Etiket arşivi: okumak

Risale-i Nur tedavi eder, ama…

10156118_462324770568348_1169127710936561942_n

Risale-i Nur tedavi eder, ama…

‘Kur’ân eczanesinden alınan ve bu zamanın yaralarına tam şifa olan Risale-i Nur eserlerini okuduğumuz halde neden tedavi olamıyoruz?’ sorusu bugünlerde çokça kafamı meşgul eden bir meseledir.

İşte bu sorunun cevabını ararken, ‘Acaba okumalarımızda mı problem var?’ diye düşündüm. ‘Nasıl bir doktorun verdiği ilâcın kullanım şeklini, doz ayarını iyi bilemediğinizde şifa bulamıyorsak, bu manevî ilâçları da kullanırken acaba yanlışlar ve kusurlarımız mı var?’ diye düşündüm.

Evet, okumak ciddî bir iştir. Goethe’nin dediği gibi, “Okumayı öğrenmek san’atların en güç olanıdır… Tam seksen yılımı bu işe verdim. Yine de kendimden memnun olduğumu söyleyemem.”

Okumak; aslında derinleşmek, okuduğunu hayata geçirebilmek, hayata katmaya değer olmayan şeyleri okumamak ve okuduklarından da başkalarını faydalandırmaktır.

Dolayısıyla rastgele okumalar aslında gerçek okumalar değildir. Elbette okunan bu eser, Kur’ân kaynaklı ise faydasız, feyizsiz olmayacaktır. Lâkin şuurlu okumalara ihtiyaç vardır.

Asır, olanca tahribatıyla hepimizi hastalandırmaktadır. Dolayısıyla hiçbir şeyimiz yokmuş gibi yaşamak ve okumak, hastalıklarımızın farkına varamamak, en başta bu ilâcın devasından istifadeyi azaltacaktır.

Okumaya ulvîlik ve anlam kazandıran, “Rabbin adıyla” okumak olsa gerektir. İşte bana göre bütün mesele bu ilk âyetin dersinden gaflet edişimizdir. Zira okuyup istifade etmek de, kemale ermek de, ilim sahibi olmak da, manevî hastalıklardan kurtulmak da, ancak Allah adına okumalarla gerçekleşecektir. Aksi okumalar Kur’ân bile olsa hisleri, nefsi, enaniyeti ve riyakârlığı besleyen tehlikeli okumalar olacaktır.

Bazı kimseler vardır ki hiç ara vermeden mütemadiyen kitap okurlar. Bu güzeldir lâkin okuduklarından netice çıkarmayı bilmeden okumalar, tesirsiz ve faydasız okumalardır. Böyle kimseler de bir yığın malûmat vardır. Fakat beyinleri bu malûmatları bir esasa göre tasnif edip değerlendiremez. Kitabın bütün muhtevasını ezberler lâkin bu bilgiler yük olmaktan ve enaniyeti beslemekten öte de gitmez.

Okumak, ibareyi anlamak değil, ibarenin ne demek istediğini anlama işidir. Bu yüzden Risale-i Nurları okumak, derinleşmek işte ibareyi anlamaktan öte, ibarenin ne dediğini anlamak meselesidir.

Müdakkik okuyucu eserin satırlarında, ihtiyaçlarına, merakına, yaralarına cevap veren, tedavi eden, malzemeleri, unsurları bulup çıkarabilen kimsedir.

Okumayı bilmek hayatın akışı içerisinde karşılaşılan her hadisede, hafızanın, satırlardan öğrendiği dersleri, zihne getirip tedavi etme işidir. Muhakeme sahibi kimse derhal bu dersleri mantığına göndererek olay karşısında doğru tavır alabilen kimsedir. İşte şuurlu yaşamak ancak böyle okumalarla gerçekleşecektir.

Bir de şu mesele vardır ki çok mühimdir. Bana göre Risale-i Nur eserlerinin hastalıklarımıza şifa olma sırrı, mesele-i imaniyeleri okurken ve anlatırken öncelikli olarak Kur’ân’ın ne dediğini öğrenmek ve bu niyet ve nazarla okumaktan geçmektedir.

