Kategori arşivi: Güncel Haber

Yamanaka: Said Nursi’yi Dünyaya Anlatın

Japonya’nın Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Keisuke Yamanaka, Said Nursi’nin mesajları ve öğretisinin dünyaya anlatılması gerektiğini söyledi

“Ben henüz Risâle-i Nur Külliyatı’nın tamamını okumadım. Ama en kısa zamanda okumak istiyorum. Bence Said Nursî, zamanının ötesinde bir ilim adamıdır. O geleceği görmekteydi. Bunun yanı sıra Said Nursî, uluslar arası ufuğu olan bir âlimdir. İlme son derece önem vermektedir.

İslâm’ın ne yazık ki menfi bazı imajları var. Uluslar arası camia İslâm’ı yanlış tanıyor. Avrupa ve Amerika’da İslamofobi hastalığı mevcut. Ama bu durumda Müslümanlara da büyük rol düşüyor. Müslümanlar, barışı bir mesaj olarak sunmalıdır. Bence bu bağlamda, İslam’ın doğru mesajına çok önem veren Said Nursî’nin mesajları ve öğretisi bir anlam taşıyacaktır. Dünyaya bunların anlatılması gerekiyor. Dar görüşlülük ve daha önemlisi cehaleti derhal yenmeliyiz. Entelektüel düşünce ve aydın din anlayışı hepimiz için çok önemlidir.

Yeni Asya

Risale-i Nur vesilesiyle Müslümanlığı seçti.

Haitili bir anne ve İtalyan bir babanın ikinci erkek çocuğu olan Daniel Celliti, daha önce üniversitede iktisat ekonomisi üzerine okuduğunu, İslam dini ile tanışmasından sonra okulunu bıraktığını ifade etti. İslam dinini bir arkadaş ortamında İncil’i okuduktan sonra merak ettiğini anlatan Celliti, “Müslüman olmadan önce çok sıkıntı içindeydim. Uyuşturucu bağımlısıydım. Hiçbir şeyden zevk alamıyordum. Chat ortamında tanıştığım Risale-i Nur sayesinde Müslüman oldum. Ama Müslüman olduktan sonra adeta yeniden kendime geldim. Hayata ve yaşama bakış açım değişti. Dünyadaki Müslümanlarla tanışmak ve onları tanımak için hayatımdaki her şeyden vazgeçerek yola çıktım. Annemi, ailemi, okulumu bıraktım.” dedi.

Sünnet olduktan sonra Kelime-i Şehadet getiren Daniel Celliti, “Müslüman olduktan sonra bana sünnet olmam gerektiği söylenince Türkiye’de sünnet olmak istediğimi söyledim. Türkiye’de de en çok güvendiğim ve huzur bulduğum yer Mardin olduğu için hastaneye başvurarak burada sünnet olmak istedim. Burada bana herkes büyük bir saygı gösterdi. Doktorların ve sağlık personelinin büyük bir ilgisi ile karşılaştım. Hepsine teşekkür ederim.” diye konuştu.

CİHAN

 

Hür Adam Halkla Ücretsiz Buluşuyor

Üsküdar Belediyesi Nisan ayında “Hür Adam”ı yayınlayacak

Türkiye’den başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını anlatan “Hür Adam” filmi ücretsiz olarak izleyiciyle buluşacak. Said Nursi’nin hayatının ilk kez sinemaya uyarlandığı film Nisan ayı boyunca gösterimde olacak.

Daha önce New York’ta 5 Minare, Kurtlar Vadisi Filistin gibi filmleri ücretsiz olarak halkla buluşturan Üsküdar Belediyesi, filmlerin gördüğü yoğun ilginin ardından Hür Adam filmiyle sinemaya ve sinema izleyicisine hizmet etmeye devam ediyor.

Küçük yaşta medrese eğitimiyle kendini geliştirdikten sonra savaşlar ve işgaller yaşayan bir millete İslam’ı asrın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde anlatan Bediüzzaman’ın hayatı günümüzde de tüm yönleriyle örneklik ve ibretlik olabilecek kesitler taşıyor.

