Etiket arşivi: Zaman

Çocuğun aile reisi olduğu toplum huzursuz olur!

Son yıllarda aile yapısının değişime uğradığını söyleyen eğitimciler, anne- baba yerine çocuğun aile reisi olduğu ‘çocuk erkil’ aile yapısının artmaya başladığını belirtiyor. Doyumsuz, bencil ve paylaşıma kapalı çocukların yetiştiği bu aileler, toplum yapısını da olumsuz etkiliyor.

Son zamanlarda ‘ataerkil’ veya ‘anaerkil’ aile yapıları dönüşüme uğruyor. Eğitimcilere göre artık ne babanın ne de annenin aile reisi olmadığı aileler ortaya çıkıyor. Evde bir karar alınacaksa son sözü ne anne ne de baba söylüyor. Bir yere gezmeye gidilecekse buna anne veya baba karar veremiyor. Neredeyse evdeki tek hâkim ve karar verici kişi çocuklar olmaya başladı. Ortaya çıkan bu aileye, aile reisinin çocuk olmasından dolayı ‘çocukerkil aile’ deniyor. Bu durum orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan veya tek çocuklu ailelerde görülüyor.

‘Örnek Çocukların Eğitiminde Anne Baba’ isimli kitabın yazarı psikoloji danışmanı Rıdvan Oluç; yeni çocuk sahibi olan ailelerin, hem kendi aile gelecekleri hem de toplumun selameti için çocuk eğitimi hakkında ortak bir görüşü benimsemesi gerektiğini vurguluyor. Çocukların geleceği planlama gibi bir dertleri ve ufukları olmadığını hatırlatan Oluç, şu ifadeleri kullanıyor: “Mesela çocuk bazen okula gitmek istemediğinde bu tip ailelerde ‘tamam, bugün okula gitme ne olacak’ denilir. Böylelikle çocuk okuldan soğumuş ve o gün okulda öğrenmesi gereken ve gelecekte çok fayda sağlayacak bilgiyi ve beceriyi öğrenememiş olacaktır. Ya da ‘illa bana şunu veya bunu alın’ diye tutturur çocuklar, aileler de aynısından 2 veya 3 tane olmasına rağmen bir tane daha alıverirler. Fakat çocukta iktisadi planlama diye bir duygu yoktur.

    Otokontrol olmadığı için çocukların ne zaman, nerede ve nasıl hareket edeceğini bilemeyeceğini aktaran Oluç, şu tavsiyelerde bulunuyor: “Çocukerkil ailede yetişen çocuklar, paylaşıma kapalı, bencil, sürekli ilgi bekleyen, uyumsuz ve mızıkçıdır. Bu sebeple çocuğun her istediği anında yapılmamalı. Her istediği yapılan ve her istediği alınan çocuk, çok değil 8-10 yaşlarında evin reisi olur. Çocuk evin reisi olduktan sonra önlem alınmaya çalışılsa da pek başarılı olunamaz. Çünkü çocukta oluşmuş en az 10 yıllık davranış biçimi vardır. Anne baba, çocuğu değiştirmede daha doğrusu kendilerini değiştirmede ısrarlı şekilde duramıyor. Bu çocuklar, ileride evliliklerini devam ettirmekte de zorlanır. Daha sonra sürekli iş değiştiren bu çocuklar, hiçbir şeyden tatmin olmazlar. Çocukerkil ailelerin çoğaldığı ve bu ailelerden yetişen çocukların oluşturduğu bir toplumda huzursuzluk eksik olmaz.”

Resul Cengiz / Zaman

Zamanımız Vardı Bir Zamanlar!..

Bu medeniyet bize hangi konuda bir iyilik yapmışsa, orada bizi eskisinden daha kötü duruma getirmiştir.

