Etiket arşivi: yılbaşı

Yeni Bir Miladi Yılbaşı Gecesi Gelirken..

Yeni bir milâdî yılbaşı daha geliyor… Niyet, fikir ve hareketleri yaradılışlarının ve bu dünyada bulunuşlarının hikmetine ve gayesine uymayanların, bir senedeki 365 günün son gününün son gecesinde ifrata varan günah işleme azgınlığı ve Allah’a isyan hallerinin tezahür ettiği bir zaman merhalesi olarak da diğer zamanlardan tefrik edilir, miladî yılbaşı gecesi…

Avrupa’nın sefahetinin taklitçiliğinin ve oradan yapılan bize zararlı ithalat nevilerinden bir misalini teşkil ettiği için, miladî yılbaşı gecelerinde yılbaşı eğlenceleri, adı altında işlenen rezaletler üzerinde ibretle biraz durmakta fayda olabilir.

Bu sefahet mukallidlerinden birine: “Nedir bu sizin yaptığınız rezalet böyle?” diye sorsanız, belki yılbaşı eğlencelerine karşı çıkmayı da “çağdışı” olmak sebebine bağlayıp “tutarsız” bir müdafaaya başlar: Neymiş, insan bütün bir sene çalıştığı, yorulduğu için bütün bir senenin yorgunluğunu gidermek ve yeni yıla zinde bir şekilde girmek için eğlenirlermiş(!).

Hem yeni bir yıla neşeli bir şekilde eğlence sarhoşluğu içinde girerlerse, bütün bir yıl da eğlenceli ve neşeli geçermiş. Hem bu gibi durumlarda çılgıncasına eğlenmesini bilmeyen çalışmasını da bilemezmiş(!).

Ehl-i hakikat olan okuyucuların okurken yüzlerini buruşturacakları bu kabil, çocuk avutmak için bile söylenemeyecek sözlerden ve “tutarsız” gerekçelerden daha fazla nakilde bulunmağa ihtiyaç yok; çünkü hepsinin müşterek vasfının ne olduğu görülüyor!

Yılbaşındaki sefaheti “batı malıdır” diye düşünmeden aynen alanlar, batı’nın daha iyi mallarının da bulunabileceğini bilmiyorlar mı? Yoksa sefehatini almak temayüllerine daha uygun olduğu için mi Avrupa’nın daha iyi taraflarına tercih ediyorlar?

Mesela Dr. Alexis Carrell de bir Batı’lıdır ve buna rağmen bakın neler diyor:

Hayat disiplinsiz ve gayesiz olduğu zaman, tabiatıyla ‘eğlence’ denilen bataklığa dökülür…

Eğlence içinde geçmiş bir hayat kadar manâsız bir şey yoktur.”

Hayat, dansetmekten, delice otomobil sürmekten, sinemaya gitmekten yahut radyo dinlemekten ibaretse yaşamak neye yarar?

Eğlence, aptalların saadetidir.”

Hikmetin asıl beşiği Şark’tır. Peygamberler de büyük hükemâ da hep Şark’tan çıkmıştır. Hikmet arayan bir Şarklı’nın nazarını Garba çevirmesi, kendi evinin eşiğini biraz kazmakla bulabileceği büyük hazineden bihaber, dünyanın öbür ucuna altın aramak için gidenin haline benzetilebilir. Fakat şuursuz olarak Batı’nın taklitçiliğini Batılı’lara karşı bir aşağılık duygusunun tesiriyle yapanlara bir nevi ilaç olarak, Batı’lı bazı mütefekkirlerin hakikate muvafık bazı sözlerinden iktibaslar yapmakta belki fayda olabilir düşüncesiyle, Dr. Alexis Carrel’in yukarıdaki sözleri nakledilmiştir.

Şimdi de kapımızın eşiğini biraz kazalım ve oradaki defineyi keşfedelim. 20. Asır Türkiye’sinde yaşamış büyük bir zatın, hakikat davasının müdafaasıyla geçen seksen yılı aşan ömrünün mahsullerinden biri ve hergün kıymeti, ehemmiyeti daha fazla anlaşılmaya devam eden altıbin sayfayı aşan telifatından ayni mevzuyla alakâlı birkaç paragraf nakledelim:

Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi ‘İman-ı Billah’ tır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en yüksek makamı, İman-ı Billah içindeki ‘Mârifetullah’ tır. Cin ve insin en parlak saâdeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki ‘Muhabbetullah‘tır. Ve ruh-u beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için en sâfî sevinç, o Muhabbetullah içindeki ‘lezzet-i ruhaniye‘dir. Evet, bütün hakikî saâdet ve hâlis sürur ve şirin ni’met ve sâfi lezzet, elbette Mârifetullah ve Muhabbetulllahdadır. Onlar onsuz olamaz.

Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, ni’mete, envara, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O’nu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtelâ olur. Evet, şu perişan dünyada, avare nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahipsiz, hamîsiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu avare nev’i beşer içinde, bu perişan fani dünyada; insan, sahibini tanıyamazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad ve ilticâ eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur. (Risale-i Nur Külliyâtı, Mektubat)

Hayat ise, eğer îman olmazsa veyahut isyan ile o îman te’sir etmezse: hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki, insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alakadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten endişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-i meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar onun dalaleti noktasında mâdumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, îtikatsızlığı cihetiyle yine mâdumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar îmanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur. Zaman-ı hâzır gibi ruh ve kalbine îman noktasında ulvî ve manevî ezvakı ve envar-ı vücudiyyeyi veriyor…

İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” (SÖZLER)

Prof. Dr. Mustafa Nutku

www.NurNet.Org

Yılbaşı Gecesi ve Müslümanların Tutumu

İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder…diyor Bediüzzaman Hazretleri.

Evet bizler birer yolcuyuz. Bu öyle bir yolculuk ki ruhlar aleminden anne karnına, oradan dünyaya teşrif eden bir yolculuk. Sonra çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabre giren bir yolcu. Sonra kabirden, berzahtan, haşirden, sırat köprüsünden, cennet veya cehenneme varacak olan bir yolcudur.

Bu kadar yollarda kendisine elbette bir çok hazırlık yapması gerekir. Varacağı ahirette rahat etmesi de bu yapacağı hazırlıklara bağlıdır. Zira, eken biçer. Dünya ahiretin tarlasıdır. Burada hazırlığını yapan ahirette karşılığını görecektir.Bizler acaba bu günlerde yılın sonuna geldiğimiz bir zamanda hazırlığımızı yapıyor muyuz ?.Acaba gelecek senenin sonuna yetişebilir miyiz ? diye düşünüp ahiret  alemine doğru giden bu yolculuğumuza hazırlık yapabiliyor muyuz.

İnsanlar, iptal-i his nevinden bazı duygularını iptal etmeye çalışıyor.Mesela hiçbir zaman yılın sonu demeyiz yılbaşı deriz.Halbuki daha gelecek gelmediğine göre bizler ”hayat zannettiğin halat  yalnız bulunduğun dakikadır” mantığıyla hazır zamanımızı düşünmeli ve ömrümüzden bir yıl geçtiğinin farkına varmalıyız.Kendimizi kandırmamalıyız .Nefsimizi muhasebeye çekmeliyiz.Yılbaşı değil de geçen  bir yılın sonu benim de sonum olabilirdi diye düşünmeliyiz.Arkamızdan bizi unutturmayacak insanlık namına ne bıraktık diye düşünmeliyiz.Ömrün ebedi olmadığını, her geçen senenin ömür ağacından düşen bir yaprak olduğunu düşünmeliyiz.Sevinmeli miyiz? üzülmeli miyiz? acaba !

Ölüme bir adım yaklaşmanın adını yılbaşı koyup eğleniyorlar.Fakat asılmaya giden bir insan dar ağacının süslenmesinden bir zevk alabilir mi ? Yılbaşlarında  eğlenenlerin durumu da bana göre asılmaya giden bir insanın dar ağacının süslenmesinden bir zevk almaya çalışmasıdır.Her geçen yıl bizi biraz daha ölüme yaklaştırıyor.Eğlenmek değil ağlamak gerekiyor.

Bir eğitimci olarak; acaba ben bu geçen senede eğitim namına ne yaptım.Öğrencilerimin ilim ve irfanına geçen yıla göre ne gibi artı değer kattım? deyip düşünmelidir.Bir baba olarak; ben çocuklarıma babalık namına ne yaptım.Onlara örnek bir baba olabildim mi ? diye düşünmelidir.Bir Müslüman olarak; bu  senede  ”iki günü bir olan zarardadır.” hadisine masaddak olmamak için ne yaptık .Geçen yılın sevap hanesini birkaç defa katlayabildik mi? diye düşünmeliyiz.

Bu dünyada yolcu olan bizler sanki yolculuğumuz bitmeyecek gibi düşünüp yaşıyoruz.Emellerimiz(arzularımız) sınırsız fakat bu emellerimizi gerçekleştire bilir miyiz?

Peygamberimizin(S.A.V) İbnu Mes’ud(radıyallahu anh)  tan  mervi çok düşündürücü bir hadisi var. İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hat’ta istinad eden bir kısım küçük çizgiler attı. 
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: bu çizgi insandır. şu onu saran kare çizgisi de eceldir. şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musibetlerdir. Bu musibet oku yolunu şaşırarak insana değemese bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer.Böylece insan emeline ulaşmadan ölüm onu bulur.