Yavuztürk Niyazi Sayın Kültür ve Eğitim Merkezi’nde gösterilecek olan “Hür Adam” ın gösterim günleri ve seansları ise şöyle;

9 Nisan Cumartesi – Saat: 14.00

10 Nisan Pazar – Saat: 14.00

11 Nisan Pazartesi – Saat: 11.00, 14.00, 17.00

16 Nisan Cumartesi– Saat: 14.00

17 Nisan Pazar– Saat: 14.00

18 Nisan Pazartesi– Saat: 11.00, 14.00, 17.00

20 Nisan Çarşamba – Saat: 11.00

dünyabizim.com

Said Nursi Birinci’ye ‘seni kabul ettim’ dedi

Bütün ömrünü Risale-i Nur hizmetlerine vakfeden Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden merhum Mehmed Emin Birinci Ağabeyi vefatının 4. yılında rahmet ve özlemle anıyoruz…

Rize’nin Pazar İlçesinin Hisarlı Köyünde 1933 senesinde dünyaya gelen Mehmed Emin Birinci, bilhassa, Risale-i Nur’un matbaalarda tab edilmesi hizmetleriyle iştigal etmişti…

İlk defa, 1953 senesinde Hz. Üstad’ı İstanbul’da ziyaret eden Birinci ağabey birçok baskın, hapis ve tarassud hadiselerine de maruz kalmıştır.

Birinci Ağabey, çok sevdiği ve örnek aldığı Tâhirî ağabeyden tam otuz sene sonra aynı günde ve aynı şehirde vefat etmiştir. Kabirleri de Eyüp Sultan’da birbirine yakındır.

BEDİÜZZAMAN’I İLK ZİYARETİNİ ŞÖYLE ANLATMIŞTI:

Artık sabrım tükenmişti. Ne yapıp yapıp Üstadı görecektim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Fatih’e gittim. Reşadiye Otelini buldum. ‘Falan odada kalıyor‘ dediler. Çıktım. Beni Abdullah Yeğin Ağabey karşıladı. Ve Üstadın hizmetinde bulunanların kaldıkları odaya götürdü. Üstad kendi odasından bir ara abdest almak için çıkınca tekrar odasına giderken beni gördü. ‘Bu kimdir?‘ diye sormuş olacak ki, biraz sonra beni çağırdılar, gittim. Titreyerek, çekinerek, ürkerek Üstadın odasına gittim. Elini öpmek için yaklaşırken bana işaret ederek ‘otur‘ dedi, oturdum. O esnada Hz.Üstad, Türk Milliyetçiler Derneği tarafından Süleymaniye Camiinde okutulmakta olan Mevlid-i Şerifi küçük el radyosundan dinliyorlardı. Mevlid yayını bitince kalktım ve büyük Üstadın elini öptüm. Hz. Üstad da alnımdan öperek nereli olduğumu ve ne yaptığımı sorunca dilim tutulmuştu. Orada beni tanıyanlar cevap verdiler.

Risale-i Nuru okuduğumu, elimden geldiği kadar hizmet ettiğimi söylediler. Hz. Üstad bana dönerek:
Seni, hem Zübeyir, hem Bayram, hem Ceylân, hem Hüsnü, hem Tahirî, hem de Abdülmuhsin gibi kabul ettim. Risale-i Nur’a hizmet eyle” dedi.

Kendime geldiğim zaman, o mübarek zatın sıcacık eli hâlâ şakaklarımdaydı. Ruhumla birlikte bir anda bütün duygularımın yıkandığını hissetim. İkindi namazını oradaki arkadaşlarla kıldıktan sonra otelden ayrıldım. Bütün vücudumda bir hafiflik, bir rahatlık hissediyordum. Büyük Üstadın elini öpüp, onun mübarek duasına nail olmanın huzuru ve saadeti gönlümde bambaşka ufuklar açmıştı. Hele bana iltifat ederek bizzat kendine hizmet eden has talebeleri arasına dahil etmesinin sevinci içimi daha bir başka yakmakta idi. Tarifi imkânsız bir saadete kavuştuğumu hissediyordum.

Kaynak: RisaleHaber.com

Japonya’da Hakikatı Arayanlar

Son Japonya depremi bizlere Risâle-i Nûr’daki Japonlarla ilgili bahisleri derhatır ettirdi. Risâle-i Nûr eserlerinde Japonlarla ilgili mevzûlar vardır. Bunlardan biri Nokta Risâlesi’ndeki “Müstemî (dinleyen), müteharrî-i hakikat (hakikati araştıran) bir Japondur”1 ifâdesidir.

