Etiket arşivi: cemaat

Filipinler Ve Okuma Programları

Esselamu  Aleyküm  Ve Rahmetullahi  Ve Berekatuhu

Tarihçe-i Hayatın sonunda Risale-i Nur ve hariç memleketlerden bahseden bir bölüm var. Burada, hariç memleketlerdeki Nur inkişaflarından, insanların Risale-i Nur hakikatlerini ve Üstadımızı tanımalarından bahsedilir. Risale-i Nur  vesilesi ile insanların İslama dönmesine, imana gelmesine, nasıl vesile olunduğundan  ve Risalelerin fevc fevc bütün dünyada yayıldığından söz edilir. İşte oralar hariç memleketlerdir. Anadolu insanımızın tabiri ile “GAVUR” diyarıdır.

Evet,  burası canımızın feda olduğu anadolu insanının tabiri ile bir “GAVUR” memleketi olan Filipinlerdir. Yani hariç memleketlerden biridir. Ama artık bir gerçek vardır ki Nur hizmetinde hariç memleket diye birşey kalmamıştır. Eğer ileride hariç bir memleket olacaksa korkuyorum ki bu Türkiye olacaktır. Türkiye Nur talebeleri bilsinler ki bütün dünya ülkelerinin hizmetteki en büyük rakibi ve geçmeyi hedeflediği  tek ülke Türkiye’dir. Ve yine Türkiye Nur talebeleri iftiharla bilsinler ki bütün dünya ülkelerinin takvada ve Sırat-i müstakimde örnek aldıkları tek ülke yine Türkiye’dir.

Evet, bir Gavur memleketi olan Filipinler’den ve buradaki hizmetlerden ve okuma programlarından bahsetmek istiyorum. 100 milyondan fazla nüfusu olan Filipinler’in % 65’i 20 yaş altı genç nüfusdur. İnanılmaz bir genç nüfus potansiyeli vardır. Ve müslümanlığın en hızlı yayıldığı ülkelerinden biridir Filipinler. % 90 nüfusun hristiyan olduğu ve 10 milyondan fazla müslümanın yaşadığı adalar ülkesidir burası.

Filipin üniversitelerinin geneli mart sonunda yarı tatile giriyor. Bizim okumalarımız da nisan ayının ilk haftası Filipinler genelinde başladı. Filipin genelinde 5 ayrı bölge aşağı yukarı 150 kişi okuma programı yaptı. Ve yeni okuma grupları en kısa zamanda okumalara başlayacak. Kişi ve yer sıkıntısından dolayı bazen okumaları bölmek zorunda kalıyoruz.

Zambuanga şehrinde  15 dar daire, 25 kişi ise dost dairesi olmak üzere toplamda 40 kişilik bir grupla okuma programları yapıldı. Programlardan sonra aktiviteler, geziler, okuma sertifikalari verildi. Elhamdulillah burada okuma programları bayram-şenlik havasında yapılmaya çalışılıyor. Rabbim hakiki lezzet almayı ve feyizli okumaları nasip etsin inşallah.

Buranın müslüman nüfusunun % 90’nının bulunduğu bir şehir olan Marawi İslam şehrinde, iki erkek bir de bayan dersanemiz var.  Erkek dersanemizde Filipinli sonradan müslüman olan Abdurrahman isminde bir abimiz kalıyor. Maşallah çok ihlaslı bir insan. Bayanlar dershanesinde ise Selvi  isminde bir ablamız kalıyor. Bu ablamız çok katı bir katolik ailede yetişmiş ve burada abilerin açtığı bir Risale-i Nur kitap standı vesilesi ile müslüman olmuş biridir. Nur talabeleri ile tanışınca etrafındaki insanlar uyarmış kendisini, aman fazla müslümanlara yaklaşma sonra sende müslüman olursun. Ablamizin verdiği cevap çok keskin  “Dünyada bir tek ben kalsam ve birtek dinde İslam olsa ben yine müslüman olmam” ama karşısında öyle keskin bir hakikat varmış ve bu ablamız öyle keskin bir zekaya sahipmiş ki; Hakaik-i İmaniye ve Kuraniye’nin keskinliğine karşı biat edip Kelime-i  Şehadet  getirmiş. Kendisi şimdi  bütün zaman ve himmetini Nura sarfediyor. Elhamdulillahi Rabbil Alemin.