Evet bizlerde emellerimize ulaşmadan ecel okunun bize değeceğini düşünerek  yaşamalıyız. Bu düşünceyle hayatımıza yön vermeliyiz.Her yılbaşını da eğlenme bahanesi değil de; bir yılın bitişi mantığı ile yaklaşıp nefsimizi muhasebeye çekmeliyiz.  Vessalam…

Hamit Derman

www.NurNet.org

Yılbaşını kaçıranlar için..

Son yazımızda yılbaşı kutlamalarına ‘başkalarına benzeme ve kimlik’ açısından bakmaya çalışmıştık. Şimdi yılbaşı kutlamalarına bir ucundan katılanlar için konuyu tamamlamaya çalışalım. Çünkü mesele sadece yılbaşı meselesi değildir, aynı zamanda kimlik meselesidir.

Hamidullah Hoca şöyle bir bilgi zikreder:

‘Halebî’nin naklettiğine göre, Mekkelilerin, herkesin büyük bir coşkuyla katıldığı yıllık bir bayramları vardı. Her yıl, Muhammed (sa) bunlara katılmamak için bir mazeret ileri sürerdi. Bir defasında, halaları onu, başkalarıyla birlikte bu şenliklere katılmadığı için azarlayıp, ilâhi gazap ile tehdit ettiler. Bu kez Muhammed (sa) onlara katıldı, ama tam bayram şenliklerinin ortasında, benzi bembeyaz ve tir tir titreyerek, akrabalarının çadırına geri döndü. Kendisine, bu müşrik bayramına ne şekilde olursa olsun katılmasını yasaklayan garip ve tuhaf insanlar gördüğünü anlattı. Amcalar ve halalar da sonraki yıllarda bu tür törenlere katılması için onu zorlamadılar. (İslam Peygamberi I/48).

Bilindiği gibi Hz. Peygamber iki defa da Mekke’deki eğlenceli düğünlere katılmak istemiş, ama giderken uyuya kaldığı için gitmekten alıkonulmuştu.

Herkesin bildiği ‘ötekileştirme‘ diye bir kavram var ve ötekileştirmeye karşı çıkma günümüzde yükselen bir değer. Bunun zıddı ne olabilir? Herhalde ‘aynılaştırma’ olur. Herkesin her konuda ‘tıpkısının aynısı’ olması gibi bir şey. Böyle bir dünya hayal edin. Yaşamanın hiçbir anlamı, hatta imkânı kalmadığı bir dünya.

O halde ötekileştirmeyi değil, onu kötü kılan ve onun çağrıştırdığı kötü unsurları ortadan kaldırmak gerekir. Ötekinin haklarını ve en başta da hayat, düşünce ve inanç hakkını tanımama… İşte kötü olan bu. Ve İslam adına kötü olan şey, aslında ötekileştirmeden ziyade, ötekileşmedir, yabancılaşmadır.

Allah ilk insanı yaratırken onun ‘ötekisini‘ de yaratmıştır, Şeytan. Çünkü senin ‘sen‘ olabilmen için bir ötekinin olması gerekir. Aslında ötekileştirmeye karşı olduklarını söyleyenler de paradoksal olarak bunu yapanları ‘öteki’ kabul ederler. Ötekileştirenler ve ötekileştirmeyenler.

O halde ötekisiz var olma mümkün değildir. Mesele, bir öteki kabul etmeme meselesi değil, Allah Rasulü’nün ifadesiyle ‘her hak sahibine hakkını tastamam verme’ meselesidir. İslam’da adaletin tanımı da budur.

Kur’an-ı Kerim daha ilk sayfalarında müminleri ve ötekileri zikretmekle başlar: Kâfirler, münafıklar ve fasıklar. Ve daha önce de değindiğimiz gibi, Hz. Peygamber müminlerin en küçük detaylarda bile ötekine benzememelerini öğütler. Mesela:

‘Yahudiler pabuçlarıyla ibadet etmezler, siz bazen pabuçlarınızla namaz kılarak onlara muhalefet edin… Onlar sadece Muharrem’in onuncu günü oruç tutuyorlarsa siz dokuzuncu ve onuncu gün tutun ve onlardan ayrılın. Müşriklerin de sakalı var, diyenlere, o halde siz sakalınızı boyayın ve onlar gibi olmayın. Saç tıraşınızda başkalarına benzemeyin. Kadın erkeğe, erkek kadına özenip benzemesin’ gibi pek çok hadisi şerif vardır. Basit gibi görünen bu detaylar aslında birer varoluşsal meseledir.

Ötekileştirme, ya da kendisi için bir öteki kabul etme biraz da güçle ve kendi başına ayakta durabilme ile alakalı bir durumdur. Kimlik açısından zayıf olanlar, ötekileştirme yapılmasın derken aslında, bizi de kendinizden sayın, dışlamayın, biz de sizden olalım demiş olurlar. Ötekiler ise kendilerini farklı gördüklerinden buna itiraz ederler. Avrupa Birliği ile bizim ilişkimiz böyle bir ilişkidir. Onlar kendilerini güçlü saydıkları için biz onlara göre ötekiyiz. Bizi terbiye edip kendileri gibi yapmaya çalışırlar. Biz de kendimizi terk edip ötekileşmeye çalışırız.