Bu Risâlede Bedîüzzamân Japonları dinleme makâmında, hakîkati araştıran olarak ta’rîf eder. Hakîkaten Japonlar bu sıfata lâyıktırlar. Hatta Bedîüzzamân “Kesb-i medeniyette Japonlara iktidâ bize lâzımdır.2 demekte ve hakîkatleri, doğruları ve gerçekleri araştırmada Japonlara uymamızı tavsiye etmektedir. Çünkü Avrupa’dan mehâsin-i medeniyeti (medeniyetin güzelliklerini) almakla berâber, her kavmin mâye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhâfaza ettiler.”3 diyerek Japonların, medeniyetin güzelliklerini alırken kendi âdetlerini ve kültürlerini muhâfaza ettiklerini belirtir.

Yine Risâle-i Nûr satırları arasında görüyoruz ki, bir Japon Başkomutanı İstanbul ulemâsına bazı suâller soruyor ve bu suâllere Bedîüzzamân cevaplar veriyor ve bu cevaplar Beşinci Şuâ’nın te’lîfine mukaddeme oluyor. Şöyle ki; “Bundan kırk sene evvel ve Hürriyetten bir sene evvel İstanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın Başkumandanı, İslâm ulemâsından dinî bazı suâller sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münâsebetle suâl ettiler.4

Hatta Muhâkemât’ta Japonlar’ın sordukları soruların ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. “Onlardan bir suâl: ‘Bizi, kendisine îmân etmeye çağırdığınız Allah’ın varlığına delâlet eden açık delil nedir? Mahlûkat neden yaratılmıştır? Yoktan mı? Maddeden mi? Yoksa onun zâtından mı? Ve diğer şüpheli sorular…’” gibi sorulan sorulara Bedîüzzamân, ilgili eserinde cevaplar vermiştir. Bu sorulardan da anlaşılıyor ki, Japonlar hakîkaten müteharrî-i hakîkat konumundadırlar. Bu sebepledir ki Avrupa’dan mehâsin-i medeniyeti aldılar ve terakkî ettiler. Dünyanın en ileri teknolojisine ve terakkîsine ulaştılar. Ancak noksan olan bir şeyler var ki, İlâhî ihtâr ile mânevî cihete sevk olunuyorlar. Muhâkemât’ta Allah’ın varlığına dair açık delilleri soruyorlar. Ancak ekser olarak, Allah’ın kâinattaki tevhid delillerine gerekli yönelmeyi yapamamış olacaklar ki İlâhî musîbetlerle, o cihete sevk olunuyorlar. Belki de, bu musîbetlerle Yüce Allah onlara aczlerini ve fakrlarını yakînen hissettirerek kalb ve rûhlarını ihtizâza getirip yüzlerini ve özlerini şu fânî dünyadan kendisine çevirmeyi irade etmektedir.

Japonlar teknoloji ve terakkîde dünya devletlerinin ilk sırasında yer alıyorlar. Ancak burada çok önemli ve tehlikeli bir durum olduğunu fark ediyoruz. On Dördüncü Söz’ün Hâtimesi’nde çok önemli ve ilginç bir açıklama dikkatimizi çekiyor. Şöyle ki: “Nasıl ki bir gün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün ziyneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle, büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler.”5 Burada geçen Allah’ın emri altında ve O’nun emrine âmâde olan zemin, beşerin sapıtmış, şirke bulaşmış, Cenâb-ı Hakk’ın dışında olanlardan yardım, medet umar hale gelmiş konumu ve teknolojik eserleri ile şükürsüz bir hâle düçâr olmuştur. Bu hâl o kadar ileri gitmiştir ki, yaptıkları eserler ile gurûra giriyor ve yapılan yolların, köprülerin en şiddetli depremlere bile dayanabileceği iddiâsında bulunabiliyorlar.

