Etiket arşivi: sevgi
Muhabbet Mayası
Muhabbet Mayası
Muhabbet Sevgi aşk bu tabirler hayatın her yerinde karşımıza çıkan tabirlerdir. İçini doldurmak ise insanların meziyetidir. Risale-i Nur müellifi hayatın olmazsa olmaz manasında insana bir bakış ve duruş kazandıracak bir tarzda şu dört kelimeyi veya bakış açısını bizlere söylüyor. “Mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet, nazardır.”[1] Gerçekten bu Dörtleme insana bambaşka ufukların alemlerin kapısını açıyor. Yeter ki tatbikatını yapabilelim. Zor olan da zaten bir hadiseyle ilk karşılaştığımızda bunun farkına varıp hemen bu dörtlemeyi tatbik etmektir.
Hayatımızın bir parçası olan ve kainatta da cari olan bir bir mesele Muhabbet, Sevgi, aşk.
“İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibariyle mevcudatın hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet dercedilmiştir. Onun için insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennet’e bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azab çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor.”[2]
Bu alakadarlık sebebiyle diyebilirim ki Allah insanın mayasına Muhabbet koymuştur. O muhabbetle insan kainatla ve kendi dünyasında ki her şeyle alakadar olmuştur.
Mana-i harfi namına yani bir şeyin Allah için olması demektir. Buna manada olursa insan azab çekmiyor. Çünhü hikmetini görebiliyor.
Mana-i ismi ise bir şeyi nefsi için istemek sevmek, yani maddesine takılmak manasında geliyor. Hal böyle olunca “muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azab çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir manevî azaba medar oluyor.”[3] Bunun neticesinde insan içsel bir çöküntü yaşıyor.
“Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır. Ruhun tekemmülatına göre meratib-i muhabbet, meratib-i esmaya göre inkişaf eder.”[4]
Muzaaf tabiri için bir şeyin dozajının artması yani bağımlılık da diyebiliriz. Tahlil edecek olursak ihtiyaç kendisini hissettirirse iştiyak olur. İştiyak daha da kendisini hissettirirse muhabbet olur. Muhabbet kendisinin hissettirirse aşk olur. Ve bu tutkunluk, meftuniyet, müptelalık ise her insana göre değişkenlik göstermektedir.
“Muhabbet fedaileriyiz.”[5] diye bir şiarımız iddiamız var bizim. Her insanın da muhabbet üzere bu söz şiarı olmalıdır. Elini attığı şey, alakadar olduğu işlerle ve kimselere ve gönüllere de muhabbet üzere girmeye gayret etmelidir insan. Ama mana-i harfiyle olmalı.
Unutulmamalıdır ki Allah için olursa niyetin her şeyi ve herkesi sevebilir bir fıtratı var insanın.
Hayatın tadına varmak isteyenler için bu formül iyi bir tekliftir.
Hasıl-ı Kelam: şu şeyler bizim dareynde hayatımızı kolaylaştıracaktır. “Hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisad, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, her şeyden fazla Cenab-ı Hakk’a itimad ve tevekkül, Allah’a itaat… Gücenmemek, gücendirmemek, ikiliğe meydan vermemek, itidal-i dem, tahammül etmek, uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek”
Selam ve Duayla
Muhammed Numan ÖZEL
[1] Mesnevi-i Nuriye ( 51 )
[2] Lem’alar ( 14 )
[3] Lem’alar ( 14 )
[4] Sözler ( 642 )
[5] Tarihçe-i Hayat ( 59 )
Sure-i Yusuf’un “Sevgi ve Fitne” Dersi…
Sure-i Yusuf’taki 51. ya da 52. Âyet-i Kerime’nin anlattığı öyle bir hikmet vardır ki; “Gönüldeki esrar, gönüldeki arzu şeytan tarafından nasıl alınıyorsa, karşı taraftaki insan da o gönülden arzuyu alabilir” diyor. Çünkü gönülden gönüle devamlı surette elektronik mesaj gidiyor. Herkesin bu hadisesi mevcuttur… Biz hayat boyunca gönlümüzde ve niyetimizde olan hadiseleri düşman olarak da, dost olarak da ölçülüp biçilip fark edileceğini bileceğiz. Daha önemlisi şeytanın aleste [hazır durumda beklemek, NÇG] bizim niyetlerimizi izlediğini bileceğiz. Ve bu niyetlerimizi izlerken, şeytana gönlümüzden bir sır kaçırmışsak, ona karşı alacağımız tedbir nedir: vesveseyi terk etmektir. Çünkü gönüller açık sergidir… gönlünüze sahip çıkın!