Din demek, kendini bilmek, Rabbini tanımak, O’nu tanımayanları tanımak ve onlardan olmamak demektir. Kur’an-ı Kerim bize sürekli olarak, ‘Şeytana uymayın, kâfirlere, zalimlere uymayın’ der. Allah Rasulü’nün hayatı hep bağımsız bir kimlik oluşturma ve bunun için Müslümanların en küçük detaylarda bile başkalarına benzememeleri öğütleriyle doludur.

Din, ötekileri tanımak ve onlardan olmamaktır. Bütün dinler böyledir.

Prof. Dr. Faruk Beşer

Noel ve Yılbaşı

25 Aralıkla başlayan ve 1 ocak yılbaşına kadar kutlanan noel ve yılbaşı, başta Avrupa ve Amerika kıtası ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok yerinde batı Hristiyan topluluklarca kutlanmaktadır. Özellikle yılbaşı kutlamalarının Türkiye’de son dönemlerde gittikçe artan bir ilgi, alaka ve özenti ile kutlanmakta olduğunu müteessirane müşahede etmekteyiz. Zira batıda farklı anlamlar ifade eden Noel ve yılbaşı kutlamalarının Türkiye’de ikisinin birleştirilmesi ile Hristiyanların batıl inançları olan ve her yıl 25 Aralık Hz. İsa (a.s.)’ın doğumunun yıl dönümü kabul edilerek bir hafta boyunca dinimizce gayri meşru olarak addedilen Noel baba, hindi yemeği, çam ağacı ve ismini sayamadığımız çeşitli etkinlikler yılbaşı adı altında düzenlenip onların sefihane eğlenceleri ile kutlanıyor.

Elbette yeni yıl, her insan için önemli zaman dilimi olması hesabı ile sürür ve sevince vesile olmalıdır. Ancak Cenab- ı Hakkın lütfu ile yeni yılı hayatımızın bir yılını daha geride bırakarak yeni bir yılı idrak etmenin sevinç ölçüsü Müslüman nezdinde nasıl olmasını başta Kitabımız Kuran ı Kerim , rehberimiz Hz. Muhammed(S.A.V)’ın sünnetine uygun olması gerektiğini unutmayalım.

Günümüzde sözlük anlamı hesaplaşma, karşılıklı hesap görme olan ‘muhasebe’ kelimesini hep kullanır. Ve muhasebenin şirketler nezdindeki önemine vurgu yapar, istisnasız uygularız. Ancak ömür sermayemiz olan ve ebedi bir hayatın mahsulatını taşıyan şu kısacık fani ömrümüzün muhasebesini yapmıyoruz. İşte mümin olarak yeni yıla girerken geçmiş yılın muhasebesini yaparak eksileri ve artılarını değerlendirip, yapmış olduğumuz hata ve günahları tövbe ve istiğfar ile temizleyip yeni yılın hakkımızda hayırlı olması için Cenab-ı Hakka karşı tazarru ve niyazda bulunmalıyız.

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin ve tartılmadan önce amelerinizi tartın.”Hz.Ömer(r.a)

 Peygamber efendimiz şu hadisi şerif ile hem vaktin kıymetini anlatmak hem de fırsatları değerlendirmek ile ilgili bize rehber olmaktadır.

“Ölümden önce hayatın, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, ihtiyarlıktan önce gençliğin, fakirlikten önce zenginliğin kıymetini bir ganimet olarak biliniz.”

Ayrıca batıl inançları taklitle ilgili aşağıdaki hadisi şerif ile bize ihtarda bulunmuştur.

“Kim yaşantısıyla bir topluma benzerse o toplumdan olur.” HZ. Muhammed(S.A.V)

Bu hadisi şeriften anlaşıldığı gibi başka milletlerin dini inançlarını taklit edenler onların safına iltihak etmiş olurlar. Bununla ilgili Said Nursi eserlerinde aşağıdaki ifadelere yer vermektedir.

“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız!.Aya, Avrupanın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahat ve batıl efkarlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip, kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Agah olunuz ki, siz ahlaksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!..Çünki, şu surette ittibanız milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bi istihzadır.”

…”Avrupa’yı her cihetle taklid ederek, hattâ çok mukaddesatları o yolda feda ederek hareket ediyorlar. Halbuki her milletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa; tarzı, ayrı ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına, bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya, tango bir kadın libası giydirilmediği gibi.. “Körü körüne taklid dahi, çok defa maskaralık olur.”

