Kategori arşivi: Haberler

Arjantin Risale-i Nur’a Sahip Çıkıyor

Arjantin’de gönüllü Risale-i Nur Hizmetlerinde bulunan kardeşlerin mektubu:

Bismihi Sübhanehu

Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü

Türkiye’den 14 bin km uzaktan ve yüzölçümü Türkiye’nin 3.5 katı olan Arjantin’den başta Türkiye ve bütün dünyaya selamlarımızı takdim ediyoruz.

18 Mart Çanakkale Zaferi yıldönümü çıktığımız Arjantin yolunda, 22 saatlik uçak seyahatimizde tanışabildiğimiz kişilere Üstadımızdan ve Risale-i Nurdan bahsedip kitap takdim ettik. Ses sanatçılarından Atilla Taş ve yanındaki birkaç ünlüye de kitap vermek nasib oldu. Atilla Taş bize “Türkiyeden bu kadar kilometre uzakta ve yerden bu kadar yüksekte sizi bana Allah gönderdi, benim de bu ara böyle bir ihtiyacım vardı” diyerek hissiyatını ifade etti.

Aslında daha biz yolda iken Müslüman bir kardeşimiz bizi misafir etmek için dört gözle bekliyormuş. Tabi bizim bundan hiç haberimiz yok. Bu kardeşle, gitmeden evvel internette birkaç defa görüşmüştük. Mısırlı Fathi El Dessuki, 10 senedir Müslüman olan aslen Arjantinli ailesi ile beraber burada yaşıyor. Arjantin’e geldiğimizde bir yere uğradıktan sonra önce bu ailenin yanına da uğrayalım sonra bir otele geçeriz dedik. Baba oğul, Fathi El Dessuki ve 6 yaşındaki çocuğu Rami bizi çok hoş bir şekilde karşıladılar ve biz otele gitmek istediğimizi söylesek de kesinlikle bizi bırakmadılar. 60 m2’lik evlerinde bizi misafir ettiler. Ve iki gün boyunca bütün işlerini bırakıp bizim için Dershane aradılar. Türkiye’den bu kadar uzakta böyle misafirperverlik ve ikram karşısında hayretler içinde kalmıştık.

Risaleleri ve Aziz Üstadımızı bilen ve nur talebelerine karşı muazzam bir muhabbet taşıyan fakat henüz hiç Risale okumamış olan Fathi abi sanki senelerdir nur talebesi ve biz onları senelerdir tanıyormuşuz gibi bize ilgi, alaka gösterdiler ve her konuda yardımcı oldular ve oluyorlar.

Buenos Aires’e ayak bastıktan iki gün sonra Rabbimiz bize içindeki eşyalarla beraber hiç kullanılmamış bir Dersane nasib etti. Şehrin merkezinde olan bu dersanemiz yirmi bin metre kare üzerine inşa edilen ve içinde bir spor kompleksi ve iki okul bulunan Kral Fahd camiine otobüsle 10 dk uzaklıkta. Bu camiye de gidip çok kişilerle tanıştık. Üstadımızdan Risalelerden bahsettik. Bunun yanı sıra bize metro ile yarım saat uzaklıkta bulunan ve Mısırlıların alakadar olduğu diğer bir camiye de gidip en başta imam ve müezzinle tanışıp kitaplarımızı hediye ettik, çok memnun kaldılar. Cemaattan de çok kişilere kitap verdik.

Yine camide tanıştığımız ve sonradan arapça Hutbe-i Şamiye ve Uhuvvet risalelerini verdiğimiz aslen mısırlı Usame isminde avukat bir zatı kitapları okuduktan sonra dersanemize davet ettik. Çok memnun olup dershanemize geldi. Arapça ders esnasında “Maşaallah Şeyh Bediüzzaman bu kelimeleri nerden bulmuş, ben anlıyorum ki o direkt Kurandan ders veriyor.” Mealinde hissiyatını beyan etti ve bize Risalelerin neşri hususunda yardım edeceğini belirtti ve hemen ne gibi planlarımız olduğunu sordu.

Buranın insanları genellikle cana yakın, samimi, saygılı insanlar. Geleli iki hafta oldu ve üç dilde (Arapça, İspanyolca ve İngilizce) derslerimiz oldu. Erkekler arasında da Hanımlar arasında da dersler başladı, Risale okuduklarında çok beğendiklerini ve aşk ve şevkle Nurlara sarıldıklarını müşahede ediyoruz. Burada tanışabildiğimiz herkese taksi şoföründen, manava, ayakkabıcıya, otobüste, durakta, metroda hemen hemen merhaba değimiz herkese kitap verdik.

