Etiket arşivi: vehbi karakaş

İlahî Bir Proje: Namaz!

Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra da namazdır.” demiş Üstad-ı Muhterem. Bu sözü çok duyarız ve çok söyleriz. Söyleriz de hiç üzerinde durmayız; söyler geçeriz. Bu gün bunun üzerinde biraz duralım, düşünelim ve soralım:

Neden kâinatta en yüksek hakikat imandır ve imandan sonra namazdır?

Çünkü iman, inanmak demektir. Neye? Tabii ki her şeyden önce Allah’a. Çünkü her şeyin evveli O. O olmasaydı, yüzde yüz inandığımız ve gördüğümüz şeylerin hiç biri olmayacaktı. Onun için kâinatta en yüksek hakikat Ona inanmak olmuştur. Bu iman, bizi O’nu sevmeye ve saymaya mecbur eder. Çünkü gördüğümüz ve sevdiğimiz her şeyi bize veren O’dur. Bizim O’nu sevmemizin işareti de namazdır. Namazımız yoksa O’na sevgimiz yok demektir. O’na sevgimiz yoksa, imanımız zayıf veya yok demektir.

Cahiliye devrinin şairi Lebid’in âlimâne söylenmiş bir sözü var :

Küllü şeyin mahalallahu batıl / La muhalete likülli naîmin zail!

Yani, Allah’tan başka her şey batıldır; hiç şüphesiz her nimet, bir gün elden çıkıp gidecektir.” Yüce Rabbimizin: “Allah’ın zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm ve hâkimiyet, karar ve yetki ona aittir ve siz ancak Ona döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28 / 88) âyeti de bu hakikati haykırıp durmaktadır. Bu âyetten ilhamını alan Abdulbaki Gölpınarlı da:

Bezmimizde ecel sâkî / Oluruz Hakk’a mülakî

Değil baki, Abdulbaki / Hüve’l-baki Hüve’l-baki” mısralarıyla bu gerçeği kulaklarımıza fısıldamaktadır.

En yüksek hakikatin ikincisi olarak namazın seçilmesi, kulun Allah’a takdim edeceği görevler içinde en yüksek görevin namaz olması sebebiyledir. Tek ve yüksek hakikat Allah olduğu için, fena âleminde en yüksek hakikat da ona inanmak, sonra da ona inanmanın, onu sevmenin ve saymanın gereği, ifadesi ve isbatı olan namazı kılmaktır.

Namaz, ilahî bir projedir. Sonsuz ve sınırsız bir sevgiye layık olan Allah’a sevgimizi ve saygımızı, şükür ve teşekkürümüzü arz etmemiz lazım, ama acaba bu şükran ve sevgi nasıl olmalı ve nasıl takdim edilmeli? Diye düşünseydik, akil adamlar bir araya gelse, hep beraber çalışsalardı namazdan daha güzel bir “şükran projesi” ortaya koyamazlardı. Bu buluş ve proje karşısında aciz kalıyorum, hayran oluyorum. Namaz, Allah’a layık bir tazim ve şükran sembolü olarak ne muhteşem bir ibadet ve ne muazzam ve mükemmel bir projedir. Bu projenin mimarı Allah’tır. Allah emsalsiz olduğu gibi, eserleri, projeleri, gönderdiği son kitabı ve görevlendirdiği son elçisi de emsalsizdir.

Allah’a tazim ve şükran projesi, insana bırakılsaydı böylesine muhteşem, mükemmel ve muazzam bir sevgi, saygı ve şükran projesi bulmak asla mümkün olmayacaktı. Bu projeyi Cebrail’e Allah öğretmiş, Cebrail de, Allah’dan aldığı talimat gereği Hz. Peygamber’e projenin nasıl uygulanacağını yani namazın nasıl kılınacağını göstermiştir.

Namaz insan vücudunun bütün mafsallarıyla, eğilme ve bükülmeleriyle yapılan ve bütün eğilmelere ve bükülmelere uyan, uygulanan bir ibadettir. İnsanın kalbi ve bütün kalıbıyla kılınan bir ibadettir.