Ve cemiyetimizi sefahet ve dalalet ile zehirlendiren Avrupa’ya şöyle sesleniyor;

“Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalaletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dava edersin ki, beşerin saadeti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.”

Bediüzzamanın yukarıda bahsettiği ikinci Avrupa, hakiki İsevilikten çıkan, tamamen sefahet ve dalalete irtikap eden Avrupa’dır. Yoksa İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile toplum hayatının sanaat ve terakkiyatına vesile olan birinci Avrupa’yı kastetmediğini belirtiyor.

Kısacası bu yeni yıla girerken yukarıda zikredilen ölçüleri dikkate alarak ebedi hayatımızın mahvına sebep olan gayri meşru eğlencelerden kendimizi muhafaza edip, yaratılış gayemiz  olan zikir, ibadet, tefekkür ile istikbalde namzet olacağımız nimetlerin şükrünü eda ederek ve geçmiş günahlarımızın affı için tazarru ve niyaz ile  geçirmek aklı selim her müminin vazifesi olduğunu düşünüyor ve yeni yılımızın tüm alemi İslam için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Mehmet Naci Sönmez

www.NurNet.org

Yılbaşının İslam’daki yeri nedir? Kültürümüzdeki yeri nedir?

Soru: Yılbaşı size neyi ifade etmektedir, İslamdaki yeri nedir; kültürümüzdeki yeri nedir? Yılbaşı münasebetiyle dindar oyuncak ve aksesuarcıların, “biz satmasak başkaları satıyor” düşüncesiyle Noel Baba oyuncakları, parti şapkaları, çam ağaçları satmaları caiz midir? Buradan elde edilen para helal midir?

Değerli Kardeşimiz;

Konuya birkaç yönden cevap vermek daha uygun olacaktır:

Cevap 1:

Bu konuyu iyi kavrayabilmek için önce şu ayet ve hadisleri göz önüne getirmek gerekir

1. “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah`tan korkup sakının…” (Mâide, 5/2. )

2. “Zulum yapanlara en ufak meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah`tan başka velileriniz de yoktur, sonra yardım da göremezsiniz. (Hûd, ll/113.)

3. “O (Allah) size Kitapta : “Allah`ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze geçip dalıncaya dek onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacaktır”. (Nisâ, 4/140)

Konuyu başkalarına benzeme noktasından ele alan hadis-i şerifler vardır. Bunlardan biri şudur:

Kim herhangi bir gruba benzeşirse o da onlardandır.” (Ebu Davûd, Libas 4) Özellikle bu hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır.

İbn Haldun da konuyla ilgili olarak önemli tarihi gerçeklere parmak başar. Mağlupların galipleri taklit etme psikolojisi yaşadıklarını anlatır. (Ibn Haldun, Mukaddime (trc.) I/374-75.)

Cevap 2:

İslâm Dini yepyeni bir nizamla ortaya çıkmış, önceki dinlerin hükümlerini bütünüyle yürürlükten kaldırmıştır. Bu dinin gecesi de gündüzü kadar aydınlıktır. Müslüman anasından metbu’ olarak doğar, tabi’ olarak değil. Yani o ilmiyle, irfanıyla, yüksek ahlâkiyle ve dindarlığı ile herkese örnek olur, herkes ona uymaya özenir. O ise kimselere özenmez. Çünkü dini ona yeterince malzeme sunmuş, ihtiyacını karşılamıştır. Tabii bu tabiiyet ve matbuiyet ilim ve teknikte, sanatta değildir. Çünkü ilim ve teknik müslümanın yitik malıdır, onu nerede, kimin yanında bulursa almaya daha haklıdır. O halde tabiiyet ve matbuiyet ahlâk, din, adalet ve hakseverliktedir.

O halde diğer dinlerin kutsal saydığı günleri kutlamak, onların âdetlerine uymak, büyük günahlardandır.

Buna birkaç misal verelim :

a) Batı ülkelerinde olduğu gibi, yabancı kadın ve erkeklerin bir arada toplanıp dans etmeleri, çeşitli oyunlar tertiplemeleri İslâm’a göre büyük günahlardandır. Bir müslümanın onlara özenerek bu gibi şeyleri helâl kabul etmemek şartıyla yaparsa büyük günah işlemiş olur. Helal sayacak olursa, küfre girer.

b) Güzellik yarışmaları, bilindiği gibi daha çok gayr-i müslim ülkelerde yapılır. Bundan amaç, şehvetperestlere kadın vücuduyla ziyafetler çekmektedir. Aynı zamanda genç kızları bu gibi ahlâksızlıklara özendirmek suretiyle onları baştan çıkarmaya yöneliktir. Tabii Kur’ân’a ve Sünnete göre, bir müslüman kadının bu tür müsabakalara katılması, soyunup etini teşhir etmesi büyük bir günah ve ağır bir suçtur. Çünkü ahlâkı ifsad etmekte, kadının annelik vakarını düşürmekte, onu bayağı bir eşya gibi müzayedeye çıkarmaktır.

