Kategori arşivi: Aile Sağlık

Ders Çalışmada Anne Babanın Psikolojik Baskısı…

Toplumlumuzda genel olarak çocuklar, sorumluluk duygusu gelişmiş bireyler olarak değil de bağımlı kişiler olarak yetiştirilmektedir. Bunun sonucunda çocuklar, bağımlı kişiliğe bağlı olarak, sorumluluk almaktan korkan, kendi ayakları üzerinde duramayan, kendi kararlarını veremeyen çocuklar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Anne babalar çocuklarının her şeylerine o kadar çok müdahale ediyorlar ki giyecekleri ayakkabıdan tutun da seçecekleri mesleğe kadar her şeylerine karışmaktadırlar. Hatta çocukların ne zaman, nerde ve nasıl ders çalışacaklarına dahi anne babalar karar vermek istemektedirler.

Karar vermeyi bir adım daha ileri götürmek isteyen bazı anne babalar, ellerinden gelse ve müsaade edilse, çocuklar adına çocukların derslerine çalışıp sınavlarına dahi girmek isteyeceklerdir.

El bebek gül bebek büyütülüp her şeyleri anne babaları tarafında düşünülüp yapılan bu çocuklar, sorumluluk duygusu geliştiremeyeceklerinden kendilerine güvenmeyi de öğrenemeyeceklerdir.

Eskiden çocuklar düşe kalka büyür, ayağa kalkmasını da bilirdi. Sorumluluklar küçük yaştan itibaren verilir çocukların kendilerine güvenleri de verilen sorumluluk oranında gelişirdir.

Bir bayram günü köyde yeğenin evinde yatılı misafir olmuştuk. Sabah kahvaltıya oturacağımız sırada yeğenin 3 , 7 ve 11 yaşlarındaki üç çocuğu da üst başlarını giymiş halde geldiler. Yeğenin onları giydirmediğini biliyorum. Yeğene sorduğumda “Büyükler kendileri giyinirler küçüğü de ağabeyleri giydirirler.” dedi. Çocuklarda yardımlaşmanın ve sorumluluğun en güzel örneği sergiliyorlardı.

Günümüzde teknolojinin insan hayatına kattığı kolaylıkları ve ailelerdeki çocuk sayılarını da düşündüğümüz zaman anne babaların çocukların yetiştirilip eğitilmesi konusunda daha fazla zamanları olduğunu düşünüyorum.

Anne babalar, çocuk sayısının azlığı ve teknolojik imkânları çocuk eğitiminde bir fırsat olarak değil de şımartma olarak değerlendirmektedirler. Bunun içinde çocukları el bebek gül bebek olarak büyütmektedirler.

Şimdiki çocuklar; ana kucağından inmeden örümceklere, çocuk arabalarına bindirilmektedirler. Yani bu çocuklar, ayağa kalkmasını öğrenebilmeleri için düşe kalka büyümeleri gerekirken düşmeden büyümektedirler. Düşe kalka büyümeyen bu çocuklar, kocaman olmalarına rağmen kendi ayakları üzerinde duramamaktadırlar. Kocaman olmalarına rağmen üst başları anne babası tarafından giydirilen bu çocuklar, okula giderken okul çantalarını da anne babalarına taşıtmaktadırlar.

Çocuklar belli bir yaşa geldikleri zaman da “Kocaman oldun, bensiz sen hiçbir iş yapamıyorsun.” demeye başlarlar. Anne babaların tutumu, kanatları yolunmuş kuştan uçmasını istemeye benzemektedir.

 Çocuklar Neden Ders Çalışmak İstemezler?

Birincisi sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, kendilerine güvenemedikleri için ders çalışmak istemezler. Kendilerini hedefe ulaştıracak cesareti olmayan bu çocuklar, böyle bir çaba içine girmeyeceklerinden bu kaygıyı da yaşamayacaklardır.

İkincisi, sorumluluk duygusu gelişmemiş bu çocuklar, sınavlara çalışma konusunda da sorumsuzdurlar. Küçüklükten beri her şeyleri ailesi tarafından karşılanıp yapılan bu çocuklar, yaşlarına ve seviyelerine uygun sorumluluklar verilmediği için bu kaygıyı yaşamazlar. Bu çocuklar her şeyleri tam olduğu halde yine ders çalışmak istemezler.

Üçüncüsü, anne babaların sürekli ders çalış demeleri, çocukları derslere karşı soğutur. Anne babaların, iyi niyetli olarak ders çalışma konusunda yaptıkları uyarılar, okul döneminde olduğu gibi sınavlara hazırlıkta da çocukları ilgisiz yapacaktır.

Bu çocuklar, anne babalarının sürekli ders çalış uyarılarını sanki anne babaları için ders çalışılacakmış gibi algılayacaklarından ders çalışmaya da pek yanaşmayacaklardır. Hiç kimse başkasının egosunu tatmin etmek için sıkıntıya girmeyeceğinden, bu çocuklar da anne babalarını memnun etmek için ders çalışmayacaklardır.

Dördüncüsü, bu çocuklara televizyon, bilgisayar, oyunlar, arkadaşlar, internet, cafeler… ders çalışmaktan daha hoş gelir.  Zamanını derslere çalışmak yerine eğlenerek geçiren bu çocuklar, yine bu kaygıyı yaşamayacaklardır.