Yani nazarları Kur’ân’a çevirmelidir. Buradaki ihmal ve noksanlıklar hem istifadeyi azaltmakta hem de bilmeyenlerin eserlere karşı su-i zannını arttırmaktadır. Yani eserleri okurken Kur’ân tefsiri olduğunu hiç nazardan kaçırmadan ve bunu nazara vererek okumak tesiri ve şifayı arttıracaktır.

Zaten Bediüzzaman, Sünûhat adlı eserinde şöyle der, “Cumhuru, bürhandan ziyade me’hazdaki kudsiyyet imtisale sevk eder. Müçtehidinin kitapları vesile gibi, cam gibi Kur’ân’ı göstermeli, yoksa vekil, gölge olmamalı.”

Evet, Risale-i Nur Eserleri cam gibi Kur’ân’ı gösteriyor. Lâkin eserlere muhatap olanlar bazen müellifi, bazen eserin kendisini, bazen de okuyan kişi kendisini perde yapabiliyor. İşte bu noktaya çok dikkat lâzımdır. Dersler doğrudan doğruya Üstad-ı hakiki olan Kur’ân’dan alınmış olduğu için dersi okuyan kimsenin de şahsa istinad etmeden okuması lâzımdır. Aksi taktirde kudsiyet kaybolur ve manevî istifade azalır. Bu yüzden Risale-i Nur’u, Kur’ân’ı daha iyi anlamak için okumak gerekir ki; yaralarımız Kur’ân eczanesinin bu ilâçlarıyla şifayab olsun.

Yasemin YAŞAR

www.NurNet.Org

Nasıl okumalar bizi daha şahsiyetli kılar?

Okumak vahyin ilk emridir.

Fakat bu okumanın nasıllığı, şuurlanmak ve şahsiyet oluşturmak için önemlidir. Neyi, neye göre, nasıl okumak gerekir sorularının cevap bulması şahsiyet inşası için önemli sorulardır.

Okumak elbette sadece metni okumak veya bugünkü darlaşmış bakış açısıyla, okul okumak, entelektüel birikim kazanmak değildir. Okumak, bir metin veya bir hadise üzerine dikkatle eğilmek, düşünmek, incelemek, verileri bir araya getirmek, analiz etmek, çözümlemek, mesaj çıkarmak, pratiğe dökmek, tanımlamak, teşhis etmek ve elde edilen verileri başkalarıyla paylaşmak gibi bir dizi zihin hareketliliklerini ihtiva eden bir faaliyettir. Yoksa hobi olarak uğraşılan bir meşguliyet, yatmadan önce yapılan kısa bir faaliyet, çetelelerle sadece metni okumaktan ibaret olan, günü kurtarmak için veya aidiyet hislerimizi tatmin için, vicdanımızı rahatlatmaktan ibaret olan bir hareket, faaliyet değildir.

Âyet-i kerimede ilk emirden sonra, devamında ve peşi sıra gelen diğer sûrelerde, neyi, nasıl ve niçin okuyacağımızın cevapları verilir. Bu sıralamaya göre öncelikle okunması gereken, yaratma fiilinin failini bulmaya dönük, esbabdan Müsebbibü-l esbabı, nimetten Mün’im-i Hakikiyi bulmaya götürecek okumalardan bahsedilir.

Aslında Âyet-i kerimede önce iman-ı billah ve sonra marifetullah sayfaları açılır. Hemen sonrasında da en büyük âyet olan ve eşref-i mahlûkat diye nitelendirilen insanın özüne dönük bu okumalar hatırlatılır. Zira bu okumaları sağlıklı yaptığı takdirde, bu sefer sağlam bir bakış açısı kazanan insanın, âfaka dair okumaları da istikamet kazanacaktır.

Kendini bilme yolculuğu aslında Rabbini bilmeye götürecektir. Bu da insana haddini bildirecek, onu kul yapacak, yüksek ahlâkî seviyelere ulaştıracak, kısacası insan kılacaktır.

İşte bugün bu okumalardan gaflet etmek, “Elif ba okumayan bir çocuğa felsefe dersi vermek” gibi bir garabeti netice verecek ve diplomalı cahiller, burnunun ucunu göremeyecek kadar kör nesiller, yaşadığı hadiseyi okuyamayan ferasetsizler, ders ve ibret alamayan basiretsizler, yaşadıklarını ve yaşayabileceklerini analiz edemeyen istikametsizler ve üzerindeki ihsan ve nimetleri taşıyamayan ve takdir edemeyen şahsiyetsizler ortaya çıkaracaktır.