Cenab-ı Hakka yüz binlerce şükürler olsun ki daha yola çıkmadan düşündüğümüz ve dertlendiğimiz tercüme hususunda da bize öyle bir kapı açtı ki hayretler içinde kaldık. Tanıştığımız iki zat’a, -birisi sonradan Müslüman ve aslen Arjantinli-, kitaplarımızı verdiğimizde tercüme hususundan da bahsettik. Onlar bu konuda bize yardım edebileceklerini söylediler. İkisi de İngilizce öğretmeni olan bu zatlar kariyer ve tecrübe sahibi, önceden kitap tercümesi yapmış kişiler. Hatta yerli alan bu kardeşimiz, konusunda profesyonel birisi. Haftada 18-20 saat, ikisi ayrı bir şekilde çalışıp yani toplam 35-40 saat çalışarak tercüme işiyle alakadar olacaklar. Önümüzdeki altı ay zarfında inşaallah büyük risalelerden 2-3 kitap basmayı planlıyoruz. Ve bir ay gibi bir zaman dilimi içinde de bize en elzem olan küçük kitaplardan 5-6 tane basmayı planlıyoruz.

Müstecab Dualarınız istirham ediyoruz.

Buraya geldiğimizde Aziz Üstadımızın Emirdağ Lahikasında buyurdukları:

Bu zamanda onun bir mu’cizesi ve nuru olan Risale-i Nur dahi, felsefe-i maddiyeden gelen dehşetli dalalet-i ilmiyeye karşı avam-ı ehl-i imanın taklidî olan imanlarını, o dalalet-i ilmiyenin savletinden kurtarıp, umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi, zabtedilmez bir kal’a hükmüne geçmiştir ki; bu emsalsiz dehşetli dalaletler içinde, yine avam-ı mü’minînin imanını şübhelerden ve İslâmiyetini hakikatsızlık vesveselerinden muhafaza ediyor.

manasını ve burada en başta ehl-i imanın Risale-i Nur’a ne kadar şedid ihtiyaç içinde bulunduğunu idrak ettik.

Ahmet  Hasan ve Arif

Latin Amerika – Arjantin

www.NurNet.org

Hür Adam Halkla Ücretsiz Buluşuyor

Üsküdar Belediyesi Nisan ayında “Hür Adam”ı yayınlayacak

Türkiye’den başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını anlatan “Hür Adam” filmi ücretsiz olarak izleyiciyle buluşacak. Said Nursi’nin hayatının ilk kez sinemaya uyarlandığı film Nisan ayı boyunca gösterimde olacak.

Daha önce New York’ta 5 Minare, Kurtlar Vadisi Filistin gibi filmleri ücretsiz olarak halkla buluşturan Üsküdar Belediyesi, filmlerin gördüğü yoğun ilginin ardından Hür Adam filmiyle sinemaya ve sinema izleyicisine hizmet etmeye devam ediyor.

Küçük yaşta medrese eğitimiyle kendini geliştirdikten sonra savaşlar ve işgaller yaşayan bir millete İslam’ı asrın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde anlatan Bediüzzaman’ın hayatı günümüzde de tüm yönleriyle örneklik ve ibretlik olabilecek kesitler taşıyor.

Yavuztürk Niyazi Sayın Kültür ve Eğitim Merkezi’nde gösterilecek olan “Hür Adam” ın gösterim günleri ve seansları ise şöyle;

9 Nisan Cumartesi – Saat: 14.00

10 Nisan Pazar – Saat: 14.00

11 Nisan Pazartesi – Saat: 11.00, 14.00, 17.00

16 Nisan Cumartesi– Saat: 14.00

17 Nisan Pazar– Saat: 14.00

18 Nisan Pazartesi– Saat: 11.00, 14.00, 17.00

20 Nisan Çarşamba – Saat: 11.00

dünyabizim.com

Bediüzzaman’ı Bu Millet Neden Bu Kadar Çok Sevdi?