Beşincisi, bu çocuklarla ders çalışma konusunda iletişim kurulurken; onları suçlayıcı, kıyaslayıcı ve fedakârlıklarını gündeme getirici konuşmalar da çocukların dersler çalışma isteğini azaltacaktır.

Ders Çalışmak İstemeyen Çocuklar için Ne Yapmalı?

Anne babalar, ders çalışmayan ve ders çalışmak istemeyen bu çocuklarla uğraşıp hem çocuğu hem de kendilerini sıkıntıya sokmamak adına çocuklar üzerindeki psikolojik baskıyı kaldırmak gerekir.  Eğer çocukta yetenek ve kapasite var; fakat ders çalışma yoksa bu konuyu çocuğun anlayacağı uygun bir dille, onu suçlamadan konuşmalı ve problemin kaynağına inilerek çözüm yolları aranmalıdır.

Çocukları okulda ve toplumsal hayatlarında başarılı olmaları isteniyorsa, çocuklar adına onların işlerini yapmaktan ve onların işlerini düşünmekten vazgeçilmelidir.

Çocukların yaşlarına uygun görevler verilerek cesaretlendirilmeli, çocuğun çabası ve yaptıkları takdir edilerek bazen ödüllendirilmelidir.

Çocukları başkaları ile kıyaslamak yerine dünü ile bugünü kıyaslanmalıdır.

Çocuğun olumsuz davranışları yerine olumlu davranışları görülüp benlik saygısı yükseltilmelidir.

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net

Nikah (Evlilik) Duası ve Nikahın Şartları

Bir erkekle bir kadın arasında Allah’ın koyduğu prensipler çerçevesinde akdedilen muameleye nikah diyoruz.

Evlilik İslâm nazarında bir ibadet kabul edilir

Kur´an-ı Kerim´de Evilikle alakalı ayetler; 

1- Kişi, buluğ çağına erince geciktirilmeden evlendirilmelidir (Nisa 6). 

2- Mü´min kişi mü’min bir eşle evlenmelidir. Müşrik kişi (neseb, zenginlik, güzellik gibi sebeplerle) hoşumuza gitse bile onunla evlilik yapılmamalıdır. Çünkü mü’min kimse, (burnu kesik siyah) köle bile olsa, hoşumuza giden müşrikten daha hayırlıdır. Çünkü onlar cehenneme çağırırlar (Bakara 221). 

3- Kadınlardan hoşa gidenle evlenilmelidir (Nisa 3). 

4- Kadınlarla ailelerinin izniyle evlenilmelidir (Nisa 25) 

5- Kadın namuslu, fuhuştan uzak ve gizli dostlar edinmeyenlerden olmalıdır (Nisa 25). 

6- Kadına mehri (nikâh bedeli)verilmelidir (Nisa 25). 

7- Cemiyet, bekâr olan (dul, yetim, köle) kimselerle ilgilenip, onları evlendirmelidir. Evlendirmede fakirlikten korkulmamalı, bekârlara yardım edilmelidir. 

8- Nikâh akdi alenî olmalıdır. Ayrıca Hz. Peygamber (asm) nikâhın alenî olmasını, bu maksatla ziyafet verilmesini ve hatta def ve sesle ilan edilmesini ısrarla emretmiştir. 

9- Nikâh kadın erkek arasında veraset hakkı te’sis eder (Nisa 12) 

10- İslamî nikâhın müddeti müebbettir, daimidir. Yani kadınla erkek hayat boyu beraber olmak üzere nikâhlanırlar. Belli bir müddetle sınırlı olan nikâh meşru değildir. Kişi, içinden muayyen bir müddete niyet etmiş olsa bile, bu müebbet kabul edilir. Boşanma dinimizde meşru ise de ciddi ve meşru bir sebebe dayanmayan boşama ve boşanmalar Allah’ın buğz ettiği, sevmediği bir ameldir. Talak, hadiste “Allah’ın en çok buğz ettiği helal” olarak tarif edilmiştir. 

Peygamber(sav) efendimiz;

Allah’a yemin olsun ki ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’ndan en fazla sakınanızım; fakat zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp yatarak istirahatte bulunurum; kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden (benim ümmetimden) değildir” buyurarak evliliğin önemini belirtmiştir.

Peygamber (sav) efendimiz;

Ey gençler, sizden evlenmeye gücü yeten kimse hemen evlensin; zira evlilik gözü haramdan en iyi koruyan ve tenasül uzvunun en sağlam kalesidir. Evlenmeye imkânı olmayan ise oruç tutsun; zira oruç şehveti kırmaktadır” buyurmuştur

Evliliğin faydaları arasında toplumun hastalıklardan uzak kalmasını, kişinin ruhi ve nefsi bir rahatlığa kavuşmasını zikredebiliriz. Bu tedbirler sayesinde toplumun fertleri zinanın bir sonucu olarak ortaya çıkacak olan bulaşıcı hastalıklardan kurtulmuş; hayasızlığın yayılması önlenmiş ve harama giden yollar kapanmış olur.

