Etiket arşivi: Mustafa Sungur

Macaristan ve Risale-i Nur (Sözler ve Mektubat’ı artık Macarca okuyabilirsiniz!)

Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1526 Mohaç Meydan savaşını müteakip islamiyetle tanışan Macaristan Risale-i Nur hakikatleri ile buluşuyor.

Uzun ve ve titiz bir çalışma neticesinde Sözler ve Mektubat risalelerinin tamamı tercüme edildi.

Sarayevo ve Varşovada faliyet gösteren Reyhan Yayınevi tarafından Macar lisanına kazandırılan bu iman ve Kur’an hakikatlari başta Macaristan’da olmak uzere dünyada tüm macarca lisanını konuşanların istifadelerine sunuluyor.

Bu degerli eserin tercüme çalışmalarında başından beri maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen Sungur Abi, Fırıncı Abi ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı mensuplarına ayrıca teşekkürlerimizi bildiririz.

Reyhan Yayınevi

Bursa’da “Bediüzzaman Haftası” başlıyor

1960 Mart ayında vefat eden Bediüzzaman Said Nursi’yi anma etkinlikleri Türkiye ve dünyanın çeşitli bölgelerinde düzenleniyor.

Bursa Bediüzzaman’ı Anma ve Anlama Paltformu bu yılki anma programını iki güne sığdırdı.

BİRİNCİ GÜN PANEL

24 Mart Cumartesi günü başlayacak olan Bediüzzaman Haftasında “Bediüzzaman’a göre temel hak ve hürriyetler” başlıklı panel düzenlenecek.

Saat 19.45’te Merinos Kültür Merkezi’ndeki panelin yöneticiliğini Av. Mustafa Tuncel yaparken Prof. Dr. Mümtazer Türköne, Prof. Dr. Şadi Eren, Doç. Dr. Osman Can, Doç. Dr. Ahmet Yıldız konuşmacı olarak katılacak.

İKİNCİ GÜN MEVLİD

25 Mart Pazar günü ise Bursa Ulu Camii’nde Mevlid-i Şerif okunacak. Saat 11.30’da başlayacak olan mevlidin yöneticiliğini Mustafa Yılmaz yaparken Prof. Dr. Mehmet Emin Ay konuşma yapacak.

Hafızlar Ayhan Polat, Adnan Damar Kur’an-ı Kerim okuyacağı mevlid Yahya Alkın’ın yapacağı dua ile sona erecek.

BEDİÜZZAMAN’IN TALEBELERİ DE KATILIYOR

Anma haftasına Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Mehmet Fırıncı, Said Özdemir, Hüsnü Bayram, Ahmet Aytemur, Salih Özcan, Mahmut Çalışkan ve Abdülkadir Badıllı da katılacak ve hatıraları anlatacak.

Hüseyin Hiçdurmaz / Risale Haber

Üstadın talebelerinden sadeleştirme tepkisi

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi çalışmaları Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Bediüzzaman’ın hayatta olan 8 talebesinin yaptığı açıklamada eserlerin bu şekilde yayınlanması “tahrifat” olarak nitelendi.

Açıklama, Risale-i Nur Külliyatından “Lem’alar” adlı eserin … Yayınları tarafından “sadeleştirilerek” yayınlanması üzerine kaleme alındı.

Bediüzzaman Said Nursî’nin talebelerinden Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Ahmet Aytimur, Said Özdemir, Salih Özcan, Hüsnü Bayram, Abdülkadir Badıllı ve Mehmet Fırıncı tarafından imzalanan bildiride, bu durum, eserin “üslûbuna müdahale” olarak nitelendirilirdi.

Bediüzzaman’ın hayatta olan talebeleri tarafından yayınlanan bildiri aynen şöyle:

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi adı altında girişilen tahrifat teşebbüslerinin son olarak “sadeleştirilmiş Lem’alar” şeklinde almış olduğu merhaleler üzerine, Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebeleri olarak aşağıdaki hususları umumî efkâra duyurmayı vazife biliyoruz:

1.Aziz Üstadımız hayatta iken de Risale-i Nur’un dili üzerinde bazı tasarruflar yapılması istikametinde teklif ve teşebbüsler olmuş; fakat Üstadımız Risalelerin lisanıyla oynamaya ve onu değiştirmeye hiçbir surette izin vermemiş, bu tür teklif ve teşebbüsleri kat’î bir surette reddetmiştir. Bu husus bütün Nur talebeleri tarafından gayet iyi bilinen bir hakikattir. Daha evvelki açıklamalarımızda bu hususla alâkalı olarak kâfi miktarda misal zikrettiğimizden, geçmiş beyanlarımızla iktifa ediyoruz. Arzu edenler, bu hususta, 1990 yılında neşrettiğimiz uzun mektuba müracaat edebilirler.