Evet amaçlı okumalar, programlı okumalar, hayata bakan pratiği olan okumalar, tevhidî okumalar, ihlâslı okumalarla ancak sağlam bir şahsiyet oluşacaktır. Yüzü hayata dönük olmayan, anlam ve mana kazanmayan veya yaratıcıya götürmeyen okumalar gerçek okumalar değildir.

Okuma işi kulluk sorumluluğudur. İşin ilginç ve dikkat çeken tarafı da ilk emirle belirlenen bu okuma faaliyet, namaz, oruç, zekât gibi belirlenen kulluk sorumluluklarından önce gelmektedir. Hâsılı, okuma eylemi; entelektüel gevezelik anlamında bir iş değildir. Okuma eylemi, enaniyeti besleyen bir faaliyet değildir. Tam tersine, okuma; İslâmî bir şahsiyet olmaya tâlip kişilerin rıza-i İlâhîyi kazanma maksadıyla sürekli ve çok yönlü bir okuma, düşünme ve iletme faaliyetinin adıdır. Yine tam tersine, okuma; olgunlaşma, mütevazileşme ve kemale ermenin esaslarından biridir.

Yasemin YAŞAR

Risale okumalarını inceden inceye hazmederek yapmak

Risale okumalarını inceden inceye hazmederek yapmak

Risale-i Nurları okumada, anlamada ve anlatmada ilk
sahipleneceğimiz ve donanımlı olacağımız kurallar, düsturlar,
prensiplerin başında şevk, ümid, aşk ve gayretle, heyacandır…
Heyecanla,şevkle,aşkla veümidleeldeedilengayret veçalışmanınönünde Allah’ın izniylehiçbirmanihiçbirengelduramaz,dağılır veyıkılır.Okumanın en büyük manisi okumamak isteği olduğu gibi, anlamanın en büyük engeli, manisi de anlamak isteğinin, arzusunun olmamasıdır…

Yol yordam bilmemek, düstursuzluk, prensipsizlik ve başkalarının cebine aklını koyarak Risale-i Nurları anlamak için okumanın, kavramak ve sahiplenmenin en büyük ve mühim manileri, engelleridir…

Risale-i Nur’u anlamak için okumanın “Nasıl başlasam?”, “Hangi yolu izlesem ?”, “Ne kadar zaman ayırsam?” gibi şübehat ve vesveselere yenik düşmüş fikirlere, tarzlara, yollara ihtiyacı yoktur… Risale-i Nurlarla ilk muhatabiyetinizde yapacağınız iş; son deme kadar, onları okumaktır, okumaktır, okumaktır… İnsanı ve zihnini meşgul edip, şübehatla vazgeçirecek meşgalelere yol vermemektir…

Büyük ve sizce önemli işleriniz için nasıl zaman ayırıp, planlar, programlar yapıp, bir hedef ve gayeye ver verip sonuna kadar işi takip ediyorsak… Bu iman, Kur’an, İslamiyet konularında çok mühim bir iş olan Risale-i Nurları da bir plan, program ve gaye ile anlamak, öğrenmek ve hayatımızda tatbik edebilmek için dikkatlice ve inceden inceye hazmederek, düşünerek, akıl ve mantık mizanlarında tartarak ve teslim olarak okumalıyız.

Nasıl ki, kıymet verdiğimiz her meşguliyeti bir netice için yapıyoruz. Risale-i Nur okumalarını ve anlamalarını da hem kendimizin dünyası, ahireti için hem de başkalarına ulaştırmak, tebliğ ve ilan itmek manalarında okumak, anlamak, mütalaa edip ulaştırmak için yapabilmeliyiz, gerçekleştirebilmeliyiz…

Kaynak: Yeniasya.com.tr 

 

www.NurNet.org

Risale-i Nur Okumaya Yeni Başlayanlara…

Risale-i Nur ile yeni tanışan bazı kardeşlerimiz anlayamamaktan şikâyetçidir. Evet, Risale-i Nur, sair kitablara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder. (1) Bunun sebebi ise; “Resail-in Nur’un mesaili; ilim ile fikir ile niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor.” olmasındandır. (2)