İligan şehrinde biri bayan biri erkek olmak üzere iki dershanemiz var. Erkek  dershanemizde 13 Filipinli Nur talebesi ile bir vakıf abi kalıyor. Bunların hepsi ayrı bölgelerde ayrı kabilelerde yaşayan kardeşlerimiz. Ama Nur dairesinde ayrılık gayrılık yok elhamdülillah. Üstad Türkiye’yi birleştirdiği gibi dünyayıda birleştirecek inşallah. Bir zaman gelecek evrensel barışın babası Bediüzzaman Said Nursi diye insanlar pankartlar asıp lisan-ı halleri ve kalleri ile Üstadımıza dua edecekler. Dershanedeki kardeşlerimiz ve arkadaşları ile beraber  ve ehli hizmet abilerimiz ile yaklaşık 25 kişilik bir okuma grubumuz oldu. Bu okuma grubu ile buranın başka bir şehri olan ve Rıza abilerin de kaldığı yer olan C.D.O. şehrinde yeni açtığımız dershanede okuma yaptık.  Cuma dershane açıldı, cuma akşamı okumaya gittik. Dershanemizin açılışını okuma programı ile yaptık burada 10 günlük bir yarı tatil okuması oldu elhamdulillah.

Çok feyizli çok keyfiyetli bir okuma programı oldu. Türkiye standartlarını yakalamaya calıştık. Tesbihat ezberleme , Kur’an okuma ve öğrenme programı  ve en fazla kitap okuyan kardeşlerimizden birinci, ikinci ve üçüncülere hediyeler verildi.  Üstadımız, Risaleler, Edeb, Adab, Dava şuuru ve Bid`a gibi konulardan mütaalalar yapıldı. M.Rıza abi ve Halim abimizin ve diğer abilerin katılımı ile çok feyizli bir okuma yapıldı.

Okuma esnasında bizimde sonradan öğrendiğimiz çok komik hatıralar anlatıldı birkaçını paylaşmak isterim. Dershanede kalan 13 kardeşimiz  zaten okumaya katılmak gerektiğini biliyorlardı ve birkaçı hariç ful katılım oldu. Zaten aldığımız meşveret kararına göre dershanede kalmak isteyen için bir zorunluluktur okuma programları.  Bu kardeşlerimiz bazı arkadaşlarını davet etmişlerdi. Ama onları okuma kampı olarak diye değilde sadece kamp diye davet etmişler. Denize gidicez, yüzücez, mangal yapıcaz tabir-i caiz ise günü gün edicez gibi şeylerle davet etmişler. Okumanın ikinci veya üçüncü günü akşamı koyduğumuz reflection zamanında herkes duygularını, program hakkında hissettiklerini söylemeye başlayınca ismi Daud olan kardeşimiz “beni kandırdılar, bana deniz demişlerdi, sahil demişlerdi, ne deniz var ne sahil, sabahtan aksama okuyoruz” dedi. Ama durumundan hiç şikayetçi olmadığını ve iyiki geldiğini çok şeyler öğrendiğini ifade etti ve bu kardeşimiz okumanın sonunda 25 kişi arasında en fazla okuyan kardeşlerden biri oldu elhamdulillah. Yine Jalani isminde başka bir kardeşimiz ki bu da dershanede kalmıyor ama okuma programından sonra dershanede kalmaya başladı. Bu kardeşimizin okumadan önceki halleri ve fikirleri, okumadan sonra çok değişince diğer arkadasları ona “Baliğ islam”  diye takılmaya başlamıışlar. Sonradan müslüman olanlara denir “baliğ İslam”.

İligandaki erkek kardeşlerin C.D.O. ya okuma programına gitmesini ve dershanenin boş olmasını fırsat bulan bayanlar dershanesinde kalan kız kardeşler Sally abla ve Selvi abla önderliğinde  30 kişilik bir grup ile 5 günlük bir okuma yaptılar. Sally abla nurlar vesilesi ile müslüman olan çok gayretli ve aktif bir ablamız. Eskiden özel ingilizce ders veriyormuş. Bu vesile ile Rıza abiler ile tanışmıs ve sonrası Risale-i Nur hakikatleri ile tanışınca İslamla müşerref olmuş elhamdülillah. Kendisi müslüman olunca Rıza abi sen normal hayatına devam et öğretmenliğini  işini gücünü bırakma deyince Rıza abiye şöyle demiş “benim ebedi hayatımın kurtulmasına vesile olan bir hakikata bundan sonra hayatımın sonuna kadar hizmet edeceğim“. Maşallah, Barekallah. Nasıl böyle bir hissiyata bürünüyorlar gerçekten inanılmaz.

