Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Sana Gülmek Yasak Dostum

Nice insan vardır ki kendisi için değil toplum için yaşar.Bu insanlar bir idealin bir davanın uğruna hayatını adar.Bu insanların yetişmesi  kolay değildir.Bu insanlar mücevherin şekil almasında geçirdiği safhalar gibi; hayatları ibretlik safhalarla doludur.photo

Bunları yetiştiren büyük insanlar vardır.Bu insanlar etrafına ışık saçan deniz fenerleri gibidir.Yolda kalmışlara ve yolunu şaşıranlara yol gösterirler.Bu büyük insanlar dava adamlarıdır.

Şimdi bu büyük dava adamlarından birisi olan Bediüzzamanın Talebelerinden Zübeyir GÜNDÜZALP’IN talebesine gönderdiği ve her cümlesi  bizim içinde çok büyük dersler içeren mektubunu aktaracağım.

Sana daha önce “Ağlama ne olur gül artık. Gülmek senin hakkındır.”demiştim.
Şimdi ise “Sana gülmek yasak”diyorum. Sanma ki bu bir çelişki; sanma ki bunlar birbirine mâni. Aksine bunlar birbiriyle iç içe…
Gülmek,üzerine yüklenen ebedî dâvânın ağırlığından gafleti anlatıyorsa;o sana yasak!..
Eğer ebedî dâvânın bayrağını bir adım götürme nimetine nâil olmanın şükür ve sürûrunu temsil ediyorsa,elbet gülmek hakkındır.
Ağlamak bedbinliğe ve şevksizliğe alem olmuşsa ağlama!.. Yazıktır gözyaşlarına…
Eğer îman bayrağını ötelere götüremenin ızdırabı, gayrın dertlerini düşünme faziletinin ifâdesi ise ağla,hem de sel gibi gözyaşı dök!…O yaşlar bir gün rahmet bulutu olup seni gölgeler,hatta yağmur olup âb-ı hayat sunar.
Sen öyle bir duygu girdabındasın ki;kurtulamazsın.
Sen; gülmek -ağlamak,sevmek-sevilmek,konuşmak-susmak gibi zıtların belki de vefâsızlıkların,kadirşinassızlıkların sâhillerine uğrayan helezonik bir güzergâhın yalnız yolcususun.
Senin yolunda yalnız dikenler ve çakıllar değil,pusu kurmuş çakallar da var.
Senin yolunda maddî ve mânevî menfaatlerden de öte,bir ulu gaye için çırpınmak var.
Neylersin sen buna gönüllü tâlip olmuşsun.
Sen kâinâtı kucaklayan bir ulu ideale baş koyacak fıtratta doğmuşsun. Küçük hülyâlarla nasıl avunursun?
Sen her şeyin sâhibine gönül vermişsin,bir şeyde nasıl boğulursun?…
Sen kendini başkasıyla mukâyese edemezsin,çünkü sen farklısın!..
Sana bazen ağlamak yasaktır!
Kan kussan kızılcık şerbeti içmiş gibi duracaksın. Sana bakıp şevk alanları üzmemek için gözyaşlarını içine gömüp,bağrına taş basacaksın…
Sana bazen gülmek yasaktır!
Herkes şen şakrak iken,sende derin bir tefekkür hâli,bir ağırbaşlılık,bir vakar görülür.
Belki de tebessümünle iktifa edersin;çünkü sen zerre kadar zamanda kaybolmaz,asırlar ötesini düşünürsün.
Gün olur,bir ulu hizmetin peşinde yalnız koşturur,türlü fedâkârlıklara katlanırsın.
Belki umduğunu bulamaz, belki destek beklediklerini ilgisiz görürsün…
Nice zamanlar doğru bildiğin yolda yalnız yürümeğe mecbur kalırsın….
Sakın sakın, sana el uzatmayan zavallılar grubunun sahte saâdetlerine imrenme!
Onlara kızma,adâvet etme. Sadece acı…
Çünkü sen farklısın dostum! Allah sana başkalarının dertleriyle dertlenme fazileti vermiş.
Senin beynin enbiyalar ,evliyalar, sâlihler, sıddıklar ve mücahitlerin mefkûresiyle doldurulmuş.
O nuranî zincire bir küçük halka olmak,o ulvî kervanın peşinden koşmak,o mukaddes ayaklarına toz olmak istediğimiz dava ehlinin bir küçük ferdi olmak arzusu vermiş;ne diye küçük düşünüp,hislerini dünya için hebâ edeceksin?
Sen farklısın dostum çok farklı!
Ömründe seni bir kere dahi düşünmeyen,sana zerre kadar menfaati dokunmayan kişinin imanını kurtarmak için çırpınıyorsun.
Onun için çalışıyor,programlar yapıyor,diller döküyorsun.
Neylersin ki elinde değil,başkasını düşünmeden edemiyorsun.
“Boş versene” diyemiyorsun.
“Aldırma da geç git”diyenlere kulak asmıyorsun,
“Milleti sen mi kurtaracaksın?” diyenlere :
“Evet ben kurtaracağım! Var mı bir diyeceğiniz!”
diye haykırıyorsun…
Sen gönüllü bir mahkûmsun dostum!
Sâniyeleri Allah yolunda hizmetle geçen bir çelik duvarla örmüşsün çevreni.
Sen kendi mahpushâneni kendin yapmışsın,ne diye dışarıdaki aylaklara imreneceksin?
Sen seni seninle mukayese et. Sen başkalarına bakıp da “o niye böyle?Şu niye şöyle?”deme.
Sen kendi kabiliyetlerini,kendi duygularını aksa’l-gayâta çıkar. Sen kendinle yarış!..
Bu hükümet-i cumhuriyenin tek memuru ben miyim?”deyip el etek çekme! Bu senin davandır…
Unutma! Problemler küçük insanların şevkini kırar,büyük insanların azmini artırır.
Sen büyük insansın. Çünkü büyük ve ebedî bir davaya gönül vermiş,baş koymuşsun.
Sıradağlar gibi problemlerle çevrilsen takma kafana!
Bu dava büyükse sahibi de büyük.
Senin gibi ihlaslı,cevval kahramanları yalnız mı bırakır?….”