Dekoratif-farkli-saat-modeliBugün eskisinden çok daha fazla para kazanıyoruz, çok daha fazla şeylere sahip oluyoruz. Fakat bu zenginleştiğimiz mânâsına gelmiyor. Çünkü sahip olduğumuz şeyler üçer beşer artarken, gözümüzü diktiğimiz şeyler onar, yüzer artıyor. Bir yandan zenginleşiyor, diğer yandan da fakirleşiyoruz. Ama fakirleşme hızımız zenginleşme hızımızı geride bıraktığı ve arayı açmaya da devam ettiğimiz için, “Zenginleştikçe yoksullaşıyoruz” diyebiliriz.

Medeniyetle beraber sağlık hizmetleri de baş döndürücü bir hızla ilerledi. Bir iki nesil önce ölümcül olarak bilinen öyle hastalıklar var ki, artık sıradan bir tedaviyle onlardan kurtulabiliyoruz. Fakat bu arada evvelce bilinmeyen veya yaygın şekilde görülmeyen nice hastalıklar da ilerleyen sağlık hizmetlerinin yanı sıra hayatımıza girdi. Medeniyetin günahlarından en uzak bir şekilde yaşayan dindar kesimlerimizde bile bu hızlı bozulmanın eserini görmek için, camilerimizdeki tabure sayısının artışını dikkate almak yeter. Bu çizgiyi istikbale doğru uzattığımız takdirde, birkaç nesil sonra camilerimizde taburesiz namaz kılanların azınlığa düşeceğini tahmin edebiliriz; hattâ bunlar da ekseriyetle çocuk yaşta kimseler olacağı için, muhtemelen kendilerine taburelerin arkasında yer ayrılacaktır!

***

Medeniyetin bize en çok kazandırdığı alanların başında ise zaman vardır. İlerleyen teknolojiyle birlikte hayatımıza giren âlet, cihaz, vasıta, makine cinsinden ne varsa, hemen hemen hepsi de bize şu veya bu ölçüde zaman kazandırmıştır. Ev hanımlarının çamaşır, bulaşık gibi dertleri artık ninelerinin hatıralarında kaldı. Alışveriş için bile eğer evimizden dışarı çıkıyorsak, keyfimizdendir; yoksa oturduğumuz yerden birkaç tuşla istediğimizi sipariş etmekten kolay ne var? Bütün bunları üst üste koyup toplayacak olsanız, herhalde, günün yirmi dört saatinde medeniyetin bize kazandırdığı vakit bir haftadan aşağı düşmeyecektir. Fakat bu, bir günde bir haftalık hayat yaşadığımız mânâsına mı geliyor?

Hayır. Hattâ hafta bir yana dursun, bir günü bile doğru dürüst yaşayabildiğimizi söyleyecek pek az kimse vardır.

Çünkü medeniyetin bize armağan ettiği âlet ve imkânlar sayesinde bazı şeylere zaman ayırmaktan kurtulmuş olsak bile, daha önce bizimle alışverişi olmayan çok daha fazla şey de bu âletlerle beraber hayatımıza girmiş ve zamanımızı işgal edivermiştir. Dakikada bir maillerimizi kontrol etmeden durabilir miyiz? Ya günün haberlerinden uzak bir saat geçirecek olsak, bu arada dünyanın batıp batmadığını bize bildirecek kim var? Hergün birkaç saatimizi aptalca dizilerin karşısında harcamazsak ertesi gün ahbap arasında neyi konuşacağız? Ne var ki, hayatımıza yeni giren şeyler bu kadar zamanımızı işgal ederken, evvelce hayatımızda olanlar da onlara yer ayırmak için birer ikişer bize veda ediyor.