Bu okuma programına hristiyanlardan da katılan olmuş. Okumada tesettüre bürünüp okuma yapan kızlar olmuş. Okuma programı vesilesi ile ilk defa Üstadla ve Risaleler ile tanışan kardeşler olmuş. Üniversitelerde Risale derslerine giren abilerimizin okul yönetiminden izin alarak kendi sınıflarından seçtikleri çalışkan öğrencileri okuma programlarına göndermesi, Risale-i Nur’un Filipinler’de en dar daireden en geniş daireye kadar inkişafına çok güzel bir hüsn-ü misaldir.

Son günlerde bütün dünyanın gözü kulağı Japonya’daki tsunamide. Aslında  Risale-i Nur’un Filipinler’de ve dünyada  meydana getirdiği müsbet tsunami, Japonya’dakinden 10 belki 100 kat daha kuvvetlidir. Böyle bir tsunaminin önünde hangi kuvvet durabilir. Hangi cereyan böyle temelleri 1500 sene öncesine dayanan bir dalgaya karşı koyabilir. Alemlerin Rabbi Olan Allah’a Binlerce defa hamdolsun.

Evet kıymetli abilerimiz dilimizin döndüğü kadarı ile Filipinler’deki okuma programlarından, hissiyatlardan, güzelliklerden bahsetmeye çalıştık. Buradaki abi ve kardeşlerimize çok dua etmenizi şiddetle arzu ediyoruz. Türkiye’deki abilerimizden de Allah binlerce kere razı olsun. Bazı abilerimiz okuma programlarını desteklemek için maddi manevi himmette bulundular. Bizde bu destekler ile okumalarımızı en istifadeli şekile getirmeye çalıştık. Dershanede kalan talebelerin çoğu yetim, ya anneleri yada babaları yoktur. İkramlar ihsanlar çerçevesinde bir okuma dönemi  yaptık ve yapıyoruz. Allah okunan Risale-i Nur harfleri adedince abilerimizin derecelerini, makamlarını arttırsın. Amin.

Binler selam diler, Hürmetler ederiz.

Filipinler Nur talebeleri namına

H. İbrahim KARA

www.NurNet.org

Zaman, Cemaat Zamanıdır

Cemaatin esası ferddir. Her cemaat bidayette bir ferdin etrafında şekillenir. Ferdin fiilî gayretiyle veya mânevî câzibesiyle bir araya gelen diğer ferdler, bir cemaati oluşturur.

“Allah’ın kudret eli, cemaat üzerindedir.”

Peygamber Efendimiz (asm), cemaatin gücüne bu sözlerle işaret buyurmuş.

Gerçekten de cemaat hem maddî, hem de mânevî yönden büyük bir güç ve kuvvet kaynağıdır. Cemiyet içinde kim sağlam bir cemaat teşekkül ettirebilirse, o güç sayesinde cemiyetin işleyişine hâkim olur. Burada medar-ı bahs olan cemaat, mü’minlerin bir ibadeti birlikte yapmaları olabileceği gibi cemiyet hayatına müteallik hususlarda ortak hareket etmeleri de olabilir.

Hatta bu hadis-i şeriften, cemaatin yalnız mü’minlere münhasır bir haslet olmadığı ve sadece ibadet esnasında tecellî etmediği; belli maksatlarla bir araya gelen fertlerin kurduğu her içtimâî birliğin o güce sahip olacağı mânâsı da çıkarılabilir. Zîra hadisteki cemaat kelimesi hususî bir tasrih sıfatı taşımamaktadır. Bu itibarla küçük-büyük her cemaatin sebeb-i vücudu olan maddî-mânevî değerleri ve cemiyetin içinde onları tanıyınca ilgi duyacak bazı muhtemel muhatapları vardır.

Mensupları o değerleri hâlleriyle izhar ve dilleriyle ilân etmeye başladıklarında hareketleri, samimiyetleri nisbetinde tesir uyandırır. Zamanlarını o değerlerle değerlendirmek isteyen ferdler, gelip onlarla kenetlenirler ve cemaate güç verip kuvvet alırlar. Böylece bir cemaate mensup olmanın hazzı hayatın her safhasında hissedilir.

