Murat tarafından yazılmış tüm yazılar

Millet Devlete Nasıl İtaatkar Olur?

Bediüzzaman, Uhuvvet Risalesinde İman ve İslam kardeşliğinin nasıl olması gerektiğini en güzel şekilde altı vecihle açıklamıştır. Beşinci Vecih’te hayat-ı içtimaiye ile ilgili açıklaması şöyle:

Beşinci Vecih: Hayat-ı içtimaiyece, inat ve tarafgirlik gayet muzır olduğunu beyan eder.  “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir.” el-Aclûnî, Denilmiş. Eğer denilse, ihtilâf ise tarafgirliği iktiza ediyor.

“Hem tarafgirlik marazı, mazlum avâmı, zalim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler, mazlum avâmı ezerler. Tarafgirlik olsa, mazlum bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır. Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehâlüf-ü ukulden hakikat tamamıyla tezahür eder.”

İnat ve tarafgirliğin zararlı olduğu var sayıldıktan sonra arkasından taraf tutmanın faydalı olabileceği hallerinde var olduğu, hadisin işaretinden anlaşılmaktadır. İnat ve tarafgirliğin sosyal hayatta bazı şartlarla faydalı ve gerekli olabileceği ele alınmıştır.

Kuvvet sahiplerinin birleşmesiyle kuvvetin kontrolsüz bir güce dönüşebileceği işaret edilmektedir. Bu nedenle kuvvetin bölünmesinde adalet ve rahmet vardır. Örneğin, büyüyen ve gelişen aileler ve cemaatler aynı ortamda kalmaları halinde zamanla fikir ayrılıklarından doğan ihtilaflar, sosyal ve içtimai hayatın idamesinde oluşan ve gelişen şartlar geçimsizliğe, itirazlara neden olmaktadır.

Dolayısıyla kuvvetlerin aynı ortamda beraberlikleri zorlanır ve neticede ayrılığa sebep olur. Ayrılıkta ise bireyler arasında kuvvet bağları daha sağlam ve kontrollü bir güç oluşarak eski kuvveti geçer ve idari mekanizmanın daha iyi çalıştığı ve terakki ettiği müşahede edilmektedir. İhtilaf ve ayrılıkların neticesi böylelikle bir rahmete vesile olur.

Elcevap: Birinci suale deriz ki: Hadisteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır. Yani, herbiri kendi mesleğinin tamir ve revâcına sa’y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilâf ise-ki garazkârâne, adâvetkârâne birbirinin tahribine çalışmaktır-hadisin nazarında merduttur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.

Bediüzzaman, meslek ve meşrepler arasında müspet ihtilaf olabileceğini, meslek sahiplerinin mesleğinin inkişafı için çalışabileceğini belirtmiştir. Yalnız başkasının mesleğinin tahribine değil belki yardımcı olmaları gerekir. Ancak menfi ihtilafta ise garaz ve adavet ve tahrip vardır. Hadis-i şerifin nazarında da yasaktır. Çünkü birbirleriyle boğuşanlar akl-ı selim hareket edemezler.

Üç büyük düşmanımız var: Cehalet, zaruret, ihtilaf” diyen ve bunlardan ihtilaf düşmanına karşı ittifak silahıyla cihad etmek gerektiğini bildiren Bediüzzaman, ittihad-ı İslamı da hayatının en önemli gayelerinden biri olarak ifade etmektedir.

İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârâne tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona (hâşâ) lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.

Müspet hareket etmek, bir açıdan, birbiriyle ve başkalarıyla boğuşmamak demektir. Nefis hesabına olan tarafgirlik hep kendi hesabına hareket eder, taraftarı haksız dahi olsa haklı görür ona taraf olur. Eğer mukabili melek gibi olsa da ona lanet okuyacak derecede bir haksızlık gösterir.

Üçüncü suale deriz ki: Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmâre hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü, maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritâne gider, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir.

Dinsiz felsefe insanın sadece bu dünyadaki mutluluğunu veya toplumun düzenini hedef almaktadır. Dinler ise dünya ile beraber ahireti de gözetler ve neticede Cenab-ı Allah’ın rızasını kazandırır. Bugünkü dünya üzerindeki manevi buhranın en önemli sebeplerinden biri de başkalarını düşünmeden ”ben tok olayım başkası aç olsa bana ne” bencil insanların hayat anlayışı ile hareket ederek hem insanların hem de Allah’ın hakkı ihlal ediliyor.