Düşmanlıkları körükleyen, düşmanlıkların üzerine bina yapan Şeytandır. Ondan dolayıdır ki; âyette “Şeytan apaçık bir düşmandır” diyor.
Fahr-i Kâinat Efendimiz Kur’an ikmal edildikten sonra “Müminlere ne hediye var, bu Kur’an’da?” diye soruldukça Efendimiz: “Muhafazateyn, Cenâb-ı Hakkın müminlere verdiği en büyük hediyedir” buyururdu.
Cenâb-ı Hakk’ın Sure-i Yusuf ile bize verdiği mesaj şudur: “Hz. Yakup’un çocukları babalarının peygamber olduğunu bildikleri halde demiyorlar ki: Peygamber yanılır mı ya hu! Eğer bu çocukları sevmişse bunun bir hikmeti vardır. Biz de bu çocuklar gibi olalım, bizi de sevsin.” Bunun çıkar yolu nedir? Budur!
Bunu tarih boyunca insanoğlu bu hataları bütün peygamberlere, bütün din büyüklerine karşı işlemiştir. Kendi nefsini bir kuvvet olarak görüp, O’nun, yani Allah’ın seçtiği çok özel kulların karşısına geçmiş. Sonra da adeta o kuvveti sarsmak hatta ondan halkın istifadesini engellemek için elinden gelen fitneyi çıkarmıştır. Çünkü bu fitne “Niçin beni sevmiyor da ötekisini seviyor” fesadıyla başlıyor. Tarih boyunca bu fitneden daima bir büyüğün, bir babanın, bir sultanın, bir müdürün, bir kralın aklınıza ne geliyorsa… Bir büyük zâtın etrafında toplananlar arasında devamlı bir fitne vardır.
Allah, bu sekizinci Âyet-i Kerime’yi, Sûre-i Yusuf’ta boşuna göndermemiştir! Kendinizi ölçer, biçer… Kendinizi güçlü görür, kendinizi sevilmeye layık görürüsünüz. Sevileni de kendinizden sevimsiz, cılız görerek: niçin seviliyorsun, diye işi düşmanlığa götürürsünüz? Cenâb-ı Hakk’a karşı farkında olarak veya olmayarak hep bu fiili işliyor insanoğlu… Bir kimse Cenâb-ı Hakk’ın sevgili bir kuluysa, onu bir türlü içimize sindiremeyiz, beğenmeyiz. Hadi ya sende! Nesi var, ne olmuş ki? Allah’a ne yapmış ki şuna bak, der. Eğer Allah o kimseye hem maddi imkân vermişse, birde o kişiyi hata işlerken gördü ise… Veyahut Allah o kişiye manevi bir ferahlık vermişse… Manen buna ne kadar feyz verilmiş olabilir ki, der ve bir anda içi kararır.
Eğer bir kimse tarafından sevilmek istiyorsanız bunun yolu kıskançlık değildir. O kimsenin neyi sevdiğini öğrenerek onun gönlünü kazanmaya çabalar insan! Zaten sevilmek mecburiyeti diye bir şey yoktur. Sevilmek kanuni bir zorunluluk değildir! Binaenaleyh, sevilmek istiyorsanız herhangi bir kimse tarafından, o zâtın o kimsenin arzu ettiği biçime girin!
Bakınız buradan nerelere geleceğiz şimdi… Sevilmek istediğimiz zatın, insanın gönlüne sevimli olabilmek için onun istediği biçime giriniz dedik. Tabiî, “bir kimse tarafından sevilmek” dendiği zaman Hz. Yakup’un çocuklarının babalarına karşı aldıkları hatalı tavrı, biz hem şahıslara karşı alırız, daha kötüsü Allah’a karşı alırız. Bunu hiç unutmayınız!
Demek ki Hz. Yusuf’un bahanesi ile Cenâb-ı Hak, Hz. Yusuf ve kardeşlerinin öyküsünde araştırmacılar için çok büyük hikmetler, mesajlar vardır derken; bir başka madde de insanları kıskanmak eylemi anlatılır. Kendini layık görüp, karşısındakini layık görmemek… Dolayısıyla Allah’ın yaptığı tercihlere, kendisi Allah’mış gibi oturup fetva biçmesidir! Bunu da nasıl anlıyoruz: Yakup’un çocukları diyor ki “babamız delalet içinde, şaşkınlık içinde.” İçinden biri çıkıp da: aman kardeşler ne yapıyorsunuz? Babamız peygamber, artık daha bunun delaleti olur mu? Bir peygamberin evlatlarıyız. O, Allah tarafından seçilen bir peygamberdir. İster onu sever, ister bunu sever. Bırakın bu saçmalıkları, demesi lazım gelirken bunlardan hiç birisini söylemediler. Aksine: öldürelim de sonradan salih kullardan oluruz, dediler.