Peygamber(sav) efendimiz bir hadisinde, “Bir kadınla ancak dört meziyeti dolayısıyla evlenildiğine işaret ederek, bunların; kadının malı, soyu-sopu güzelliği ve bir de dini olduğunu belirtmiş, sonra da, “sen kadının dindar olanını al” buyurmuştur.

Başka bir hadisi şeriftede “Kadınlarla güzellikleri dolayısıyla evlenmeyin; olabilir ki, güzellikleri onları kötülüğe sevkeder. Malları dolayısıyla da evlenmeyin; olabilir ki malları da onları size karşı isyana sevkeder. Fakat onlarla dinleri dolayısıyla evlenin. Dindar olan siyahi bir cariye, diğerlerinden üstündür” buyurmuştur.

Evliliğin genel yararları yanında bir de sosyal yararları vardır. Bu yararların basında insan varlığının korunması gelmektedir. İnsan neslinin devam etmesi ve çoğalması, evlilik sayesinde olmaktadır. 

Evliliğin diğer önemli yararlarından biri de, nesebin korunmasıdır. Meşru evliliğin bir an için yokluğunu düşünürsek toplumların nesepsiz ve hiçbir fazilete sahip olmayan çocuklarla ne denli sıkıntılara girdiklerini hemen görürüz.

NİKÂHIN ŞARTLARI 

1. Nikâhı kıyanın akil, baliğ ve nikâh akdi hususunda hür olması. 

2. Nikâhı kıyılanların hayatta mevcut ve nikâhlanmalarının helal olması lazımdır. 

3. Nikâh akdini yapan erkek ve kadının veya vekillerinin bir birinin icap ve kabul anlamındaki sözlerini işitmeleri gerekir. 

4. Şahitlerin hazır bulunması lazımdır. Şahit, nikâhın geçerli olmasının şartıdır. 

Nikâh yapılırken hazır bulunan şahit olacak kimseler de dört sıfatın bulunması şarttır: Hürriyet, Akıllı, Ergenlik, Müslüman olması lazımdır. Köle ve esirlerin, delilerin, çocukların ve kâfirlerin şahit olmaları ile nikâh akdi geçerli olmaz. 

Şahitler; Ya iki erkek, ya da bir erkek iki kadın olması şarttır. Sadece iki kadının şahitliği kâfi değildir. Bir erkeğin bulunmasıyla da nikâh akdi geçerli olmaz. 

5. Şahitlerin, icab ve kabul sözlerini işitmeleri şarttır. İki şahitsiz hiçbir nikâh geçerli değildir. 

6. Kendisi hazır olmayan ve nikâhı kıyılan kadının ve erkeğin ismi anılınca şahitlerin onları rahatlıkla tanımaları lazımdır. 

7. Bakire olsun, dul olsun, ergen olan kadının rızasının alınması da nikâhın şartlarındandır. Hanefilerce; Ergen kızın velisi, onu evlendirmeye zorlayamaz. 

Şafilerce; Baba ve dede, bakire kızı ergen de olsa evlendirebilir. Dulun rızasını aldıktan sonra evlendirebilirler. 

8. Evlenecek kadın ile erkeğin; icab ve kabul ile ilgili sözlerinin aynı mecliste söylenmesi ve işitilmesi şarttır. İcab bir mecliste, kabul başka bir mecliste olursa nikâh geçerli olmaz. 

9. Kabulün icaba aykırı bulunmamasıdır. Mesela, erkeğin kadına hitaben; 

-Seni kendime eş kabul ettim. der. 

Kadında, bir süre düşündükten sonra: 

– Kabul ederim… Diye geniş veya gelecek zamana alt bir fiil kullanırsa nikâh geçerli olmaz. Yani erkek ve bilhassa kadının, geçmiş zamanı; 

-Kabul ettim.! Sözünü kullanması şarttır. 

Cevat Akşit hoca efendi nikahda sadece ”evet” denmesini yeterli olmayacağını belirtir ve şöyle der.

“Tarafların kesin olarak –kesin olarak tabirinin altını çiziyorum- evlendiklerini beyan etmeleridir. “Sana vardım, seni aldım” şeklinde mazi sigasıyla. 

Sadece “Evet”, sigasıyla Hanefi fukahasının fikrine göre olmaz, çünkü “evet” geniş zamandır, “evet vardım”, “evet aldım” kesin olacak. Böyle bir akitle olabilir. “

10. Evlenecek olan kadın ve erkeğin bilinmesi şarttır. İki kızı olan bir kimse vereceği kızının ismini bildirmeden kızını verirse nikâh geçerli olmaz. Açıkça, evlenecek kızın ve oğlanın isimleri belirtilmelidir. 

Sadece resmî nikâh yeterli midir? Sadece resmî nikâhı olanlar Allah katında evli sayılır mı?

Nikâh dinî bir müessesedir ve belli şartları vardır. Aynı şart ve esaslar resmî nikâhta, yani belediye memuru tarafından kıyılan nikâhta mevcutsa nikâh nikâhtır. Ancak şart ve esaslara dikkat edilmiyor, hattâ kaale alınmıyorsa mesele değişir, nikâha gölge düşebilir. Şöyle ki:

Resmî nikâhta evlenecek kişiler evlendiklerine dair ifadelerini açıkça belirtiyorlar. Ancak bu ifadelerin kesinlik bildirmesi gerekir. Başka türlü bir yoruma müsait olmamalıdır.