HAMİT DERMAN-ŞANLIURFA

Zalimlerin Maskesi Düşerken

Mısırda Adeviye ve Nahda meydanlarında yaklaşık 3000 Müslüman şehit ediliyor.Ramazanı 50 derecede ifa ederek meydanları dolduran ümmetin mazlumları Ramazandan hemen sonra kendilerine kendi askerleri  tarafından katliam yapılıyordu.

Darbecilerin yaptığı bu katliamlar (haşa onlardan) hayvanlara yapılmış olsaydı şimdi dünya ayaktaydı.Birleşmiş milletler ayaktaydı.Bilmem hangi kuruluşlar ayaktaydı.Fakat ölenler Müslüman olduğu için herkes sağır ve dilsizleri oynadı.

Bu şehit olanların üzerine bir de sözüm ona Suud,BAE,Ürdün ve Kuveytin kukla yönetimlerinin darbecilere destek vermesi ve diğer İslam ülkelerinden Türkiye ve Katar  dışında kayda değer bir tepki gelmemesi insanı daha çok kahreden bir durumdu.Fakat bu olay  bir yandan da bu ülkelerin ve Batı dünyasının maskesinin düşmesine neden olan önemli bir olayda.Özellikle Suud Yönetiminin  başındaki şimdiye kadar Hadim-il Haremeyn olarak adlandırılan şahsın aslında Hain-ül Haremeyn olduğunu net bir şekilde gösterdi.

Batı dünyasına gelince; sözde demokrasi kriterlerinin geçersiz olduğunu tasdik eder bir sesiz duruş sergilemiştir.Yani her zamanki çifte standart’ını göstermiş  ve demokrasi havarisi maskesinin arkasında  kapitalist sömürgeci bir canavar sağladığını göstermiştir.Yani Batı Dünyası demokrasiyi yalnız ülkeleri istediği gibi sömürmek için bir kalkan olarak kullandığını apaçık göstermiş oldu

Müslüman dünyasının acısı Mısırdaki olaylar daha tazeyken; Suriye’de Esadın Şam’ın Guta bölgesine kimyasal silahla  saldırması sonucu çoğunluğu çocuk olmak üzere 1300   insanın  ölmesiyle daha da katmerleşti. Artık  Müslüman halklar için sözün bittiği yerdi.İnsan o masum cennet kuşu bebeklerin ölü bedenlerini  izler donup kalıyordu.

