Etiket arşivi: Zafer Karlı

Şimdi Sor Kendine; “Ne Kadar Büyüksün?”

Tefekkür edelim.. Biz ne kadar büyüğüz?

Aşağıdaki göz kamaştırıcı kıyasa dikkatle bakın. İçinde bulunduğunuz uçsuz bucaksız dünya, derin okyanuslar ve zirvesi görünmeyen dağlar… ne kadar büyük dersiniz?

Dunya - Venus

Güneş bizim bilmediğimiz sayısız yıldızdan sadece biri.. Şimdi biraz daha uzağa bakalım. Diğer yıldızlarla kıyasına dikkat edin.

Yukarıdaki resimde Jupiter sadece 1 pixel. Dünya ise görüntülenemeyecek kadar küçük boyutta.

Güneş yukarıdaki resimde sadece 1 piksel. Jupiter ise görüntülenemeyek küçüklükte.

Antares gökyüzündeki 15. büyük yıldız ve bize bin ışık yılından daha uzak.

Peki düşün şimdi o zaman, ne kadar büyüksün şu kainatta?

Aşağıdaki resim Hubble teleskopunun ultra derin kızılötesi algı sistemiyle çekilmiş, bize milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki sayısız galaksileri gösteren ünlü resmidir.

Aşağıda gördüğünüz kısım, yukarıdaki resmin en karanlık noktalardan birinin yakınlaştırılmış görüntüsü.

Birisi başınızda kaç tel saç olduğunu biliyor…

* Göklerde ve yerde olan her şey O’na aittir; hepsi O’nun iradesine tabidir.  (Rum :26)

* Tan yerini ağartan(dır O), geceyi sükûnet(in kaynağı) yapan ve güneş ile ayı tespit edilen yörüngelerinde hareket ettiren (Odur). Bu(nların tümü) her şeyi bilen sonsuz kudret sahibinin iradesi ile tayin edilmiştir.  (En’am 96)

ŞİMDİ SOR KENDİNE; NE KADAR BÜYÜKSÜN?

Ve  bugün canını sıkan şeyler ne kadar büyüktü?

PEKİ YA  YARATICIN…O NE KADAR BÜYÜK?
 
HAYATA BİR DE GENİŞ PENCEREDEN  BAK

ve

Küçük şeyler uğruna boşuna ter dökme!

Küçücük dünya menfaati için kendine yazık etme…

Zafer KARLI

www.NurNet.Org

Risale-i Nur’daki İ’caz Dersinden Bir Şerh!

Kur’an, arşı a’zam’dan, ism-i a’zamdan ve her ismin mertebe-i a’zamından geldiği için hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem gönüllere şifa, müminlere hidayet ve rahmettir. Kur’ân-ı Kerim bütün âlemlerin rabbi itibariyle Allah’ın Kelamıdır. Sebeplerde boğulmamanın, ilahi hikmete yaklaşmanın yolu Kur’ân-ı Kerim’i esas almakla mümkündür.

İnsaniyeti saadete sevk eden hakiki mürşid Kur’an’ın Allah’tan başkasının kelamı olmayıp, Allah’a izafe edilen bir kelam olduğunun delillerine Risale-i Nur Külliyatında İşarat’ül İ’caz eserinin genelinde,  Yirmi Beşinci Söz’de ana konu olarak ve çeşitli risalelerde de kısmen yer verilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri Kur’an-ı Hâkim’in kelam-ı İlahi olduğunun delillerinin anlatıldığı Mucizat-ı Kur’aniye risalesi olan Yirmi Beşinci Söz’de ele alınan ekser ayetlerin her birinin;

1-Ya mülhidler (dinsizler)  tarafından medar-ı tenkid (eleştiri sebebi) olmuş,

2-Ve ya ehl-i fen (bilim adamları) tarafından i’tiraza uğramış,

3-Ve ya cinni ve insi şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş ayetler olduğunu belirtmiştir. 1

Ayrıca, müellifimiz Kur’an-ı Kerim’in ifadelerindeki ve tertibindeki akıllara durgunluk veren göz kamaştırıcı özellikleri açıklarken ehl-i ilhad ve fennin Kur’an’daki kusur zannettikleri noktaların;

* İ’cazın lemeati (mucize oluşun getirdiği pırıltılar)

* Belağat-ı Kuraniye’nin kemâlâtının menşe’leri yani Kur’ân’ın mucize derecesindeki ifade üstünlüğünü gösteren köklü esaslar olduğunu ilmi kaideler ile ispat etmiştir. 2

Büyük kâinat kitabının en büyük ve en güzel müfessiri olan Kur’an-ı Kerim’in ifadelerindeki olağanüstü edebi ve sanatsal cazibe derece-i i’caz’daki belağat-i kuraniye yani Kur’ân’ın mucize derecesindeki ifade üstünlüğünden kaynaklanmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Beşinci Söz’ün Birinci Şulesinin Birinci Şua’sında derece-i i’caz’da belağat-i Kuran’iye’yi anahatları ile sıralamıştır.