Zalim yöneticiler kendi iktidarlarını sürdürmek için halkını ve hatta komşu ülkelerin haklarını gasp etmek için var güçleriyle sömürgeleri altına alarak zalimce istila ediyorlar. İşte hal-i âlemin yaşadığı sıkıntıların sebebi: güçlülerin, zayıfları ezmeleri, hukuku göz ardı ederek istibdat ve zulmünü icra etmeleri neticesidir. Hiç bir meşru neden yokken ”kurdun kuzu yemesi bahanesi”yle kıtalar ötesinde bulunan güçlü ve zalim bir devlet, üstünlüğünün ispatı ve dünya menfaati için savunmasız devletleri tarumar ederek, mal, can ve namusları payı mal etmeleri ne adalete ne hukuka ve ne de insanlığa sığmaz. İşte, dinsiz felsefenin dünyadaki toplumun sözde düzenini hedeflediği zalim ve zulmün mirası.

Elhasıl: “Muhabbet Allah için, buğz Allah için, hüküm de Allah’a aittir.” olan desâtir-i âliye düstur-u harekât olmazsa, nifak ve şikak meydan alır.

Allah için buğzetmek, Allah için hüküm vermek” demezse, o düsturları nazara almazsa, adalet etmek isterken zulmeder.

Adaletin bir gereği hükmetmektir. Diğer bir niteliği ise haksızlık edene buğz etmektir. Ancak Adl isminin tecellisi olan gerçek adalet, hükmü Allah için (Onun namına) vermeyi gerektirdiği gibi buğz etmeyi de Allah için (Onun namına) yapmayı gerektirir.

“Muhabbet Allah için, buğz Allah için, hüküm de Allah’a aittir.” düsturu ile hareket edilirse, verilen ceza suçluyu da vicdanen mahkûm eder ve ıslahına yardımcı da olur.

Bir devlet kendi toplumuna adaleti uyguladığı zaman, şefkat ve merhametle uygulaması gerekir. Eğer adalette bir adaletsizlik gösterilirse halkın kin ve nefretine neden olur, zamanla birike birike katmerleşen bu kin, adalettin bir gereği olarak devlete pahalıya döner. Memleketimizde de cereyan eden bu günkü nahoş hadiselerin sebebine bakılırsa, bu olayların evveliyatında idarecilerimizin bir kusuru neticesi olduğu görülecektir.

Bediüzzaman hutbe-i şamiye’de cezanın caydırıcı etkisini göstere bilmesi için akıl, kalp ve vicdanın harekete geçirebilmesi gerektiğini şu ifadelerle açıklamıştır: “Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada hadd-i şer’înin icrasını tahattur eder. Arş-ı İlâhîden nâzil olan emir hatırına gelir. İmanın hassasıyla, kalbin kulağıyla, kelâm-ı ezelîden gelen ve hırsız elinin idamına hükmeden (“Hırsız erkeğin ve hırsız kadının da elini kesin.” Mâide Sûresi, 5.38.) ayetini hissedip işitir gibi iman ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat meyelânına hücum gibi bir hâlet-i ruhiye hâsıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelân parçalanır, çekilir. Git gide, o meyelân bütün bütün kesilir. Çünkü yalnız vehim ve fikir değil, belki manevi kuvveleri (akıl, kalb ve vicdan) birden o hisse, o hevese, hücum eder.”

Cây-ı ibret bir hadise:

Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?

Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim.”

Evet, O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir; o din haktır” dedi.

İnsanların özellikle idarecilerin hava-ı nefislerine tabi olmadan hak ve hukuk adına adaletle hareket etmeleri hem sosyal hayatta düzen ve barışı sağlar hem de adalet hükümlerine uyularak Cenab-ı Allah’ın rızası kazanmış olur.

Hem medar-ı dikkat bir vakıa:

Bir zaman bir hâkim bir hırsızın elini kestiği vakit eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil âmiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına kesseydi, nefsi ona acıyacaktı. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.