***

Medeniyetin bize çıkardığı faturalar neden en fazla zaman cephesinde kabarıyor?” diye soracak olursanız:

O, bize verdiği herşeyi, “zaman” karşılığında satar. Bir otomobil bize çok zaman kazandırır; bu doğru. Fakat onu alabilmek için ömrümüzün yıllarını harcarız; aldıktan sonra da yakıtını ve sair masraflarını karşılamak için yine zamanımızı harcarız. Bir cep telefonu, daha onun için harcadığımız ömür sermayesini telâfi etmeden çağdışı olur; onun yerine aldığımız yeni model telefonla birlikte eski bilgilerimiz de sıfırlanır; biz bir yandan yeni âletin borcunu ödemek, bir yandan da sıfırlanan bilgilerimizi yeniden öğrenmek için yine nihaî sermayemiz olan zamandan harcama yaparız.

Bu arada hayatımızdan çıkan şeylerin hasretini hiç çekmez olur muyuz? Daha doğrusu, biz o hasreti henüz hissetmeye fırsat bile bulamamışken medeniyet bunun kokusunu alıp da onu tekrar bize pazarlamaya kalkmaz mı?

İşte yeşillikler arasında ailenizle birlikte huzur içinde yaşanacak mekânlar! Ama o özlediğiniz şeye kavuşmak için daha fazla çalışmalı, daha fazla zaman harcamalı, ailenizden ve özlediğiniz diğer şeylerden daha fazla uzak kalmalısınız. Böyle hikâyeler ekseriya aynı şarkıyla biter:

Ömür tükeniyor, zaman kalmıyor, zaman kalmıyor, zaman kalmıyor…

***

Medeniyetin bu tuzaklarından kendisini kurtarabilenler yok mu?

Var tabii; lâkin çağdaş medeniyet onların yaşayışlarında bize satacak birşey bulamadığı için, ne reklamlarında, ne de haberlerinde bizi onlardan haberdar etmez. Onları ancak sıradan ve sessizce yaşayanlar arasında bulabilirsiniz.

Saçlarını neşriyat hizmetlerinde ağarttıktan sonra geçenlerde emekli olan Ahmet Vural dostumuza yeni hayatının nasıl geçtiğini sorduğumda, artık doya doya kitap okuyabildiğini söyledi. Zaten hayatını verimli bir şekilde değerlendiren bir insandı; yeni hayatında da fazladan bir zamana kavuşmuştu ve bunu kimseye kaptırmadan, kendi belirlediği şekilde kullanıyordu.

Fakat böyle bir huzuru ve mutluluğu yakalamak için, daha doğrusu, Allah’ın bize bağışladığı zamana gerçekten sahip olabilmek için, onun da fiyatını ödemek gerekiyor. Çok şükür ki, bu fiyat, ömrümüzü bozdurarak elde edilecek bir ücret değil. Medeniyetin oyuncak ve tuzaklarına göz ve kulaklarımızı kapatıp ruhumuzun ihtiyaçlarına yönelmek yeter.

Sadece bu kadarını yaptığımız takdirde, hemen kullanıma hazır o kadar çok zamanımız olacak ki!

_____________________________________________

Facebook: http://www.facebook.com/yazarumitsimsek | Twitter: http://twitter.com/umit_simsek | mail: umsimsek@gmail.com

Allah, insanın dış cazibesine değil iç oluşuna bakar!

Hanım okuyucum, insanın iç oluşuyla dış görünüşü konusuna ait sorusunda demiş ki: “Benim dış görünüşüm arkadaşım kadar cazip değildir.

Ben iç oluşun önemli olduğunu düşünüyorum. Arkadaşım ise önemli olanın dış görünüş olduğunu söylüyor, hep gösterişli giyim kuşam içinde çekici görünmeyi öne alıyor. Siz bu iç oluşla dış görünüşe nasıl bakıyorsunuz? Her şey dış cazibeden mi ibaret? İç güzelliğin hiç mi değeri yoktur? Mutlaka cazip bir görüntü ve gösterişe mi sahip olmak gerekir?

Cevap: Bu önemli soruya Efendimiz (sas) Hazretleri’nin hadisiyle cevap vermiş olayım. Aleyhissalatü Ves’Selam Efendimiz buyuruyor ki:

-Allah sizin dış görünüşünüze ve beden yapınıza bakmaz. Ancak kalbinizdeki iç oluşunuza ve dışa akseden ahlakî güzellik ve davranışlarınıza bakar. Hükmünü niyetinize ve amelinize göre verir. Öyle olunca önemli olan cazip bir dış görünüş değil ihlaslı bir iç oluştur, dışa akseden ahlakî güzellik ve davranışlardır. Nitekim Hz. Ali Efendimiz de fizikî görüntüsünden kendine pay çıkararak kibir ve gururla yürüyen bir kadına demiş ki:

-Hanımefendi, cazip görüntünle kendine pay çıkarmaya hakkın yoktur. Çünkü bu görüntünün hiçbir yanı senin eserin değildir. Sen kendi eserin olan ahlak güzelliğine, ilim irfanda yükselişine, sanatta ve maharette ilerlemiş olmana bak. Senin emeğin ve eserin onlardır. Var mı kendi emek ve iradenle kazandığın vasıfların, fazilet ve meziyetlerin onları göster bize?

Evet, insanın fizikî görüntülerinden kendine pay çıkarmaya hakkı yoktur. Çünkü ne güzellikleri kendi eserleridir, ne de çirkinlikleri. Her ikisini de hikmetler sahibi Rabb’imiz uygun görüp takdir etmiştir. Ama insanın ahlakî güzellikleri, bilgi, beceri kazanımları, insanî ve İslamî vasıfları kendi eseridir. Onlara bakmalı, onlarla kendini değerlendirmeye gayret etmeli, onlarla sevinip mutlu olmalıdır.

Şurası da hiç unutulmamalı ki, insana bir imtihan olarak verilen dış cazibe ve güzellikler kendi gayretiyle kazandığı ahlakî güzelliklerle korumaya alınmazsa, imtihanı kaybetmesine, başına bela musibet gelmesine de sebep olabilir. Hilyetül’evliya’da dıştaki fiziki görüntüsünü içteki ahlak güzelliğiyle korumaya alan insandan verilen bir misalde şöyle denir.

Görenlerin Hazreti Yusuf’a benzettikleri Tabiin’den Süleyman bin Yesâr’ın çöldeki çadırına gelen bir bedevi kadın: “Ben karşı çadırda yalnız başıma kalmaktayım, arkadaşa ihtiyacım var, seni bekliyorum.” der. Süleyman, bir imtihana tabi tutulduğunu düşünerek, “Seni şeytanın elçisi gibi görüyorum, ben şeytana arkadaşlık edemem!” cevabını verir. Yakındaki arkadaşı bu durumu öğrenince; “Kardeşim, der iyi ki senin kadar görüntü güzelliğine ben sahip olmadım. Yoksa imtihanı kaybedebilirdim böyle durumlarda. Demek ki Allah sana dış güzelliği vermiş, sen de onu kendi kazandığın ahlak güzelliğinle korumaya almışsın. Seni, kazandığın bu ahlak güzelliğinle Hazreti Yusuf bile tebrik eder!”

Süleyman der ki: O gece rüyamda Yusuf aleyhisselamı gördüm. Karşıdan kollarını açmış bana doğru gelirken sesleniyordu: “Gel seni kucaklayayım imtihanı kazanan kardeşim. Sen de benim gibi imtihana tabi tutuldun, sahip olduğun ahlak güzelliğiyle imtihanı kazandın. Bana tam bir kardeş olduğunu ispatlamış oldun!”

Konuya bir de Lokman Hekim’in cevabıyla bakalım isterseniz. Siyah yüzüne şaşkın şaşkın bakan birine demiş ki:

-Ne şaşkın bakıyorsun öyle? Boyacıyı mı beğenmedin yoksa sürdüğü boyasını mı? Görüntümün hiçbiri benim eserim değildir. İnsan ise kendi iradesiyle kazandığının sahibidir. Benim isabetli ilaçlar verdiğimi, hikmetli sözler söylediğimi duymuşsun. İşte ben onların adamıyım. Görüntümün hiçbir yanı benim yapım değildir. Yaratan’ın münasip gördüğüdür. Benden O’na sadece şükür vardır, şekva yoktur!