Bir diğer önemli nokta, şahitlerin Müslüman olması ve iki şahitten birisinin erkek olmasıdır. Oysa resmi nikahta şahidin T.C. vatandaşı olması kâfi geliyor.

Evlenecek taraflar süt kardeşi olmamalıdır. Oysa resmî nikâhta bu husus araştırılmadığı gibi, memur tarafından da sorulmuyor.

Müslüman bir hanım gayri müslim bir erkekle evlenemez. Halbuki yürürlükte olan mevzuatta bu meseleye dikkat edilmiyor, memur sormaya gerek duymadan nikâhı kıyıyor.

Bu mahzurlar söz konusu değilse, sadece resmî nikâhla da helâllik mümkün olur. Zaten nikâhın rüknü, iki şahit huzurunda tarafların birbirlerini karı-koca olarak kabul etmeleridir.

Ancak bütün bunlarla birlikte İslâmî ölçüler çerçevesinde nikâh akdini ihmal etmemeli, yaptırmalıdır.

İnsanın şahsi hayatını ve toplum hayatını düzenleyen en önemli kurumların başında aile hayatı gelir. Bir toplumun aile hayatı bozuksa, o toplumun da insanlığa yapacağı katkı yok denecek kadar azdır. Boşanmaların hızla arttığı, aile içi huzursuzlukların yaşandığı günümüzde evlilik müessesi ve onun hangi temeller üzerine kurulması gerektiği üzerinde durmak gerekir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’de evlilik konusuna Risale-i Nur Külliyatı’nın çeşitli yerlerinde vurgu yapmaktadır. 
Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.” şeklinde açıklar. 

Eşler arasındaki muhabbetin nasıl olması gerektiğini ise Bediüzzaman şöyle açıklar ; 

Hem, refika-i hayatını, rahmet-i İlahiyenin munis, latif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-i suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-i siretidir.

Ve en kıymettar ve en şirin cemali ise, ulvi, ciddi, samimi, nurani şefkatidir. Şu cemal-i şefkat ve hüsn-i siret, ahir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, latife mahlukun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa, hüsn-i suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda, biçare, hakkını kaybeder.”

Evliliğe adım atmadan önce evlenecek kişilerin birbirine denk olması gerektiğini belirten Bediüzzaman bu denkliğin en önemli kısmının “diyanet” noktasında olması gerektiğini ifade eder. Ve eşlerin birbirlerini bu konuda taklit etmesi gerektiğini şu ifadelerle açıklar;

Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi içinde saadeti uhreviyesini kazanır.”

Bediüzzaman Hazretleri mutlu evliğin sırlarını insanlara verir. Bu faydaları şöyle ifade eder ; 

“Refika-i hayatına meşru dairesinde, yani, latif şefkatine, güzel hasletine, hüsn-i siretine binaen samimi muhabbet ile refika-i hayatını da naşizelikten, sair günahlardan muhafaza etmenin netice-i uhreviyesi ise, Rahim-i mutlak, o refika-i hayatı hurilerden daha güzel bir surette ve daha ziynetli bir tarzda, daha cazibedar bir şekilde, ona dar-ı saadette ebedi bir refika-i hayatı ve dünyadaki eski maceraları birbirine mütelezzizane nakletmek ve eski hatıratı birbirine tahattur ettirecek enis, latif, ebedi bir arkadaş, bir muhip ve mahbup olarak verileceğini vaat etmiştir. Elbette vaat ettiği şeyi kat’i verecektir.”

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nda Tesettür Risalesi’de evlilik konusuna değinmektedir.

NİKAH DUASI

Nikâh merasimi için gerekli şartlar sağlandıktan sonra, bu merasimi icra edecek yetkili kişi, evlenme ile ilgili en az birer ayet ve hadis zikrederek, şahitler ya da topluluk huzurunda evlenecek çiftlerin olurunu alır ve aşağıdaki duayı okur:

Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîne vas-salâtü ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ecme’în. Ve ne’ûzü billâhi min şurûri enfüsinâ ve min seyyiâti a’mâlinâ. Ve neşhedü ellâ ilâhe illallâhü ve neşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve Rasûlühü.

Allâhümmec’al hâzel-‘akde meymûnen mübârakâ. Vec’al beynehümâ ülfeten ve mahabbeten ve karârâ. Velâ tec’al beynehümâ nefraten ve fitneten ve firârâ. Allâhümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme ve Havvâe ve kemâ ellefte beyne Muhammedin sallallâhü ‘aleyhi ve selleme ve Hadîcete’l-Kübrâ radiyallâhü ‘anhâ ve beyne ‘Aliyyin radıyallâhü ‘anhü ve Fâtımete’z-Zehrâ radıyallâhü ‘anhâ.

Allâhümme a’tı lehümâ evlâden sâlihâ. Ve ‘umran tavîlâ. Ve rizkan vâsi’â.  Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrate a’yünin vec’alnâ lil-müttekîne imâmâ. 

Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fil-âhırati hesaneh. Ve kınâ ‘azâben-nâr.