Bu tür müsabakaların mubah olduğunu iddia eden kimse dinden çıkar. Tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Aksi halde cenaze namazı kılınmaz.

c) Noel Yortusunu Hıristiyan alemiyle birlikte kutlamak da büyük günahlardan biridir. Hattâ buna özenerek İslâm’da böyle güzel âdetler olmadığını söyler, Hıristiyanları takdir ederse, İslâm Dininden çıkar

Yılbaşında tebrikleşmek de İslâmî sünnetlerden değil, Hıristiyanlara mahsus bir âdettir, Bundan da Müslümanların kaçınması gerekir. Kendi millî ve dinî günlerimizde tebrikleşmemizde ise sayısız yararlar vardır. Her şeyden önce dinî ve millî âdetlerimizi yaşatmış, çocuklarımıza güzel örnekler vermiş oluruz. (Bkz. Celal Yıldırım, İslam Fıkhı)

Cevap 3:

1- Noel Baba, Yılbaşı, Christmas bayramı gibi başka dinlerin alameti, sembolü olan günlere, o günü tazîm ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi vb. almak, yemek, ziyafet çekmek, aynı maksatla bu tür kutlamalara katılmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri pişirmek caiz değildir.

2- Böyle zamanlarda, böyle zamanlara has hindi vb. şeyleri sırf gıdalaşmak için almak, ucuz postane hizmetinden yararlanmak için tebrikleşmek haram değilse de, onlara benzeme, onların uygulamalarını yaygınlaştırma ve meşru gösterme anlamı taşıdığından tehlikeli ve mahzurludur. Müslümanların, hangi maksatla olursa olsun, o günlere mahsus bir şey yapmamaları gerekir.

3- Hindi gibi sırf o günlere mahsus şeyleri, o günlerde satmak, fasıklara “günahta yardım” anlamı taşıdığından, haram ya da tahrimen mekruhtur. Ancak alacağı para haram değildir. Haram ve günah olan o işi yapmasıdır. Bu hindilerin besmele ile kesilmiş olması halinde böyledir. Besmele ile kesilmemişse “meyte” olacaklarından satılmaları hiç bir surette caiz olmaz.

4- Yılbaşı kutlamaları için matbaa sahiplerinin davetiye, afiş, kart vb. şeyleri basmaları da aynıdır. Yani bunlar sırf yılbaşına özel olarak kullanılacaklarsa yapılıp satılmaları aynı derecede mahzurludur: Eşantiyon eşya için de aynı şey söylenir. Ancak satıcılar bizzat yılbaşını kutlamış gibi günah almazlar. Çünkü, satılan şeylerin kötü amaçla kullanılması haramdır. Halbuki süs eşyaları satmak esasen haram olan bir iş değildir. Bu açıdan satıcıların sattığı süs eşyaları bizzat haram değildir. Bunu bir dükkanı içki imalatçısına vermeye benzetebiliriz. İmamı Azama göre içki satışı yapacak birisine binayı kiraya vermek haram değildir. Bu noktadan yapılan satışın kendisi haram değildir. Bunu yanlış yerde kullanacak olanların yaptıkları haramdır.

Bununla beraber, bir şeyin haram olmaması hiçbir sorumluluğunun olmadığı anlamına gelmez. Böyle bir konuda yardımcı olmak, en azından mekruhtur. Mekruh ise harama yakın derecede kişiyi sorumlu eden demektir. Bu nedenle bir mecburiyet yoksa bu işin yapılmasını tavsiye etmeyiz.

Müslümanlar bu yılbaşını takvim başlangıcı yaparlarsa, yılbaşı gecesinde yapılan âyin veya eğlencelere iştirak ederlerse ne olur?

Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî âyine katılan (Hristiyanlarla beraber bu toplu ibâdeti yapan) müslümanlar en azından haram (büyük günah) işlemiş olurlar.

Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence yapan müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi, kökeni dinî (İslâm’dan başka ve ona göre bugün mûteber olmayan bir dîne dayalı) olan bir faâliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş olurlar. Yukarıda kaynağını verdiğimiz, “Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan sayılır” meâlindeki hadîs bu davranışı yasaklamaktadır.

Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür din ve ideolojinin bedenlenmesi, ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dîni veya dinsizliği gelir. Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dîni yakından ilgilendirir. İslâm’ın beş temel amacından biri dîni (müslümanların hayatında İslâm’ı) korumaktır. İslâm’ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazan bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’ye göçünce, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi. Bayramlar, dînin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. Daha pek çok hadîste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları müslümanlara yasakladı.

Yılbaşında Müslüman olmanın gereği nedir?