Çünkü Bediüzzaman, eserleriyle imanı olmayanları imana, imanı olanları tahkiki imana, tahkiki imanı olanları da imanın yüksek mertebelerine kavuşturuyor. Böylece anlayarak ve kabul ederek okuyan okuyucularını küfür ve inkâr cehenneminden, cehalet karanlığından, taklit hastalığından, ateizm, satanizm, narsizm ve sair din aleyhtarı bütün izmlerin belasından, anarşi ve terör lanetinden,  kötü alışkanlıklar tuzağından, bölücülük ve ayrımcılık fitnesinden ve bunlara alet olmaktan kurtarıyor; okuyucusunu Allah’a kulluktaki sultanlığa erdiriyor.

Çünkü Bediüzzaman, Türkiye’den, Müslümanların bağrından çıkmıştır. Hadislerde her yüz senede geleceği ifade edilen böyle bir İslam alimi ve allamesinin, böyle bir İslam mücahidi ve müctehidinin, böyle bir iman müceddidinin bu topraklardan çıkması, bin yıl İslamiyet’e şan ve şerefle hizmet eden ecdadımızın hizmetine karşılık, bu asil millete Allah’ın bir lütfu ve ikramı olmuştur. Bu millet de bu lütfu ve ikramı öpüp başına koydu. İkram sahibine de sonsuz şükranlarını, taat ve ibadetlerini sundu ve kıyamete kadar sunmaya devam edecektir.

Çünkü Bediüzzaman, Allah’a imanı işleyerek insanı başıboşluktan, ibadet aşkını işleyerek de gençlerimizi ahlaksızlığın her çeşidinden koruyor ve kurtarıyor.

Çünkü Bediüzzaman, Kur’an’ın ruhuna, Hz.Muhammmed (a.s.v) Efendimizin Usûl ve üslûbuna (1) uygun bir mücadele tarzı seçti, “müsbet hareket” denilen bu olumlu ve ılımlı mücadele yöntemiyle hiç durmadan 80 küsur sene her türlü zorluğa göğüs gerdi “Bana ızdırap veren yalnız İslam’ın maruz kaldığı tehlikelerdir.” dedi, toplumun imanını kurtarma yolunda dünyasını da ahiretini de feda etti. (2)

“Gözümde ne cennet sevdası ve ne de cehennem korkusu var. Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Vücudum yanarken gönlüm gül-gülistan olur.” diyen, darağaçlarına ve zindanlara aldırmadan bu milletin imanını ve Kur’an’ını savunan bir iman ve İslam kahramanını bu millet sevmeyecek de kimi sevecek?

Çünkü Bediüzzaman, bu milletin evlatlarına ağladı, kendisini, onların dünya ve ahiret ateşinden kurtulmasına adadı. (3) Fahrettin Razi diyor ki Anne babalar çocuklarının  sadece dünyevî istikballerini düşünür ve onları dünya acılarından korumaya çalışırlar; ama Hz .Muhammed’in (s.a.v) varisi olan alimler ise çocukları ve gençleri,  hem dünya ve hem de ahiret azabından korumayı hedef edinmişlerdir.”

İşte Bediüzzaman onlardan biridir. O bu milletin evlatlarının sadece dünya istikbalini değil, ebedî istikballerini korumayı hedefledi. Onun bu fedakârlığına karşılık bu millet de onu kalbinin tahtına oturttu.

Bu millet, Bediüzzaman’ı neden bu kadar çok sevdi?

Çünkü Bediüzzaman, yalnız bir kaleyi değil, koca bir Türkiye kalesini, koca bir İslâm âlemini, hatta koca bir dünyayı manen imar, tamir ve restore etme görevi ile görevlendirilmiştir.

Onun bu kudsî hizmetine karşılık, onu tanıma imkânına ve şerefine sahip olan Müslümanlar da, yediden yetmişe bu meçhul kahramana sahip çıktı. Onu o büyük görevinde yalnız bırakmadı. Onu yalnız bırakmayan, seven, arkasından giden, davasının bayraktarlığını yapan etkili, yetkili, etkisiz-yetkisiz, rütbeli-rütbesiz herkese teşekkür ediyorum.

Bu millet, Bediüzzaman’ı neden bu kadar çok sevdi?