Cemat Deyince Ne Anlamak Gerekir?

Cemaat, topluluk demektir. Kalabalık, grup, yığın, güruh, kütle kelimeleri de cemaat gibi topluluğu tedâi ettirir, ama cemaatin diğerlerinden farkı, insanları mensubiyet hissiyle birbirine bağlayan güçlü bağlarının olmasıdır.

Aslında kalabalıklar, gruplar, yığınlar, kütleler, güruhlar da insanlardan meydana gelir. Fakat onların aralarında, bazı şahısların tahrikiyle hareketlenen merak saikasının, heyecan hissinin veya menfaat duygusunun dışında pek bir bağ yoktur. Onlar bazı hadiselerin vuku bulması, hissî hâllerin zuhur etmesi, menfaat fırsatının doğması gibi zahirî sebeplerle muvakkaten bir araya gelirler, hedeflerine ulaştıktan sonra da dağılırlar. Başka zamanlarda çeşitli vesilelerle farklı kalabalıklara karışsalar, değişik grupların içinde yer alsalar, belli kütlelerle birlikte hareket etseler ve aynı güruhlarla bir araya gelseler de, bunların hiçbirinden kalıcı beraberlikler hasıl olmaz.

Bazı müteheyyic fıtratlı ferdlerin tahrikleriyle bir yere toplandıklarında sayıları binleri, on binleri, yüz binleri bulur ama dağıldıkları zaman geride bıraktıkları tesir fazla uzun sürmez. Onun için de kalabalıklar kuru, gruplar başıboş, kütleler gayesiz, yığınlar ruhsuz, güruhlar şuursuz addedildiğinden; şuur sahibi insanlar, onları ikaz ederek içinde bulundukları rehâvet hâlinden kurtarmak isterler.

“Haykırsam kollarımı, makas gibi açarak:

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!”

Necip Fazıl gibi böyle haykırmak da ikaz etmenin bir yoludur ve duyanları muvakkaten uyandırır ama daha haykırışın yankısı dinmeden insanların ekseriyeti tekrar çıkmaz sokaklara doğru döner. Kalabalıkları durdurup sonsuza uzanan ‘Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniyeye’ sevk etmenin yegâne çaresi, ferdlerle bizzat ilgilenip dünyalarına girmek, heyecanlarını teskin ederek tereddütlerini giderdikten sonra bir cemaate mensup olmalarını sağlamaktır.

Cemaatin esası ferddir. Her cemaat bidayette bir ferdin etrafında şekillenir. Ferdin fiilî gayretiyle veya mânevî câzibesiyle bir araya gelen diğer ferdler, mânevî bağlarla birbirlerine bağlanabilirlerse cemaat teşekkül etmeye başlar. Dağların bağrından süzülen damlaların birikmesiyle meydana gelen yeraltı gölleri gibi cemiyetin içinden çıkan ferdlerin damla misâli tek tek gelmeleri neticesinde cemaat de yavaş yavaş gelişip büyür.

Cemaatin Teşekkül Etmesi ve Uyum Sağlama

İçtimâî toplulukların içinde teşekkülü en zor olan birliktir cemaat. Çünkü farklı fıtratlardaki ve seviyelerdeki mensuplarını bir arada tutmak için hem kendini zamanın gidişâtına göre değişmeden yenilemesi, hem de müntesiplerini eğitip geliştirmesi şarttır. Bir cemaat, makul şartlarda fıtrî olarak teşekkül edip ulvî hedefleri ve sağlam kaideleri ile cemiyet içinde temayüz etmeye başladığı takdirde, onu meydana getiren fertlerin sadakatleri, feragatleri, cesaretleri, metanetleri nisbetinde nesiller boyu yaşar.

Lâkin ferdin cemaate mensup olması da pek kolay değildir. Önce bir vesile ile cemaatin varlığından haberdâr olması, şartlarını, değerlerini, hedeflerini, gayelerini öğrenmesi ve bunların kendi fıtratına uygun olup olmadığını anlaması icab eder. Ardından cemaatin dayandığı yazılı kaynakları varsa okuması, mürşidleri varsa bağlanması, şartlarına âşinâ olması, mensuplarından mizacına uyan arkadaşlar bulması ve onların da yardımıyla cemaatin işleyişine intibak etmesi gerekir.