Bu makalemizde, sıralanan her bir maddenin açılımını kısmen yapmaya çalışacağız.

Derece-i i’caz’daki belağat-i Kuraniye’yi başlıklar halinde özetlerken Yirmi Beşinci Söz’ün Birinci Şulesinin Birinci Şua’sını esas aldığımızda şu şekilde sıralama yapmak mümkündür:

Kuran’ın belağati

Nazm’ın        →  Cezaletinden ve Hüsn-ü metanetinden

Üslublar’ının → Bedâatinden, Garib ve Müstahsenliğinden

Beyan’ının    →  Berâat’inden, Faik ve Safvet’inden

Meâni’sinin  →  Kuvvet ve Hakkaniyetinden

Lafz’ının      →  Fesahatinden ve Selasetinden

Tevellüd eden bir Belağat-ı Hârik-ul-âde yani bu sıralanmış ana esaslardan oluşan olağanüstü güzelliğe sahip bir sözdür. 3

Belağat nedir?

Belagat; sözlükte varmak ve hedefe ulaşmak manalarına gelir. Bir terim olarak ise “Belagat”: Doğru bir manayı kendisine uygun olan üstün ifadelerle anlatmaktır. 4

Başka bir ifadeyle belagat, “Lafızla mananın, güzellikte birbiriyle yarışması, yani manadan önce lafzın kulağa, lafızdan önce de mananın zihne ulaşmasıdır.”

Said Nursî Hazretleri, belagatı  “mukteza-yı hale mutabakat” olarak tarif etmiştir. (5) Kur’ân kelimelerindeki tenasüp, oldukça yüksek mânâ ve ahenk uyumu itibarı ile mükemmel ifade gücü, az sözde çok anlamı barındırmıştır.

Kur’an ayetlerinin bu çok çeşitli mana tabakalarına bir hadis-i şerifte şöyle işaret edilmektedir:  “Her bir ayetin zâhiri, bâtını, haddi (kapsamı) ve mutlak (mana çerçevesi vardır. (Bu dört mana tabakasından) her birinin de füruatı dalları, ayrıntı ve detayları vardır.” (6)

Bu sebeple Kur’ân, eşsiz ifade gücüyle her asırda birçok farklı tabakadan insanın anlayışlarını hitap eden bir özellik taşımaktadır. Hemen burada akla şöyle bir soru gelebilir: “Her asırda Kur’an’ın tefsiri yapılmaktadır öyleyse müfessirlerin birbirine uymayan, birbirinden farklı ayet yorumları ile hak ve hakikate nasıl ulaşılabilir?

Cevap olarak: Kur’an-ı Kerim’in, ayetleri, cümleleri öyle bir şekilde tertiplenmiş ve düzenlenmiştir ki, çeşitli anlayışlara, yeteneklere ve kültüre sahip insanlar ayetleri değişik açılardan değerlendirdiğinde dahi kendilerine bakan hisselerini alabilirler. Ancak, bu durumun geçerli olabilmesi için Bediüzzaman Hazretleri şu açıklamayı yapmaktadır:

“Ulum-u Arabiyenin kaidelerine muvafık (Arap dilini çeşitli bakımlardan inceleyen ilimlerin kurallarına uygun) ve belagatın prensiplerine (düzgün ve hakîkatlı söz söyleme sanatı kurallarına) uygun ve ilm-i usule mutabık (dinin esaslarına uygun)  olmak şartıyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri, zamanlara, tabakalara ve fehimlere (anlayışlara) göre murad ve caizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaşıldı ki, Kur’an’ın i’caz vecihlerinden (Kur’an’ın ifadelerindeki mucize yönlerinden)  biri odur ki, nazmı

 ( Kur`ân`ın âyetleri) öyle bir üsluptadır ki, bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir (uygunluk arzedebilir) . 7 

* Nazm’ın : Cezaletinden ve Hüsn-ü metanetinden    

Kur’an’ın i’cazı’nın (mucize oluşunun) esası nazmıyla alakalıdır. Yani harflerin, kelimelerin ve surelerin birbirleriyle bütünlük arz etmesi, onda yer alan her şeyin bulunduğu yere tam uygunluk arz etmesidir. Kur’an’da her kelime binanın tuğlaları gibi yerli yerine oturtulmuştur. 8

Kur’ân-ı Hakîm’in ;

1. Her bir cümledeki, hey’atındaki nazımda

2. Kelimelerindeki nizamda

3. Cümlelerin birbirine karşı münasebatındaki intizamında harika bir ahenk vardır. (9)

Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in nazm’ındaki cezaleti ve hüsn-ü metaneti kelime ve harflerindeki harika bir ahenk ve münâsebet ile nazm ve tertibindeki cezâlet ve güzellik olarak söyleyebiliriz. Cezalet lugatta sertlik ve yumuşaklık ifade eden kelimeleri konuya en uygun biçimde kullanmak, akıcılık ve düzgün konuşma olarak geçer. Kur’ân-ı Hakîm’de harflerin kelimelerin ve cümlelerin seslendirilmesi esnasında ortaya çıkan, kulağa ve ruha hoş gelen, diğer söz türlerinde hiç rastlanmayan bir ses ahengi vardır. Fonetik açıdan Kur’an, şehirlilerin ifadesindeki yumuşaklıkla bedevilerin anlatış tarzındaki sertliği hikmetli bir ölçüde birleştirerek meydana getirdiği ahenkli bir ses sayesinde ancak zihinlerde tasavvur edilebilen bir ses armonisi gerçekleştirmiştir.