Namaz insana, insan namaza yakışmış. Varlıklar içerisinde boyu, şekli ve şemaili namaza uyan ve yakışan insandan başka bir varlık yok. Onun içindir ki namaz insanın işidir. Onun içindir ki namaz hayvanlara farz kılınmamıştır. Sadece insana farz kılınmıştır. Çünkü gerek aklı, gerek ruhu ve gerekse bedeniyle namaza en uygun, en çok yakışan odur.

İnsan, ilahî projeyi uyguluyor, namaz kılıyor. Namaz da insanı insan kılıyor. İnsanın bedenindeki mafsallar, eğilmeye, bükülmeye müsait durumlar insana rahat bir manevra imkânı veriyor ve bu rahatlık, tarif edilmez büyük bir nimettir. Her nimet bir iyiliktir, her iyilik bir teşekkür, bir şükür ister.

Ayakta durmak, bir nimettir. Namazdaki kıyam, onun teşekkürü ve şükrüdür. Belden eğilme ve bükülme bir nimettir, rükû onun teşekkürü ve şükrüdür. Yere başı koyabilmek bir nimettir. Secde onun şükrü ve teşekkürüdür. Oturma bir nimettir. Ka’de, onun şükrü ve teşekkürüdür. Ellerdeki, kollardaki, ayaklardaki mafsallar, rahat manevralar bir nimettir. Elleri tekbir için kaldırmak, el bağlamak, boğumlarıyla tesbih çekmek onların şükrü ve teşekkürüdür. Dilin konuşması, gözün görmesi, kulağın işitmesi bir nimettir, kıraat yani Kur’an’ı okumak, elhamdülillah diyebilmek, Allah’ın ayetlerini görmek ve dinlemek bir şükür ve teşekkürdür. Aklın inanma ve anlama aleti olması bir nimettir. Bu nimetin şükrü ise, inanmak ve anlamak, bu iman ve anlayışla namaz projesini uygulamak, varlıkların elleriyle gelen nimetlerin hakiki sahibinin ve sanatkârının Allah olduğunu idrak etmek, bu nimetlerin sahibine şükür ve teşekkürün farz olduğunu kabul ve ilan etmektir.

Bize kalsaydı, Allah’ın şanına layık bu mucize projeyi bulmamız ve Allah’a sunmamız mümkün olmayacaktı.

Namaza girerken iki elimizi kaldırıyor, iftitah tekbirini alıyoruz. İki elimizle iki dünyayı arkaya atıyoruz. Allahuekber demekle senin azamet ve rızan yanında dünyaların sözü mü olur Allahım, diyoruz. Namazımızın hedefine dünyaları değil, Allah’ı ve Allah’ın rızasını koyuyoruz. Ellerimizi önümüze bağlamakla kalbimiz ve kalıbımızla Ona bağlandığımızı gösteriyoruz. Sübhanekedeki “vebihamdik” ifadesiyle “benim hamdim seni övmeye, senin hakkın olan şükrü sana takdim etmeye yetmez. Ben seni senin hamdinle anıyorum, seni noksan sıfatlardan tenzih ediyorum.” diyorum.

Elhamdülillahi Rabbilâlemin” sözünle âlemlerle birlikte namaza duruyorum. Sen benim hamdime değil ya Rabbi, âlemlerin hamdine, övgüsüne layıksın, diyorum. Bütün varlıkların hamdini sana takdim ediyorum. Sen Rahmansın, sen Rahimsin. Bütün âlemleri şefkat ve merhametle terbiye etmektesin. Dünyanın ve ahretin sahibi, kıyamet ve hesap gününün yegâne hâkimisin. Kimseye haksızlık yapmazsın. Bütün varlıklarla sana ibadet eder, bütün varlıklar için senden yardım istiyoruz. Dosdoğru yola kavuşmak, dosdoğru yolda, dosdoğru yürümek için senden yardım dileniyoruz. Bizi razı olduğun yola, Kur’an yoluna, Habib’in yoluna, nimetlerinle sevindirdiklerinin yoluna kavuştur. Azıp sapmışların, azabına ve gazabına çarpılmışların yoluna değil. Âmîn: Dualarımızı kabul eyle Allahım, diyoruz

Bu ifadelerle günde kırk defa namazda okuduğumuz Fatiha’dan bir demet dua sundum. Hele benim sunduklarım Fatiha okyanusundan bir damla. Teşekkürün şekli, metni ve kompozisyonu bize Rabbimiz tarafından verilmeseydi, biz Ona layık hangi kelimeyi bulup ta hangi pozisyon, hangi metin ve kompozisyonla Ona hamdimizi, hürmet ve muhabbetimizi takdim edecektik?