Hele birde İran’ın bu katliam için Esadı savunan tavrı insanı daha da hayrete düşürüyordu.Yıllarca mazlum Müslüman halkların sözde savunucusu İran Devleti masum çocukları kimyasal bombayla katledenleri savunuyordu.Bu durum artık İran’ın maskesini açık bir şekilde düşürüyor.Ve perde arkasındaki Irkçı Şia milliyetçiliğini gün yüzüne çıkarıyordu.Artık insanın dilinden şu sözler dökülüyordu..”İnsanlık Ölmüştür” O zaman  Bediüzzaman’ın dediği gibi ”Yaşasın Zalimler İçin Cehennem” demek geliyordu.

Bütün bu olanlar karşısında yalnız Türkiye ve hükümeti kayda değer sağlam bir duruş sergiledi.Tabi bu duruşlarının karşısında hem içten hem de dıştan Türkiye yalnız kaldı.Türk dış politikası iflas etti diyerek akıl vermeye çalışan zevat ortaya çıktı.

Şimdiye kadar Müslümanların herhangi bir derdiyle dertlenmeyen her hareketlerini konjektüre  göre ayarlayan zevat Nasrettin Hocanın fıkrasındaki gibi hırsızları suçlamadılar.Hep Mursiyi ve ona destek veren Başbakan  Erdoğan’ı Suçlar yazılar yazdılar ve hala da yazıyorlar.Yazılarında ne Mısırdaki  darbecileri ne de Suriye’deki Esadı suçlar yazılar yazdılar.Yani onlara göre   hırsızın hiç bir suçu yoktu.Suçlu olan hırsızlığa  uğrayandır, ona destek verendir.Bundan dolayı Türkiye zarar görebilir.Darbeci Sisi’nin  ve Katil Esadla iyi geçinmeliymiş.Bu zalim ve katillerle iyi geçinmediği için bölgede ve dünyada yalnız  kalmıştır.

Peki bu tez doğrumudur? Bana göre hayır doğru değildir.Şimdi Türkiye belki Ortadoğu’daki zalim yöneticileri karşısına almıştır.Fakat Türkiye bu göstermiş olduğu onurlu duruş ile mazlum Ortadoğu halklarını yanına almıştı. Müslüman bir millete yaraşır bir duruş sergilemiştir.

Unutmayalım:

karanlık aydınlıktan,yalan doğrudan kaçar
güneş yalnız da olsa etrafa ışık saçar
unutma ki doğruların kaderidir yalnızlık
kargalar sürüyle,kartallar yalnız uçar.

Sonuç olarak ben de  Ersoy DEDE’nin Yazısında dediği gibi ”Namaz kılan masum halka yaylım ateşi açan Sisi ile, bebekleri sarin gazıyla öldüren Esad’la, ona destek vermek için bizzat Suriye’deki gücünü iki katına çıkaracağını açıklayan Nasrullah’la, katliamların askeri gücünü sağlayan İran’la lojistiğini sağlayan Rusya’yla, daha çok insan öldürülsün diye kesenin ağzını açan Arap Krallarla ve bütün bu organizasyonun arkasındaki İsrail ile dost olacağıma yalnız kalırım diyorum.”  Vesselam…

HAMİT DERMAN

Sava Mezaristanına Bir Ziyaret

Barla ziyaretine niyet eden kardeşlerle önce bir Sav ziyareti yapalım dedik. Önü beyler arka tarafı hanımlara fıtri olarak tahsis edilmiş belediye otobüsüne binip sakin belde Sav’a geldik. Otobüs yokuş üzeri olan mahallelerden geçerken her ev, her dükkan geçmişe dair pek çok şey anlatıyordu. Köyün Kur’an kursundan çıkmış, başı yazmalı, şirin kız çocukları ve çarşaflı hanımları duraklardan biniyor, evine gelen de iniyordu. Çocuklara Risaleleri biliyor musunuz, okuyor musunuz diye sorduk. Evet, manasında gülümsediler.