Ama şu bilinmelidir ki; “Kur’anın bu asırda yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’daki bazı bahisleri başlangıçta tamamen anlayamazsanız da onun manevi tesiri ve manevi feyzi, ruh ve kalbinize nüfuz eder; mana âleminizi istila eder, kat’iyyen istifadesiz kalmazsınız.” (3)

Her risalede herkesin hissesi var, fakat herkes her şey’ini bilmek lâzım değildir. (4) Risale-i Nur’dan istifade etmek sadece aklın kavraması değildir. Çünkü Risale-i Nur başka kitaplar gibi yalnız ilim vermiyor; onun manevi dersi de vardır. (5)

Bu sebeple nurlardan istifade etmenin formülünü üstadımız şöyle bildirmektedir: “Bir mevhibe-i İlahiyye olan o esrar (sırlar), halis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek (dünyevi ve nefsi hazlardan uzak kalmak) vesilesiyle gelebilir.” (6) Bu sebeple risaleleri gazete gibi okumayınız. (7)

Risale-i Nur öyle orijinal bir şekilde konuları ele alır ki eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi hattâ en muannide karşı dahi parlak bir surette isbatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i İlahiyedir. Çünkü hakaik-i imaniye ve Kur’aniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakaiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor. (8) Hâlbuki o hakaikin çoğunu büyük âlimler “tefhim edilmez” deyip, değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.(9)

Son olarak risale-i nurları anlamayıp eserlerin zayi olacağını zannedenlere Bediüzzaman Hazretleri şu cevabı vermektedir :

“Cenab-ı Hakk’ın izniyle inşâallah zayi’ olmayacaklardır. Ve bir zaman gelecek, ekser dindar mütefekkirler, onları anlayacaklardır. Çünkü bu risaledeki ekser mes’eleleri; nefsimde tecrübe ettiğim, Furkan-ı Hakîm’in bana i’ta etmiş olduğu ilâçlardır. Fakat mümkündür ki, sair insanlar, benim bitamamihâ anladığım gibi anlamasınlar. Zira benim nefsim sû’-i ihtiyarıyla baştan ayağa dek, çeşitli yaralarla mülemma’ olmuştur. Öyle ise hayat-ı kalbiyesi selim olan kimseler; heva-i nefis yılanının ısırmasından hastalanan kimse gibi, tiryakın derece-i tesirini anlayamaz.

Hem de ben sünuhat-ı kalbiyemde izahat için tahririnden gelen aczden ve tağyirinden gelen havftan dolayı tasarruf edemiyorum. Ancak kalbime doğduğu gibi yazıyorum.” (10)

ZAFER KARLI

www.NurNet.Org

Kaynaklar :
1- Şualar – s.60 
2- Kastamonu 210
3- Gençlik Rehberi sh: 232
4- Barla Lahikası sh :344
5- Gençlik Rehberi sh:229
6- Mektubat sh:70
7- Mektubat sh:42
8- Mektubat sh:372
9- Mektubat sh:373
10- Mesnevî-i Nuriye Tercümesi/A. Badıllı sh:234

Risale-i Nur Anlaşılmıyor Mu? Nurları Anlamamak Mümkün Değildir!

Risale-i Nuru okuma ve anlama üzerine yazılanları okuduğumda; ben de, bu müdavele-i efkara dahil olmak istedim.

Evvela:Üstadımızın hem Mesnevide, hem 25.Sözde verdiği misal hatırıma geldi. Denizin dibinde büyük bir define var.Gavvaslar (dalgıç) dalıp,hazinenin müştemilatını öğrenmek istiyor. Fakat gözleri kapalı olduğu için herkes eline geçen parçayı (kürevi bir yakut veya elmas bir sütun..gibi) definenin tamamını o parçanın cinsindendir diye hükmediyor. Sonra gözü açık bir gavvas giriyor. Definenin tamamını ihata ederek,her parçanın hakkını veriyor. Her mücevherin miktarını müvazeneli bir şekilde beyan ediyor.