Böylece, Kur’an-ı Kerîm’de yer alan her bir kelime, bulunduğu yere tam bir uyum arz eder.  “Mesela, Şeytanın vesveselerinden bahseden Nas suresinde sıkça tekrar edilen “s” sesi, adeta şeytanın fiskoslarını ses olarak da yansıtmaktadır.  Yerden suyun çıkışını anlatan yeşşakku ifadesi, çatlayışın, akışın bütün fışırtısını, şakırtısını duyurarak, adeta suyun çıkış tarzını göstermektedir. Kâfirlere haşmetli bir üslûbla hitab eden Kaf Suresi’nin kelimeleri, cezaletli lafızlardan seçilmiştir. Cenneti anlatan ayetlerde, kelimeler cennetin letafetinden hisse almışlardır.”(10)

* Üslublar’ının : Bedâatinden, Garib ve Müstahsenliğinden,

Kur’ân’ın üslûbu demek, Kur’ân ifadesindeki kelimelerin seçiminde ve cümlelerin teşkil edilmesinde ve konuların beyan edilmesinde, kendisine mahsus anlatım tarzı demektir. Dildeki kelimeler ve dilbilgisi kuralları değişmediği hâlde, o dilde yazanlar ve konuşanlar, ayrı ayrı üslûplara sahip bulunurlar. İşte Kur’ân da Arapça dil kaidelerine uygun olup o kuralların dışına çıkmadığı halde, diğer bütün ifadelerden hemen ayırt edilen özgün bir anlatım tarzına sahiptir.(11)

Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Arapça’da nazım ve nesir olmak üzere iki edebî tür vardı. Âlimlerin çoğunluğuna göre Kur’an’ın söz dizimini ve üslubunu bunlardan hiç birine benzememektedir. Velid b. Mugire’nin “Arap şiirini, kasidesini, recezini benden daha iyi bilen yoktur. Muhammed’in söylediği Kur’an bunlardan hiçbirine benzemiyor” şeklindeki ifadesi de bunu göstermektedir. Bediüzzaman Hazretleri Kur’ânın üslûbları hakkında Yirmi Beşinci Söz’de şöyle bir açıklama yapmıştır:

Kur’ânın üslûbları

1. Hem garibdir, (Hem hayret verici)

2. Hem bedi’dir, (Hem eşi, benzeri olmayan.)

3. Hem acibdir, (Hem alışılmış surette olmayan.)

4. Hem mukni’dir. (Hem ikna eden, kanaat veren,)

5. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi, taklit etmemiş.

6. Hiç kimse de onu taklit edemiyor.

7. Nasıl gelmiş, öyle o üslûblar;

* Taravetini, (Tazeliğini)

* Gençliğini,

* Garabetini (Hayret vericiliğini) daima muhafaza etmiş ve ediyor.(12)

Seyyid Kutub’a göre, Kur’ân üslûbunun büyüleyiciliği, onun hem şiirin hem de nesrin meziyetlerini bir araya toplamasından kaynaklanmaktadır.13 Kur’ân üslûbu, üstün belâgatı, sesleri ve harfleri seçmesi, âhengi, kelâmdaki insicam ve tutarlılığı, terğib ile terhib arasında, Cennet nimetleriyle Cehennem azapları arasında dengeli tasvirleri ile dinleyenleri büyüler. Eğitici kıssalar ve meseller ile gerçekleri bedahet hâline getirerek, fikir tartışması gerginliğe girmeden hedeflenen telkin gayesine ulaşır.(14)

Kur’an’ın üslubu hakkında Tefsirul Münir adlı eserinin sunuş bölümünde şu maddeler sıralanmıştır:

1-Arapça’da olsun başka dillerde olsun alışılmış her türlü söz düzeninden farklı harikulade söz düzeni. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in söz düzeninin şiirle hiç bir ilgisi yoktur.

2- Arapların kullandığı bütün anlatım üsluplarından ayrı ve farklı bir üs­lûp.

3- Asla herhangi bir mahlûkun söylemesi düşünülemeyecek şekilde akıcı bir ifade… Meselâ Kaf sûresinde; Yüce Allah’ın: “Hâlbuki arz bütünüyle kıyamet gününde onun kabzasıdır…” (Zümer, 39/67) buyruğundan itibaren su­renin sonuna kadar olan bölümleri ile: “Sakın o zalimlerin işlediklerinden Al­lah’ı gafil sanma” (İbrahim, 14/42) den itibaren sûrenin sonuna kadar olan bö­lümlerinde rahatlıkla görebiliriz.

