Sudan Hizmetlerinden Notlar

Sudan Nur Dersanemizde, Türkiye’den gelen üç kardeşimizle birlikte 1 Sudanlı 2 Fildişi Sahillerinden olmak üzere 8 kişiyiz. Bazı vakitlerde misafir abi ve kardeşlerimiz oluyor. Dua edin, inşallah Cenab-ı Hak sayımızı arttırsın.

Dersanemizde Çarşamba günleri öğlen namazından sonra Afrika Üniversitesine yönelik dersler olmaktadır. Üniversiteden kardeşlerin davet ettikleri gençlere, Cabir Kardeş ve Ebubekir kardeşimiz Arapça ders okumaktadırlar. İngilizceyi iyi bilen bir abimiz veya kardeşimiz olsa bu Üniversitede cok güzel bir hizmet zemini bulunmaktadır. Zira öğrencilerin birçoğu İngilizceyi iyi seviyede biliyorlar.

Ayrıca Üniversitede İngilizce olarak  imani meselelere veya içtimai meselelere yönelik müzakere toplantıları olmaktadır. Bu toplantılara bazen 150-200 kişi katılmakta ve bizi devamlı davet etmektedirler. (İngilizcesi iyi, Risale-i Nur’lara biraz vakıf birisi olsa burada çok güzel hizmet edebilir…)

ÇARSAMBA akşamları Türk abilere yönelik olarak Türkçe dersimiz olmaktadır. Dua ediniz Dersimize ve Dersanemize sahip çıkacak kimselerle Cenab-ı Hak bizleri karşılaştırsın.

PERŞEMBE akşamı esnaf ziyaretlerimiz olmaktadır. Dersanemize gelen ya da bir vesile ile tanışılan abilerin işyerlerine gidiyoruz. Cuma günü resmi tatil olduğu için abilerin işyerleri perşembe akşamı müsait oluyor bu vesile ile ziyaretler yapılıp ders okunmaktadır.

CUMA  ARAPÇA DERSİ, ikindi namazından sonra başlayıp aksam namazına kadar devam ediyor. Bu Derse ekseriye Sudanlı gençler katılmaktadırlar. Ayrıca Afrika Üniversitesinden de  Arapçası iyi  olan gençler katılmaktadırlar. Ders, dönerli, birer sayfa kitap okuyarak devam etmektedir (hemen hemen bütün derslerimizi öyle yapmaya çalışıyoruz). Kitap okuma sırası gelen, anladığı manaları anlatıyor, ona soru soranlar oluyor ya da o anlamadığı yerleri soruyor,  güzel mütalalı dersler oluyor. Zübeyir abi de derse ingilizce olarak katılıyordu (şu anda Arapça katılıyor). Bu derse gelen kardeşlerin çoğu uzak yerlerden 1,5 – 2 saatlik yollardan gelen kardeşler var. Bu ders içinde dualarınızı bekliyoruz. Bu kardeşlerin içlerinden hakiki manada anlayanlar çıkıp bu dersleri kendi mahallelerinde devam ettirsinler  inşaallah.

CUMARTESİ Arapça derse iştirak edenler ekseriyetle Üniversite öğretim üyesi camiası ve çeşitli meslek sahipleri. Sudan’da yapılan sempozyumdan sonra tanışılan kimseler ve Kitap Fuarında tanışılan kimselerin davet edilmesiyle oluşturulmuş bir ders  grubu. (Kitap fuarında çok güzel tanışmalara vesile olundu her seviyeden ilim erbabı bu fuarda standımızı ziyaret ettiler,  telefon numaraları ve adreslerini bıraktılar. Külliyat alan ya da çok sayıda kitap alanlarla kardeşlerimiz hususi alakadar oldular. Daha sonradan bu isimlere Sudanlı kardeşlerinde yardımları ile telefon edildi ve ziyaretler vasıtasıyla geri dönüşüm sağlandı). Dua edin içlerinden Risale-i Nurlara, Derslerimize ve Dersanemize sahip çıkacak kimseleri Allah bizlere nasip eylesin.

Bu ders geçen aya kadar ayda bir yapılıyordu. Haftada bir olması için Zübeyir abinin ve Sudanlı İzzettin kardeşin gayretleri devam ediyor, dua edin inşallah. Haftanın diğer günlerinde müsait olundukça ziyaretler ve davetler yapılmaktadır.

Abilerimizden ve kardeşlerimizden isteğimiz Sudan Dershanesini, alemlerinde canlı tutup dua etmeleri (Zaten ediyorsunuz da, biz genede hatırlatalım). Ayrıca Arapça öğrenmek, yurt dışında okumak veya hizmet yapmak isteyen kardeşlerimize buraları tavsiye etmeleridir. Hakikaten  çok güzel  Arapça ve İngilizce öğrenme imkanı bulunmakta, erkek ve kız öğrencileri ayrı kampuslarda eğitim görmekte, dini bilgileriyle birlikte ilmi derslerini de okuma imkanı bulmaktadırlar.

Dualarınızı Bekleyen Kardeşleriniz – Sudan

Stresin en önemli kaynağı nedir?

Bazen gazetelerde insanın tüylerini ürperten resimler görürüz. Çoğunlukla Kuzey Afrikalı fakir ve perişan insanların resimleri… Her biri sanki canlı birer iskelet… Kemiklerle etler arasında nerdeyse mesâfe kalmamış. Bu halleriyle bize olanca güçleriyle haykırırlar: “Biz açız, bize yardım elinizi uzatın!” diye…

İşte maddî açlık insanı böyle perişan, böyle zayıf, böyle güçsüz ediyor… Beride maddî problemleri yok denecek kadar az, ama kendilerini eğlenceyle, sefahatle, içkiyle yahut uyuşturucuyla avutmak isteyen huzursuz kalabalıklar. Bunların dertleri öncekilerinden daha ileridir.

Ruh, beden ülkesinin sultanıdır. Açlıktan kıvranan insanlarda hizmetçi zayıf düşmüştür, huzursuz insanlarda ise sultan perişandır. Birincilere her insaf ve vicdan sahibi acır, merhamet eder. İkincileri ise herkes kınar, herkes onlara düşman kesilir. Halbuki asıl acınmaya, el uzatılmaya muhtaç olanlar bunlardır… Çünkü bunlar hem hastadırlar, hem de ilâç düşmanıdırlar. Bunlara karşı, tedavi ehlinin çok şefkatli ve çok sabırlı olması gerekir. “Fâsıklara ancak ârifler acır.” Abdulkadir Geylâni (ks.)

Bugün huzur ve saadet arayanlar sadece bu insanlar değildir. Hemen herkes bu dertten bir iz taşımaktadır. Öyle ise biz öncelikle kendi nefsimize bir şeyler söylemeye çalışalım:

Neden yer yer ruhî sıkıntılara giriyor, sabırsızlanıyor ve bir şeyler yapamamanın ıstırabıyla ruhumuzu kıvrandırıyoruz. Beden sıhhatimizden, mali durumumuza, toplumdaki itibarımızdan dünyevî zevklerimize kadar her şeyi kendimize dert ediniyor ve bunları çözemeyince de üzülüyor, rahatsız oluyoruz…

Niçin, dünyanın üstünde gezeceğimize altına giriyor, bize hizmet etmesi gereken eşyaya biz hizmetçi oluyoruz.

Bu halimiz ruhumuzu hayli yoruyor ve takatten düşürüyor. Bütün bu olup bitenlere karşı sabırla karşı koymayı da başaramıyoruz. Zira, Üstat Bediüzzaman’ın o güzel teşhisiyle, biz sabır kuvvetimizi maziye ve müstâkbele dağıtıyoruz; hâle karşı sabrımızda güç kalmıyor ve sonunda sıkıntıya, ümitsizliğe düşüyoruz.

Bütün bunların kaynağına indiğimizde şu yanlışla karşılaşırız: “Biz nefsin doymasıyla, kalbin tatmin olmasını birbirine karıştırmışız.”

Yanlış yoldan giden yorulur. İşte bizi yoran, sıkıntıya düşüren ve sonunda perişan eden bu büyük hatadır. Bundan döndüğümüz an huzur ve saadete yönelmiş olacağız.

Nefis şerle beslenir. Şer ise kalbi yaralar, vicdanı rahatsız eder ve huzuru kaçırır. İşte bu fasit daire, stresin ve huzursuzluğun önemli bir kaynağıdır. Bu çemberi aşamayanlar, nefislerini besledikçe kalp ve vicdanlarında huzur melekesini kaybederler. Ve bunun çaresini yeniden nefsin tatmininde ararlar.

Sadece birkaç misâl:

Nefis cimrilikten yanadır. Para biriktirdikçe mutlu olacağını zanneder. Halbuki, kalp ve vicdan muhtaçları doyurmaktan zevk alırlar.

Nefis büyüklenmekten hoşlanır. Kalp ve ruhun rahatı ise tevazuda, alçakgönüllü olmaktadır.

Nefis oyun ve eğlence düşkünüdür. Akıl ise çalışmayı ve gayreti emreder, onunla rahat bulur.

Ve nihayet nefis, fâni ve geçici eşyanın meftunudur. Kalp ise bekâya, ebediyete aşıktır. İşte bütün huzursuzluklar bu çelişkilerin ürünüdür. Ve insan, nefsini beslemekle değil, kalbini tatmin ile saadet bulur.

Ve her türlü bunalım ve huzursuzluğun İlahî reçetesi:

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sükûnet bulur). (Ra’d Sûresi, 28)

Maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç olan insanoğlunun kalbini, ancak Allah’ı zikir, yâni O’nu yâd etme, O’nu hatırlama tatmin edebilir. O halde insan, Ondan başka neyi yâd etse mahlûku yâd etmiş, Ondan gayri neyi sevse fâniyi sevmiş olur. O ulvî kalp, bu süflî eşya ile tatmin olmadığı içindir ki, gafil insanı daima rahatsız eder. İşte can sıkıntısı, huzursuzluk, bunalım, stres dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin açlık feryatları, ölüm çığlıklarıdır.

Prof.Dr. Alaaddin Başar

sorularlaislamiyet.com

Şahin Kuşunun Hazin Hikâyesi

Mevlana Hazretleri Mesnevî’de bir hikâye anlatır.

Yaralı şahin kuşu, bir yaşlı kadının bahçesine kondu. Yaşlı kadın perişan görünümlü şahine acıdı, merhamet etti yanına aldı.

Aç şahinin önüne çocukları için hazırladığı hamur bulamacını koydu. Şahinin, önüne konan tasa gagasını daldırması ile başını sallayarak geri çekmesi bir oldu. Çünkü şahin et yerdi, hamur bulamacını yiyemedi.

Yaşlı kadın, şahinin bu hâlini görünce üzüldü: ”Vah!” dedi, “Gagan uzamış, kıvrım kıvrım olmuş. Yumuşacık bir hamur bulamacını bile yiyemez olmuşsun. Senin önceki sahibin hiç mi Allah’tan korkmazdı ki, şu gaganı düzeltmemiş hiç!..” dedi ve eline aldığı kör makas ile şahinin gagasını kesmeye çalıştı.

Şahin yaşlı kadının elinden kurtulmak için çırpınsa da, nafile, kaçamadı. Yaşlı kadın şahinin gagasını kesti.Şahin çırpınırken, yaşlı kadın, şahinin kanatlarını gördü: ”Vah!..” dedi, “Senin eski sahibin sana hiç bakmamış, şu kanatların ne hâle gelmiş, kimi uzun, kimi kısa kalmış!..” diyerek, şahinin o güzelim kanatlarını elindeki makasla düzeltmeye başladı.

Şahin acı ile kıvrandı, çırpındı… Çaresizce pençelerini kadının koluna attı ve tırnaklarını kadının koluna geçirdi. Yaşlı kadın, şahinin kanatlarını -güya- düzeltirken koluna batan tırnakları gördü: ”Vah vah! Önceki sahibin nasıl merhametsizmiş ki, bir kere bile tırnaklarını kesmemiş. Tırnakların ne de çirkin olmuş.” dedi ve elindeki makas ile şahinin avlanmakta kullandığı pençelerini söküp attı.

Cahil ve yaşlı bu kadının elinde rezil olan şahinin gözleri doldu. Yaşlı kadın, şahinin bu hâlini görünce hiddetlendi: ”Kimseye iyilik yaramıyor ki!..” dedi, “Ben iyilik yapıyorum, kuş ağlıyor.” diye söylendi. Sonra da elindeki kuşu: “Git hadi, bildiğin yere!” diyerek kaldırdı havaya attı.

Şahin çırpındı uçmak için… Ama kanatları kesikti, uçamadı… Acı ile yere inmek istedi, tırnakları sökülmüştü yere de konamadı… Kendini yan üzeri bir kulübeciğin arkasına attı. Koca koca avları, gökyüzünde süzüle süzüle avlayan cesur şahin kuşu, cahil kadının elinde korkak bir kargaya dönüşmüştü.

Çocuğu tanımadan, çocuk terbiyesi olmaz. Birçok anne-baba, çocuklarını yeterince tanıyamadıkları için, ellerindeki “şahin” bakışlı çocukları, kargaya çeviriyorlar da, farkında değiller. Hâlbuki çocuk terbiyesinin birinci ve en önemli maddesi, çocuğu tanımaktır.

Hiçbir çocuk, bir diğeri ile aynı değildir. Nasıl ki, gökyüzünden dökülen milyarlarca kar tanesi görünüşte birbirine benzediği hâlde, aslında hiçbiri bir diğerinin aynı değildir; tıpkı bunu gibi, her çocuk da bir diğerinden farklı karaktere sahiptir. Bu çocuklar öz kardeş bile olsalar…

Eğer çocukların bu farklılıkları göz önüne alınmadan, çocukların karakterleri tanınmadan çocuk terbiyesine girişilir ise, o takdirde, şahin karakterli bir çocuk, bir süre sonra korkak bir kargaya dönüşme riski taşır. Çocuğunuzu yeniden keşfedin.

Albert Einstein’ı bilirsiniz. Hani dünyanın en zeki adamı olarak kabul edilen ünlü Alman fizikçi… Albert Einstein’ı, çocukluk yıllarında ne öğretmenleri, ne de ailesi yeterince keşfedebilmişti. Öğretmeni, Einstein’ı her defasında babasına şikâyet ediyor: “Çocuğunuz öğrenim zorluğu çekiyor, bu da diğer çocuklara öğreteceğim konuların hızını kesiyor!” diyordu.

Einstein’ın babası, artık okulun bu baskılarından bunaldığı için, oğlunu okuldan aldı ve “hiç olmazsa bir mesleği olsun” diyerek meslek okuluna kayıt ettirdi.12 yaşına kadar oğlunun eğitim problemleriyle boğuşan baba, elindeki çocuğunun dünyanın en zeki insanı olduğunu bilseydi, her sinirlendiğinde:“-Senin kadar aptal bir çocuk daha dünyaya gelmemiştir!” diye bağırıp çağırmazdı.

Einstein okulda başarısızdı, çünkü öğretmenin öğretmeye çalıştığı konular onun ilgisini çekmiyordu. O dönemde tarım toplumu olan Almanya’da; “İnek nasıl sağılır, toprak nasıl gübrelenir, ağaç nasıl budanır?” konuları çocuklara öğretiliyordu. Einstein için bunlar anlamsız şeylerdi. O yüzden dikkatini veremiyordu bir türlü anlatılan derslere…

O, kâinattaki ince dengenin nasıl kurulduğunu, maddenin ötesindeki mananın nasıl şekillendiğini merak ediyordu. Yıllar sonra onun farklılığı fark edildiğinde, bilim dünyası onun her konuşması karşısında nefeslerini kesip onu dinlemeye başlamıştı başlamasına, ama ne yazık ki, her çocuk Einstein kadar şanslı değildi!

Derslerinde başarısız olan binlerce çocuk, bir ömür boyu karga muamelesi yapılarak; tırnakları, gagası, kanatları yolunarak; şahini şahin yapan tüm özellikler kopartılıyor da kimsecikler fark etmiyor bile… Tıpkı Van Gogh’un fark edilmediği gibi… 

Dünyaca ünlü ressam Van Gogh’un tabloları bu gün paha biçilemeyecek kadar değerli olduğu hâlde, yaşadığı dönemde kimsecikler dönüp onun yaptığı resimlere bakmıyordu bile…

Hatta eşi ona bir gün: “Bırak şu gereksiz işleri de, git adam gibi bir işte çalış!.. Evinin ihtiyacını karşıla, evde yemek yapacak bir şeyimiz kalmadı.” dediğinde, öyle sinirlenmişti ki, atölyesinde bulunan onlarca tabloyu o gün sokak ortasında bir parça ekmek karşılığında satmıştı.

Dün bir ekmek karşılığında satılan o tablolar, bu gün kimin elinde ise, o kişi dev bir hazinenin sahibi durumunda…

Başarısızlık, daha çok dikkat çekmemeli… Çocuğunun eğitimi konusunda tavsiyeler isteyen bir anne: “Kızım, Tarih ve İngilizcede çok zayıf. İstemeye istemeye özel derse gönderiyorum. Bu da onu çok yoruyor. Onu motive edebilmem için ne tavsiye edersiniz?” diye sormuştu.

Bense bu anneye, kızının hangi derslerde iyi olduğunu sormuş ve anneden “matematik” dersinde kızının çok başarılı olduğu cevabını almıştım.“Peki, neden kızınızı matematikte özel derse yazdırmıyorsunuz?” diye sorduğumda ise anne, omuz silkerek: “Gerek görmüyoruz, çünkü kızım çocukluğundan beri matematik dersinden hep on üzerinde on alır.” demişti.

Şaşırmıştım, annenin “Gerek görmüyoruz!” deyişine… Kızı matematik dersinde bu kadar başarılı olan bir anne, kızının başarısız olduğu derslere gösterdiği önem kadar, başarılı olduğu derse önem vermiyordu.

Hâlbuki bu çocuğun kabiliyeti, açık bir şekilde matematik sahasında ortaya çıkmış olmasına rağmen, anne, kızının bu başarısını, “Gerek yok!” diye geçiştiriyordu.

Hâlbuki çocuklara başarısız oldukları sahalarda ekstra yardımlarda bulunulduğu gibi, belki de daha önemlisi, başarılı olduğu sahalarda destek gösterilmelidir. Ancak, ve ne yazık ki, günümüz eğitim sistemi, “her şeyden bir şey” öğretmeye yönelik olduğu için, “bir şeyden her şeyi bilmeye” kabiliyetli çocuklar arada kaybolup gitmektedir.

Hâlbuki anne-babalar, çocuklarının başarısızlığına dikkat çektiği ve özen gösterdiği kadar (ve hatta daha da fazla) çocuklarının başarılı oldukları sahalara da dikkat çekmeli ve o sahalarda yollarını açmalı, destek vermelidir. Çocuğu en iyi tanıyan annedir.

Hiç kimse, bir çocuğun kabiliyetini keşfetme konusunda anne-baba kadar bilgiye sahip olamaz. Özellikle anneler, çocuklarının doğduğu ilk günden son güne kadar hangi kabiliyetlerinin olduğunu anlayabilecek özel donanıma sahiptirler. Yeter ki, bu donanımı “empati: karşısındakinin yerine kendini koyma” kanallarını tıkamadan kullanabilsinler.

Tabii ki, her anne-baba iyi niyetlidir ve çocuklarının geleceğini en iyi biçimde şekillenmesini ister. Ancak iyi niyet, her zaman iyi netice vermez…

Nitekim Mevlana’nın hikâyesindeki yaşlı kadın da iyi niyetliydi, bahçesine konan şahinin gagasını, kanatlarını ve pençesini iyi niyetle kesti. Ancak o güzelim şahin, iyi niyetli, ama bilgisiz yaşlı kadının elinde rezil olmaktan kendini kurtaramadı.

Adem Güneş

Çocuklara Kur’an-ı Kerim öğretme ve hafızlık eğitimi

Değerli Anne Babalar,

Konuya adım adım açıklık getirmeye çalışırsak eğer,

1- Çocuklarda, 2 yaş dönemi dile karşı oldukça hassas oldukları bir dönemdir. Çocuk bu dönemde, her bir yeni kelime ile çok ilgilenir ve hemen o kelimeyi kullanmak isterler…

Çocuklar bu dönemde bitmek bilmeyen bir hevesle ve keyifle kelimelerdeki melodileri çıkarma gayretindedirler. Bu dönem ikinci dil öğrenimi için çok uygundur. Zira çocuklar eşyanın ismini ilk duyduğu kelime ile hafızasına yazar ve kalıcı belleği oluşturur. Bu dönemde çocuğa eşyanın isimleri ve fiiller iki dilde öğretilirse çocuk zorlanmadan iki dilini birden geliştirir. (Ancak bu iki dil aynı yetişkin tarafından verilmemesi gerekir)

2- 2 yaş dönemi çocukların eşya ve olayların isimlerini öğrenmeye en yatkın dönemleri olsa da, Kur’an-ı Kerim’i bu dönemde ezberletmeye çalışmak yanlış olur. Zira çocuk bu dönemde sadece eşya ve olayların isimlerini öğrenmektedir, henüz ezber yapma becerisi gelişmemiştir.

3- Çocuklar 3,5 – 4 yaşlarına geldiklerinde kelime dağarcığı oldukça yükselmiştir ve artık kelimeleri kullanmaktan keyif almaya başlar. Bu dönemde çocuklar uzun kelimeleri ve cümleleri “taklit” yolu ile öğrenme surecine girerler. Şiir ezberlemekten, şarkı sözü ezberlemekten büyük keyif alırlar. İşte bu dönemde çocuklara Kur’an-ı Kerim’i keyifle ezberlemesine “zemin” hazırlanabilir. Bu zemin, çocuğun keyifle bir şarkı sözü ezberlemesi gibi, doğal yaşam içinde duyduğunu ezberlemesi şeklinde olmalıdır. Yoksa bir ders suretinde ezberlemeye çocuk benliği tepkisel davranır… .

3- Çocuk 3,5 yaş döneminde keyifle yürüteceği bir ezber yeteneği vardır ama henüz bu dönemde harflerden, kelimeler ve cümleler yapma duyarlılığı ve merakı yoktur. Dolayısı ile bu yaş dönemi de çocuklar Kur’an ezberliyor olsa da, harfleri öğretmek doğru olmaz.

4- Çocuklar 6 yaşına geldiklerinde ise, yazı okumaya, yazı ile cümleler kurmaya duyarlılığı başlar. İşte çocuk eğer 3,5-4 yaşında Kur’an dinleme ve ezber yapma süreci yaşamışsa, 6 yaşından sonra da ezberlediği Kur’an’ı harflerle de okuyup hafızlığını sürdürebilir.

Süreç böyle olursa çocukların duyarlılık dönemine denk gelen bir eğitim süreci yaşatılmış olur.

Selamlar,

Adem Güneş

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version