Ne kadar süreceğini ferdin kendisinin bile bilmediği bu intisap safhası bazen günler, haftalar, aylar, hatta yıllar boyu devam eder. Bu zaman içinde onun oradaki varlığına halel verecek dâhilî ve hâricî pek çok hadise vuku bulur. Bu arada nefsinin de tahrikiyle harekete geçen eski arkadaşlıkları, yanlış alışkanlıkları, mâlayanî meşguliyetleri, hissî zaafları, maddî zarûretleri ve aile büyüklerinin de aralarında bulunduğu bazı yakınlarının muhalefeti intibak etmesini zorlaştırabilir.

Ferd, ancak aklen iknâ, kalben tatmin olduğu takdirde iradesini kullanıp kararlı ve istikrarlı hareket ederek bütün bu maddî, mânevî bâdireleri aşar ve cemaate mensubiyet hissetmeye başlar.

Bu bir netice değil merhaledir.

Bediüzzaman’ın, “Bahtiyar, Kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir” şeklinde ifade ettiği gibi ferdin cemaatte fâni olup ‘bahtiyar’ sıfatını alma merhalesi…

Fert bu sıfatı aldıktan sonra o cemaatin canlı bir uzvu hâline gelir. Zaaflarını izale ederken meziyetlerini cemaatin şahs-ı mânevîsi içinde değerlendirerek cemaati ile birlikte terakkî eder. Şayet kendisini cemaatteki bazı kişilerle mukayese eder, onları küçümseyerek şahsî kabiliyetlerini cemaatin üstünde görmeye kalkarsa, ‘bahtiyar’ sıfatını alamaz ve zahiren bir süre o insanlarla birlikte olsa da, bu beraberlik fazla uzun sürmez.

Bilhassa cemaat, bazı içtimâî meselelerde ortak karar alacağı zaman ısrarla kendi fikirlerini ileri sürer, kabul edilmezse bunu seviye farkı olarak görüp cemaatle bağlarını koparır. O fıtrattaki fertler, ayrıldıkları zaman cemaatin çok şey kaybettiği zehâbına kapılsalar da aslında cemaat pek bir şey kaybetmez. Asıl kaybeden onlar olur ama bunu da iş işten geçtikten sonra anlarlar.

Zîra, “Bu zaman ehl-i hakikat için şahsiyet ve enaniyet zamanı değil cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.”

Cemaatleşmenin Getirdiği Manevi Güç

Bediüzzaman Said Nursî, cemaatin gücünü ilk keşfeden âlimlerden biri. Sadece keşfetmekle kalmamış, ‘Felâket ve helâket asrının adamı’ olması hasebiyle yaşadığı zamanın hususiyetlerini de nazara alarak hem ifşa etmiş, hem büyük bir cemaat kurmuş. Taunların zuhuru zamanında tağutların, hayatını hedef alan tacizlerine ve dâvâsına kasteden taarruzlarına hep cemaatinin tesanüdünden, teâvününden gelen güçle, kuvvetle mukavemet etmiş ve muvaffak olmuş.

Kalbine ilham edilen Kur’ânî hakikatleri muhtaç olan insanlara ulaştırmak istediği zaman küçük bir köyde sürgünde olmasına rağmen o cemaat kuvveti sayesinde seri ve güzel yazı yazan kâtipleri yanında bulmuş. Onların yardımıyla telif ettiği eserlerini, aralarında ümmîlerin de bulunduğu cemaat mensubu köylüler çoğaltmış, çobanlar taşımış, şoförler memleketin her yanına yaymış.

Önceleri onu bazı imkânlar vererek kandırmayı veya korkutup dâvâsından vazgeçirmeyi deneyen tağutlar, yaşadıkları bazı hadiselerin neticesinde kandırmaktan, korkutmaktan, yıldırmaktan, bıktırmaktan ümitlerini kesince canına kastetmek istemişler. Bazen aşı yapmayı bahane ederek, bazen yemeğine gizlice zehir koyarak zehirleyip öldürmek istemişler. Bazen kurşuna dizme emri vermişler, bazen ardından silah atmayı denemişler. Bu şekilde ona on dokuz, yirmi sefer suikast hazırlamışlar. Bazılarında emir yerine vaktinde ulaşmamış, bazılarında kurşun hedefini bulmamış. Bazen vücut zehri kabul etmemiş, bazen zehir vücuda işlememiş.