Hepimiz Müslümanız elhamdülillâh. Ama hepimiz Müslümanlığımızın icabını yaşamıyoruz maalesef…

Biz, Müslümanlığın icabını yaşama hâline “dindarlık” diyoruz. Kim inandığı gibi yaşıyorsa, ona dindar insan sıfatını takıyor, dindar adam, diye yâd ediyoruz. Bu sıfat onun hakkıdır zaten.

Siz dindarlığı, zamanın kötülük ve fitnesine karşı giyilen koruyucu bir zırh olarak da kabûl edebilirsiniz.

Aslında dindarlık, sahibini sadece âhirette Cennet’e koyan bir yaşama tarzı olmakla kalmayıp, dünyada da huzura, saadete sevkeden bir yaşama tarzıdır.

Nitekim İsa Peygamber’in doğumu ile Hazret-i Muhammed’in hicretine başlangıç olan yılbaşlarında dindar olanla olmayanın yaşayışını ibretle seyrediyorsunuz.

Dindar olanlar, yılbaşı gecelerinde düşünüyorken, şuur altında bile olsa diyorlar ki:

— Yılbaşı gecesinin mânası, sayılı ömür senelerinin birinin daha bitmesi, ölüm denen kesin âkıbete biraz daha yaklaşılması, gençlik günlerinin tükenip, ihtiyarlık demlerinin gelmesi.. demektir. Nitekim her yılbaşında siyah saçlara biraz daha aklar düşüyor, akların sayısı da biraz daha çoğalıyor.

Öyle ise, böyle gecelerde daha çok sefalete, daha çok sefahete düşmek yerine; daha çok âhirete, daha fazla ebedî âleme meyili olmak lâzımdır. Zira bu hızlı gidiş, – ister ikrar et, ister inkâr – kabire, öteki dünyaya doğrudur.

İşte dindarlık böyle düşündürüp, böyle tedbirli hareket ettirdiği içindir ki, dindar insanın, geçen senelerinden pişmanlığı azdır. Ama kendisini dinî ölçülerle kayıtlı görmeyen başıboş insanlarda ise her yılbaşında böyle bir muhakeme ve düşünceden eser yok. Tam bir şuur ve idrak mahrumiyeti içindeler.. Ölüme bir sene daha yaklaşmanın delilini teşkil eden gecede, hem ahlâkından, hem mâneviyatından, hem de parasından zararlar görmekte, fireler vermekte, pişman olacağı fiilleri çoğaltarak işlemekteler. Birkaç saatlik bu eğlence ve sefahetin arkasından ömür boyu üzüntü ve pişmanlıklar gelmekte…

Onu böyle ömürboyu pişmanlıklara sevkeden şey, İslâm’ın icabını yaşamayışında, yâni, dindar olamayışındadır.

Şâyet dinin emirlerine sadık kalacak bir iman kuvveti, dindarlık emâresi kazanabilse, her yılbaşı, tam aksini düşünmesine, kendisine çekidüzen verip iman ve ahlâk bakımından yükselmesine sebep olacak, geçmişinden pişmanlık duyan bir sefahet ve sefalete düşmeyecek…

Demek ki, yılbaşı gecelerinde kimilerini o hâle düşürüp, kimilerini de bu duruma çıkaran şey, dindar olup olmamaktan başka birşey değildir.

Anlaşılan, şahsı düşündürüp, mes’ud ve bahtiyar kılan şeyin dindarlık olduğu kesindir.

Ferdi muhakemesizleştirip sefalete itenin de dinde lâubalilik olduğu bir vakıadır.

Demek imtihan dünyasıdır bu. Her ikisine de yol açık. İsteyen oraya, dileyen de buraya yönelir. Kimi yılbaşında şuurunu iptal eder. Kimi de ihyâ…

Biz şükrederiz dindarlığımıza, hamd ederiz bizi böyle düşündürüp, amel ettiren Rabbimize.

Bizim yılbaşı anlayışımız ne olmalıdır? Ölmeden önce hesaba çekilmek için ne yapmak gerekir?

Bazıları yılbaşını, ‘vur patlasın çal oynasın’ düşüncesizliğine dönüştürüyorlar, sanki ömürlerinden bir sene gitmemiş, aksine bir sene kazanmışlar gibi sevinç çığlıkları atarak işi sarhoşlaşmaya kadar götürüyorlar.

Herhalde kaybettikleri bir yılı düşünmemek için başvuruyorlar böylesine şuur ve muhakeme iptaline…

Harcanan vakti nakitten de kıymetli gören İslam büyükleri ise böylesine bir şuur iptaline asla rıza göstermiyorlar, aksine kaybettiğimiz yılın sonunda tam bir nefis muhasebesine girmemizi, harcadığımız seneyi nasıl bir yaşantı içinde tükettiğimizin muhasebesini yapmayı ısrarla tavsiye ediyorlar. İsterseniz bir de onları dinleyelim de nasıl bir muhasebe ve muhakeme içinde olmamız gerekiyor, harcadığımız yılın sonunda görelim.