Sübhâne Rabbike Rabbil-‘ızzeti ‘ammâ yasıfûn. Ve selâmün ‘alel-mürselîn. Vel-hamdü lillâhi Rabbil-‘âlemîn.

Allah yuvalarımıza huzur saadet bahşetsin hayırlı evlatlar nasip etsin.

Amin

Derleyen: Çetin KILIÇ

NurNet.Org

Kuranı kerim meli
Kütübü sitte
Risalei nur
Sorularla İslamiyet
cevaplarorg

Eğitim Ektiğini Biçme İşidir

Her anne gibi, o da çocuklarını severdi. Aslında iyi bir eşti, beyine de muhabbet ederdi. Ancak, kayınvalidesinden hiç hazzetmezdi. Eşinin annesiydi ama kendisi onu hiç anne gibi görememiş, bu yüzden de baştan beri hiç sevememişti. Bu sebeble de, zaman zaman kendini tutamaz, çocuklarının yanında da kayınvalidesinin aleyhinde konuşur, onun hatalarını sayar dökerdi. Bazen çocukları annelerine müdahele ederler, babaannelerinin o kadar da kötü olmadığını söylemeye çalışırlardı. Ancak anneleri onlara bu ifadelerinden dolayı fevkalade kızar “Daha sizin bilmediğiniz neleri var.” diyerek, konuyu kendi istikametinde derinleştirirdi.

İki oğlu ile tek kızı, hep bu acı sohbeti dinleyerek büyüdüler. Dolayısıyla da babaannelerini sevemediler. İlerleyen yaşına rağmen kadıncağızın torunlarına gösterdiği bütün ilgi ve sevgi boşuna gitti., Tabii ki o da, gelinini kızı gibi görememiş, bu sebeble de sevememişti. Ancak yıllar sonra, onu, kendi konumunda kabul etmek zorunda kalmıştı. Geride kalan uzun yılların sonunda, mutsuz bir aile vardı… Birbirini sevemeyen bir gelinle, kayınvalidesi… Bu ikisinin arasında ezilip durmuş, hatta bazen hayatından bezmiş olan birinin eşi ve diğerinin oğlu… En kötüsü de, bu ailenin sevgisiz yetişmiş gençleri…

Anne, kendisini haklı çıkarmak ve daha çok sevgiye layık göstermek uğruna, kayınvalidesini sürekli kötülediği için, suçlamayı seven, gıybetten hoşlanan evlatlar yetiştirmişti. Üstelik bu çocuklar, annelerine de, onun beklediği sevgiyi ve ilgiyi hiçbir zaman gösterememişlerdi. Çünkü sürekli suçlayan, evladına suçlamayı öğretmiş olur. Sürekli suçlayan, hiçbir zaman hatayı kendisinde aramayandır

***

Gıybeti meslek haline getiren ise, hem saygınlığını kaybeder, hem de gıybet konusu haline gelir. Unutulmamalıdır ki, çocuklarımız, bizim dediklerimizi yapmazlar; yaptıklarımızı yaparlar.

***

O, tam bir Osmanlı Hanımefendisi idi. Severek evlenmişti. Eşinin iyi bir işi, dolayısıyla kendilerine fazlasıyla yetecek geliri vardı. Evliliklerinin ilk yıllarında çok mutlu idiler. Hele de peşpeşe doğan çocukları mutluluklarını büsbütün artırmıştı. Ne var ki bu hayat, dikensiz bir gül bahçesi değildi. Herkesin burada bir imtihanı vardı. Bu hanımefendi de hayatın ağır ve acı bir imtihanına tabi tutuldu.

Günün birinde, kocası, kendisini ve çocuklarını yüzüstü bırakarak ortadan kayboldu. Aylar, yıllar geçti. Beyinden bir haber alamadı. Neden sonra öğrendi ki, adam bir başka hatunla, bir başka yerde yaşamaktaydı. Onu tekrar yuvasına döndürmek için çok uğraştıysa da, sonuç alamadı. Üzüntüsünün derinliğini çocuklarına yansıtmadı. Saçını süpürge yaptı, gözyaşlarını içine akıttı ama, hiçbir zaman dışarıya dönük feryat figan etmedi. Ortalığı birbirine katmadı. En dikkat çekici olan özelliği de, çocuklarına hiçbir zaman babaları aleyhinde konuşma yapmadı. Tam tersine, çocukları, babalarına kızgınlıklarını ifade ettikleri zaman, onları sakinleştirmeye çalıştı ve daha soğukkanlı düşünmeye davet etti. O’na göre, bu dünya, imtihan dünyasıydı. Onların imtihanı da, böyle bir babadandı. Her şeye rağmen sabır ve şükür içinde olmak gerekirdi. Beterin beteri vardı. Zor da olsa okuyorlar, iyi-kötü geçiniyorlardı. Aç, çıplak kalmamışlardı ya…

Bu Osmanlı Hanımefendisi, bir gün çocuklarını topladı ve dedi ki:

– “Artık büyüdünüz. İkiniz üniversite okuyacak. İnşallah diğer kardeşlerinizi de okutacağım. Ancak sizlerden bir isteğim var: Ola ki bir yerlerde, bir zaman babanızla karşılaşırsanız, ne olur ona karşı kötü, kaba ve kırıcı bir davranışta bulunmayınız. Ne de olsa o sizin babanızdır. Eğer beni seviyorsanız, babanız hakkında kötü düşünmeyin…