2. Bizzat Üstad Hazretlerinin dersinde ve hizmetinde bulunan, onun tarafından neşriyat hizmetleriyle vazifelendirilen ve kendisinin dâr-ı bekaya irtihalinden sonra da Nur’un her türlü hizmetinin mes’uliyetini bizzat Üstadın vasiyetiyle üstlenmiş bulunan talebeleri olarak bizler de, aramızda hiçbir ihtilâf olmaksızın, tam bir ittifak ve icmâ’ ile, Üstadımızın bu husustaki hassasiyetine her ne pahasına olursa olsun riayet edilmesi gerektiğine inanıyor ve bu husustaki azmimizi ifade ediyoruz.

3.Herhangi bir edip veya sanatkârın sıradan bir eseri üzerinde dahi sahibinin rızası hilâfına tasarrufta bulunmak en büyük bir saygısızlık telâkki edilirken, insanlık âlemine Risale-i Nur Külliyatı gibi, ihtivâ ettiği hakikatler kadar fevkalâde üslûbuyla da mümtaz bir eseri armağan etmiş bulunan Bediüzzaman Hazretleri gibi bir müfessir, müceddid ve mütefekkirin eserleri üzerinde kalem oynatmak ne mânâya gelir, kıyas edilsin!

4.Şimdiye kadar sadeleştirme adı altında yapılan teşebbüslerin nasıl netice verdiği meydandadır. Bunun en son nümunesinde ise, sadece kelimeleri değiştirilmekle kalmamış, bir de Üstadın cümlelerine, ifade ve üslûbuna da müdahale edilmiş ve bunun neticesinde, ortaya, ruhu çekilmiş bir ceset mesabesinde, donuk, cansız, zevksiz bir metin çıkmıştır. Mehmed Akif gibi büyük bir edip ve şaire “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler onun ancak talebesi olabilir” dedirten Bediüzzaman gibi bir zâtın metinleri üzerinde böyle fütursuzca kalem oynatan kimselerin bu densizliklerini hayret ve ibretle seyrediyor ve bu cür’eti nereden ve kimlerden aldıklarını merak ediyoruz.

5.Bu çeşit teşebbüslere bahane teşkil eden “Risale-i Nur’ların anlaşılmadığı” iddiasını kabul etmek de mümkün değildir. Eğer bu iddia doğru olsaydı, Risale-i Nur’lar, telifinden bu yana bir asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ bu kadar çok satılmaya ve milyonlarca insan tarafından tekrar tekrar okunmaya devam etmezdi. Halbuki bugün kimi yetkili, kimi de yetkisiz olarak en az bir düzine yayınevi Risale-i Nur’ları neşretmeye devam etmektedir. Dünyada başka hiçbir eserin mazhar olmadığı böyle bir rağbete Risale-i Nur’u eriştiren şey, onun anlaşılmaz oluşu mudur?

6.Risale-i Nur’un diline en uzak zannedilen gençlik arasında ise, bu eserlere karşı iştiyak her geçen gün artmakta, yurdun dört bir tarafında orta öğrenim ve üniversite gençlerinden niceleri kendilerini Nurların kucağına atmaktadırlar. Onlar bir yandan Risale-i Nur’u daha iyi anlamak için onun harikulâde lisanına vâkıf olmaya çalışırken, bir yandan da Risaleleri tercümelerinden tanıyan başka milletlere mensup insanlardan birçoğu, bu eserleri orijinal diliyle okumak için Türkçe öğrenmektedir.