Kobe depremi öncesinde “Bu köprüleri ve üst geçitleri on iki şiddetinde deprem bile yıkamaz” iddiâ ve gururlarını Allah yerle bir ederek onlara ihtâr edip göstermişti. Hem “Zelzele gibi vâkı’alar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesâdüf oyuncağı değiller”6dir. Belki “küre-i arzın, benî Âdemden, bahusus ehl-i îmândan beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mânevîyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi mevtâlûd hâdisat-ı hayatiyesini, bir mülhidin neşrettiği gibi gâyesiz, tesadüfî zannederek, bütün musîbetzedelerin elîm zâyi’âtını bedelsiz, hebâen mensûr gösterip müthiş bir ye’se atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle, ehl-i îmânın fâni malını sadaka hükmüne çevirip ibkâ etmektir ve küfrân-ı nimetten gelen günâhlara kefarettir.” 7

Belki de en önemli noktalardan bir tanesi şu olabilir: Artık yaşlı zeminimiz kıyamet öncesi, ölümün keşif kolları nev’înden ön ihtârlarla Allah’ın emri ile beşerin bütün bütün yoldan çıkmaması, maddî ve mânevî bir kıyametin arzın ecel-i fıtrîsinden evvel başına gelmemesi için son ikazlar yapılmaktadır. Yüce Allah, bütün insanlığa şöyle bir ders veriyor olmalıdır: Ey nev-i beşer, aklınızı başınıza alınız! Sizin enâniyetiniz ve gurûrunuz olan şirk-âlûd ve şükürsüz âsâr-ı beşeriyeniz sizi kurtaramaz. Siz onlara güvenmeyiniz ve onları güçlü görmeyiniz. Esâs güç ve kudret sahibi Benim. Sizin güçlü ve kuvvetli gördüğünüz ve çokça güvendiğiniz esbâb olan âsâr-ı beşeriyenizi silip süpürürüm. Benim kudretimin önünde onlar dayanamaz ve onları yıkar yok ederim.

Depremden sonra oluşan tsunami dalgalarının her yeri sürükleyip götürdüğü görüntülerini görünce, yüce Rabbimizin güç ve kudretinin sonsuzluğu gözler önüne serilmiş oluyor. Böylece musîbet nev-i beşere hakîkî bir nâsih ve uyarıcı vazîfesini yapmaya devam ediyor.

Japonlar soğukkanlı ve müteharrî-i hakîkat konumunda insanlardır. Dinlemeyi, öğrenmeyi, araştırmayı ve güzel şeyleri almayı severler. Öyleyse kâinatta en büyük hakîkat îmân olduğuna göre, Japonlar bu en büyük hakikate öncelikle Allah’a îmân cihetiyle kavuşmalıdır. Belki de fıtratlarındaki müteharrî-i hakîkat meylini bu yönde istimâl ettirmek için Rabbimiz onlara musîbet veriyor. Zira “hayat musîbetlerle, hastalıklarla tasaffî eder, kemâl bulur, kuvvet bulur, terakkî eder, netice verir, tekemmül eder, vazîfe-i hayatiyeyi yapar.” 8 “Öyle de, çok zâhirî musîbetler var ki, İlâhî birer ihtâr, birer îkazdır.” 9 “Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevî huzur vermektir.”10

Elhâsıl: “Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukûş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir sûrette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış. Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Adeta insan-ı ekber olan âlemde tecellî eden bütün esmâ-i İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umûmiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezâiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazîfelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de, musîbetlerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyiç ve muharrik ârızalarla, o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyiç eder. Mâhiyet-i insaniyede münderiç olan acz ve zaaf ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisânla değil, belki herbir âzânın lisânıyla bir ilticâ’, bir istimdâd vaziyetini verir. Güya insan o ârızalarla, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur, sahife-i hayatında veyahut levh-i misalîde mukadderât-ı hayatını yazar, esmâ-i İlâhiyeye bir ilânnâme yapar ve bir kasîde-i manzûme-i Sübhâniye hükmüne geçip, vazîfe-i fıtratını ifâ eder.” 11

Baki ÇİMİÇ / Yeni Asya

Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, 2006, s: 384.
2- Eski Said Eserleri, 2009, s: 175.
3- Eski Said Eserleri, 2009, s: 175.
4- Şuâlar, 2005, s: 562.
5- Sözler, 2004, s: 227.
6- Sözler, 2004, s: 227.
7- Sözler, 2004, s: 227.
8- Lem’alar, 2005, s: 23.
9- Lem’alar, 2005, s: 27.
10- Lem’alar, 2005, s: 27.
11- Lem’alar, 2005, s: 30-31