Sonra Allahuekber diyerek rukûa gidiyorum. Bel büküyor, hürmet, hayret ve muhabbetle önünde eğiliyorum. Üç kere sübhane rabbiyelazim, diyorum. Ey azameti sonsuz Rabbim! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim! Diyerek önünde yalvarıyorum. Sonra semiallahulimen hamideh, diyerek doğruluyorum. Hamdlerimi işiten, niyazlarımı dinleyen ve halimi gören sensin, diyorum. Huzurun heybet ve mehabetine dayanamıyorum, Allahuekber diyerek düşüyorum, hürmet, hayret, muhabbet ve mehabetle secdeye kapanıyorum. En az üç kere Sübhane Rabbiyel’a’la, diyorum.

Ey yüceliği sonsuz Rabbim! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, diyerek tevazu ve mahviyetin aynı zamanda terakkinin doruk noktasına çıkıyor, hürmet, hayret, muhabbetle ezelî ve ebedî Sevgili’ye en yakın olduğum hali yaşıyor, Onunla beraber olmanın keyfini, sefasını sürüyorum. Allahu ekber diyerek kalkıyorum, Segili ile beraber olmaktan doymadığımın işareti olarak ikinci defa yine secdeye gidiyor, Sevgilinin sunduğu muhabbet badesini yudumluyorum. Allahuekber diyerek ikinci secdeden kalkıyorum.

Tahıyyatımla, herkesten herkese giden tahiyyeleri, tazimleri, selam ve hürmetleri, marifet ve hünerleri Allah’a takdim ediyorum. Bunların hepsinin sahibi sensin, diyorum. Allah’ın, Peygamberlerin ve velilerin tahiyyelerini ve dualarını Allah’a sunuyorum. Selamıma karşılık Allah’tan selam alıyorum. O an Allah’ın salıh kullarını düşünüyorum, bana gelen selamet ve saadete onlarında ortak olmasını Rabbimden diliyorum. Kelime-i şehadetle son nefesimizde Rabbimden hüsn-ü hatimeler istiyorum. Salli-bariklerle Peygamberimize salat ve selamlar, Rabbenâ âtînâ ve Rabbenağfirlî dualarıyla dünya ve ahirette kendime , ana-babama ve bütün mü’minlere iyilikler, güzellikler, af ve mağfiretler istiyorum. Sağ tarafımda peygamberler, sol tarafımda evliyalar kafilesini düşünerek sağa-sola selam veriyor ve namazı tamamlamış oluyorum.

Benim bu izahlarım, Allah’ın önümüze koyduğu namaz projesini anlatma iddiasından uzaktır. Bizim yaptığımız bu veciz, mu’ciz ve muhteşem projeye dikkat çekmektir. Allah’ın bu namaz projesi, aynı zamanda Adam olma projesidir. Kıyamda (ayakta) dururken Adem’in Arapçadaki elifini, rükua gittiğimizde, Âdem’in dal harfini, secdeye vardığımızda da, Âdem’in mim harfini yazmış oluyoruz. Böylece namaz, kıyamı, rükûu ve secdesiyle namaz kılanları adamlaştırmış oluyor. Allah Teala, projesini anlamaya, anlatmaya ve yaşamaya hepimizi muvaffak eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

Rahman’ın Sofrası Şükür Ve Teşekkür İster

Allah Teala, yeryüzünü bir sofra yapmış, türlü türlü nimetlerini, adetâ umulmadık bir yerden o sofraya dizmiş, böylece Rububiyetinin, Rahmaniyetinin ve Rahimiyetinin kemalini göstermiştir. Misafirlerinden şükür ve teşekkür beklemektedir.