Hicri 334 senesinde Bağdat’ta vefat etmiş olan büyük mutasavvıf Şibli Hazretleri, Bağdat halkına yaptığı her konuşmasına şu sözlerle başlıyordu:

– Ömürlerinden bir seneyi daha tüketerek varacakları sona biraz daha yaklaşan ahiret yolcuları! Yaklaştığınız yerde hesaba çekilmeden önce burada kendinizi hesaba çekin!

Her vaazına bu cümleyle başlayan Şibli Hazretleri’ne bir hürmetkârı, bir gün şöyle bir soru sordu:

– Hep ‘Ahirette hesaba çekilmeden önce kendinizi dünyada hesaba çekin!’ buyuruyorsunuz. Dünyada kendimizi hesaba çekerek yaşarsak sanki ahirette hesaba çekilmeyecek miyiz?

– Evet, dedi, burada hayatını hesaba çekerek yaşayan, orada hesaba çekilmeyebilir. Efendimiz (sas) Hazretleri; “Ahirette hesaba çekilmeden önce dünyada kendinizi hesaba çekin!” buyuruyor, öyle ise burada hayatını hesaba çekerek yaşayan orada hesaba çekilmeyebilir. En azından hesabını kolay verir. Bunun üzerine soru sahibi, kendini burada hesaba çekerek yaşamaya başlar. İbadetlerini eksiksiz yerine getirme gayretine girer. Günahlardan kaçınıp sevaplarını, hayır hasenatlarını çoğaltma titizliğine yönelir. Yani ahirette hesabını veremeyeceği işleri dünyada yapmama kararı alır. Böylece hayatını tam bir şuur içinde hesaba çekerek yaşamaya başlayan genç, bir gece rüyasında hocası Şibli Hazretleri’ni beyaz bir ata binmiş, bulutlara, yukarı uçup gidiyor halde görür. Arkasından seslenir:

– Hocam bekle ben de geleyim seninle!.. Şibli Hazretleri’nin cevabı kesin: “Ben bu hapishaneden bir kurtuldum, bir daha bekler miyim burada?”

Bu rüyanın manasını öğrenmek için sabah ilk iş olarak üstadını ziyarete giden talebesi, hocasının kapısında cenaze hazırlığını görünce, onun dünya hapishanesinden gece kurtulup ahiret saraylarına doğru uçtuğunu anlamakta gecikmez. Ama çok üzülür bu ani gidişine de o günün akşamında Rabb’ine dua ve niyazda bulunarak üstadını rüyada görme niyetiyle yatağına uzanır, az sonra kendisini hocasının huzurunda bulur. İlk sorusu, vaazlarında tekrar ettiği cümle olur:

– Sen dünyada kendini hesaba çekerek yaşardın, orada hesaptan kurtuldun mu, durum nasıl? İmam tebessüm ederek cevap verir. Meleklerin beni hesaba çekmek üzere karşıma geçtikleri sırada Rabb’imden hitap geldi:

– O kuluma hesap sormayınız. Çünkü o hesabını yaparak yaşadı, buraya temiz bir amel defteriyle geldi!.. Siz onun amel defterine bakın yeter, hesabını göreceksiniz orada… Şibli Hazretleri, talebesine; “Siz de” der, “kendinizi orada hesaba çekerek yaşayın.. Hesabını veremeyeceğiniz işlerle gelmeyin buraya. Size de; ‘O kulum hesabını yaparak yaşadı, temiz bir amel defteriyle geldi buraya, defterine bakın yeter’, denebilir!..”

– Ne dersiniz? Biz de harcadığımız sene sonunda, harcayacağımız senenin de başında kendimizi bir hesaba çeksek mi? En azından hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarımız olduysa, tövbe, istiğfarla onları terk etme kararı alsak mı? Yapamadığımız ibadetlerimizi, hizmetlerimizi yapma azmine girsek mi? Yılbaşında bari bu muhasebeyi yapsak mı? Yoksa boş mu ver? Ömrümüzden bir sene daha gittiği halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi ‘vur patlasın çal oynasın’ düşüncesizliğine düşenlere biz de katılarak malum tekerlemeyi biz de mi tekrar etsek?

– Ayağını sıcak tut başını serin, hayatını yaşa düşünme derin!.. Fakat unutmamak gerek ki, hayatını düşünmeden yaşayanların sonunda duydukları pişmanlık çok derin oluyor; ama bu derin pişmanlığın hiçbir faydası olmuyor. Öyle ise gelin biz hayatımızı düşünerek, hesabını yaparak yaşama kararı alalım yeni yılımızda. Hesabını verebileceğimiz nice yeni yıllar dileğimle… (Ahmed Şahin)

Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet