Kategori arşivi: Hanımlar

“İSLAMDA KADIN: KADININ ŞAHİTLİĞİ”

“İSLAMDA KADIN: KADININ ŞAHİTLİĞİ”

 

Bizleri yaratan rabbimiz, kadın erkek arasında ayrım yapmaksızın, kendi katında üstün olacakların, takva bakımından üstün olanlar olacağını söylemekle, kadın ve erkekleri; bazılarını, bazı konularda diğerlerinden üstün gelecek şekilde yaratmıştır. Ancak, Kadınlar ve erkeklerin, toplam özelliklerine göre yaratılış bakımından birbirlerine hiç bir üstünlükleri yoktur.

 

Örneğin genel olarak erkekler; güç, kuvvet isteyen konularda daha üstün durumdayken yine genel olarak kadınlarda, duygu, nezaket, şefkat gibi konularda erkeklerden daha üstündürler.

 

Dolayısıyla, kadın yada erkek başkaca bir şey yapmadan sadece yaratıldıkları şekliyle birbirlerine üstünlükleri yoktur.

 

Bu nedenle, erkekler ve kadınlara rabbimizce yaratılışlarına uygun olarak yapmaları ve yapmamaları gereken emirler verip, yasak ve serbestiler koymuş ve islam dini adı altında, en son kuranla sonlandırarak, elçileri aracılığıyla insanlara ulaştırmıştır.

 

Ancak, öncekilerin o zamanki kitaplardan uzaklaşarak, dini yanlış yaşamaları ve anlatmalarında olduğu gibi zamanımızda da kurandan uzaklaşarak, onu terk ederek yada onu insan kaynaklarına göre geri plana atıp, hükümsüz kılmaya çalışarak dini yanlış yaşamalara ve yanlış anlaşılmasına neden olunmuş ve olunmaktadır.

 

İşte bu yanlışlardan biri de şahitlik konusunda ve kadınların üzerinden dine sokulmaya çalışılan; kadınların erkekler karşısında şahitlik bakımından negatif ayrımcılığa tabi tutularak, küçük düşürüldüğü, iki kadının şahitliğinin ancak bir erkeğin şahirliğine ulaşabildiği yada başka bir anlatımla, bir erkeğin şahitlik konusunda iki kadına eşit olduğu iddiaları ile islam karalanmaya, kitap terk edilmeye, dine şüpheyle yaklaşılmasını sağlamaya çalışılmıştır.

 

Bunu imansızlar ve dini dünya menfaatine değişen ve kendine müslüman alim, ulema diyen bazı zalimler ile kuranı tam bilmeyen cahiller de şiddetle savunurlar.

 

Halbuki, kuranda kadın ve erkek şahitlikleri bakımından sadece bir konu haricinde her konuda eşittirler. Bu, bir konuda, kadının erkekle aynı derecede içinde olmadığı, intibak edemediği ticari hayatla ilgili olarak, borçlar hukuku kısmıyla ilgilidir.

 

Kadınlar, gerçektende hangi dönem de olurlarsa olsunlar, erkekler kadar ticari hayata imkan ve zaman ayırabilecek, bu husularda tecrübe edinebilecek durumda olamazlar. Çünkü, kadınların erkeklerden farklı olarak, hamilelik, ev hayatını yürütüp, ailedeki bireylerin yaşam ve eğitimlerinde daha çok rol üstlenmeleri nedeniyle, iş hayatına katılsa bile erkekler kadar zaman ve enerji harcayacak durumda olmaları mümkün değildir.

 

İşte bu gerçeği bilen rabbimiz, kadının bu alandaki dezavantajlı durumunun kendini zora sokmaması için ticaret hukukunun gereği, şahitlik konusunda en az iki erkek yada 1 erkek ve iki kadının şahitliğini ister. 2 kadının şahitliği ise sadece borçlanma ile kısımlarda şahitlik yapması esnasında unutkanlık (yeterince nüfuz edememe) gibi sebeplerle şahitliği yüzünden zora girmemesi için, başka bir kadınla birlikte şahitlik yapmasını gerekli görülmüştür.

 

Gerçektende, eğer 1 erkek ve 1 kadın şahitliği ile yetinilseydi, şahitlerin ayrı görüşte olmaları halinde; erkeğin tecrübe ve diğer şartları bakımından ticari hayattaki şahitliği daha akla yakın bulunabilecek, bu defa haklı olsa bile kadın bu yüzden hem zora düşerek sıkıntı yaşayabilecek, hem de kadın erkek sürtüşmesi halinde fiziken yıpranabilecektir. İşte kadını bu durumdan korumak için başka bir kadınla birbirini desteklemek üzere iki kadın şahitliği kabul edilmiştir.

 

Üzerinde dikkatlice düşünülürse, iki kadının şahitliği erkeği üstün görmekten değil, olası tehlikeleri, sakıncaları bakımından kadını zora düşmekten kurtarmak amaçlıdır. Böylece, 3 şahitten en az ikisi aynı tarafta görüş bildireceği için şahitler zarar görmeden ticari uyuşmazlık çözülebilecektir.

 

İşte, ticari borçlar gibi özel tecrübe gerektiren konu dışında kadın ve erkekler her bakımdan eşit şekilde şahit olabilir. Yani diğer konularda istenen şahitliklerde, kadın ve erkekler eşit sayıda olabilir, yada kadın veya erkek daha fazla olabilir veyahutta tüm şahitler kadın veya erkekten oluşabilir.

 

Örneğin kuranda zina şahitliğinde dört tane şahit istenir. Bu dört şahitin hepsi kadın yada erkekten olabileceği gibi, kadın yada erkeğin daha çok olması şeklinde de olabilir.

 

Yine miras konusunda vasiyette bulunurken iki şahit bulundurulması istenirken, kadın yada erkekler arasında fark gözetilmez. Boşanma esnasında da kadınların bekleme msürelerinin sonuna gelindiğinde boşanmaya tanıklık etmek için iki şahit istenir.

 

İşte kadının şahitliği konusunda, kadının yeterince bilgi sahibi olmadığı bir alanda, şahitlik yapması halinde zarar görmemesi için korunmasına yönelik şahitlik müessesesi bile imansızlarca istismar edilip tersine çevrilerek, kadın küçük düşürüldüğü, erkeğin kadına üstün kabul edilmesi olduğu iddiaları ile müslümanların, islama bakışlarının değişmesine, islamdan soğumalarına çalışılmıştır.

 

Nitekim, islamı kurandan yeterince bilmeyen çok kimse de imansızların bu ve benzeri iddialarına kanarak, dini terk edip, imansız olabilmektedirler.

 

 

KURANDAN AYETLERLE ŞAHİTLİK KONUSUNDA DELİLLER:

 

1- “ …Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa, kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir. Biri yanılırsa, diğeri hatırlatır. Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister büyük, ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi Allah katında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygun olur…” (Bakara 2/282)

 

2- “Kadınlarınızdan zina edenlere karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse onları ölünceye veya Allah onlar için bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.” (Nisa 4/15)

 

 

3- “Müminler! Sizden biriniz ölüm döşeğinde vasiyet edeceği zaman içinizden güvenilir iki şahit tutsun. Eğer bir yerde yolcu iken ölüm gelip çatarsa sizden olmayan iki kişi de olabilir. (Şahitliği yerine getirdikleri zaman) şüphelenirseniz onları namazdan sonra alıkoyarsınız. Şöyle yemin ederler: ‘Vallahi, isterse en yakınımız olsun, buna karşılık hiçbir şey almayız. Allah için yapılan şahitliği gizlemeyiz. Öyle olsa biz, elbette günaha gireriz.’

 

Eğer günaha girdiklerinin farkına varılırsa, ölenin, hak sahibi iki yakını onların yerine geçer, şöyle yemin ederler: ‘Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz haksızlık yapmayız. Öyle olsa elbette zalimlerden oluruz.” (Maide 5/106-107)

4- “Kadınlar bekleme sürelerinin sonuna vardıklarında onları ya maruf ile tutun veya maruf ile ayırın. Sizden iki güvenilir şahit getirin, şahitliği Allah için yapın.” (Talak 65/2)

Kuranı terk ederek, başka kaynaklara göre din yaşamaya çalışan kardeşlerime, akıllarını kullanmalarını, iyice düşünerek kurandaki hükümleri doğru anlamaya çalışmalarını, buna göre yaşayıp, bunu savunmalarını, bunu anlatmalarını hatırlatırım.

 

Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamin aleyke Ya Resulallah

Sana binlerce salât ü selam olsun Ey Allah’ın Resûlü

Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamün aleyke Ya Habiballah

Binlerce salat ü selam Sana ey Allah’ın Sevgilisi

Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamin aleyke ya Emîne vahyillah

Sana binlerce salat ü selam olsun ey Allah’ın vahyinin emîn temsilcisi.

SELAM VE DUALAR İLE…

HATİCE BAŞKAN

Nuryarenleri571.blogcu.com

 

Cemaatte Kadınların Durumu Nedir?

Allah Resulu cemaatle namaz kılmayı hep teşvik etmiştir. Camide, mescitte, evde ve her yerde cemaat olunması önemli görülmüştür. Sadece erkekler değil, kadınlarında cemaate katılmaları istenmektedir.

Cemâat kelimesine “İslâm’ın kardeş kıldığı ve özel bir dayanışma çerçevesinde topladığı küçük büyük insan topluluğu” mânasını verirsek bu cemaat ilişkilerinde kadın ile erkeğin yeri, durumu, sınırları gibi konular önümüze çıkar.

Burada cemaatten maksadımız “namaz ibadetinde cemaattir“. Beş vakit namaz, Cuma ve bayram namazları, cenaze namazı, teravih namazı gibi cemaatle kılınan namazlarda kadınların vazifeleri ve durumları fıkıhçıları meşgul etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’e ve Sünnet kaynağına bakıldığında kadınları cemaate katılmaktan meneden bir nassa rastlamak mümkün değildir. Aynı kaynaklar mü’minlere cuma namazının farz, beş vakit namazda cemaatin en azından müekked (güçlü) Sünnet kılındığını ifade ederken erkekleri muhatap almaktadır. Kadınlara Cuma ve cemaat farz kılınmamakla beraber yasaklama da bulunmadığına göre geriye iki ihtimal kalmaktadır: Ya teşvik edilmişlerdir, onlar için de namazı cemaatle kılmak efdaldir, daha sevaplıdır; yahut da cemaate katılmaları caiz olmakla beraber namazlarını evlerinde kılmaları evlâdır.

İslâm müctehidleri delilleri farklı değerlendirerek bu iki şıktan birini tercih etmişlerdir. Mesela Zahiriyye mezhebinin imamlarından biri olan İbn Hazm’e göre kadınların farz namazları cemaatle kılmaları, evlerinde tek başlarına kılmalarından efdaldir; cemaati teşvik eden hadisler hem erkeklere hem de kadınlara hitap etmektedir, kadınların namazlarını evlerinde kılmalarının daha üstün olduğunu ifade eden rivayetler sabit değildir. (Muhallâ, III, 129 vd.) Diğer müctehidlerin çoğu ise hadislerden ziyade “fitne“; yani “cinsel duygu, düşünce, fiil günahına girme ihtimali” gerekçesine dayanarak genç kadınların namazlarını evlerinde kılmalarının daha iyi olacağı hükmünü benimsemişlerdir.

Bize göre bu fitne gerekçesi, şartlara bağlı ve değerlendirilmesi izafi (göreceli) bir gerekçedir; iyi niyetli, edepli ve hayâlı İslâm kadınlarının bugün camilere gitmesinde, cemaatle namazlara katılmalarında, yer müsait olduğu takdirde cuma ve bayram namazlarını erkek saflarının arkalarında saf tutarak kılmalarında önemli faydalar vardır.

Hz. Aişe’nin imamlığında kadınların cemaatle akşam ve teravih, Ümmü Seleme Validemizin imamlığında da teravih namazı kıldıkları, Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatı boyunca, beş vakit namazda, cemaate -mecbur kılınmamakla beraber- kadınların da katıldıkları, cenaze namazına kadınların da erkeklerin arkasında katılabilecekleri, erkeklerin bulunmaması halinde cenaze namazını kılma vazifesinin kadınlara düşeceği, hanımların bayram namazlarına katılmalarının Efendimiz tarafından teşvik edildiği, hatta hayızlı ve lohusa olanlarının bile -namaza katılmamakla beraber- namazgâha gelmelerinin, dua ve niyaza iştirak etmelerinin istendiği sahih hadislerle sabittir, bilinmektedir.

Kadınların, içlerinden birini imam yaparak kendi aralarında cemaat olup namaz kılmaları -bazı müctehidler mekruh olur demişlerse de- caiz kılan, hatta teşvik eden hadislere dayananlarca caiz görülmüş, iyi olur denilmiştir.

Kadınların erkeklere imam olmalarının caiz olmadığı konusunda ittifak vardır. Ümmü Varaka isimli bir sahâbî hanıma Hz. Peygamber’in (s.a.) izin verdiği ve kendisine bir müezzin de tahsis ettiği sabit ise de bu iznin, Peygamber Mescidine uzakça bir yerde oturan o hanımın “kendi aile efradına imam olması ile sınırlı bulunduğu” bilinmektedir.

Cemaatle namaz kılarken kimlerin hangi safta ve sırada duracakları konusu Hz. Peygamber (s.a.) tarafından belirlenmiştir. İmamın arkasında yaşlı, bilgili, saygı gören erkekler, onların arkasında yaşlılardan gençlere doğru diğer erkekler, arkada kadınlar dururlar. Bu düzenin bozulması, kadınların erkeklerle aynı hizada ve yanyana cemaat olmaları Sünnet’e aykırıdır, mekruhtur, caiz değildir. Hanefî mezhebi müctehidleri bu hususta daha da ileri giderek “aynı imamın arkasında aynı namazı kılmak üzere kadınlarla erkekler -aralarında bir ayırıcı rahle vb. bulunmadan- yanyana dururlarsa kadının iki yanındaki erkek ile arkasındaki erkeğin namazları sahih ve muteber olmaz” demişlerdir.

Maksadı üzüm yemek (ibadet etmek) olan kadınlarımız için camiye gitme, camide veya evde cemaatle namaz kılma, Cuma, bayram ve cenaze namazlarına -onlara ayrılan yerde ve saflarda- katılma konularında bir engel bulunmadığı -eskiden beri ilgili kitaplarda açıklandığı gibi- yukarıdaki özet açıklamalardan da anlaşılmış olmalıdır.

Maksadı bağcıyı dövmek olanlara gelince küçük bir uyarımız olacak: Bağcı o eski bağcı değil, dayak yiye yiye uyandı, tedbirini aldı, dövmeye giden dövülebilir, başkasına kuyu kazan kendisi düşebilir!

Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN

Kaynak: Nurdergi.com

Aile içinde “Akla Kapı Aç, İradeyi Elden Alma”

Kocasının bazı olumsuz tavırlarından rahatsızlık duyan hanımefendi diyor ki:

Baştan böyle rahatsız edici alışkanlıkları yoktu, son devrelerde olmaması gereken alışkanlıklar ediniyor, tasvip etmeyeceğimiz yanlışları söz konusu oluyor. Bu yanlışlarına tepki gösteriyorum, ‘Bunlar sana yakışmıyor’ diyorum, tepkime tepki ile karşılık veriyor, daha da uzaklaşıyor; susuyorum vicdanım rahat etmiyor, yanlışlarını sürdürüyor. Doğrusu, nasıl bir tutum içinde olacağımı bilemez oldum. Beyin bu rahatsız edici hallerine karşı nasıl bir tavır takınayım? Susayım mı, konuşayım mı? Tavrım nasıl olmalı diyorum?

Hanımefendinin şikâyetçi olduğu bu tür haller, aile bireyleri arasında zaman zaman yaşanan gerilimlerden biridir. Konunun cevabı da elbette tek değildir. Ancak en başta gelen cevabımı arz etmek istiyorum. Böyle hallerde yanlış yapana karşı takınılacak ilk tavır, “yara yapmadan tedavi etmek, tahribe sebep olmadan tamirde bulunmak” diyebileceğimiz düşündürmeye yönelik yumuşak üsluplu tavır olmalıdır, diye düşünüyorum.

Aile bireyleri arasında bazen hanım, bazen de beyde başlayan böyle rahatsız edici hallere karşı tümüyle susmak fayda getirmeyeceği gibi, tümüyle sert sözlerle tepki göstermek de fayda getirmiyor.

Bu durumda öyle bir tavır takınılmalıdır ki, ne fayda getirmeyen susmak olsun ne de zarar getiren tahrip söz konusu olsun.

Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle:

‘Akla kapı aç, iradeyi elden alma!’ üslubu tercih edilsin. Yani, rahatsızlık duyduğunuz yanlışları yumuşak bir dille muhatabın aklına, mantığına, vicdanına duyurmakla yetinin, ama kabul ettirmek için ısrara gitmeyin, tepkiye sebep olacak tahribe yönelmeyin. ‘Senin bu halin bende üzülme, kırılmalar meydana getiriyor, durumunu bir gözden geçir’ gibi sözlerle vicdan muhasebesiyle baş başa kalmasını sağlayın. Bundan sonrasında da içinizden dua ederek deyin ki:

-Rabb’im, bu benim eşim ise Senin de kulundur. Ben bana düşeni sakin bir sesle vicdanına aksettirip düşünmesini sağlamaya çalıştım. Bundan sonrası Sana aittir. Kapıldığı bu yanlışlarından kurtulma duygusu nasip eyle!..

İşte bu tavra biz “Akla kapı aç, iradeyi elden alma!” tavrı diyoruz. Buna “Yara yapmadan tedavi etme, tahribe sebep olamadan tamirde bulunma tavrı” da diyebilirsiniz.

Bu müspet tavrı siz daha da ileriye götürerek diyebilirsiniz ki: Ayağı kayıp da yanlışa düşen kimseye herkes bir tekme atıyor, bir tekme de ben atmayayım, ben bir vefa ve şefkat örneği göstererek kucaklayıp düştüğü yerden kaldırma kahramanlığını tercih edeyim.

Böylece aile içinde farklı bir vefa ve sabır örneği vermiş, düşene tekme atma değil, kucaklayıp kaldırma kahramanlığı göstermiş olursunuz. Bu da sizin aileyi ayakta tutan sabır ve sadakat kahramanlığınızdan kaynaklanan bir olgunluğunuz olur.

Kolay tavır mı bunlar? Elbette değil. Ancak unutulmamalı ki, Cennet hanımlarının ablası makamına yükselten olgunluk ve fazilet de böylesi kahramanlıklarla kazanılır.

Aile içinde yara yapmadan tedavi etme, tahribe sebep olmadan tamirde bulunma kahramanlığı diyebileceğimiz bu koruyucu ve kurtarıcı tavırlar, basit bir fedakârlık olsaydı, karşılığında Cennet hanımlarının ablalığı makamı vaat edilmezdi.

Müslüman’ın aile içinde göstereceği bu tür yapıcı tavrın değeri çok yüksektir. Neden çok yüksektir? Çünkü o yuvada imanlı hayat yaşanacak, inanmış bir de nesil yetişecektir. Bunun için örnek tavır göze alınabilir, bunun için tahribe sebep olmayan tamir üslubuna önem verilir, bunun için “Akla kapı aç, iradeyi elden alma!” yumuşaklığına bağlı kalınır. Sonunda yaşanacak imanlı bir hayatın korunması söz konusudur çünkü

Ahmet Şahin

İşlilik ve Annelerin Çalı(ş)nması

 

İNSANLARIN DİLİNDE sıkıntıları, dertleri, yoklukları ifade eden kelimeler daha çoktur. Yanılmıyorsam, Fecr ül-İslâm adlı kitapta Arapça için yapılan böyle bir tespiti görmüştüm. Suyun kıtlığı çekilen bizim coğrafyamızda ve güneydeki koşularımızda “Pınarbaşı”, “Subaşı”, “Karakuyu”, “Akkuyu”, “Ayn ür-Rummâneh” (Narlıkaynak) “Ra’s ül-Ayn” (Derebaşı) benzeri isimlerin çokça bulunması bundandır sanırım. Günlük dile bakalım: “başımızın sağ olduğunu” ancak bir yakınımız vefat ettiğinde anlıyoruz. Ama başımız hemen her gün “ağrıyabilir”. Annesi babası ve diğer yakınları hayatta olmayana ya da uzakta olana “kimsesiz” diyoruz, ama akrabaları ile birlikte olana “kimseli” diyene rastlamıyoruz .“İşsizlik”ten (unemployment) hemen her gün söz ediyoruz, ama “işlilik” (employment) diye bir kelimemiz yok.

Gerçek istekleri, yoklukları ifade eden kavramlar öne çıktığı gibi, şişirilen, yokken var edilen istekleri arzuları ifade eden kavramlar da öne çıkar. Hatta bazen ikinci gruptakiler birincileri geçer. Mesela, insan bazen dişinin çürüklüğü karşısında “dish”inin (çanak anten) arızalanmasında daha az üzüntü duyabilir. Yani şişirilen ihtiyaçlar gerçek ihtiyaçların önüne geçer bazen. Şimdi şefkat yüklü şu paragrafa bakalım:

“Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyle ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyle o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hâcât-ı hayatiyeyi, büyük bir mes’ele-i diniyeye tercih ettiriyor. …” (*1)

Demek gerçek ihtiyaçlara dikkati celp edip onlara, ilk paragraflarda olduğu gibi, isimler bulmak mümkün olduğu gibi, sanal ihtiyaçların derd-i maişet belasıyla, reklamla, nazarları sürekli dünyaya celp etmekle artırılması mümkün. İşin bir yönü daha var: gerçek ya da lüks ayrımı yapılmadan çoğaltılan bu kadar “ihtiyaç” maddesinin hepsi olmasa bile büyük bir çoğunluğu, insanların çok az bir kısmının daha az bir süreyle çalışması ile gün yüzüne çıkartılıyor. (Schumacher, Küçük Güzeldir) Bir de bu üretim insanların bugünkü ihtiyacının çok üstünde.

Bazı ekonomik sıkıntılar (adaletsizliğin verdiği çarpıklıkla, dünyanın her yerinde olmasa bile) yokluktan değil, varlıktan kaynaklanıyor. Haftalık çalışma saatlerinin azaltılması ve çeşitli vesilelerle yılın belli zamanlarında ihdas edilen “tatiller” de bir yönüyle bunun için. Boş zamanlar psikolojisi başlıklı makale ve kitapların yazılması da bununla ilgili. Böyle olunca, yukarıda değinilen hemen herkesin özlediği, ülkemizde hemen her partinin programında var olan işlilik, yani yaygın deyimi ile “tam istihdam” aslında bugünün dünyasında bir hayalden ibarettir.

Yani, sibernasyon çağında on beş, bazı yerlerde on sekiz yaşına gelmiş herkesin çalışması gereği yok. O zaman, lafı hiç uzatmadan dolandırmadan şunu sorsak? Cins-i latif tabir edilen kadının, üstelik şu stresli ortamda çalışmasına gerçekten “ihtiyaç” var mı? İhtiyaç varsa bu ihtiyaç gerçek bir ihtiyaç mı yoksa ehl-i dalaletin nazara vere vere şişirdiği sanal bir ihtiyaç mı? [Acaba bu yüzden midir ki, birçok kapitalist boşanmaların artmasına, on sekizinden sonra gençlerin, baba evlerini terk edip ayrı eve çıkmalarına seyirci kalıyor? Zira ayrı ev demek bir sürü eşya ile doldurulması gereken ayrı bir mekân demek onlara göre…]

Ve aklı başında psikolog ve çocuk gelişimi uzmanlarının dediğine bakıldığında, kadın bu ihtiyaçları karşılamak için dışarı çıktığında, çocuğun ruh dünyasında hangi yaralanmalar husule geliyor? Hele 0 – 6 yaş arasındaki çocukların anneden uzak kalmasını hangi ihtiyaç mazur gösterebilir? Çocuk, gerek her vicdan sahibinin içini sızlatan hâl diliyle gerekse kàl diliyle, “niye beni terk ediyorsun anne?” dediğinde, sorusu düşünülmeden verilecek hazır cevaplar bellidir:

“Senin oturman için veya bayramda seyranda, ateş almak için gelmiş gibi gelip gidiveren misafirler için oturma grubu [ne hazin! Oturacak grup yok, oturma grubu alıyoruz, Batılının ironi dediği husus.] aldık da ondan. İleride derslerine yardımcı olsun diye bilgisayar aldık da ondan. Benim mutfak işleri ile uğraşmaktan pek basamadığım, babanın ise bir köşesinde TV seyrederek sızıp kaldığı halıları yeniledik de ondan. Hepi topu bir ay kalabildiğimiz bir yazlık aldık, ya da tamirini yaptırdık da ondan… Beraberce rahat ve bağımsız gezebilmemiz için araba aldık da ondan. Bakıcı ile beraber kaldığında dışarı seyrederken canın sıkılmasın diye, eski perdeleri attık daha hoş desenli halılar aldık da ondan…”

Liste uzayıp gider. Soralım; bunların hangisi gerçek bir ihtiyaçtır? Ancak, maksadımız üzüm yemek; bağcı dövmek değil. Kaynaklarımızda ev gerçekten fakr-ü zaruret içinde ise kadının çalışmasını caiz gören hükümler var. Ama bunu çocuğu ihmal etmeden yapabilmenin yolu da var ve hafızam beni yanıltmıyorsa, Hollanda gibi bazı hür ülkelerde uygulanıyor.“Kadının ekonomik bağımsızlığı” ve “ekonomik sıkıntılar” hurrası içinde, bu dediklerimiz pek kàle alınmayacaktır, ama anneleri çalınmış, bu yüzden psikolojileri bozulmuş çocuklar ile bizi nasıl bir geleceğin beklediği de düşünmeye değer.

Mehmet Boyacıoğlu

Karakalem.net
*1. Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 69

Annelikte Beynin Yapısı Değişiyor

Anne olmak bir kadının hayatında çok farklı bir evredir. O zamana dek gözetilen biri iken, hamilelikle başlayan annelik sürecinde adım adım gözeten kişi olmaya doğru ilerler. Bir annenin yavrusu olmaktan, bir yavrunun annesi olmaya doğru yaşanan bu geçiş sürecinde, ihtiyaç duyulan davranış örüntüleri de değişir. O vakte değin kendini yöneten, kendi ihtiyaçlarına ve kendi hayatını sürdürmeye adanmış olan bünye, yavrularının iyi durumda olmasına ve onların bakımına odaklanmaya başlar.

Uzun zamandan beri bilim adamları tarafından gözlemlenen bu değişimin biyolojik temeli yakın zamana kadar aydınlatılamamış bir sahaydı. Fakat son yapılan araştırmalar hamilelik, doğum ve emzirme süreçleri boyunca ortaya çıkan heyecan verici hormonal değişimlerin annenin beyin yapısında birtakım değişikliklere neden olduğunu ortaya koydu. Buna göre beynin bazı bölümlerinde nöronların hacmini arttırdığı, bazı bölümlerde yapı değişikliklerin meydana geldiği görüldü. Bilim adamları beyinde görülen bu biyolojik değişimlerin annenin beyninin anneliğe uygun davranışlar sergilemek amacıyla yeniden biçimlenmesi anlamına geldiğini düşünüyorlar.

Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar annenin beyninde meydana gelen değişimlerin yuva inşa etmek, yavrusunu yetiştirmek ve onları yırtıcı hayvanlardan korumak gibi annenin annelik görevlerini yerine getirmesine zemin oluşturduğunu ortaya koyduğu gibi; bazı değişimlerin de hafıza, öğrenme, korku ve strese verilen tepkileri kontrol etmeyle ilgili olduğu sonucuna vardı. Örneğin, fareler üzerine yapılan bir çalışma, anne farenin avını yakalamada diğer farelere göre daha başarılı olduğunu ortaya koydu. Avcılık kabiliyetinin yanında, anne farelerin yiyecek arama ve bulma beceresinin de daha ileride olduğunu ortaya koyan bu çalışmaya göre, anneliğin getirdiği değişimler fareler yaşlanana dek sürüyor. Peki insanlar açısından durum ne?

Toronto Üniversitesi’nden Alison Fleming, annelerin hamilelik döneminden itibaren beş duyularının hassasiyetlerinde artış olduğunu ortaya koydu. Anneler bu sayede küçük bebeklerinin kokularını ve seslerini ayırd edebilir hale geliyorlar. Fleming’e göre anneler doğum sonrası yüksek seviyedeki ‘cortisol’ hormonu sayesinde bebeklerinin kokularına daha fazla dikkat kesildikleri gibi, onların ağlama seslerini de daha duyarlı oluyorlar. Normalde stresle birlikte ortaya çıkan ve insan sağlığı üzerinde yıkıcı etkileri olan ‘cortisol’ tam tersine annede son derece işlevsel ve faydalı bir rol yükleniyor. Cortisol hormonu seviyesi yükselen anne, hormon sayesinde dikkati, uyanıklığı ve duyarlılığı arttığı için bebeğine karşı görevlerini çok daha başarıyla yerine getirebiliyor.

Anneliğin hormonlar ve beyin yapısı üzerinde yaptığı değişimlerin etki süresine gelince, bu konuda en çarpıcı bulgu Boston Üniversitesi’nden Thomas Perls ve arkadaşlarından geldi. Hamilelik yaşına ilişkin yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, kırklı yaşlarda hamile olan kadınların yüz yaşına kadar yaşama ihtimalleri erken yaşlarda hamile olanlara göre dört kat daha fazla. Perls’in bu konudaki yorumu, kırklı yaşlarında hamile olan kadınların daha yavaş yaşlandığı yönünde. Bunun muhtemel sebeplerinden birinin, hamilelikte yaşanan hormonal değişikliklerin menopoz devresinde ortaya çıkan yıkımları dengelemesi olarak düşünülüyor.

Tüm bu bilgilerden sonra, anneliğin kadınların sağlığını deformasyona uğrattığı şeklindeki genelgeçer kabulün ne kadar hatalı olduğu da görülmesi gereken bir başka nokta. İlâhî hikmet, bir canlı dünyaya getiren annenin annelik görevini yerine getirebilmesi için, onu olduğundan daha dayanıklı ve sağlıklı kılıyor.

KAYNAK: The Maternal Brain,Scientific American

Melike Kabay / Zafer Dergisi