7.Bugün konuşulan dil ile Risale-i Nur’un dili arasında bir mesafe olduğu muhakkaktır. Ancak buna sebep Risale-i Nur’un dilinin ağırlığı olmadığı gibi, bunun çaresi de Risale-i Nur’u bugün konuşulan dilin seviyesine indirmek değildir. Çünkü Risale-i Nur, bir asra yakın zamandan beri vicdan-ı umumînin bozulmasına yol açacak derecede tahribata uğrayan şeâir-i İslâmiyeyi tamir etmek ve yeni yetişen nesillere unutturulan hakaik-ı İlâhiyeyi ve mukaddes kelimeleri tekrar bu milletin hafızasına yerleştirmekle vazifelidir ve bu vazifesini de kendisine has lisanı ile yerine getirmekte, ilim ve irfan hayatımızdan dışlanmış bulunan mefhumları tekrar milletimize kazandırmaya çalışmaktadır. Hangi suretle ve niyetle olursa olsun onun lisanıyla oynamanın, Risale-i Nur’u bu kudsî vazifesinden alıkoymaya teşebbüs mânâsına geleceğini, her vicdan sahibi takdir edecektir.

8.Bugün geldikleri yeri ve milletimizin gözünde eriştikleri mevkii Risale-i Nur’a borçlu olanlar, Hazret-i Bediüzzaman’ın hatırasına hürmet göstermek hususunda herkesten fazla hassasiyet sahibi olması icap eden kimselerdir. Muazzez Üstadımızın “Ben bile kalem karıştıramıyorum” dediği metinlere müdahale etmek veya ettirmek, kadirşinas insanların velînimetlerine karşı şükran borcunu ödemek için ihtiyar edecekleri bir yol olmasa gerektir. Böyle teşebbüslere tevessül eden, müsamaha gösteren, destek olan veya meyil duyan kimselerin, iç âlemlerinde derin bir muhasebeye girişerek Üstadımızın şu beyanları karşısında kendi nefislerini yoklamaları, herkesten evvel kendi menfaatlerine olacaktır:

Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder, tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.

9.Muazzez Üstadımızın hizmetinde bulunan talebeleri olarak şu hususun kat’iyetle bilinmesini istiyoruz ki, Risale-i Nur yağmalanacak sahipsiz bir mal değildir; bu eserleri hedef alan her türlü tahrifat teşebbüslerine karşı, biz, Üstadımız tarafımızdan omuzumuza yüklenmiş bulunan vazifeyi, kimsenin hatırına bakmadan ve zerre kadar tereddüt göstermeden yerine getireceğiz. Hangi niyetle olursa olsun böyle teşebbüslere tevessül edenler, bu hareketlerinin Risale-i Nur’a, Müellifine ve talebelerine karşı alenen ve fütursuzca meydan okumak mânâsına geldiğini idrak etmeli, böyle bir meydan okuyuşun nasıl bir âkıbeti dâvet edeceğini düşünmeli ve eğer insaf ve idrak sahibi iseler, derhal yanlışlarından dönerek tövbe etmelidirler.

Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunan talebeleri

Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Ahmet Aytimur, Said Özdemir, Salih Özcan, Hüsnü Bayram, Abdülkadir Badıllı, Mehmet Fırıncı.

Abdurrahman Iraz / Risale Haber

Hastalar Risalesi Finlandiya’ya Şifa Olacak

Bediüzzaman’ın “Sungur benim evlad-ı manevîyemdir” diyerek ‘Fena-Fil-Risale‘ iltifatına mazhar ettiği Mustafa Sungur, (Üstad’ın): “1948’de meşhur Afyon davası nedeniyle Bediüzzaman Said Nursî’nin tevkif edildiğinde tüm zor şartlar ve haksız muameleler karşısında ümidini hiç yitirmeden, kibrit kutularına gizlice El Hüccetüz-Zehra Risalesi’ni yazıp ‘İnşaallah bunu bir zaman Avrupa’da neşredeceğim’ dediğini aktarıyor anılarında. Bir gün Üstad’dan “Ben o bayramları görmeyeceğim, siz göreceksiniz” sözünü işitir Mustafa Sungur. “Hayır Üstad’ım siz de göreceksiniz” şeklinde mukabele eder. O da “Hayır. Ben görmeyeceğim. Sen evladım Sungur, gelir kabrimde o bayramları bana söylersin.” karşılığını verir.