Hayatta bir büyük zâta karşı kubriyetinizi (yani yakınlığınızı) hiç unutmayacaksınız! Yahu, bizim Hoca Efendi de o kadar lüzumsuz adamlarla oturuyor kalkıyor, yahut onları tutuyor, onları seviyor ki… Demek ki o hocada da kendine göre bir şey tutturmuş gidiyor!” diye bir yanılmışlığa düştüğünüz zaman! Bunu dediğiniz ân unutmayın: o ân siz Yusuf’un kardeşi oldunuz!
Âyet-i Kerime burada demek istiyor ki; bunlar ne kadar şaşkın! “Dolayısıyla siz de böyle şaşkınsınız” diyor. Burada anlatılan, bir hata, bir günah işleyip de yalnız buradaki gibi adam öldürmek şart değil… Böyle bir hata işleyip de ondan sonra dönüp eğer işlerinizin düzgün gideceğini zannediyorsanız… Bu hatanın dünyada da bir ceremesi vardır, onu da çekersiniz.
Siz durup dururken Cenâb-ı Hak tarafından sevilmezseniz, bir de ayrıca sevilen bir kimseye zarar verdikten sonra nasıl sevileceksiniz?
Öyle ya şimdi Hz. Yakup’a bakın… Hz. Yakup demek ki diğer oğlanları, o haydut gibi olan oğlanları sevmiyormuş, Yusuf’la Bünyamin’i seviyormuş. Peki, siz Yusuf’la Bünyamin’i ortadan kaldıracaksınız da, zaten sevimsizdiniz. Peki, bir daha kendinizi nasıl sevdireceksiniz? İnsanoğlu gaflette olduğu için bunu hesap etmiyor.
İşte bu karartıdan, bu şer tavırdan doğacak sakıncalar; Hz. Yakup’un on evladına iman getirmesini, onlara iman telkinini on-onbeş sene-yirmi sene geciktiriyor. Yani o sırada Yakup’un çocuklarından herhangi birisi, bu on kardeşten birisi ölseydi, kâfir gidecekti. Çünkü gönüllerinde bir hased, bir fesat meydana geldi. Bu hasetleri Yusuf’a karşı cürüm işlemelerine, günah işlemelerine yol açtı. Ve böylece de Cenâb-ı Hak ile aralarındaki düğmeler kapandı. Güya biz salih kullardan olacağız diyorlardı ya! Hadi olun bakalım kolaysa! Salih kullardan olabilmeyi kendileri yapar zannediyorlar. Allah nasip ederse salih kullardan olursun. Yoksa kazın ayağı öyle değil!
•
Bu yazı Onkolog Dr. Haluk Nurbaki’nin Cami Vaazları, Sure-i Yusuf sohbetlerinden derlenerek hazırlanmıştır.
Vaktinde ve Yeterince
Çocuğun ihtiyaçlarının ‘vaktinde’ ve ‘yeterince’ giderilmediği her bir davranış ebeveyn ihmalidir…
Yaygın bir düşünce ile ihmale uğrayan çocukların sadece sokak çocukları olduğu sanılır…
Sokak çocukları ve ihmale uğrayan çocuklar az değil, bu doğru… Ancak sokakta olmadığı halde ailesinin yanında ihmale uğrayan çocuklar sokağa terk edilmiş çocuklardan katbekat fazla…
Çocuğun yanındaki annesine ulaşamaması, annesiz yaşamasından çok da farklı değildir…
Babası olduğu halde onunla oyun oynayamayan çocuğun terk edilmişlik hissinden daha az değildir acısı…
Gece korkan bir çocuk duygusal destek için anne babasına seslendiğinde, “Biz buradayız, git yat hadi.” denmesi, bir ebeveyn yoksunluğudur çocuk dünyasında…
Ödevlerini yaparken yorulduğunda ve annesine sarılmak istediğinde, “Önce ödevini yap, sonra sarıl” diyerek reddedilmek, anne yoksunluğunun bir parçasıdır çocuk için…
Çocuğun ihtiyaçlarının ‘vaktinde’ ve ‘yeterince’ giderilmediği her bir davranış ebeveyn ihmalidir… ve çocuğa duygusal yoksunluk yaşatır.
Pedagog Dr. Adem Güneş