıyor! Vefatının 52. yıldönümü münasebetiyle Niyazi-i Mısri Kültür Vakfı ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı‘nın ortaklaşa hazırlamış olduğu etkinlikte Prof. Dr. Kazım Yoldaş, Dr. Vehbi Karakaş ve Metin Karabaşoğlu 23 Mart 2012 Cuma Saat 19:30’da panelde konuşacaklar. Ayrıca Senai Demirci’nin “Şehrin Öte Yakasından Gelen Adam: Bediüzzaman” konferansını 26 Mart 2012 Pazartesi 19:30’da izleyebilirsiniz.

Sergi 23-26 Mart arasında ziyaretçilere açık olacaktır. Sergide Üstad’ın el yazması eserleri ve fotoğrafları sergilenecektir.

Etkinlikler Kongre ve Kültür Merkezi ve İstasyon Virajı’nda Malatya’da gerçekleşecektir.

Ahmet Can / Nurnet.Org