Herkes kendi kaderine koşar. Gerçi o, kendisinden beklenmeyecek şeyler yaptı. Yaptıklarını nasıl yaptı, bunca yıl sonra, hala anlayabilmiş değilim. Ama bize ayıplamak ve suçlamak düşmez. Çünkü o zaman, hataya hata ile karşılık vermiş oluruz. Zaten siz, babanıza her şeye rağmen saygı borçlusunuz. Yüreğiniz yettiğince, ona da hayrı ve huzuru için dua etmelisiniz. Tekrarlıyorum ve vasiyetim olarak söylüyorum ki, eğer karşılaşırsanız, babanıza asla saygıda kusur etmeyiniz. Onu kırarak beni mutlu edeceğinizi de hiç düşünmeyiniz.”

Bu anne, vefatına kadar, çocuklarının bütününden çok büyük bir hürmet ve muhabbet gördü. Çünkü sevgi sarayını taş taş örmüş; kendisini bırakıp giden ve bir daha da arayıp sormayan kocası da dahil olmak üzere, hiç kimse için sevgisizliğe prim vermemişti. Bu harika tavrının mükafatı olarak da, başkaları için istediği sevgi ve saygı, en kaliteli haliyle, önce kendisine gelmişti. Zira sevgi, önce telkin edene; saygı da evvela öğretene yönelir.

Vehbi Vakkasoğlu – kadinpenceresi.com

Teşhisler Teşhisler Teşhisler…

Mideniz ağrıyor, doktora gidiyorsunuz. Derdinizi anlatıyorsunuz. Doktor başlıyor saymaya: “Mideniz şöyle rahatsız oluyordur böyle yanıyordur, bir de sinirlenince daha çok ağrıyordur…”

Seviniyorsunuz, doktor derdimi anladı, benden iyi anlattı diye. İyileşme ümidi ile vereceği ilacı bekliyorsunuz.

Doktor geldiğiniz için teşekkür edip, size bir ilaç vermeden gönderiyor sizi. Ya da zaten kullanıp faydasını görmediğiniz ilacı veriyor. Ne hissedersiniz?

Maneviyat Psikolojisi Sempozyumu”nun bu yılkı konusunun “Aile” olduğunu duyunca sevindim.

Hele internetten canlı olarak yayınlanacağı ilan edilince daha da mutlu oldum. Evden takip etme niyeti ile cumartesi sabah gitmedim fakat canlı yayın olmadı. Kalemimi ve not defterimi alıp öğleden sonraki oturuma gittim. Ve ertesi gün de bütün gün takip ettim. Katılımcı hocalar güzel tespitlerde bulundular fakat hep tespit hep tespit hep tespit…

Hatta hocalardan biri “Yine bolca tespitte bulunduk” dedi sonra da “Tespit olmayınca da tedavi olmuyor” dedi. İyi de hasta ölüp gidiyor hocam tedavi ne zaman olacak? Bu tespitler zaten biliniyor.

Hakkları yenmiş olmasın bazı hocalar tedaviye yaklaştılar, ilacın baş harfini söyleyecek gibi oldular fakat söylemediler.

En çok çözüm önerisi sunan kişi Mustafa Atak hoca oldu. Onun önerileri de devletin yapması gerekenler üzerineydi. Devlete sunacakları projeleri anlattı. Mustafa hoca “Aile Bakanlığ’ının aile konusuna spesifik yaklaştığını ve yetersiz kaldığını” söyledi.

Ve aile konusu ile ilgilenmek üzere Cumhurbaşkanlığına bağlı “Aile Koruma Başkanlığı” kurulmasını proje olarak hazırladıkların söyledi.

Durumdan anlaşıldığına göre erkekler Aile Bakanlığı’nda ümitlerini kesmişler, ayrı bir kuruluş istiyorlar. Ben de bu fikre katılıyorum. Aile Bakanlığı’nın adı “Kadın Bakanlığı” olarak değiştirilsin zaten öyle çalışıyorlar, aile için de ayrı bir kurum açılsın.

Aile Bakanlığı’ndan gelen dinleyicilerin içinde bulunan yetkili hanım, Mustafa Atak hocaya itiraz etti ve Aile Bakanlığının aile için de çalışmalar yaptığını anlattı. Tabii yapılanlar yetersiz şeyler.

Maneviyat Psikolojisi Sempozyumunda “aile” konusu işlenirken “din” neredeyse yok diyecek kadar az konu oldu. Hocalar bol bol yabancı yazarlardan düşünürlerden örnek verdiler.

Tabii onlardan da örnek versinler de insan aile üzerine âyet-i kerîmeler ve Allah Rasulünün hikmetli sözlerini bekliyor. Birkaç hoca üzerinde pek durmadan aile konusu dışında âyetler söylediler o kadar.

Aile ile ilgili tek ayeti söyleyen bir akademisyen de tuhaf şeyler söyledi onu daha sonra yazacağım inşallah.