İnsanlar, çoğu kere gaflete düştükleri ve sebepler dairesinde yaşadıkları için, yeryüzünü bir nimet sofrası yapan zatın Allah olduğunu görememekte, O’nun şefkat ve merhametini hakkıyla anlayamamakta ve yeterince şükrü ifa edememektedir. Bazen de kâinatta yapılan akıllı işleri akılsız tabiata bağlayabilmekte ve katmerli nankör olabilmektedir.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, bu gaflet ve dalalet perdesini yırtıyor. imsak vaktinden iftar vaktine kadar yemeyi, içmeyi ve karı-koca muamelesini insanlara yasaklıyor.

Bu emre uyan insan anlıyor ki: Yiyilecek ve içilecek nimetler kendinin değil, Allah’ın. Ben Onun emrini bekliyorum, der nimeti nimet bilir. Gafletten ve sapıklıktan kurtulur.

Bir komutanın ateş emrine uyup ateşkes yasağına uymayan asker, başına dert açacağı gibi; Allah’ın “yiyiniz” emrini dinleyip, “yemeyiniz” yasağını dinlemeyen yani oruç tutmayan insan, hem dünyada ve hem de ahirette başına dayanamayacağı dertler açabilir. Çünkü insan başıboş değil, çünkü kâinat sahipsiz değil ki yiyelim, içelim, hesabını vermeden kaçalım. Onun için Müslümanlar dikkatli olmalıdırlar. Bu yüce buyruğu ve şerefli kulluğu yürekten kabullenmelidirler.

Padişahın mutfağından bir hizmetçinin getirdiği yemekler bir fiyat ister. Hizmetçiye bahşiş verildiği halde çok kıymettar olan o nimetleri göndereni tanımamak, hizmetçiye minnettar’ olup, padişahı unutmak, akıllı insanlara yakışır mı?

Evet yeryüzü Cenab-ı Hakk’ın mutfağı. Toprak bir kazan. Güneş aşçı Kazan kaynıyor, türlü türlü yemekler pişiyor. Domates, salata, biber, patlıcan, kavun, karpuz, üzüm, incir, kiraz, vişne, dut vs. Evet hepsi yeryüzü mutfağında pişmektedir. Bunları bağdan, bahçeden, tarladan toplayıp bize getiren tablacılara 100-200 verir, asıl mal sahibi olan Allah’a şükrü, teşekkürü unutursak insan ismine lâyık olabilir miyiz? Gerçek insan hüviyetini kazanabilir miyiz?

Ramazan ayı zikrin, fikrin ve şükrün yoğunlaştığı bir aydır. Namaz ve oruç gibi ibadetler, Cenab-ı Hakk’ı nimetlerine karşı bir şükür, bir teşekkürdür. İyiliğe karşı teşekkür eden insan, medeni insandır, Müslüman’dan daha medeni, daha olgun kim olabilir? Çünkü Müslüman Allah’ın sonsuz iyilik ve ikramına karşı oruçla, namazla teşekkür etmektedir. Hattâ sene boyu oruç tutsa, geceli gündüzlü namaz kılsa yine Allah’ın iyiliğinin altından çıkamayacağına, hakkının ödenemeyeceğine inanmaktadır. Bu niyet, bu iman ve bu gayret de inşallah ona dünya ve ahiret cennetini kazandıracaktır. Allah bu sonucu hepimize nasip eylesin.

Vehbi Karakaş / e-kadın dergisi

Allah Yakını Olmanın Yolu ve Ödülü

Kur’an, Allah’ın sözü, insanlığa gönderdiği son mesajı, son uyarısı, son çağrısıdır. Bu çağrıya kulak verenler, cennete gitmek üzere kalkmaya hazırlanan uçağa ve gemiye binmiş olacaklar. Kulak vermeyen ve uyarıları dikkate almayanlar ise, treni veya uçağı kaçırmış olacaklar, uzun mahşer yolculuğunda aç, susuz, sefil, sahipsiz ve araçsız kalacaklardır.