Bediüzzaman’ın haberini verdiği vakit olsa gerek bu günler. Zira bizzat Üstad’ın manevî evladım dediği M.Sungur ile “İstanbul’un Hüsrev’i” dediği M. Fırıncı’nın duası ve himmetiyle aylardır süren hummalı çalışma netice verdi. Dünyadaki ilk Fince risale basıldı. 1946 senesinde Mustafa Sungur, Safranbolu’da genç bir muallim iken, oranın müftüsüne sorduğu soruda saklıydı sanki her şey. “Eskimolar var Sibirya’da, onların hali ne olacak? Onlara tebligat olmamış” demişti.

Sene 2011 ve Bediüzzaman’ın “Elbette, nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’an’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rû-yi zeminin geniş kıt’aları ve büyük hukûmetleri, Kur’an-ı Mucizu’l-Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh-u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında kat’iyen Kur’an’ın misli yoktur ve olamaz. Ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin yerini tutamaz.” sözü hayat buldu.

Finlandiyalı eski bir gazeteci-çevirmen Heidi Denizhan’ın gayretleri meyvesini verdi. İntihar oranlarının yüksek olduğu, her türlü ahlâkî erozyonun yaşandığı, ateizmin ve çok ciddi varoluşsal sorunların insanları allak bullak ettiği Kuzey Avrupa coğrafyasının, aslen Asyalı olan ülkesi Finlandiya, Nur’ları çok sevdi.

Her şey 81 yaşlarındaki yaşlı akrabasına İngilizce Hastalar Risalesi’ni okumasıyla başlar. Kendisinde çeşitli kanser rahatsızlıkları, alzheimer ve romatizmal ağrılar bulunan yaşlı kadıncağız, risaleden o kadar feyiz alır ki ahirete dair varoluşsal kaygıları izale oluverir. “Demek ki Kur’an bu tarz şeylerden bahsediyormuş bilmiyordum.” der. Kadının fıtrat dinine yakınlaşması bu kitap ile gerçekleşir. Ancak alzheimerın tesiriyle aradan geçen bir haftada her şeyi unutur. Tekrar anlatırlar. Yaşlı kadın bu kez, “Fince bir eser olsa idi bu kadar unutmazdım.” arzusunu dile getirir. Allah bu vesileyle Heidi Hanım’ı bu yola sevk eder. İkinci sebep Heidi ve Emre Denizhan çiftinin sırayla vefat eden iki bebekleridir. Üzüntüden psikolojisi altüst olan ve depresyona giren Heidi Hanım’a kocası İngilizce Hastalar Risalesi’nden ‘Çocuk Taziyenamesi‘ni okur. O andan itibaren kaybettiklerine bakış açısı değişmiştir. Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) erkek evladı İbrahim’in vefatında, gözyaşı döktükten sonra ifade ettiği “Göz ağlar, kalb mahzûn olur. Biz, Rabb’imizin rızasına uygun olmayan söz söylemeyiz. Ey İbrahim, seni kaybetmekten dolayı hüzün içindeyiz.” ifadelerini bizzat yaşar. Fakat kadere isyan etmez.

Üstad Bediüzzaman’ın tavsiyeleri onu kendine getirir: “Aziz kardeşim, senin gibi müminlerin evladı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli: Şu veled masumdur; onun Hâliki dahi Rahîm ve Kerîm’dir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp cennetü’l-firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kim bilir ne şekle girerdi! Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için, kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum. Çünkü dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat (geçici) elemle karışık bir evlat muhabbeti temin edecekti. Eğer salih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî cennette on milyon sene bana evlat muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçı hükmüne geçer” gibi ifadeler karşısında kendisini toparlar.