İşte adil bir amirin adaletle yaptığı görevinin ne kadar takdir edici olduğunu gösterilmektedir. Eğer bir memleketin idarecisi adaletle hüküm eder, halkı arasında sosyal barışı sağlar ve bunu tatbik ederse elbette o memlekette ne isyan nede terör olur. Millet de devletine muti olur.

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

www.NurNet.org

O’nun Ardından (Şiir)

Hiç kimse O’nun kadar, dünyada sevilmedi
O’nun gibi bir insan, bu dünyaya gelmedi

Bu kadar zaman geçti, sevgisi eksilmedi
Ancak bedbaht kişiler, kıymetini bilmedi

Hala adı dipdiri, dolaşıyor dillerde
Çünkü “MUHAMMED” adı, şifadır gönüllerde

Rekorlar kitabında, en çok O’nun adı var
Çünkü O bir sevgili, her kesin gönlünde yar

Hiç kimsenin ölümü, O’nun kadar yakmadı
O’nun kadar hiç kimse, yetimler bırakmadı

Eşi Ümmü Seleme, o anı anlatıyor
Olayı anlatırken, Annemiz şöyle diyor:

“O vefat ettiği gün, bir araya toplandık
O gece sabaha dek, uyumadan ağlaştık

Sabahın seherinde, gürültüyle irkildik
Ansızın kazma- kürek, seslerini işittik

Ashabı hep beraber, durmadan ağlıyordu
Ev halkının feryadı, yürekler dağlıyordu

Adeta tüm Medine, tek bir hıçkırık olmuş
Üzüntüden ashabın, rengi sararmış solmuş

Deprem olmuştu sanki dünya sarsılıyordu
Resul vefat etmişti, Rabbine gidiyordu”

Derken Bilal okudu, sabahın ezanını
Sahabeler toplandı, kuşattı her yanını

“MUHAMMED” dediğinde, kimse dayanamadı
Yürekler parçalayan, feryatlarla ağladı

Cenazenin defninden, sahabe dönüyordu
Kızı Hazreti Fatma, onlara soruyordu

“O’nu toprağa gömüp, nasıl geri geldiniz
O gülün bedenine nasıl kıyabildiniz”

Her sahabe bir yana, sere serpe savruldu
Yaralı gönüllere, sanki oklar vuruldu

Bütün başlar eğikti, bedende deprem vardı
Bütün diller suskundu, çünkü kıymetli yardı

Sahabenin bir kısmı, hiç dayanamadılar
Bu musibetten sonra, orda kalamadılar

Bunlardan biri Bilal, Medine’yi terk etti
Ani bir karar ile gitti Şam’a yerleşti

Bilal o günden sonra, ezan okuyamadı
Çünkü ezan içinde, “MUHAMMED” adı vardı

Şam’da iken bir gece, rüyada O’nu gördü
Yanına çağırarak, hal hatırını sordu

Diyordu ki “Ey Bilal, sen beni üzüyorsun
Komşuluğumdan gittin, ziyaret etmiyorsun”

Bilal hemen uyandı, baktı sağa soluna
Karar verdi ve düştü, Medine’nin yoluna

Medine’ye varınca, etrafına geldiler
Ezan okumasını ısrarla istediler

Ashabın ısrarına, Bilal dayanamadı
Resul’ün aşkı için onları kıramadı

Vakit öğle zamanı, çıktı yüksek bir yere
Allah-u Ekber dedi, sesi gitti her yere

Sesini duyan geldi, toplandı sahabeler
O eski günlerini, beraber yâd ettiler

Resul dirildi sanki dolup taştı meydanlar
Sarıldılar Bilal’e oradaki insanlar

Ezanı bitirince, müminlere seslendi
Teselli etmek için, onlara şöyle dedi:

“Dostlar müjdeler olsun, müjdeler olsun size
Cehennem tesir etmez, O’na ağlayan göze”

Ya Rab Şefaatinden mahrum etme bizleri
O’nun hizmetkârıdır, kulun Ahmet Tanyeri

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Kitabı Sağdan Verilenler

Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar. (İsra – 71)

Her insan toplumunu önderleriyle çağıracağımız o günü düşünmeli.

İmam, hidayet ve delalette öne geçirilip arkasına düşülen, kendisine uyulan kimse demektir ki, bir peygambere, bir kitaba, bir dine, bir mezhebe veya herhangi bir başkana, bir kumandana denilebilir.

Şu halde o gün, her insan topluluğu ilâhî veya şeytanî önderlerine nisbet edilerek, mesela: Ey İbrahim ümmeti, ey Musa ümmeti, ey İsa ümmeti ve ey Muhammed ümmeti diye veya ey Firavun halkı, ey Nemrud halkı v.s. diye veyahut dinlerine, kitaplarına, mezheplerine nisbet ile ey falan ümmet, falan millet diye çağırılacaklar.

“Kimin kitabı sağ eline verilirse işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklar” Ve bu dünyada kör olan, yani bu dünyada kalp gözü kör olup da doğru yolu görmeyen, hak imama uymayan, o üstün kılınma ve şereflendirme nimetlerine karşı nankörlük eden, ahirette, yani ahiret hususunda daha kör ve yolca daha yanlıştır. Onun için ahirette kör, sağır ve dilsiz olarak ve yüzün koyu sürünerek haşr olunacaklar ve kitapları sollarından verilecektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

www.NurNet.org

Malezya Kuran Gönüllüleri Durmak Bilmiyor!

Değerli ağabeylerimiz;

Malezya’da yağmur mevsimi olması hasebiyle Rahmetin semadan nüzul ile muhtaç olanların imdadına yetişmesi ve berekete medar olması Rahmet-i ilahinin bu memleket civarındakilere bir lütfudur diye telakki ediyoruz.

Gayemiz ve ümidimiz odur ki inşallah maddi-manevi bir rahmet olan Risale-i Nur dahi Cenab-ı Hakkın izniyle ve istemesiyle bu yağmur mevsiminin Rahmeti gibi Malezya’ya ve çevresindeki ülkelere tarafı İlahiden kalplere, akıllara ve ruhlara yağacaktır.

Son günlerde bize yazdığınız mektupta Malezya ile alakalı bir mektup irad etmiştiniz. Biz de ona mukabil cevaplar vermekle beraber Malezya’daki son hizmetlerden kısaca bahsedeceğiz.

1- Ekim ayındaki sempozyum İslam Üniversitesi Yetkilileri tarafından kabul edildi. Ve bize Sempozyum protokolünü, kendi yükümlülüklerini ve bize düşen vazifeleri yazılı bir şekilde verdiler. Sempozyumun resmi yetkilisi olan heyetten geçmesi ise daha bitmiş değil. Dolayısıyla tam resmiyet kazanmış değil. Fakat M. İkbal Hocaya göre bir mazarrat görünmüyor. İnşallah yakın zamanda resmi bir netice elimize geçer, biz de Risale-i Nur’un müjdecisi olarak sizlere cevabı bildiririz.

2- Türkiye’ye üniversite ve doktora gibi vesileler ile göndereceğimiz talebeler için yapılan çalışmada birçok öğrenci ile görüşüldü. Şuan netlik kazanan iki kardeşimiz var inşallah bu sayı artar.

3- Asa-yı Musa’yı tercüme için bir hocaya verdik, kısmen tercüme etti. Fakat tercümesi bizim istediğimiz kriterlere uygun olmadığı için vazgeçtik. Tercüme yapabilecek uygun bir kişi bakıyoruz. Dua edin kısa zamanda Rabbim vazifelisini göndersin.

4- Malayca tercümeler ise: Hanımlar Rehberi tashihatı bitti, fihristesini tashih ediyoruz. Küçük Sözler’in yarısı tashih edildi, devam ediyor, Hutbe-i Şamiye ve Gençlik Rehberi’nin tashihatları devam ediyor, Meyve Risalesi beklemede…

Basılan Hazır Kitaplarımız: Hastalar Risalesi, İhtiyarlar Risalesi, Ene-Zerre, Münacat, İçtihad Risalesi, Ramazan ve Şükür Risalesi, Zelzele Risalesi, Muhtasar Tarihçe-i Hayat, Yirminci Mektup.

Son birkaç ayda Malezya’nın mazhar olduğu hizmetler istikbale bir çekirdek belki de mukaddeme olur diye hem de tahdisi nimet nevinden anlatıyoruz.

Haftada umumi ders, Esnaf dersi, Ev dersleri, İbnur Hoca’nın evinde yapılan ev dersi… Ayrıca bir özel okulda okul öğretmenlerine yapılan dersler tarzında devam ediyor. Derslerimiz cemaatin durumuna göre Malayca, İngilizce, Arapça ve Türkçe seklinde olmaktadır.

Okullarda görev yapan hocalarımız ve Esnaf Ağabeyler ve talebe kardeşlerimizin himmetiyle her zaman yeni birilerinin Nurlarla tanıştığını müşahede ediyoruz. İnşallah bunlar zamanla Malezya için semaradar birer şecere olur. Malezya Üniversitesinde okuyan malay Hayrul Enver Kardeşimizin Nurlara çalışması ve okuldaki arkadaşlarını defalarca dershaneye davet etmesi Bangi dershanemiz için ve orada himmet eden ağabeylerimiz için sevk vesilesi oldu. Üniversitede görev yapan ağabeylerimiz Risale-i Nur’ları okuldaki öğrencilerine anlatmakla beraber sık sık kitap alıp hediye etmeleri de Risale-i Nur’a olan alakayı kuvvetlendirdiğini görüyoruz.

Bir sonraki başka gelişme; geçen günlerde U.P.M (Universiti Putra Malaysia)’de mastır ve doktora yapan Afrikalı öğrencilerin dershaneye davet edilmesiyle samimi bir mananın oluşturulması Nurlar cihetiyle manidardır diye telakki ediyoruz.

İslam Üniversitesinde yapılan kitap standı ile Risale-i Nurlar satıldı ve neşredildi. 

Geçen Nisan ayında İslam Üniversitesinde okuyan Arap ve Afrikalı öğrenciler ile 5 günlük okuma programı yapıldı. Bu vesileyle yeni kardeşler Nurları tanımış olmakla beraber içlerinden haftalık derslerimizi takip eden kardeşlerimiz oldu.

Geçen günlerde Avustralya’dan ziyaret için gelen kardeşler ile bazı ziyaretler düzenledik, Pakistanlı İmran Nazar Hüseyin adlı dünyanın birçok ülkesinde konferans veren İslam ulemasına Risale hediye ettik. Kendisi Bediüzzaman’ı tanıdığını söyledi ve daha sonra yüzlerce kişinin katıldığı konferansta Üstad’ı ve Nur hizmetlerini manidar bir misalle anlattı.

Sonraki gün özel bir İslam okulunu ziyaret ettik ve okulun müdürüne ve bazı öğretmenlerine ve konferans katılımcılarına nurlardan hediye ettik.

Sonra Malezya’nın diğer illerine seyahat düzenledik. Kuantan, Terengganu, Kelantan bu eyaletlerdeki camileri mescitleri Kur’an Kurslarını ziyaret edip risalelerden hediye ettik.

Kuantan’da Merkez cami ve mescitlere nurlardan bırakıp görevlilere hediye ettik. Terengganu‘da Insaniye Üniversitesinde görev yapan Hocasıyla tanışıp kendisine ve öğrencilerine nurları anlatıp kitaplar hediye ettik. Kristal Caminin ki; çok meşhurdur, cami görevlisine Nur’lardan hediye edip nurları anlattık. Terengganu’daki diğer cami ve mescitlerin din görevlilerine nurlardan hediye ettik. Yolda tanıştığımız bir gazeteciye de nurlardan hediye ettik. “Eğer ben bunları seversem hemen neşrederim” diye vaat ediyordu.

Sonra Kelantan’da Muhammediye adlı merkezî büyük bir camiye ve gittiğimiz diğer cami ve mescitlere nurlardan bırakıp hediye ettik. Kelantan İslam Bilgi merkezi adlı özel bir kitap ve yayın kuruluşunun sahibiyle tanışıp nurlardan hediye ettik nurları anlattık. Risaleleri okuyup değerlendireceğini ve elinizde varsa diğer eserleri de bir sonraki gelişimiz de getirmemizi istedi. Hoş bir muhabbet ve çaydan sonra yolumuza devam ettik. Sonra Kamboçyalı ve Malay öğrencilerin kaldığı, hafızlık ve diğer İslam ilimlerinin öğretildiği öğrenci kampına gittik. Oranın da din görevlisine ve öğrencilerine Arapça ve Malayca nurlardan kitaplar hediye ettik.

Sonra ki gün başka bir Hafız okulunu ziyaret edip Nurları anlatıp kitaplardan hediye ettik. Din görevlisi kitapları okuyup değerlendireceğini söyledi. Akşam dershanede kalan Hayrul Enver kardeşimizin evine misafir olduk. Bu kardeşimizin üç ağabeyi var üçü de farklı alanlardaki okul ve Kuran kurslarında görevli. Onlara da Arapça ve Malayca kitaplardan hediye edildi, nurlardan dersler okundu. Onlar ve bizler memnun olarak ayrıldık. Sonra seyahatimizi Kuala Lumpur’a dönerek bitirdik. Gayemiz o ki inşallah bunlardan birileri Nurları okur ve talebelerine ve tanıdıklarına neşreder. Bu amaç ve gaye ile seyahatimizi tamamlamış olduk. 

Geçen günlerde İhsan Kasım ağabeylerin Malezya’ya teşrifi ayrı bir şevke vesile oldu. Arap ve malay misafirler, yapılan dersler Hizmetimiz için önemli bir vesileydi. 

Evet değerli ağabeylerimiz hizmetimiz bu minval üzere devam ediyor. Sizlerin duası buradaki hizmetlere en büyük vesilelerdendir. Biz gurbet fakirlerine, dua acizlerine sizlerin dualarıyla yardımına koşmanız, bizim en büyük sermayemizdir.

Allah Kuran ve iman yolunda hepimizi daim kılsın. Vesselam.

Malezya Nur Talebeleri

www.NurNet.org

Ayasofya’da İlk Namaz Kılındı

Tarihte bugün:

1 Haziran 1453 Ayasofya‘da ilk cuma namazı Akşemseddin tarafından kıldırıldı. İslâm tarihinde mevcut uygulamaya göre fetihten sonra hemen bir camii yaptırılır, buna zaman yetmediği hallerde, elverişli bir bina camiye çevrilir, ibadete açılır, orada İslâmî gelenekte hürriyet ve hâkimiyetin sembolü sayıla gelmiş olan ilk Cuma namazı kılınırdı.

Cuma namazında, sultan veya onun adına bir âlim hutbe okur, hutbenin ikinci kısmında dine, devlete, geçmişte hizmet edenlere dua edildiği gibi, o beldeyi fethedenin adı anılır, devlet ve milletin payidar olması için dua edilirdi. Fatih de böyle yaptı.

Fetihten sonra, şehrin en büyük kilisesi olan Ayasofya’yı camiye çevirdi. 1 Haziran 1453 Cuma günü burada ilk Cuma namazı kılındı bu ilk cumada hutbeyi, Fatih adına Akşemseddin okudu. Böylece İstanbul’un ebedi bir Türk – İslâm beldesi olduğu tescil edilmiş oldu. Aynı gün, İstanbul’un, Osmanlı Devleti’nin başkenti olmasına karar verildi. dunyabulteni.net

Sultan Fatih Mehmed, Bizanslıların İstanbul’u Türklere teslim etmeleri üzerine, öğlen üzeri Topkapı’ dan şehre girdi. Padişah, Bizans halkının tezahüratı ve Türk askerinin tekbir ve ezanları ile Ayasofya’ya geldi. Mâ’bedde toplanmış olan kadınlı – erkekli onbinlerce halk, başlarında büyük rütbeli rahipler olduğu halde, Doğu Roma Fatih’ini at üzerinde mabedin Kapısının önünde görünce ağlayarak secdeye kapandılar.

Büyük Türk Hakanı onları sükûta ve sükûna dâvet etti. Sonra beşer tarihinin ender gördüğü şu tarihî cümleleri ile hükmünü açıkladı :

“Kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki bu andan itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı Şahanemden korkmaymız.”

Sultan II. Mehmed’in artık kendi tebaaları sıfatıyla halka, can ve mal emniyeti, din ve dünya hürriyeti ile gerçek adaleti ilân etmesi; Ortaçağ’ın karanlık zihniyetini yırtan ve yeni aydınlık bir çağı müjdeleyen büyük bir hadise idi. Hıristiyanlık âleminin sembol saydığı Ayasofya’da ilk defa 1 Haziran 1453’de Cuma namazı kılındı. Bilindiği gibi Ayasofya bugün müze halindedir. fazilet.org