Namaz kılabilecek kadar Kur’an öğrenmek ve ezberlemek farz-ı ayindir. Kur’an’ın tamamını ezberlemek farz-ı kifayedir. Bir kısım insanlar Kur’an’ın tamamını ezberlerse Müslümanların tamamını sorumluluktan kurtarmış olurlar. Kur’an’ın tamamını hiç kimse ezberlemezse, bütün Müslümanlar günaha girmiş olur. Öyleyse:

1-Ya Kur’an’ın tamamını ezberleyeceksiniz, yani hafız olacaksınız;

2-Ya çocuğunuzu hafız yapacaksınız,

3-Ya da hafızlık yapanları, hafızlık yaptıran kurumları destekleyeceksiniz, yani Kur’an kursları açacaksınız, mevcut kursları geliştireceksiniz, güzelleştireceksiniz, modernleştireceksiniz ve yaşatacaksınız. Onların bekçisi, neferi ve hizmetkârı olacaksınız.

Bu yol insanı, Ehlullah yani Allah’ın ailesinden olmaya götürür. Ehlullah olmaya giden yolun:

Birinci basamağı, Kariu’l- Kur’an olmak. Yani Kur’an’ı usulüne göre yanlışsız okumak.

İkinci basamağı, hafizu’l-Kuran olmak. Yani Kur’an’ı usûlüne göre ezberlemek.

Üçüncü basamağı, hadimü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an’ın hizmetkârı olmak, Kur’an’ın okunduğu, okutulduğu kurumların inşasında, ihyasında rol almak, hizmetkâr gibi çalışmak.

Dördüncü basamağı, hamiyü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an okuyanları, okutanları, Kur’an kurslarını korumak, Kur’an kursları açanlara, onlara hizmet edenlere yardım etmek, onların işlerini, hizmetlerini kolaylaştırmak, geliştirmek.

Beşinci basamağı, ehlü’l-Kur’an olmak. Yani Kur’an’la konuşmak, konuşmasını Kur’an’la yapmak, Kur’an uzmanı olmak, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak, Onunla düşünmek, Onunla yaşamak, Onu yaşama biçimi olarak tercih etmek

Altıncı basamağı, ehlullah yani Allah ailesinden, Allah dost ve yakınlarından olmaktır. İlk beş basamak insanı işte bu noktaya çıkarır. Yani insanı Allah Teala’nın yakınları arasına sokar. Ki onlar Allah´tan başkasından ne korkarlar, ne bir şey beklerler. Herkes şahlardan, padişahlardan çekinirken padişahlar da onlardan çekinir ve onlara saygı duyarlar. Onların sohbetine devam ederler, ahirete ciddi çalışır, günahların tuzağına düşmekten kurtulurlar.

Mevlana’nın huzuruna bir hafız girince Mevlana hemen ayağa kalkmış, onu en üst köşeye oturtmuş, sonra da: “Kur’an’ı nasıl rahle ve kürsünün üzerine koyup hürmet gösteriyoruz Kur’an’ın lafzını ezberleyen hafızlar ve manasını ezberleyen alimler de öyle hürmet görmeli ve en üst noktaya oturtulmalıdırlar,” demiştir. Ve yine demiştir ki: “Kur’an ayetlerinin yazılı olduğu bir kâğıt, nasıl yerden kaldırılıyor ve ateşe layık görülmüyorsa, Kur’an ayetlerini ezberleyenler ve Kur’an ahlakıyla ahlaklananlar da böyle hürmete layık görülecek ve cehennemde yanmayacaklardır.

Hattâ Peygamberimizden gelen hadislere göre böyle hafızlara yakınlarından on tane cehennemliği cehennemden kurtarma hakkı verilecektir.

Kur’an ayetlerini ezberleyip te onlarla amel etmeyen, yani Kur’an’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen hafızlar için de: “Demek cevizleri iyi sayıyor ve koruyorlar ama kabuğun içindekilerden haberleri yok, yazık.” buyurmuştur.

Vehbi Karakaş / Demokrat Gebze

İçimden İbadet Etmek Gelmiyor!

Asi birinden bir söz geldi kulağıma, diyormuş ki, “İçimden ibadet etmek gelmiyor!” Nefsimi dinledim, baktım nefsim de aynı şeyi söylüyor. Anladım ki, şeytandan ders alan o adam, o sözü, bütün nefsi emmareler adına söylemiş.

Düşündüm.. Nefsim istemiyor diye ibadet etmeyeyim, namaz kılmayayım ama, nasıl? Hangi mazereti ileri süreyim?