4- Arapçayı hiçbir Arap için mümkün olmayacak bir şekilde kullanmak. Öyle ki ittifakla her bir kelimenin ve her bir harfin yerli yerinde kullanıldığı kabul edilmektedirler. Zaten üslubunu bu şekliyle düzen­leyen yüce Rabbimiz de şöyle buyurmaktadır: “Biz ona (Muhammed -s.a.-)e şiiri öğretmedik. Bu ona yakışmaz da.“(Yasin, 36/69)  15

Ayrıca, Kur’an üslubunun bilinen hiçbir söz kalıbına benzemediği şu rivayetten de anlaşılmaktadır:

“Ebu Zerr’in kardeşi Uneys, Ebu Zerr’e şöyle demiş: Ben Mekke’de senin dinin üzere Allah tarafın­dan peygamber olarak gönderildiğini ileri süren bir adamla karşılaştım. Ona: Peki insanlar ne diyor, diye sorunca şöyle dedi: Onlar şairdir, kâhindir, sihirbazdır diyorlar. -Uneys şair birisi idi.- Ben, kahinlerin sözlerini dinlemişimdir. Onun sözü kâhinlerinkine benzemiyor. Söylediği sözleri şiir çeşitle­rine, vezinlerine vurdum, ancak benim tesbitime göre, hiçbir kimsenin dilin­den dökülen şiire benzemiyor. Allah’a yemin ederim, şüphesiz ki o doğru söy­lüyor ve onu itham edenler yalan söylemektedirler.” 16

*Beyan’ının: Berâat’inden Faik ve Safvet’inden,

Bedâat sözlükte; acîp ve garib olma, yeni zuhur etme, hayret verici mânâlarına gelir. Istılah olarak ise bedâaat üslûbun hem garip, hem bedî’, hem acip, hem iknâ edici ve hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş olmasıdır. Berâat ise sözlükte; ilim ve şecâatte kendi benzerlerinden üstün olma, her vasıfta tam ve kâmil olma mânâlarına gelir. Istılah olarak berâat: Rağbetlendirmeme ve sakındırma, methetme ve kötülememe, ispat ve irşad, delil göstererek ve ispat ederek gâlip gelme ve anlatma gibi kelâma ait bütün kısımları ve hitâbın bütün tabakalarını içine alan beyânın haşmetine, sağlamlığına ve üstünlüğüne denir.

Beyan ise, mananın farklı üsluplarla, çeşitli yollarla ifade edilmesidir. 17 Kuran’ın beyan’ındaki Berâat, Faik ve Safvet’i değerlendirirken teşvik ve korkutma, övme ve yerme, ispat ve irşad, ikna ve anlatma gibi söz söylemenin her türünde ve hitabetin bütün tabakalarında Kuranın beyanı en yüksek mertebede olduğu görülmektedir. 18 Yani, Kuran manaların anlaşılması için, her türlü ispat, tebliğ ve irşat yoluna başvururken manaya uygun lafızlar kullanmıştır. Kur’ân’ın beyanındaki bu büyüleyici özellik öylesine zengindir ki; icaz, teşbih, temsil, istiare, iltifat, tasvir, cedel, kasem gibi oldukça fazla sayıdaki üslûp özelliklerinin en güzel örneklerini Arap düşüncesi ve zevki Kur’ân’da bulmuş, nesiller boyunca ondan yararlananlar onun zenginliğini tüketememiş olup, hâlâ her yeni nesil onları kendisine yeni gelmiş mesajlar olarak algılamaktadır. 19

*Meâni’sinin : Kuvvet ve Hakkaniyetinden,

Meani, sözün yerinde kullanılmasını, muhatabın haline uygun söylenmesini sağlar. Mesela, çocukla konuşurken çocuklaşmak, âlimle ilmi konuşmak, sözü kabule müheyya olanlara nasihat etmek, inatçı kimselere delilli söz söylemek gibi durumlar meani ile ilgilidir. 20

Risale-i Nurda, meani işlenirken, kâinatın ve içindekilerin bir manası olduğundan bahisle, her şeyin yerli yerinde ve manasına uygun bir şekilde yaratıldığını, Kur’anın ayetlerinde de her mananın mutlaka bulunması gereken yere göre ifade edildiğini ve mana bakımından Kur’anla kâinatın birbiriyle paralel olduğunu öğrenmekteyiz. 21

*Lafz’ının : Fesahatinden, selasetinden,

Kur’ân’ın ifadelerinde fesahat ve selaset yani lafzında akıcılık ve kolay okuma özelliği vardır ve mucizedir.Bu mucize yönü şu şekilde ifade edebiliriz: Lâfızların telâffuzunun akıcı olup kulağa hoş gelmesi yanında mananın da dil ve ifade kusurlarından arınmış olarak net ve açık olmasıdır.”Bazı kelimelerin harfleri ve sesleri birbiriyle uyum sağladığı hâlde, bazılarında böyle bir ahenk bulunmaz. Bülbül sesi ile karga sesi bir olmadığı gibi, meselâ her ikisi de “bulut” anlamına gelen “ğamam” ile “bü’ak” kelimelerinin insanın kulağında bıraktıkları etkiler bir değildir. Bazı kelimelerin anlamları açıktır, dolayısıyla, anlatmak istedikleri manâları ifade etme hususunda tam yerlerine otururlar. Bazıları ise, maksatlarının gerisinde kalır, anlamları kapalıdır, ses itibariyle de kulağı tırmalarlar. Keza manâların kapsam ve vuzuhu bakımından kelimeler, umumi veya hususi, mutlak veya mukayyed, hakiki veya mecazi olabilirler.” 22

Kur’ân’da anlam ile kelime dengesi vardır. İstenilen anlamı anlatmak için, hangi kelimeler gerekiyorsa, ne fazla ne  eksik olmaksızın, Kur’ân onları seçer ve kullanır. Kastedilen anlam kelime elbisesini giyerek lâfız hâlinde belirir.