Hayra yorulan rüyalar

Karı-koca bazen evden hiç çıkmayarak çeviri işine yoğunlaşır. Bir iki sayfayı çeviri yaptıktan sonra okuduklarında, Heidi Denizhan’ın kaç defa bunu kendisinin yazdığına inanamadığını anlatıyor Emre Bey. Biraz tercüme yapınca bunu Finli insanlara okuyup tepkilerini ölçerler. Müsbet netice aldıkça daha bir aşkla yola revan olurlar. Günler haftaları, haftalar ayları kovalar. Heidi Hanım’ın da bazı rahatsızlıkları vardır. Hastalar Risalesi derdine derman olur. O günlerde bir rüyasında Hira Mağarası’nı ve etrafında yüzlerce göl bulunduğunu görür. Malum Finlandiya, irili ufaklı 300 bin gölü olan bir ülke. Rüyası hayra yorulur. Daha bir istekle çeviriye devam eder. Eşi Emre Bey ise tam kitabın bitme aşamasında bir rüya görür. O da Hira Mağarası’na elinde bir tepsi ile girdiğini görür. Artık iyice heyecanlanırlar. Adeta karı-koca, Hasan Feyzi (ra) gibi, “Bir zerrecik olsun bulayım.” deyip ararken, Feyzi’nin “Düştüm yine derya gibi bir Nur’a bugün ben.” ifadelerini bizzat yaşamaktadır.

Son tashihatı da yaptıktan sonra kitap baskıya yollanacağı sırada, Heidi Hanım dışarıda sarhoş bir serseri tarafından -hiçbir sebep yok iken- darp edilir. O günlerde rahatsızlıklarından dolayı günlük çeviri mesaisini azaltmıştır. O sebepten bir şefkat tokadı yediğini düşünür. İlahî bir uyarı olarak yorumlar elim hadiseyi. Hastaneye kaldırılır. Tedavi altında iken özel doktoru ve diğer hekimlere yazdıkları Hastalar Risalesi’ni anlatırlar. Allah’ın kendilerini oraya sevk ettiklerini düşünmeye başlamışlardır artık. Doktorlardan bir tanesinin ciddi bunalım içinde olduğunu ve 10 gün öncesine kadar intiharı düşündüğünü öğrenirler. Elinde Hastalar Risalesi olan hastamız, doktoruna reçete verir gibi onun yaralarını sarmaya başlar. Doktor alır ve bir çırpıda okur. Ardından “Madem böyle eserleriniz var, insanlarımıza neden vermiyorsunuz?” diyerek çıkışır hastasına. Hastanedeki doktor ve hemşirelere kitap okutulur bu vesileyle. Ortak kanaat, risalenin dinî bir kaynak olmadığı ve tüm dünya insanlarına hitap eden evrensel bir dili olduğu yönündedir.

Okuyan insanların hemen hepsinin kanaatleri müsbet olunca son kontroller yapılır. Finlandiya’nın ünlü dil bilimci bir profesörü kitabı inceler. Nihayet mutlu bekleyiş sona erer ve Hastalar Risalesi, ‘Viesti Sairaille‘ (Hastalara Mesajlar) isminde kitapçık olarak basılır.

Hıristiyan bir vakıf hastanesinin yaşlılar bakımhanesinde çalışan Ahmet Kul, Hastalar Risalesi’ni alarak, vakfın yöneticilerine kitabı götürüp okumaya karar verir. Yaşlıların sıkıntılar içerisinde olduğunu anlatan Kul, bu eserin çok faydalı olacağını düşünüyor. Emre ve Heidi çifti şimdi oradan gelecek müsbet neticeyi bekliyor. Emre Bey’in bir arkadaşı da risaleyi alarak tanıdığı restoran sahibi Muhittin Tosun Bey’e götürür. Tosun’un eşi Teija Hanım’ın Finlandiyalı ve tahsilli olduğunu öğreniyoruz. İlk olarak başlarından geçen enteresan bir hadiseyi paylaşıyorlar bizimle. Dört yıl evlerinde bir cins tavşan beslerler. Evin bireyi haline gelir ‘uzun kulak’. Bir gün tavşan bir hastalığa yakalanıp felç olur. Veteriner, “Fazla acı çekmesin, öldürelim.” der. Fakat bayan bunu kabul etmez. Alır eve getirir. Aylarca ona bakarak her türlü ilgiyi gösterir. Kucağında uyutur. Yemek yedirir, su içirir. Bir gün eşinin seccadesini alarak tavşanı içine sarar. Muhittin Bey, eve geldiğinde seccadeye sarılı tavşanı görünce biraz morali bozulur. Ama hanımının verdiği cevap üzerine ne diyeceğini bilemez: “Sen burada namaz kılıp dualar ediyorsun. Bu seccadede tesir olacağını düşündüm ve tavşanımı onunla sardım sarmaladım.” Tavşan, mucizevî bir şekilde düzelmeye başlar. Ve tam iki yıl daha sağlıklı olarak yaşar.