Aynen öyle de okuma ve anlama meselesinde de, her kardeşin hatta Nur Cemaati içindeki farklı meşreblerin ifade ettikleri beyanların hepsinin bir hakkı var. Noksanlık yalnız kendi anladığını esas kabul etmekten ileri geliyor.

Mesela: Bazıları diyor ki: Risaleleri anlamadan papağan gibi okumak olmaz veya risaleler anlaşılmak için yazılmıştır. Çok mantıklı geliyor insana.. Ama bu bir ciheti.. Halbuki Bediüzzaman Said Nursi Hz.lerinin, talebelerine (Bayram Yüksel, Sungur Abi gibi) dediği: Risaleler evrad makamında okunabilir veya İlerde anlarsınız. gibi ifadeler var.Yine 17.Lema ve Zührede geçen: Marifetullahın şahidleri, bürhanları üç çeşittir…… Nur gibidir; görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyle ise sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle; BELKİ KENDİ KENDİNE GELİR.Eğer harîs ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünki öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, KESİFİ KENDİNE MÂLİK VE SEYYİD KABUL ETMEZ.. gibi ifadeler..

25.Sözde: hakaik-i İlahiye ve o hakaik-i kevniyeyi beyandan sonra ve safa-yı kalb ve tezkiye-i nefisten sonra ve ruhun terakkiyatından ve aklın tekemmülünden sonra beşerin ukûlü “Sadakte” deyip o hakaikı kabul eder.

Bu ifade de ise hakaikden, önce kalb,nefis,ruh,dördüncü mertebede ancak aklın tekemmülü ve beşinci mertebede aklın hakaikı kabulü var.

Hakikat çekirdeklerinde de: İlimde iz’an-ı kalb olmazsa, cehildir. İltizam başka, itikad başkadır denmiş.

Yani buraya kadar anlatmak istediğim mana, Risale-i Nur yalnız anlamak için okunmaz. İnsanda akıldan çok farklı latifeler vardır. Hatta bazı latifeler manayı düşündüklerinde rahatsız olurlar. 26.Mektub 4. Mebhasda şöyle ifade edilmiş:

Sure-i İhlas’ı Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki: Bendeki manevî duyguların bir kısmı birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, manevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hâkeza… Git gide o tekrarda yalnız bir kısım letaif kalır ki; pek geç usanıyor, devam eder, daha manaya ve tedkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi, ona zarar vermiyor. Lafız ve lafz-ı müşebbi’ olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bulundukları mana-yı örfî, onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden latifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cild hükmündeki lafızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar.

Hatta anlamak için okunduğunda bir netice beklenir ki, ihlası kırar. Ubudiyet, emr-i İlahîye ve rıza-yı İlahîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı Hak’tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine terettüb eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münafî olmaz. Belki zaîfler için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler.

İlla bir şey bekleyeceksek Üstadımızın şu sözlerine binaen “ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur’aniyeyi arayıp buluyorlar.” ruhumuzun ihtiyacı kalbimizin yaraları için okumak. Manevi hastalıklarımızın ilacı ve devası niyetiyle okumak.

Ayrıca Emirdağ Lahikasında: kat’iyyen size haber veriyorum ki: Risale-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakikî bir surette benimle görüşmüş olursunuz…

Mektubatta Abdülmecid Abinin: Bu Sözler’in herbiri birer mürşid hükmüne geçti… Yine Abdurahman Abi için Üstadın sözü: Onuncu Söz onu manevî kirlerinden ve evham ve gafletten temizlemekle beraber; âdeta mertebe-i velayete çıkmış gibi,… Yine Barla Lahikasında Kuleönlü Mustafa Abinin: her bir risale, tek başıyla bir mürşid-i ekmeldir… Risalet-ün Nur ve Mektubat-ün Nur, yüz ondokuz adediyle, her birisi birer mürşid-i ekmeldir ve aktabdır… gibi ifadelerden çıkan mana şudur ki: Risale-i Nur camid bir kitap değil,belki CANLI, RUHLU BİR SAİD dir. 130 kutb-u azamı temsil eden bir müceddid-i ekberdir.

Öyle ise kendimizi ona teslim etmek, ihlas ve sadakatla hususan kanaatla okumalıyız. O zaman kendi kabiliyetimize göre değil, Nurların derecesine göre istifade ederiz.Yani biz açmayız, bize açılır.