Devrin en istibdatlı döneminde, Risale-i nuru yazmak için yıllarca evinden çıkmayan ağabey ve ablaların memleketi Sav. Burada yazı hizmeti çok inkişaf etmiş, hanım kardeşler medreselerde talim edip hizmetlerine devam ediyorlarmış. Genç mahiyetlerin böyle sahip çıktığını görmek insana çok umut veriyor, elhamdülillah. İneceğimiz durağı kaçırdığımız için otobüsle en tepeye kadar çıkıp sonra aşağı duraklara kadar etrafı seyrediyoruz. Zira fıtri bir hayatın emareleri var burada: yeşillikler içinde dar sokaklar, muhtelif hayvanatın ses ve kokuları bizi sarmalandığımız medeniyet battaniyesinden kurtarıp Cenab-ı Hakk’ın yarattığı hakiki aleme muhatab ediyor; şehirdeki sanal kimliklerden üstümüze yapışmış olan kışırlar o ses ve kokularla, hele ortadaki cılız akan derenin suyuyla yıkanıp gidiyor.. Burda fıtri bir akış var, sunilik, sahtelik pek yok. Köydeki sükunet, dinginlik, insanlardaki huzur bize de sirayet ediyor.

En son durak mezaristana en yakın olanmış, orada inip köprüyü geçince karşımıza çıkan ufak mezarlığı görüyoruz. Hatt-ı Kur’an’la, yeşil boyayla yazılmış taşlar belli ki nur talebelerinin mezarları, ruha çok güzel bir tesir bırakıyor; insan ölümden korkar ama burada hiç öyle olmuyor. Mezarları tablo seyreder gibi seyretmek istiyorsunuz. Buradan sonra asıl gideceğimiz, caminin arka avlusuna bakan mezaristana geçiyoruz. Burası adeta başka bir alem.. Sessiz, sukunetli ama sizinle konuşan bir alem. Rüzgar öyle estiriliyor ki, kulaklarınıza giren ses beyninizdeki tüm kirleri, isleri, pasları yıkıyor, sizi oradan alıp çok uzaklara götürüyor;  fani olduğunuzu, buranın da bir dar-ı fani olduğunu iliklerinize kadar çok latifane hissettiren bir rüzgar. Fena diyarından bekaya gidişin huzurunu hissediyorsunuz; biraz sonra başka bir alemde, başka bir insan gibi bakmaya başlıyorsunuz etrafa. Sadece biraz mezarların dibine oturup dua ederken rüzgarı dinleyin. Kendinizi oradaki şahs-ı maneviye bırakın..

Eski mezar taşları daha çok insana tesir ediyor, onlara selam veriyoruz, selamımızı alıyoruz. “Esselamu aleykum ya ehlel dünya! Ve aleykümüsselam ya ehlel ahiret!”  işte meselenin özeti, özü. Onlar şu dar-ı faniden bakiye geçti, biz ise müddetimizi doldurup gitmeyi bekliyoruz. Bazı mezarların mermer taşlarında yatanın hizmetine, kimliğine dair Risale-i nurdan bilgiler var. Bir insan için ne güzel bir kimlik kartı.. Asrın vekiline talebe olmuş, rahatını, hayatını feda edip her şeyiyle Kur’an’a çalışmış. Dünyanın her yerinden binlerle talebe kemal-i iştiyakla kabirlerine gelip dualar okuyorlar. Hayattayken böyle bir şeyi hiç düşünmediler, sadece Hakk’a, hakikate, mukaddesata hizmeti gaye bildiler, akıbet onların oldu..

Bu mezaristan da fazla büyük değil; bütün kabirlerin yanına gidip eski bir dostla görüşür gibi selam verip alıyoruz. Sarıklı, eski taştan kabirler çok cezp ediyor. Belki hakikati en açık onların dilinden anladığımız için bu sessiz hasbihal bitmesin istiyoruz. Duaları bitirince bir de ufak ders okuyalım diyoruz; 33 pencereden ilk 7 pencere okunuyor. Ne kadar açık anlatıyormuş meğer, bu ders böylemiymiş, diyebiliyoruz.