Zahirî sebeplerin bütünü ile sukut ettiği zamanlarda ise ya Ruhi Bey gibi suikast müfrezesi komutanları insafa gelmiş, ya Hafız Ali, Hasan Feyzi gibi fedakâr talebeleri imdadına yetişmiş ve her seferinde, cemaatin kuvveti şeklinde tecellî eden Hıfz-ı İlâhî sayesinde harika bir şekilde kurtulmuş.

Bediüzzaman, bu büyük güç ve kuvvet kaynağından bütün ehl-i hak ve hakikatin istifade etmesinin İslâm’ın inkişafına vesile olacağını düşünerek, onların da varlıklarının sebebi olan maddî, mânevî değerler etrafında cemaatler teşekkül ettirmelerini istemiş.

“Cemaat rahmet, ayrılık azaptır.”

Hadis-i şerifte ifade edilen bu hâller cemaate has olduğundan bir cemaatin gücü nisbetinde zaafı da vardır. Cemaat ferdlerden meydana geldiği, ferdler de umumiyetle şahsiyet ve enaniyet hisleriyle hareket ettikleri için, bir cemaatin en tehlikeli zaafı ihtilaflara açık olmasıdır.

Cemiyetteki tesanüd, durgun şeyleri harekete geçirmek için yaratılmış bir âlettir. Cemaatteki karşılıklı haset ise, harekette olanları durdurmaya yarayan bir âlettir” hakikati mucibince hareket halindeki bir cemiyetin ve cemaatin en büyük düşmanı haset ve ihtilaftır.

Cemaatlerin ekseriyeti, düşman olarak, varlıklarının esası olan değerlere muaraza eden içtimâî grupları görseler de asıl düşman kendi zaaflarıdır. Zîra dışarıdan yapılacak tazyikât, fiilî işleyişine meziyetlerin hâkim olduğu cemaati zayıflatmaz, kuvvetlendirir.

Muhalif hareketler, hedef olarak seçtikleri cemaatlerin meziyetlerini ve zaaflarını tesbit edip meziyetlerini kendilerine aldıkları, zaaflarını da onlara karşı kullandıkları takdirde cemaatin kuvveti zaaf hâline gelir.

Nitekim ehl-i dalâletin, ‘şiddetli ve cemaatli bir sûrette taarruz etmesi’ neticesinde bunların hepsi vuku bulmuştur. Cemiyette ‘yüzde on mesabesinde olan ehl-i nifak ve dalâletin, yüzde doksan ehl-i hakikati mağlup etmesi’ bu hâlin tezahürüdür.

Cemaatlerin tekrar cemaat kuvvetine sahip olmalarının yegâne çaresi fertlerin, şahsiyetlerini ve enaniyetlerini bırakıp cemaatte fâni olmaları; cemaatlerin ise ‘vesilelerde ihtilâf etseler de maksatta, esasta ittifak ederek’ güçlü bir şahs-ı mânevî meydana getirmeleridir.

Bunu yapmak o kadar zor değildir. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî ‘ehl-i hamiyeti ağlatan’ o müessif hadiselerin sebebini söylemiş ve kurtuluş çarelerini göstermiştir:

“Ehl-i dalâlet ve haksızlık -tesânüd sebebiyle – cemaat sûretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehasıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza etmek.”

İslam YAŞAR

nurdergi.com

Cemaati Terk Etmek

HADİSLERİN, İSLÂMÎ hayatın her zaman ve zeminde yeniden inşasında oynadıkları tartışmasız rol ortada. Bir mü’min şaire “İşte yeni bir dünya, peygamber sözlerinden” dedirten bu gerçeği İslâm’ın düşmanları da görüyor olmalı ki, İslâm ile Müslümanların arasını açmaya adanmış oryantalist teşebbüslerin ana saldırı noktalarından birini ‘hadis’in oluşturduğunu görüyoruz. Schacht ve Goldziher gibi isimlerden başlayarak bugünlere gelen bir çizgide, ‘hadis’ler konusunda mü’minleri şüpheye düşürmeye adanmış çalışmaların ardı arkası kesilmiyor.

Ve ne yazık ki, İslâm toprakları içinde, bu çalışmalardan etkilenmiş insanların, özellikle de ‘ilahiyat’ camiasında hatırı sayılır bir yekûn teşkil ettiği görülüyor.

Bugün ‘mütevatir’ hadislere dahi ilişen böylesi bir yaklaşıma karşılık, dünün âlimlerinin ince ve kademeli bir süzgeçle hadis rivayetlerini elemeye tâbi tutarken, fıkhî bir hüküm verirken çok daha ince bir elek kullanırken, siyere ve ahlâka dair konuşurken daha esnek davrandıklarını görüyoruz. Ebu Talib el-Mekkî’den İmam Gazalî’ye, Mevlânâ’dan İmam-ı Rabbanî’ye, İslâmî düşünce ve yaşayışın yeniden inşasında kritik bir görev üstlenmiş bütün mürşidlerde bu ayrımı görebiliyoruz.

Zaten işte bu yüzden, oryantalistlerin baktığı yerden hadislere yaklaşan zamane isimler, meselâ İhyâu Ulûmi’d-dîn’in siyaset, İsrailiyat, Yunan felsefesi ve Bâtınîliğin İslâmî düşünce ve hayata darbe vurduğu bir zeminde sünnet-merkezli bir ihyayı nasıl mümkün kıldığına odaklanacak yerde, ilm-i hadis kriterlerine göre ‘zayıf’ hadislerin de varlığına atıfla bu büyük eseri gözden düşürmeye teşebbüs edebiliyorlar.

Aynı isimler için, dünün Gazalî’si de, bugünün Bediüzzaman’ı da bu açıdan ‘sorunlu.’ Habuki, bu âlimlerin, bir hadis rivayeti Kur’ân’ın ve mütevatir hadislerin sahih çizgisine muvafık olduktan sonra ‘isnad’ zincirindeki zayıflığı—fıkhî bir hüküm sözkonusu değil ise eğer—‘gözardı edilebilir’ görmekle İslâmî edeb, ahlâk ve yaşayışa nebevî bir soluk verdiklerini görüyoruz.

Bunca sözü niye söyledik?

Yakınlarda, sünnet-merkezli bir tasavvufun öncü isimlerinden Ebu Talib el-Mekkî’nin Kûtu’l-Kulûb’unu okurken, böyle bir hadisle karşılaştım da, ondan.

Ebu Talib el-Mekkî’nin aktardığı rivayet, özetle şöyle:

Bir gün, bir adam, Mescid-i Nebevî’ye gelir ve cemaati yara yara en ön safa geçer. Mâlûm, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın mescide en ön safta namaz kılınan namazın faziletine dair sözleri vardır. Namazdan sonra, Peygamber aleyhissalâtu vesselam bu kişiye neden cemaati terk ettiğini sorar. Adam şaşkın haldedir. “Yâ Rasûlallah!” der. “Ben namazda sizinle beraberdim. En ön saftaydım.” Bunun üzerine, Efendimiz aleyhissalâtu vesselam kendisine şunu der: “Cemaate eziyet vere vere en ön safa geçen sen değil miydin?”

Kûtu’l-Kulûb’da okuduğum bu rivayet, ‘cemaati terketme’nin, bildiğimiz yollardan farklı, hatta bildiğimiz yolların tam zıddı bir yolunun da pekâlâ vâki olduğunu göstermesi bakımından çok öğretici gözüküyor bana.

Görüldüğü üzere, sadece alıp başını giderek, dağ başında veya çöllerde yapayalnız kalarak değil, mü’minler topluluğunun arasında ‘en önde’ olma gayretiyle de ‘cemaati terketmek’ mümkün. Sadece cemaati bırakarak yalnız başına kalanlar değil, cemaati ‘aşarak’ en önde olmaya çalışanlar da, cemaati terk etmiş oluyor!

Hele ki, bu çaba içinde abanarak, iterek, çekerek sair mü’minlere eziyet veriyorsa…

Bediüzzaman’ın İhlas Risalesi’nde ‘sevab hırsı’nı dahi ihlasın kalbde yerleşmesi için bir problem olarak kaydetmesi, bir hakikati anlatmaya en lâyık kişi olarak ‘istemeyen bir arkadaş’a işaret etmesi, dahası ‘mürşid vaziyetini takınma’ya karşı uyarısı da bu sırdan olsa gerek…

Dikkat etmeli. Cemaatin içinde ve en önündeyim derken de, gerçekte ‘cemaati terketmiş’ olma riski var çünkü…

Metin Karabaşoğlu

(Kaynak: www.karakalem.net)