Bu tarzdaki istifade insanın enesine pay vermediği gibi,acz ve fakrını ona ihsas eder. Zaten Risale- i Nurun en büyük esasları acz-i mutlak ve fakr-ı mutlak değil mi? Nurları okuduğu ve anladığı halde enaniyeti kuvvetlenen kişi,yanlış okuyor demektir. Fakat bununla beraber: Mektubatta:.. fakat gazete gibi okumayınız. Muhakematta: nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir.

Veya Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a’saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır.

Veya Lemalarda: Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirdlerinin bir şahs-ı manevîsi var, şübhesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir âlimidir. gibi ifadeler aklın ehemmiyetini de gösteriyor.Yani aklı azletmek mümkin değildir. Nasıl Üstadımız sadece kalbin ön plana alınmasının kamil mana olmadığını ifade ettikleri gibi sadece aklın esas alınması da öyledir.Bütün letaifi ve havassı doyuracak kabiliyette olan Risaleleri yalnız akla tevcih etmek o hakaikı daraltmak demektir.

Mesela Emirdağ-1 de: Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüz’î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nur, sair ilimler ve kitablar gibi okunmamalı. Çünki ondaki iman-ı tahkikî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.

Yine Lemalarda: Her adam her mes’eleyi her cihette anlamaz. Fakat herkes her mes’eleden bir derece hisse alabilir. “Bir şey bütün elde edilmezse, bütün bütün elden kaçırılmaz.” kaidesiyle, “bu manevî bahçenin bütün meyvelerini koparamıyorum” diye vazgeçmek kâr-ı akıl değildir. İnsan ne kadar koparsa, o kadar kârdır. İsm-i a’zama ait mes’elelerin ihata edilmeyecek derecede genişleri olduğu gibi, akıl görmeyecek derecede inceleri de vardır. Hususan İsm-i Hayy ve Kayyum’a ve bilhassa hayatın iman erkânına karşı remizlerine ve bilhassa Kaza ve Kader rüknüne hayatın işaretine ve İsm-i Kayyum’un Birinci Şuaına herkesin fikri yetişmez, fakat hissesiz de kalmaz; belki herhalde imanını kuvvetlendirir. Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok azîmdir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması, bir hazinedir. İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî diyor ki: “Bir küçük mes’ele-i imaniyenin inkişafı, benim nazarımda yüzler ezvak ve kerametlere müreccahtır.”

Hülasa: Kastamonu Lahikasında: ” İki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var.

Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim. Hak verdim.” İfadeleri de bize gösteriyor ki Nurları ibadet niyetiyle okumak,yazmak ve dinlemek esastır.

Nurları anlamamak zaten mümkün değildir.

Herkes kabiliyetine göre mutlaka istifade ediyor.Fakat mühim olan Nurların bize verdiği ölçülere göre anlamak.Yani bilmemiz bizi imtiyazlı yapmamalı,anlamak başkalarına mütehakkim olmayı getirmemeli,vukufiyet fazilet-füruşluğu netice vermemeli. Bazen ANLAMAK, ANLAMAMAYI, BİLMEK BİLMEMEYİ NETİCE VERİYOR. Cüziyatta kalıp,külliyatı ihata edememek,şahsi kabiliyetini esas edip,umumun halini nazara alamamak inkısam ve bölünmeyi netice veriyor. Nurlardan herkesin hissesi var.Herkes kendi aynasıyla istifade etmeli, başkalarının da başka türlü aynaları olduğunu unutmamalı. Rıza-yı İlahi nasıl kazanılır,kim kazanır.Asıl buna bakmalı.

Cenab-ı Hakk,cümlemizi kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i İmaniye ve esrar-ı Kur’aniye ile kemal-i ferah ve sevinç ile meşgul eylesin.Rızasından ayırmasın. İstihdam eylesin. Bizim ve Tüm Nur Talebelerinin günahlarını mağfiret,kusur ve hatalarını afv, ayıplarını setreylesin. Kendine kul,Habibine ümmet, Mehdiye talebe ve şakird eylesin. Amin amin

Ahmet Katın

www.NurNet.org