Burhanettin Can hocanın sunumu iyiydi. “Fıtrat Ekseninde Ailenin İnşaası” Güzel tespitlerde bulundu çözüm önerilerine de giriş yaptı. Fıtrata dönmemiz gerektiğini, kadın-erkek farklılıklarına unutmamamız gerektiğini, kendi teorilerimizi inşa etmemiz gerektiğini, Yaratıcının bize çözümler sunduğunu söyledi fakat daha fazla açılım yapmadı.

Sempozyum sonunda söz alıp birkaç cümle de ben söyledim.
Bu yıl aile konusunda katıldığım üçüncü sempozyumdu. Diğerleri ile ilgili notlarım duruyor yazma fırsatım olmadı. Onlarla ilgili de daha sonda yazacağım inşallah.

Özetle: Sempozyum güzeldi, bol bol not aldım yine olsa yine giderim fakat çözümler yok denecek kadar azdı.

Teşhis net: “Aile kurumu can çekişiyor, acilen tedaviye geçilmeli.”

Tedavide ilk adım hastalığa sebep olan ve hastanın dikkat etmesi gereken şeyleri söylemektir. Önce hastalığa sebep olan kötü besinlerden sakınılmalı. “Feminizm, batı kanunları, medya, 6284 sayılı kanun, haksızlık, adaletsizlik..” Bunların zararlarından korunmak için devlet ve halk çalışmalı.

İyileşmek için de çözüm zaten belli: Dünya ve ahirette selamet dini olan İslam dinimiz ailenin selameti için gerekli bütün ilaçları hayat kullanım kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim de bize vermiş.

İlaçların bir kısmı acı olduğu için doktorlar hastanın tepkisinden çekinip ilaçları hastaya vermiyorlar. Oysa o ilaçlar nefsimize biraz acı gelebilir fakat şifa o ilaçlarda. Can çekişmek mi yoksa şifa deposu acı ilaç içip rahatlamak mı tercih bize kalmış.

Fakat ilacı bilip halka söylemeyen hocalar da vebal altındalar. Doktorun ilacı bildiği halde hastasını tedavi etmemesi suçtur. Sen ilacı verirsin hasta kullanmazsa o zaman o onun hatası olur.

Sema Maraşlı

cocukaile.net

“Yapma!” ile Büyütülen Çocuklar

Günümüz anne babalarının çocuklar ile ilgili en büyük sıkıntılarının başında; söz dinlememeleri ve ders çalışmamaları gelmektedir. Çocukların söz dinlememenedenleri ve çözüm yollarını Ensar Neşriyat’tan çıkan; “Tabakaları Ayırdık Çocuklar Söz Dinlemez Oldu” kitabımda ele aldığım için bu yazıda bundan bahsetmeyeceğim. İsteyen okurlarımız adı geçen kitabımdan faydalanabilirler.

Anne babaların rahatsız oldukları diğer bir konu da çocukların ders çalışmamalarıdır. Bugün çocuklarının ders çalışmasından hoşnut olan anne baba sayısı, parmakla sayılacak kadar azdır. Anne babaların büyük çoğunluğu, çocuklarının yetenekli olduğu ancak istenilen şekilde ders çalışmadıklarından şikâyetçidirler.

Çocukların ders çalışmamasının birçok nedeni olsa da temelinde girişimcilik ruhlarının engellenmesi ve sorumluluk duygularının gelişmemesi yatmaktadır. Çocukların bu duyguları anne babaları tarafından geliştirmek bir yana engellenirse, çocuklarda ister istemez ders çalışmak istemeyeceklerdir.

Girişimcilikleri Engellenen Çocuklar

Cenab-ı Hakk: “Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl, 16/78)buyurmaktadır.

Çocuklar; anne karnından hiçbir şey bilmezken doğduklarına göre duygu, düşünce ve davranışlarının şekillenmesinde anne babasının katkısı büyüktür. Bu çocuklar, her şeyi tanıyarak ve deneme yanılma yöntemiyle öğreneceklerinden gördükleri her şeyle oynamak isteyeceklerdir. Çocukların bu istekleri, anne babalarıtarafından evin düzenini bozmak olarak algılanacağından özellikle de annelerin olmaz ve hayır tepkileriyle karşılaşacaklardır.

Çocuklar yürümeye başlamadan önce ellerine aldıkları her şeyi ağızlarına götürürler. Çocukların bu davranışının temelinde her şeyi ağızlarıyla tanımaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Bu dönemde çocukların girişimcilik adına tanımaya çalıştıkları şeyleri yasaklamak yerine yutamayacağı ve zararsız olanlardan elleyebileceği, ısırabileceği, oynayabileceği değişik materyallerden vermek gerekir.

Yine çocuklar özellikle de yeni yürümeye başladıkları zaman zihinsel gelişimlerinin bir özelliği olarak,evdeki her şeyle oynamak isteyeceklerdir.  Çocukları tanımak için her şeyle oynamak isteği, anne-babalar tarafından evi karıştırmak olarak algılandığından, çocukların girişimcilik duyguları engellenecektir.