Evet, Bilal-i Habeşi’nin Efendimiz’in baş müezzini olmaya layık görüldüğünü unutmayın. İki gözü de âmâ olan Abdullah bin Ümmü Mektum’un da Peygamberimiz savaşa gidince yerine vekil bıraktığı âmâ olduğunu da unutmayın. Demek ne siyah yüzlü Habeşli bir köle olmak ne de iki gözü de görmeyen bir âmâ olmak eksiklik değildir. Önemli olan iç güzelliktir, dışa akseden iman ve ihlasta örnek davranışlara sahip olmaktır!.

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

 

Tövbe ettiğimiz günahı terk edinceye kadar tövbe!

Okuyucum büyük bir azim ve gayretle günahlardan korunmaya çalışıyormuş, bu uğurda gereken mücadeleyi de veriyor, günahtan yılandan akrepten kaçar gibi kaçınıyormuş, ama yine de tam tutunamıyor, tekrar günaha maruz kaldığı da oluyormuş.

Diyor ki: “Bunca gayretime ve tövbe etmeme rağmen yine maruz kaldığım günahımdan dolayı tekrar tövbe mi etmem gerekiyor. Eğer yine tövbe etmem gerekiyorsa ne zamana kadar devam edecek bu tövbe?” Sözü uzatmadan okuyucuma vereceğim kısa cevap şundan ibarettir. Tövbe ettiğin günahı terk edinceye kadar devam edecek bu tövbe.

Ancak bu kısa cevap elbette yetersizdir. Bu gibi önemli sorulara en tatmin edici cevabı Hocaefendi, “Gençlere Pırlanta Ölçüler” kitabında vermiştir. Sözü uzatmadan birlikte okuyalım bu konudaki değerli bilgi ve uyarıları.

****

Tövbe konusunda Efendimiz’in (sas) şu mübarek beyanını hatırlamak gerekir:

“Herkes hata işler. Hata işleyenlerin en hayırlıları da tövbe edenlerdir!”

Bu hadis-i şerife dikkat edilecek olursa, hata işlemenin insanın cibilliyetinde var olduğu görülür. Yani insanın tabiatında her zaman onu günaha çekecek bir kısım duygu ve hisler vardır. Aslında bunlar, iyiliklere de esas teşkil etsin diye insanın benliğine yerleştirilmiş çekirdekler mahiyetinde istidatlardır. Aktif (uygulanan) bir Kur’an ahlakıyla bunların hepsinin yüzü hayra ve istikamete çevrilebilir!.

Mesela, insana öfke verilmiştir. İnsan bununla bazen gazilik ve şehitlik elde edebileceği gibi, aynı duyguyla Allah için öfkelenip Allah için nefret ederek sevap da kazanabilir. Şehevi hisler ve diğer bedene ait arzu ve istekler de böyledir. İnsan onları disiplin altına alıp ruhunu kanatlandırabildiği takdirde, velilerle omuz omuza yan yana yaşayabilir.

Aksine, disiplin altına alınmayan behimi arzuların, insanı baş aşağı getirmesi de sıkça görülen felaketlerden biridir. Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, potansiyel hata, insanın ikiz kardeşi gibidir. Bu itibarla, insan, azminin ve iradesinin hakkını vererek bu negatif duygudan hem kurtulmasını bilmeli hem de kendisine verilen o duyguları mutlaka faydalı hale getirmelidir.

Diğer taraftan insan hayatında ömrü en az, en kısa olması gereken bir şey varsa, o da hata ve günahlar olmalıdır!

Şu da katiyen unutulmamalıdır ki insan işlediği bir hatayı hemen tövbe ile silmezse, bu ikinci bir hata ve günaha davetiye çıkarmak gibi olur ki, bu tövbe etmeme durumu zamanla insanın kalbi ve ruhi hayatını köreltip mahvedebilir!.

Buradaki çok önemli bir konu da şudur: Tövbesiz bir insan, kalbine gönlüne gelecek olan İlahi ilhamlara karşı kapanır. Allah adına duyması gereken heyecanı duyamaz olur ve herhangi bir cisim gibi sürekli bir düşüş yaşar ama, asla bunun farkına varamaz; latifeler ölür; “sır”, sırra kadem basar, “hafi” gizlenir, “ahfa” adeta yok olur; ama o bunlardan haberdar değildir!. Onun için insan günaha bulaşır bulaşmaz hiç vakit kaybetmeden hemen Rabb’ine teveccüh etmeli ve O’ndan işlediği günahın affını dilemelidir.

Düşünülmesi gereken bir diğer önemli husus da şudur: İnsan bir taraftan tövbe ediyor, diğer yandan da kendi iradesinin zaafı ile tövbe ettiği günah ona yine musallat oluyor, o da yine aynı günaha giriyorsa, böylelerinin istikamete ulaşmaları ve sonra da istikametlerini korumaları oldukça zordur!..

Bununla beraber böyle bir insan, işlediği günahtan tövbe ederken hakikaten samimi ve tövbesini vicdanından gelen sese uyarak yapmış da olabilir. İhtimal, işlediği günahtan onun da içine bir tiksinti düşmüştür ve dolayısıyla tövbesini çok samimi olarak yapmıştır. Ancak bu gibilerde, çok defa tiksinti halini geçip, yerini arzu ve isteklere bırakması da söz konusudur ki, bu tür iradezedeler her zaman sürçebilirler. Bu ikinci durum, onun daha önceki tazarru ve duasında samimi olmadığı neticesini de doğurmaz, dolayısıyla tövbe etmesine mani hiçbir sebep yoktur.

Evet, insan ne kadar günah işlerse işlesin ve tövbesi hangi sayıya varırsa varsın mutlaka yine tövbe etmelidir.

Bu günün geçmişten çok farklı sokak şartları da bu tövbeyi her an zaruri kılmaktadır!..”

Evet, pes etmek yoktur! tövbe ettiği günahı terk edinceye kadar tövbe!..

Ahmed Şahin/Zaman

Kur’an kursları ve en hayırlı insan olma fırsatı

Önce Kur’an kurslarının başladığı şu özel ve güzel günlerde bir hadis-i şerifteki en hayırlı insan olma tarifini okuyalım, sonra hayırlı hane tarifine bakabiliriz..

Aleyhissalatü ves’selam Efendimiz buyuruyor ki:

-Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir!

Evet, tartışılmayan bir en hayırlı insan tarifidir bu. Kur’an’ı önce öğrenen, sonra da öğreten insan en hayırlı insan.

Birazcık düşündüğümüzde görüyoruz ki, hadis-i şerifin haber verdiği en hayırlı insan olmak hiç de zor değildir. Özellikle bu yaz tatili, en hayırlı insan olmak için tam bir fırsattır. Yeter ki bu kararı verin, yavrunuzu Kur’an kursuna gönderin, siz de tam öğrenemediğiniz Kur’an’ı yeterince öğrenmeye niyetlenin.

İsterseniz en hayırlı insan tarifini “Kur’an’ı öğrenen ve öğreten” diye veren Efendimiz (sas) Hazretleri’nden bir de hayırlı hane tarifini okuyalım. Hayırlı hane nasıl olurmuş bir de onu görelim. Buyuruyor ki:

-Hayırlı hane de, içinde Kur’an okunan hanedir! Melekler, içinde Kur’an okunan haneye hayırlı misafirler olarak üşüşürler, şeytanlar da o haneden şerli işgalciler olarak kaçışırlar!.

Evet, içinde Kur’an okunan haneye semadan melekler üşüşürler, şeytanlar da o haneden şerli işgalciler olarak kaçışırlar. Çünkü, meleklerin üşüştüğü evde hep hayır olur, bereket olur, huzur olur. Şeytanlara ise artık o haneden kaçışmak düşer, barınamazlar içinde Kur’an okunan hayırlı ve huzurlu hanede..

Burada Kur’an’ı öğrenme sırasındaki bir özel ve güzel farka da işarette bulunalım izin verirseniz.

Böyle hayırlı hanede Kur’an’ı önceden öğrenmiş yanlışsız okuyanlarla, yeni öğrenmeye başlayan yanlışlı okuyan öğrenciler de bulunabilirler. Yanlışsız okuyanlara harf başına onar sevap verilirken, yanlışsız okumak için emek verip gayret gösteren acemilere de harf başına iki misli fazla yirmişer sevap verilir. Yanlışsız okumak için çektikleri zahmet, gösterdikleri sebat ve azimden dolayı sevabın ikiye katlanması söz konusu olur.

Bu sebeple Kur’an okumaya yeni başlayanlar yanlış okuyoruz diye üzülmemeli, aksine yanlışsız okumak için çaba sarf ettiklerinden dolayı iki misli fazla sevap aldıklarını düşünerek okumaya daha çok şevk ve heyecanla devam etmeliler. Bu fark fark edilmeli, yanlışlı okuyanlar okuma şevklerini kırmamalı, daha çok sevap alıyorum diyerek okuma azimlerini artırıp ısrarla okumaya devam etmeliler..

İyi anlaşılması gereken diğer gerçek de, içinde Kur’an okunan böyle hayırlı haneye meleklerin kuşlar gibi semadan inerek, okunan Kur’an’ı huşu içinde dinlemeye devam etme olayı. Tıpkı büyük sahabi Üseyd bin Hudayr’in evine gelerek dinledikleri gibi.

Siyerde geçtiği üzere Medine’deki evinde gece Kur’an okumaya başlayan Üseyd bin Hudayr, bu sırada avludaki atının bir şeyler görüp de ürkmüş gibi acayip sesler çıkarıp kişnemeye başladığını duyar.

Bu ata neler oluyor, diye okumayı kesip de dışarı çıkıp baktığında, evin her tarafında kanatlarını kısmış sakince dinleyen ışıktan kuşların hemen göklere yukarı uçuşup gittiğini görür. Sabah erkenden mescide giderek gördüklerini Efendimiz (sas ) Hazretleri’ne anlatır. Efendimiz’in açıklaması şöyle olur:

-Biliyor musun Üseyd o göklere yukarı uçuşup giden nurdan parıltıların neler olduğunu?

Onlar evinde okuduğun Kur’an’ı dinlemek için semadan inip gelen meleklerdi. Unutmayın der, içinde Kur’an okunan eve melekler dinleyici olarak gelirler. Eğer okumayı sabaha kadar sürdürseydin, onlar da sabaha kadar seni dinlemeyi sürdürürlerdi!.

– Ne dersiniz, hissemiz ne kadardır bu en hayırlı insan ve hayırlı hane sahibi olma tarifinden bu Kur’an okuma mevsiminde? Kendimizi en hayırlı insan, evimizi de meleklerin ziyaret edeceği hayırlı hane durumuna getirme niyetimiz söz konusu mu şu Kur’an öğrenme devresinde?

-Çocuklarımızı Kur’an kursuna göndererek hayat boyunca okuyacakları namaz sûrelerini ezberleme fırsatını kaçırmamaya dikkat ediyor muyuz? Onlar okumayı öğrenirken biz de onlara eşlik ediyor, ailecek hayırlı insan olma yarışına giriyor muyuz bu yaz tatilinde? Böyle en hayırlı insan olma niyet ve azmimiz söz konusu mu Kur’an kurslarının hizmete başladığı şu tatil fırsatında? Bu konu düşünmeye değer mi?

Ahmed Şahin/Zaman