Deli değilim, hayvan değilim, çocuk değilim. Çünkü Allah bunlardan hiç bir şey istemiyor. Ne namaz, ne oruç, ne hac, ne zekat, ne de kelime-i şehadet. Çünkü onların bunları yapmaya zaten kabiliyetleri yok.

İnsanım, akıllıyım, müslümanım, buluğ çağına ermişim. Öyleyse nasıl ibadet etmeyeyim, neden namaz kılmayayım?

Habib-i Neccar aklıma geldi. Antakya halkından inanmış biri. Allah’ın gönderdiği elçilere baş kaldıran Antakya ileri gelenlerini insafa ve itaata çağıran Habib-i Neccar…

Puta tapan Antakyalılara insafça ve insanca düşünmeyi öğretmek için şöyle demişti:

Beni Yaratana ne diye kulluk etmeyeyim?1 Ben sizi de kendim gibi düşünüyorum. Ben beni yaratana kulluk etmeyi borcum, vazifem bilirim, çünkü beni yaratmıştır. Ona karşı bu vazifemi yapmamak için hiçbir özrüm ve mânim yok. Halbuki siz de ona döndürülüp götürüleceksiniz. O halde Ona kulluktan nasıl kaçınırsınız?2

Ben Ondan başka tanrılar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, tanrıların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar. Doğrusu o takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum. Halbuki ben sizin de Rabbınız olan Allah’a inandım. O halde beni dinleyin, (Allah’dan gelen) bu elçilere uyun..“3

(Azgınlar bu sözleri dinlemeyip o zatı taş yağmuruna tuttular. Tam öleceği esnada ona) “Gir cennete!” denildi. Bu ilahi müjdeyi duyan zat, “keşke, dedi, kavmim bunu bilseydi!” Rabbimin beni iyiliğime bağışladığını ve ikram edilen kullarının içine aldığını bir bilselerdi.“4

Habib-i Neccar kavmi hakkında böyle temennide bulundu. Demek kavmini unutuvermemiş, kin ve intikam da beslememiş, düşmanlarına bile merhamet eden evliya ruhiyle istemişti ki kendinin erdiği saadeti bilseler de, cinayetlerine, küfürlerine tevbe edip iman ve itaat yolunu tutsalar…5

Görülüyor ki cennet, Allah için çekilen acının, sancının, ölümün hemen ucunda… Öyleyse ben nasıl ibadet etmeyeyim?

Evet ibadet etmeyeyim, etmeyeyim ama nasıl? Ücret almışım, onun karşılığını ödemem lazım.

Yüce Yaratıcı beni varlık alemine çıkarmış, kainatla münasebet haline getirmiş, iştahlı bir mide vermiş, bütün yiyecekleri önüne koymuş; duyarlı bir hayat vermiş, yeryüzü gibi bir nimet sofrasını gözümün, kulağımın, ellerimin önüne sermiş. Beni insan olarak yaratmış mülk ve melekût gibi geniş bir nimet sofrasını önüme açmış.

Sonra beni en büyük insanlık olan İslamiyetle tanıştırmış, mümkinat dairesiyle beraber Esma-i Hüsna ve mukaddes sıfatlar dairesini içine alan lezzet, saadet ve nimet sofrasını önüme dizmiştir. Sonra imanın bir nuru olan muhabbet duygusunu fıtratıma yerleştirmekle beni sonsuz bir lezzet ve saadete gark eylemiştir.

İşte ey nefsim! Sen bu ücretleri almışsın. Kulluk gibi rahat, hafif ve lezzetli bir hizmetle görevlisin.

Bu kadar ücrete karşılık, bu kadar rahat bir vazifeyi yapmamak veya tembellik göstermek yarım yamalak yaptığın zaman da eski ücretler yetmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri haketmişcesine istemek ve “Niçin duam kabul olmuyor” diye nazlanmak 6 ne büyük ayıp, ne büyük günahtır!.