Oysa bu çocukların küçük yaştan itibaren zihinsel gelişimlerinin bir gereği olarak her şeyle oynamak isteyişi anne babaların, ona dokunma, onu elleme, oraya gitme, yapma, etme gibi emirler çocukların girişimciliklerini olumsuz etkilemektedir. Bunun sonucunda bu çocuklar, okula başlayınca da ders çalışmayan, araştırma yapmayan, çevresini incelemeyen, kitapları karıştırmayan birer öğrenci olacaklardır. Bu çocuklar büyüdükleri zaman sadece etrafı gözlemleyen, araştırma şevki kırılmış, ne yapacağını bilmeyen, iş beğenmeyen insanlar olacaklardır.

Çocuklar girişimcilik ruhlarını daha iyi anlayabilmek için aşağıdaki deneyi iyi okuyup iyi değerlendirmek gerekir.

Berkley’deki California Üniversitesinde, iki psikolog, bir biyo-kimya ve bir de anatomi uzmanından oluşan ekibin yaptığı araştırmalarda, yeni doğmuş on iki ikiz fare deney için ayrılıyor. Bu ikizlerden birer tanesi bir araya toplanıyor. İkiz eşleri ise tek tek kafesler kapatılıyor. Bunlara kafeslerinden çıkma, çevreyi tanıma imkânı verilmiyor ve bakıcıları da ancak yiyecek verme zamanlarında farelerle ilgileniyorlar.

Bir araya toplanmış olan fareler ise, bol ışıklı, kalabalık, gürültülü bir laboratuvardaki kafese yerleştiriliyorlar. Kafese merdivenler, döner tekerlekler ve daha başka “beş duyuya yönelik” fare oyuncakları konuluyor. Her gün otuzar dakika fareler kafesten çıkarılarak diledikleri gibi dolaşmalarına izin veriliyor. Fareler büyüdükçe, onlara çeşitli öğrenme görevleri yükleniyor ve öğrendikleri her yeni şey için şekerle ödüllendiriliyor. Bu uyarı ve eğitim programı seksen gün sürdürülüyor.

 Uyarıcı ve eğitici çevrede büyüyen farelerle öteki fareler bir araya geldiğinde, birinci gruptakilerin ötekilerden daha zeki ve problem çözmede daha becerikli olduğu ortaya çıkıyor. Daha sonra bu farelerin beyinleri inceleniyor. Ve uygun çevrede yaşayan farelerin beyninin öteki farelere oranla daha büyüdüğü, kıvrımlarının fazlalaştığı ve ağırlaştığı görülüyor. Beyin hücreleri çoğalıyor.

Anne Babalar Neler Yapmalı?

Anne babaların ellerinde yazılı olamasa da sözlü olarak, evde dokunulmaması ve ellenmemesi gereken kurallar listesi vardır. Başka bir ifadeyle çocuklara evde yapabileceklerinden daha çok yapamayacakları şeyler söylenmektedir. Bu süreçte her hareketine elleme, dokunma, yapma, etmelerle karşılaşan çocuğun gelişimi de sağlıklı olmayacaktır.

O kadar yapılmaması gerekenler içinde evde hiç dokunulacak ya da yapılacak bir şey yok mu dediğimizde anne babalar: “Gitsin oyun oynasın, internete girsin ya da televizyon seyretsin!” demektedirler. Tamam, oyun oynasın, internete girsin, televizyon seyretsin de nereye kadar. Her şeylerine karışılan, yapması gerekenlerden daha çok yapmaması gerekenler söylenen çocuklarda yapması gereken dersleri de yapmayacaklardır.

Anne babaların yapacağı ilk şey,  evin düzenini çocuğa göre düzenlemedirler. Çocuk kırıp dökecek diye çocukların hareketlerini kısıtlamamak gerekir. Sadece çocuğu yaralayacak eşyalarla, kırılıp dökülecek şeyleriortada bulundurulmaması gerekir. Yoksa her şeyi ilginç bulacak olan çocuklar; bunlarla oynayacak bu da hem kendisine hem de eşyalara zarar vermesine neden olabilecektir.

Çocukların zihinsel gelişimler gereği evdeki uygun eşyalarla oynamak isteği engellemenin aksine teşvik edilmelidir. Özellikle evde kullanılmayan eşyaların kullanmalarına müsaade edilmeli ve bunlardan yeni şeyler yapması içinde özendirilmelidirler.

Sonuç olarak;

Yukarıdaki fare deneyinde de olduğu gibi çocukların zihinsel ve psiko-sosyal gelişimlerinin sağlıklı olabilmesi için öncelikle çocukların kabul görülmeleri gerekir.  Çocukların kendilerini değerli hissetmeleri ve sosyal kabul görülmeleri içinde çocuklara uygulama olanakları verilmelidir.

Çocuklara evde çok fazla müdahale etmeden dilediği şekilde hareket etme özgürlüğü imkânı sağlandığında kendilerinin değerli olduğunu hissedeceklerdir. Kendilerinin önemli olduğunu hisseden çocuklarda girişimcilikleri gelişecektir. Bu da çocuklara güven getirecek ve bir şeyleri yapabileceği inancını geliştirecektir. Başka bir ifadeyle yeni denemeler için risk almaktan korkmayacak ve yeteneklerini fark etmeye başlayacaklardır.

Mehmet Emin Karabacak

Kaynak: cocukaile.net