Sonuç  

Kur’an;

Benî âdemin en dâhi ediplerini, en harika hatiplerini, en mütebahhir ulemasını muarazaya davet edip 1300 senedir (şimdi 1400 seneyi aştı)  meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muarazaya davet ettiği halde kibir ve gururlarından başını semavata vuran o dâhiler Ona muâraza için ağız açamayıp kemal-i zilletle boyun eğdiler.23

ZAFER KARLI

www.NurNet.Org

DİPNOTLAR

1-Sözler, s. 328

2-Sözler, s. 328

3-Sözler, s. 332

4-Kur’an’da temsili anlatım, Mehmet Cebeci s.7

5-İşaratü’l-İcaz, s. 50

6-Abdürrezzak, Musannef, 3/358

7-İşaratü’l-İcaz, s. 44

8-Kur’an’da temsili anlatım, Mehmet Cebeci s.9

9-Sözler, s. 333

10-Doç. Dr. Şadi Eren Kuranda Teşbih ve Temsiller  s:16-17 Işık Yayınları, 2001/İstanbul

11-Yeni Ümit, Sayı : 63 Kur’ân-ı Kerim’in Üslûbu,Prof. Dr. Suat YILDIRIM

12-Sözler, s. 338

13-Kur’ân’da Edebî Tasvir, Trc. Süleyman Ateş, Ankara, 1969, s. 155-156.

14-Yeni Ümit, Sayı : 63 Kur’ân-ı Kerim’in Üslûbu,Prof. Dr. Suat YILDIRIM

15-Vehbe Zuhayli, Tefsirul Münir  Sunuş Bölümü

16-Müslim Fedailu’s -sahabe-132

17-Doç. Dr. Şadi Eren Kuranda Teşbih ve Temsiller  s:14 Işık Yayınları, 2001/İstanbul

18-Sözler, s. 353

19-Krş. Dihlevî, el-Fevzu’l-Kebir, s.165.

20-Doç. Dr. Şadi Eren Kuranda Teşbih ve Temsiller  s:14 Işık Yayınları, 2001/İstanbul

21-Kur’anı anlamada 25. söz örneği Ümit Şimşek, karakalem Seminerleri

22-Yeni Ümit, Sayı : 63 Kur’ân-ı Kerim’in Üslûbu, Prof. Dr. Suat YILDIRIM

23- Sözler, s. 332

Eski ve Yeni Said Dönemi Eserleri

Ortadoğu’daki İslam Âlimleri tarafından kitleleri manevi yola sürükleyebilecek kudsi kuvvete ve ilmi dirayete sahip olan âlim anlamına gelen “İmam” ünvanı verilen Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin “Eski Said” olarak ifade ettiği 82 yıllık ömrünün ilk 45–46 senesinde telif etmiş olduğu belli başlı eserlerinin isimlerini ve tarihlerini verip Yeni Said Dönemi eserlerinin isimlerini ve tarihlerini derleme halinde sunmaya çalışacağız.

Eski Said Dönemi Eserleri :

-İlk eseri : 1899 yılında telif etmiş olduğu “Kızıl İcaz”dır

-İkinci kitabı : 1909 yılında telif ettiği “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” dir.

-Üçüncü eseri : Meşrutiyetin ilanıyla vermiş olduğu nutuk ve bir kısım makalelerinin derlenmiş olduğu 1910 yılında telif edilen “Nutuk” isimli eseridir.

Bundan sonra;

-1911 yılında “Münazarat” ,“Hutbe-i Şamiye” daha sonra da  “Muhakemat

-1912 yılında  “Devaü’l- Yeis Zeylinin Zeyli”,

-1913 yılında “Talikat”,

-1914-1916 yılları arasında telif edilip 1918’de basılmış olan “İşaratü’l İ’caz”,

-1919 yılında “Tarihçe-i Hayat” sonra da “Nokta” isimli eseri,

-1920 yılında sırasıyla “Hutuvat-ı Sitte”, “Sünuhat”, “Rumuz”, “Şuaat”, “Tuluat”, “İşarat”,“Hakikat Çekirdekleri 1

-1921 yılında “Hakikat Çekirdekleri 2” ve “Lemeat” isimli eserleri yayınlanmıştır.

Eski Said döneminden Yeni Said Dönemi’ne geçiş olarak kabul edebileceğimiz 1922-1926 yılları arasında da arapça olarak “Mesnevi-i Nuriye” isimli eserini telif etmiştir.