Büyük Mütefekkir, Hasbunallahu ve ni’melvekil’in tefsirini yaparken diyor ki: “Hasbuna’daki Na da bulunan “ENE”ye yani kendime baktım, gördüm ki: Hayvanat içinde beni dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mucizane yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki o dimağ o kalb ve o dilde rahmetin bütün hazinelerinde biriktirilen bütün Rahman; hediyeleri, atiyyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri (yerleştirmiş). Esma-i Hüsna’nın sonsuz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binlerce aletler yaratmış, yapmış, yazmış. Kokuların, renklerin sayısınca tarifeleri o aletlere yardımcı vermiş…“7

Öyleyse bana ne oluyor ki ben, beni yaratana maddi ve manevi nimetlerle beni donatana ibadet etmeyeyim?

Ey ibadetsiz ve namazsız insan! Yüce Allah seni yokluk karanlıklarından çıkarmakla sana kötülük mü etti? Seni insan yaratmakla, akıl vermekle, o akılla seni medeniyet harikalarına kavuşturmakla sana kötülük mü etti ki beş vakit namaz gibi bir teşekkürü ona çok görüyorsun? Dinden, imandan ve camiden uzak yaşıyorsun?

Merkebin sırtından alıp, otomobile bindirmekle, kağnıdan indirip traktöre çıkarmakla, attan alıp uçağa oturtmakla, hepsinden önemlisi seni müslüman yaratıp cennete namzet kılmakla sayısız nimetleri önüne koymakla sana kötülük mü etti ki sen ibadeti gündemine almıyor, insanca ve müslümanca yaşamaya yanaşmıyorsun?

Seni yaratan Yüce Allah sana sesleniyor:

Ey insan! Bu kadar cömert Rabbine karşı seni aldatan nedir?8

Nefsim adına “İbadet etmek içimden gelmiyor” sözünden utanıyorum. Yine nev’im adına nerden nereye geldiğimi bana hatırlatan

Ayağ idik baş olduk / Kuru idik yaş olduk

Kanatlandık kuş olduk / Uçtuk Elhamdülillah,

mısralarıyla da iftihar ediyorum.

Başkalarını bilmem ama, ibadetsiz ve namazsız yaşamak insana yakışmıyor…

Vehbi Karakaş

Dipnotlar: 1. Yasin, 22 2. Hakdini Kur’an Dili, Elmalılı, M. Hamdi Yazır, c. 6 s.4018 3. Yasin, 23-25 4. Yasin, 26-27. 5. Elmalılı M. Hamdi Yazır, a.g.e, c. 6, s.4019. 6. Orijinal için bkz. Sözler, Bediüzzaman Said Nursi, 24. Söz, 5. Dal 2. Meyve, 7. Şualar, Bediüzzaman, Said Nursi, 4. Şua, 3. Mertebe-i Nuriye-i Hasbi-ye, s. 54. 8. İnfitar, 6.

Namazları Birleştirme (Cem) Hangi Durumlarda Olur?

Bu­nu cem-i sa­lâ­teyn ya­ni iki vak­tin na­ma­zı­nı bir va­kit­te bir­leş­ti­re­rek kıl­ma şek­lin­de de ta­rif ede­bi­li­riz. Ha­ne­fî hu­kuk­çu­la­rı bu­nu, sa­de­ce hac iba­de­ti­ni ya­par­ken Ara­fat’ta ve Müz­de­li­fe’de ca­iz gör­müş­ler­dir. Ara­fat’ta iken öğ­le ile ikin­di, öğ­le vak­tin­de kı­lı­nır. Bu­na cem’i tak­dim de­nir, Müz­de­li­fe’de iken de ak­şam ile yat­sı, yat­sı vak­tin­de bir­leş­ti­ri­le­rek kı­lı­nır. Bu­na da cem’i te­hir de­nir. Şa­fi­ile­re gö­re sa­de­ce yol­cu­luk­ta her iki­si de ca­iz­ken; şid­det­li yağ­mur, şid­det­li kar ve buz yağ­mu­ru gi­bi du­rum­lar­da sa­de­ce cem’i tak­dim ca­iz gö­rül­müş­tür. Bu iki mez­he­be gö­re bu se­bep­le­rin dı­şın­da hiç­bir se­bep, iş­çi­nin du­ru­mu da da­hil, na­maz­la­rın bir­leş­ti­ril­me­si için ye­ter­li se­bep gö­rül­me­miş­tir. Sa­de­ce Han­be­lî Mez­he­bin­de fark­lı ve mü­sa­ma­ha­lı bir yak­la­şım gö­ze çarp­mak­ta­dır. Bun­la­ra gö­re:

1-Yol­cu­lar, 2-Na­ma­zı bir­leş­tir­me­di­ği tak­dir­de me­şak­kat çe­ke­cek olan has­ta­lar, 3-Em­zik­li ka­dın­lar, 4-İdrarını tu­ta­ma­yan şa­hıs­lar, 5-Her na­maz için ab­dest al­mak­tan ve­ya te­yem­müm et­mek­ten âciz olan düş­kün­ler, 6-Yer al­tın­da ya­şa­yan ve­ya ça­lı­şan­lar­la, 7-Kör­ler gi­bi vak­ti bil­mek­ten âciz olan­lar. 8-Kı­sa­ca ca­nın­dan, ma­lın­dan ve ır­zın­dan do­la­yı kor­ku için­de bu­lu­nan­lar ve de na­ma­zı bir­leş­ti­re­rek kıl­ma­dı­ğı tak­dir­de ge­çi­mi­ne za­rar gel­me­sin­den kor­kan­lar, öğ­le na­ma­zı ile ikin­di na­ma­zı­nı ve­ya ak­şam na­ma­zı ile yat­sı na­ma­zı­nı, cem’i tak­dim ve­ya cem’i te­hir şek­lin­de bir­leş­ti­re­rek kı­la­bi­le­cek­ler­dir.

Ha­ne­fî hu­kuk­çu­la­rı­na gö­re, iki na­ma­zın bir­leş­ti­ril­me­si her ne ka­dar hac­cın dı­şın­da ca­iz gö­rül­me­miş ise de, yi­ne on­la­ra gö­re za­ru­ret anın­da di­ğer mez­hep­ler­den bi­ri­ni, o mez­hep­le­rin öngör­dü­ğü şart­la­ra uya­rak tak­lit ede­bi­lir­ler. Ya­ni iş­çi ve me­mur­lar, na­ma­zı yü­zün­den işin­den atıl­ma gi­bi bir sı­kın­tı ile kar­şı kar­şı­ya ise­ler, Han­be­lî Mez­he­bi­nin yu­kar­da ge­çen fet­va­sın­dan is­ti­fa­de ede­bi­lir­ler.[i] Bütün bütün namazdan uzak kalmaktansa ve namazlarını kazaya bırakmaktansa mezheplerin bu kolaylığından istifade ederek ibadetlerini ifa etmenin huzurunu yaşayabilirler. Bu birleştirmenin şekli de şöyle olacaktır:

Ya öğle namazının farzı ile, ikindi namazının farzı birleştirilir ikindide, veya öğlede kılınır; ya da akşam ile yatsının farzı birleştirilir, akşam namazında; veya akşam ile yatsının farzı birleştirilir, yatsı namazında kılınır. Hatta vitir de. Bu birleştirilen farzların arasına sünnet namazı sokulmadan, peşpeşe kılınırlar. Şafiilerdeki bu kolaylıktan Hanefi mezhebindekiler de onları takliden yararlanabilirler. Hanefilerde bu cem meselesi, sadece Arafat ve Müzdelife’de geçerlidir. Hanefilerin, bu kolaylıktan yararlanması ancak Şafii mezhebini taklid ederek mümkün olacaktır. Yolda namazı kazaya bırakmaktansa Şafiiyi taklid ederek cem etmenin daha uygun olacağını söyleyen Hanefi âlimlerimiz de vardır.[1]

Beş vakti üç vakitte kılma meselesinin iç yüzü budur. Bu fetvayı bütün zaman ve mekânlara ve herkese tahsis ve teşmil etmek, cinayettir. Dini sulandırmadır ve ateşle oynamadır. İlahiyatçılar ve ilim erbabı şüphe ve tereddütlere sevk eden ifade ve açıklamalardan uzak durmalı, şüphe ve tereddütlerden kurtaran açıklamaları esas almalıdırlar.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

[1] Bkz. KARAKAŞ, Vehbi, Namaza Nasıl Başlanır, Nun Yayınları, s. 152

[i] Bkz. KARAKAŞ, Vehbi, Nasıl Namaz, Timaş Yayınları, 92-93