Otobüs saatine yetişmek için dersi bitirip vedalaşarak çıkıyoruz. Avludan çıkınca hemen bir çeşmecik var, suyu çok lezzetli, içebildiğimiz kadar içip durağa gidiyoruz. Çarşaflı bir kardeşimize selam verip oturuyoruz; dedeleriniz, nineleriz risaleleri yazmış mı diye sorunca, kızcağız tebessümle dedesi merhum Hasan Kurt amcanın yazdığını, ailesinin nur talebesi olduğunu söylüyor. Lahikalardaki hayatlar bize ne kadar yakınmış meğer. Uzakların yakın olduğunu bilmek, fark etmek insana çok iyi geliyor. Sava medresesinin kışırsız kabuksuz ihlaslı dersinden bir buçuk saate sığan kadarını alıp Isparta’ya geri dönüyoruz.

Cenab-ı Hakk Sav’lı ağabey ve ablalarımızın şefaatine mazhar etsin.

14.08.2013 / Isparta

Nabi

Teravih Namazı pazarlık ürün gibi oldu.

Ramazan ayı geldi ve geçiyor. Mübarek Kadir Gecesine ulaştık Elhamdülillah. Yine bereket dolu bir ramazanı geride bırakıyoruz çok şükür. Bırakıyoruz bırakmasına da içimiz biraz buruk bırakıyoruz doğrusu. Yine her ramazanda olduğu gibi gerek medyadan takip ettiğimiz kadarıyla gerekse internet aracılığı ile, bazı hadiselere ve hiç değişmeyen konularla karşılaştık.

Bunları sıralarsak şöyle:

 

1- Teravih namazı 8 mi 20 rekat mı?

Öncelikle ramazan aylarında imamlara ısrarla sorulan sorulardan biri 8 mi 20 rekat mi olması. Teravih namazını illa 8 rekata indirme çabaları gözüküyor. Bu soru ve çaba, hem Allah’a hem Peygamber efendimize yapılan bir terbiyesizlik olarak görüyorum. Sebebini de şöyle açıklayabiliriz.

Müslümanlar televizyon karşısında herhangi bir dizi olsun futbol maçı olsun, saatlerce izlemekten sıkılmıyor da, Allah için kılınacak 20 rekatta pazarlığa mı oturuyor?

8 rekatta direnenlerin sadece daha az namaz kılma çabaları, samimiyetsizliklerini ortaya koymaktadır. Yoksa okadar çok imanlı ve sünnete bağlı olarak, Peygamber efendimize bağlılığını isbat etmek mi istiyorlar, bu çabaları ile? Hadi diyelim ki öyle. Madem ki Resulullah efendimizi taklit etmek ise gayeleri, Peygamber efendimiz teravih namazını 8 rekat kıldığı gibi, 12, 20 ve 36 rekatta kılmıştır. Niçin illa ki 8 rekat diye diretiyorlar da Peygamber efendimize uymak arzusu ile, Allah için 36 rekatta ısrar etmiyrorlar? Nitekim Malikiler 36 rekat teravih ile 3 rekat vitir kılınca 39 rekat kılıyorlar. (İhtilafu’l-Ulema, C.1, Sh.312 Madde:271)

Mekke veya Medine de yaşamış olsa idik sanırım teravihi hiç kılmıycaz. Çünkü orada teravihlerde hatim indiriliyor, özellikle medinede bu güzel adet yıllardır sürdürülmektedir.

Her rekatta birer sayfa Kuran’dan okunur.

Yapmayın canım kardeşlerim, inanın hızlı kılmakla tadili erkana riayet ederek kılınan teravihde var sa varsa 15 dakika fark var. 15 dakika fazladan ALLAH için ayıramazmısınız?

Bunları bir düşünmek lazım ve niyetlerimizi bir süzgecden geçirmek gerekir diye düşünüyorum.

 

2-  Teravihi daha hızlı kılsak olmaz mı?

Teravih olsun başka namaz olsun, tadili erkan’a uyarak kılınır. Cemaatinin camiye  gelmeyeceğinden korkan bazı imamlarımız maalesef jet imamlığa soyunuyorlar. Bunun misalini yaşadık seneler önce değil mi herkes hatırlar. İmam efendi cemaate hızlı kıldırayım düşüncesiyle teravihi kıldırdı ardından cemaatten de dayak yedi. Gülermisin ağlarmısın?