Yeni Said” dönemine ait eserlere “Risale-i Nur” ismi verilmiştir. Bu ismin veriliş sebebi Bediüzzaman tarafından şöyle açıklanmıştır: “Otuz üç adet sözlerin, otuzüç adet Mektubatın mecmuuna Risaletü’n-Nur namı verilmesinin sırrı şudur ki: Bütün hayatımda “nur” kelimesi her yerde bana rast gelmiş. Ezcümle: Karyem Nurs’tur. Merhum Validemin ismi Nuriye’dir. Nakşı üstadım Seyyid Nur Muhammed’dir. Kadiri üstadım Nureddin; Kur’an üstadlarımdan Nuri; talebelerimden benimle en ziyade alâkadar Nur isimli bulunanlardır. Kitaplarımı en ziyade izah ve tenvir eden nur misalidir. Kur’an-ı Hakim’deki en evvel aklıma, kalbime parlayan ve fikrimi meşgul eden (Nur) âyetidir. Hem Hakaik-i İlahiyede müşkilatımın ekserisini halleden Esmaü’l-Hüsna’dan Nur İsm-i Nuranisidir. Hem Kur’an’a şiddet-i şevk ve inhisar-ı hizmetim için hususi üstadım Zinnureyn’dir.”

Yeni Said dönemi eserleri 1926’dan 1949’a kadar yaklaşık 22-23 yıllık bir zaman zarfında peyderpey yazıldığı gibi, peyderpey de neşredildi. Ulaşabildiğimiz kadarıyla telif tarihlerini vermekle yetineceğiz.

Eserin Adı (Telif Tarihi)

  • Et-Tefekkürü el-İmaniyyu er-Refi’ (1918-1930)
  • Nur’un İlk Kapısı (1925)
  • Sözler (1926-30)
  • Mektûbat (1929-34)
  • Barla Lahikası (1926-35)
  • Lem’alar (1932-36)
  • Şualar (1936-49)
  • Kastamonu Lahikası (1936-43)
  • Emirdağ Lâhikası-I (1944-47)
  • Emirdağ Lâhikası-II (1949-60)
  • Nur Âleminin Bir Anahtarı (1953)

Yukarıda zikredilen risalelerin çoğu Barla ve Isparta merkezinde telif edilmiştir. Bediüzzaman burada ikamet ettiği yaklaşık dokuz sene zarfında 126 eser telif etmiştir.

Abdulkadir Badıllı’nın yaptığı araştırmaya göre Bediüzzamanın gerek Eski Said ve gerekse Yeni Said döneminde telif ettiği eserlerin toplam sayısı 196’dır.

ZAFER KARLI

www.NurNet.Org

Dipnot : Bu çalışmadaki Yeni Said Dönemine ait bilgiler Kur’anın Parlak Bir Tefsiri : Risale-i Nur isimli eserden alıntı yapılmıştır.

Risale-i Nur’da İçtihat Hatası Var Diyenlere Cevap!

“Ben, senin içtihadında hata var diyenlere ve ispat edenlere teşekkür edip ruh u canla minnettarım. Fakat şimdiye kadar o içtihadımı tamamıyla kanaatle tam tasdik edenler, binler ehl-i iman ve onlardan çokları ehl-i ilim tasdik ettikleri ve ben de dehşetli bir zamanda kudsî bir teselliye muhtaç olduğum bir hengâmda, sırf ehl-i imanın imanını Risale-i Nur ile muhafaza niyet-i hâlisasıyla ve Necmeddin-i Kübra, Muhyiddin-i Arab gibi binler ehl-i işarat gibi cifrî ve riyazî hesabıyla beyan edilen bir müjde-i işariye-i Kur’aniyeyi kendine gelen bir kanaat-ı tâmme ile, hem mahrem tutulmak şartıyla beyan ettiğim ve o içtihadımda en muannid dinsizlere de isbat etmeğe hazırım, dediğim halde beni gıybet etmek, dünyada buna hangi mezheble fetva verilebilir, hangi fetvayı buluyorlar? Ben herşeyden vazgeçerim, fakat adalet-i İlahiyenin huzurunda bu dehşetli gıybete karşı hakkımı helâl etmem! Titresin!.. Bütün sâdâtın ceddi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesini muhafaza için hayatını ve herşeyini feda eden bir mazlûmun şekvası, elbette cevabsız kalmayacak!..