Tosun çifti, inancın ve duanın hastalara pozitif etkisini bizzat görür bu vesileyle. Hastalar Risalesi’nin Fincesi Teija Tosun’a hediye edilince çok etkilenir. Evinin her duvarı kitapla dolu olduğu ifade edilen ve hayatı boyunca kitaptan başını kaldırmayan birisi olarak, Hastalar Risalesi’ni okumaya başlayınca daha ilk sayfadaki “Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor.” ifadeleri karşısında şoke olur. Bir an duraklar. Bugüne kadar okuduklarından farklı gelmiştir. Ve hemen bir solukta kitabı bitirir. Daha sonra eline kâğıt kalemi alarak eseri tekrar okumaya başlar. Notlar alır. Eşi Muhittin Bey’in ifadesine göre hayatı boyunca kitap okuyan ve bitirince bir kenara koyan eşinin bu davranışı çok anormaldir. Ama asıl şaşkınlığı kitabı hediye eden kişi Abdurrahim Salih yaşar. Hanımefendinin birçok rahatsızlığı bulunduğunu daha sonra öğrenir. İhtiyaca binaen bir ihsan-ı İlahî olduğunu anlar bu hadisenin.

23. SÖZ VE KÜÇÜK SÖZLER DE ÇEVRİLİYOR

Heidi Hanım’ın arkadaşı Katarina, Finlandiya’da tanınan bir yayınevinde çalışmaktadır. Bir gün karşılaşırlar. Ve Hastalar Risalesi projesini duyar. Yayınevinde meseleyi gündeme getirir. Ardından Heidi ile bu kitap üzerinden anlaşma yapmak istediklerini ve tüm Finlandiya’daki kitapçılara kitabı dağıtabileceklerini teklif ederler. Heidi-Emre çifti, hızlı gelişen süreç karşısında şaşırır ve şükrünü nasıl ifa edeceklerini bilemezler. Büyük sevinç yaşayan çift, bugünlerde yayınevi ile bir anlaşma sağlanacağını umuyorlar.

Emre Bey, risaleyi kilise müdavimlerinden Christian adlı bir kişiye okutur ve kanaatlerini söylemesini ister. Bay Christian, kitap karşısında ne diyeceğini bilemez ve “Bu kitap herhangi bir dine mensup değil. Bu kitap dünyadaki tüm insanlara hitap ediyor. Her hastaneye ve her kiliseye vermelisiniz bu kitaptan. Her doktor bu kitabı okumalı.” der.

Emre-Heidi çifti, şu sıralar 23. Söz ve Küçük Sözler’i çeviriyor. Bu hummalı çalışmanın aksamadan devam etmesi için “Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hadimleriyle çok uğraşır.” sözünden hareketle çok duaya ihtiyaçları olduğunu söylüyorlar bizlere. Emre Denizhan’a daha ne kadar süre Finlandiya’da kalacaklarını ve Türkiye’ye dönüş yapıp yapmayacaklarını soruyoruz. Verdiği cevap, en az anlattığı olaylar kadar bizi etkiliyor: “Benim için Türkiye sayfası kapanmıştır. Allah’ın izniyle buradan ayrılmayacağım ve vefatım da burada olacak. Önümüzde çok işlerimiz var. Buradaki insanlara faydalı olmak istiyoruz. ‘Yaratılanı seviyoruz Yaradan’dan ötürü’ düsturunca bu ülkedeki insanların elinden tutabilirsek ne mutlu bize. Şimdi internet sitemizi açtık (www.risaleinur.fi) ve pdf olarak kitabımızı yayına verdik. Yaşadığımız bu topluma faydalı olacak şekilde master ve doktora çalışmalarına ilham vereceğine çok inanıyorum bu eserlerin. Toplumbilimcilerin, bu eserlerden reçeteler sunması vakti çok yakındır. ‘Tevhid Güneşi doğmuş; yağmadır, alan alsın!’

Risale Haber