Aşırı bir şekilde hızlı kılınan namaz, namaz hırsızlığından başka birşey değildir. Ne imamın okuduğunu anlayabiliyorsunuz ne de yetişebiliyorsunuz. Peki ne için? Bir an evvel camiden çıkmak için. Peki çıkınca ne yapar ki insan? Bu saaten sonra büyük bir ihtimal evine gider ve  ertesi gün çalışması gerektiği için, bir an evvel uyur.

Peki evine hemen giden müslüman gider gitmez yatağına mı yatıyor? %90’i yatmıyordur.

Peki niçin hızlı ve faidesiz bir namaza diretiyorsun be ey müslüman? Nasıl bir kulluk bu anlamış değilim doğrusu.

Zaten borcumuz olduğu halde 5 vakit namaz kılmaya zorlanıyoruz, yüce Allah’ın huzuruna bir nebze sünnet veya nafile ibadetlerle huzuruna varmayalım mı? Günah işlediğimiz zaman afetmesini ümit ediyoruz. Farz ibadetlerde yeterince gevşeklik gösterdiğimiz zaman “Rahmetim gazabimi geçmiştir” kutsi hadisi hemen aklımıza getiriyoruz. Resulullaha uygun bir ümmet olmaktan uzaklaşıyoruz ama yüzsüzce şefaatini istiyoruz.

Ne Garip ki, kul hep istiyor ama çaba göstermekten de kaçınıyor. Bu doğru değil. Elimizi vicdanımıza koyalım inşallah.

3- Iftar yemekleri

Hamdolsun iftarlarda soframız halil ibrahim sofrası gibi dolu. Herşey var. En az 3-4 çeşit yemek yanında mutlaka salata veya cacık gibi yiyecekler ardından da tatlı eksik olmaz. Sıcacık ramazan pidesi. Soğuk gazlı içecekler. Yemekten sonra da çay içeriz. Karnımızı iyice doyurur sonra da teravihi kan ter içinde kılmaya çalışıyoruz. Tabiiki 20 rekatı 8’e düşürmek isteriz. Tabiiki jet imamlara rağbet artar. Namaz kılmaya güç kuvvet kalmaz ki.

Ramazan orucunun farziyeti dışında çok sayıda maddi ve manevi faideleri bulunmaktadır. Bunlardan biri de aç insanlar gibi açlığı his etmektir. Bu nasıl açlık his etmek Allah aşkına. Tüm gün oruç tutuyor aç duruyoruz, akşam olunca da patlayana kadar yiyoruz. Böyle aç’ların halinden anlayamayız. O aç insanlar akşamları da yemek bulamıyorlar, sen ben gibi sadece gündüzleri aç değiller ki. Senenin her günü açlık çekiyorlar. Ayrıca Peygamber efendimiz hiçbir zaman bu tarz yemek israfı yapmamıştır.

Yanlış anlaşılmasın aç durun demiyorum. En azından Peygamber efendimizin sünnetini yerine getirmeye çalışalım. Bu sadece ramazanda olsa da. Peygamber efendimiz “Midenin üçte birini yiyeceğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de rahatça nefes alıp vermek için boş bırakmayı tavsiye ederdi.” (Buharı, Müslim, Tirmizi)

Değerli kardeşlerim!

Şurada kaldı ramazanın bitmesine bir kaç gün. En azından son kalan günleri sünnetlere uygun geçirmeye çalışalım.

Şunu söylemekte de fayda görüyorum. Maalesef  bazı Hoca ve Din adamı diye geçinenler, sanki şimdiye kadar din anlaşılmamış da sadece kendileri anlamışçasına, müslümanların kafasını karıştırmaya çalışan Profesörlerin teravih namazı diye birşey yok demelerine inanmayın. Bu fitneye kanmayın. Bunu söyleyen kişi, emekli olmadan önce, imamlık yapıp cemaate teravih namazı kıldıranların ta kendisidir. “Allah gaybi bilmez” ve “Kader diye birşey yoktur” diye küstahlaşan dinadamların sözleri mundardır.

“Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için Ramazan gecelerini ibadetle geçiren (teravih namazını kılan) kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.” (Buharî, İman, 25, 27; Müslim, Musafi’in, 173, 176; İbn Mace, İkametu’s-Salâ, 173; Tirmizî, Savm, 83)

 

Arif Ağırbaş

https://www.facebook.com/arif.agirbas

https://twitter.com/Arif_Agirbas

arif.agirbas@hotmail.de