İllâ bir şart ile helâl edebilirim ki: Bu Ramazan-ı Şerifte bana ve hâlis kardeşlerime verdiği endişe ve telaşı, hakperestlik damarıyla, büyüklere lâyık ulüvv-ü cenabla, enaniyet-i taassubkâranesini hakikata ve insafa feda edip tamire çalışmasıdır; müşfik ve munsıf bir hoca tavrıyla, kusurumuz varsa bize lütufkârane ihtar ve ikazdır. Cenab-ı Hak Settar-ul Uyûb’dur, hasenat seyyiata mukabil gelse afveder. İman hizmetinde yüzbinler insanın imanını tahkikî yapmak hasenesine karşı, benim gibi bir bîçarenin hüsn-ü niyetle, kuvvetli emarelerle inayet-i İlahiyeden tasavvur ettiği bir müjde-i Kur’aniyenin tefehhümünde bir yanlış, belki yüz yanlış varsa da, o hasenata karşı gelemez, setr-i uyûb perdesini yırtamaz! Her ne ise…

Bu mes’ele yalnız şahsıma taalluk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnetdar olurdum. Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini kat’î kanaatımız olduğu gibi; yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleğe itaate mecbur olmuş. Risale-i Nur ve mukaddematları, buna bir hüccet-i katıadır. Fakat garaz ve inad ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ihsas eden ve esrar-ı mestûreyi işaa suretinde gelen itiraz ve ayıblara karşı Eski Said (R.A.) lisanıyla derim: İşte meydan! En mutaassıb ülemadan ve en büyük veliden tut, tâ en dinsiz feylesoflara ve müdakkik hükemalara, Risale-i Nur’daki davaları isbat etmeğe hazırım ve hem de isbat etmişim ki, benim mahvıma ve i’damıma mütemadiyen çalışan zındık feylesoflar ve mülhidler, o davaları cerhedemiyorlar ve edememişler!

Hem bütün hayatımda delilsiz davaları zikretmediğim, sizin gibi eski ve yeni arkadaşlarım biliyorlar. Bâhusus Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’dan aldığım bir kuvvetle, Avrupa feylesoflarına Risale-i Nur meydan okur. Risale-i Nur bu zamanda medar-ı nazar bir hâdise-i Kur’aniye olduğundan, bir-iki işaret değil, belki benimle beraber Risale-i Nur şakirdleri tarafından istihraç edilen beş risalede yazılan işaretler, bir cihette bine yaklaşıyor. Bin incecik saçlar dahi toplansa kuvvetli bir ip olduğu gibi, sarahata yakın bir delalet oluyor. Vahdet-i mes’ele cihetiyle o işaretler birbirine kuvvet verir. Bazı işaratı zaîf görmekle onu inkâr etmek, insafa, hakperestliğe muvafık olamaz. İnkâr eden mazur olamaz. Hususan lüzumsuz ve zararlı ve müfritane bir gıybet olsa, bu zamanda ehl-i ilim ortasında ehl-i hakikatı ağlattıracak bir hâdise-i elîmedir.”

Said Nursi

Sikke-i Tasdik-i Gaybi (61- 62 )

“Nefisler çiftleştirildiği/eşleştirildiği zaman” ne demektir?

Mekki bir sure olan Tekvir Suresinde kıyametin kopacağı, onun dehşetli hal ve mer­halelerinin bunu izleyeceği, dünyadaki amellerinden insanların hesaba çekileceği herkese, cennet veya cehennemde (amellerinin) karşılığının verileceği kuvvetli bir bi­çimde vurgulanmaktadır. 

Bu surenin ilk altı ayetinde kıyametin ilk safhası daha sonraki yedi ayette ise kıyametin ikinci safhası açıklanmıştır. (1) Kıyametin ikinci safhasının anlatımı yedinci ayet olan “Ve izen nufûsu zuvvicet” ile amellerin karşılığının verilmesi için insanların dirilişi ile başlar. Haşirde nefislerin tezvîc edileceğini bildiren bu ayet müfessirler arasında farklı anlam zenginlikleri ile açıklanmaya çalışılmıştır. Biz de bu yazımızda müfessirlerimizin yorumlarından yola çıkarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

Ayetin meali Nefisler çiftleştirildiği / eşleştirildiği zaman”  şeklindedir. Bu ayetteki nefislerin çiftleştirilmesi/eşleştirilmesinin neler olabileceğini büyük müfessir Fahreddin Razi şu şekilde sıralamıştır:

1) “Ruhlar bedenleriyle birleştirildiğinde…”

2) Hasan el-Basrî şöyle demektedir: “Canlar, o günde, Cenâb-ı Hakk’ın da, “Sizler, üç sınıf olduğunda… Ashab-ı yemin, bilir misin ashab-ı yemin nedir? Ashab-ı şimal, bilir misin ashab-ı şimal nedir?.. Öne geçenler, öne geçenler…”(Vakıa, 7–10) buyurduğu gibi, üç sınıf haline gelirler.”

3) Her sınıfa, kadın-erkek kendi tabaka ve derecesinde olanlar katılır.. Böylece, taatle temayüz etmiş olanlar, misliyle; orta olanlar, yine misliyle, benzeriyle birleştiği gibi, masiyet ehli de, benzerleriyle bir araya gelir. Binâenaleyh, bu demektir ki, “tezvic – bir araya getirme”, bir şeyi misliyle bir araya getirmek demektir. Buna göre mana, “Hayır ve şer hususunda herkes kendisi gibi olanlarla birleşir, bir araya gelir” şeklinde olur.

4) “Herkes, dünyada iken kendisinden hiç ayrılmadığı, kendilerinden hiç ayrılmadığı hükümdar ve yöneticilerle birleşir.” Nitekim Cenâb-ı Hak, “Zalimleri ve onların eşlerini toplayın..” (Saffât, 22) buyurmuştur. “Biz, ayette bahsedilenler, şeytanlarını da katarız…” da, denilmiştir.

5) İbn Abbas, “Mü’min olan canlar, hurilerle, kâfirlerde, şeytanlarla birleştirilir” demiştir.

6) Herkes, kendi taraftarı ile birleştirilir. Mesela, yahudi yahudi ile hristiyan da hristiyanla… Bu hususta “merfû” bir haber kullanmaktadır.

7)  Zeccâc da, “Canlar, amelleriyle birleştirilir..” demiştir.

Bil ki, bahsettiğimiz bu görüşleri iyi anladığımızda, bunlara istediğin kadar ilavede bulunman imkân dâhilindedir. (2)

Ayet hakkında yapılan yorumlara baktığımızda aslında birbirinden ayrı olmayan, iç içe, alakalı açıklamalar olduğu görülecektir. Haşirde insanın dirilişi ruhun cesede gelmesi ile gerçekleşmektedir. Ayrıca diriliş sırasında kişilerin çıplak, tüysüz, sünnetsiz, sağlıklı ve otuz yaşlarında olacakları belirtilir (Müsned, V, 232; Buhârî, “Rikâk”, 45; Müslim, “Cennet”, 55–59; Nesâî, “Cenâ’iz”, 118). Ebû Dâvûd ise insanların ölümleri sırasında giyinmiş oldukları elbiselere bürünmüş olarak diriltileceklerini ifade eden bir hadis nakleder (”Cenâ’iz”, 18). Fakat Müslim’deki, “Her kul öldüğü hal üzere diriltilir” (”Cennet”, 83) hadisi dikkate alınarak Ebû Davud’un rivayetindeki “elbise” kelimesi “iman ve amel elbisesi” anlamında te’vil edilmiştir (İbn Kesîr, I, 269). (3)

Buna göre insanların haşirdeki dirilişini,  kişinin dünyadaki ameline göre şekillenmiş cesedinin ruhuyla birleşmesi olarak söylemek mümkündür. Haşirde cesetlerin amellere göre farklılık arz etmesi hakkında Gazzâlî Hazretleri, bu bedenin dünya hayatındaki beden olabileceği gibi farklı unsurlardan yaratılmış yeni bir beden olarak da düşünülebileceğini belirtmiştir (4). Bu eşleşmelerle birlikte ruhlar amellerin cinsine göre şekillenmiş olan bedenlerle birlikte aynı gruplarda yer alacaklardır.

Nitekim bazı müfessirler: “Bu, mahşerde böyle olur. Evvela peygamberler getirilir, sonra evliya, sonra dinde en ileri olanlar ve onları takip edenler.” demiştir. (5) O gün bütün insanların önderleriyle çağırılacağı  (17/71) her nefsin, beraberinde bir sevk memuru ve şahit ile geleceği (50/21)  ayetlerde de belirtilmiştir.

Sonuç:

Nefsin hesaba çekilmesi demek, insanın hesaba çekilmesi demektir. Fakat insan kavramı, müstakil olarak zikredilmesi halinde nefis, akıl ve ruh kavramlarından daha geneldir. (6) Bu sebeple nefislerin eşleştirilmesini bir bütün halinde ele almak gerekir. 

Kanaatimizce, ayet hakkında yapılan yorumlardan sadece birini seçerek ayeti izah etmeye çalışmak yerine müfessirlerimizden bize gelen açıklamaların tamamının haşirde gerçekleşeceğini söylemek mümkündür. Ancak her bir müfessir hakikatin bir boyutunu işaret etmiştir. Nefislerin eşleşmesi merhale merhale olacaktır ve bu merhalelerin tamamı Tekvir Suresinin yedinci ayetinin anlam tabakalarında vardır. Sadece bu eşleşmelerin hangi sıra ile olacağı dikkate alınmalıdır.

Bize göre ilk aşamada ruhların dünyadaki amellere göre şekil almış cesetlere gelmesi şeklinde olacaktır. Sonrasında da benzer amellere sahip olanlar yaptıkları kendilerine gösterilsin diye (bulundukları yerlerden) farklı gruplar halinde huzur-u ilahiye bölük bölük, kafile kafile çıkarılması şeklinde olacaktır.(7) Bunun içindir ki herkesin mahşerdeki hâli, sıkıntısı, ızdırabı ve terlemesi de farklı olacaktır.(8)

Zafer KARLI

www.NurNet.Org

Kaynaklar :

1-Mevdudi Tefhimul Kuran ; Tekvir Suresi

2-Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 22/526-527.

3-http://yusufsevkiyavuz.com/?p=49 

4-Tehâ-fütü’l-felâsife, s. 285

5-Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/495-496.

6-Yeni Ümit sayı 28; Kurana Göre İnsanın Psikolojik Yapısı, Dr. NEBİL M. TEVFİK es-SEMÂLÛTÎ

7-Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: V/615–616.

8-Buhari, Zekât, 52; Müslim, Cennet, 62.