Razi’nin tefsirinde gördüğüm güzel bir söz var: “Dünya öldürücü bir zehirdir. Onun ilacı Bismillahirrahmanirrahim’dir. (4) Buradan yola çıkarak Bediüzzaman’ın eserlerini anarşi ve terörle tadı kaçmış, küfür ve ahlaksızlıkla, haksızlık ve yolsuzlukla huzuru kalmamış dünyamız için bir ilaç görüyorum. Zaten Onun ilk büyük eserinin ilk sözü de Bismillahirrahmanirrahim’in tefsiridir. Allah’ın sonsuz rahmet ve merhametini hatırlatan Besmele’nin tefsiriyle işe başlaması da Bediüzzaman’ın tercih ettiği hizmet modelinin ip uçlarını vermiş, daha sonra bu model “müsbet haraket” şeklinde tecelli etmiş, o da rahmet ve şefkatle yoğrulmuş olumlu ve ılımlı bir hizmet modeli olarak karşımıza çıkmıştır.

Bu millet, Bediüzzaman’ı neden bu kadar çok sevdi?

Çünkü Bediüzzaman, Allah’ın izniyle bataklıkları kuruttu. Bataklıkları münbit bir arazi haline getirdi. Rengine ve kokusuna doyulmayan güller ve çiçekler yetiştirdi:

Büyük görünmeyen ama büyük olan, din ilimleriyle, fen ilimlerini, ibadet şuuruyla tahsil eden, çalışan, düşünen, okuyan, yılandan, akrepten kaçar gibi şöhretten, riyadan ve günahlardan kaçan, helal iş, helal aş, helal eş peşinde koşan, kendilerine haksızlık yapan zalimlerin bile ıslahına dua eden, vatanını ve milletini seven, küçüklerine şefkatli ve büyüklerine hürmetli olan, vakur, mübarek ve muhterem bir gençlik yetiştirdi.

Bediüzzaman, ilim mücahidi, laboratuar dervişi, plan ve proje adamı, strateji uzmanı, iletişim ruhuna sahip aynı zamanda atılımcı, cesur, edep timsali, haya abidesi, muhabbet fedaisi, sevgi, saygı, şefkat ve merhamet kahramanı bir gençlik yetiştirdi.

Bediüzzaman, ihya ettiği dini düsturlarla ve izah ettiği iman hakikatleriyle, siyaset, ticaret, eğitim, hukuk ve düşünce…erbabına denge ve itidal-i dem kazandırdı. İfrat ve tefritten kurtarıp herkesi orta noktada ve ortak paydada buluşturdu. Ülkemizden böylesine, çaplı, ufuklu, Peygamber ahlaklı, peygamber meşrepli, peygamber şefkatli bir âlimin çıkması ülkemiz ve dengesi bozulan dünyamız için bir şanstır. Bir ilâhî ikramdır. Basiret erbabının bunu göreceğine ve değerlendireceğine inanıyorum.

Keşke Arap âleminde de bir Bediüzzaman olsaydı veya keşke Ârap âlemi Bediüzzaman’ı anlasaydı, dengesiz, despot yönetimler yüzünden bu gün Ârap âlemi yanmayacak, vicdansız, zalim, fırsat düşkünü haçlı ordularının bombardımanına hedef olmayacaktı.

Her ülke bir Bediüzzaman istiyor. Veya Bediüzzaman her ülkeye taşınması gerekiyor.

Bediüzzaman bizim ülkemizde olmasaydı, bizim ülkemizin de despotizmden kurtulması mümkün olmayacaktı. Demokrasi diye diye demokrasiyi katledenler, laikliği, dinsizlik olarak anlayan ve uygulayanlar, kanun diye kanun diye kanunu tepeleyenler, Bediüzzaman’ın ve cemaatinin mazlum ama metin direnciyle karşılaştılar. Dün onu kelepçeleyen zihniyet, bu gün kelepçelenmiş durumda, dün onun kitaplarını toplayan zihniyet, bu gün hesap vermekte. Tabii ki biz bundan memnun olmuyoruz. Biz istiyoruz ki ülkemizde ve dünyamızda zulüm olmasın, dikta olmasın, haksızlık, arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk olmasın. Demokrasi ve özgürlük bütün kurum ve kuramlarıyla işlesin.

Benim bu söylediklerimi abartılı bulanlara diyorum:

Bediüzzaman ve etkisini, denge adına sağladığı katkısını ülkenin dışına çıkarın. Göreceksiniz, ülkenin tamamı kendisini anarşi ve terörün kucağında bulacaktır.

Başta ülkemizin devlet ve hükümet erkânına sonra bütün dünyaya sesleniyorum: Bediüzzaman’a sadece Bediüzzaman’ı sevenlerin değil, Bediüzzaman’ı tanımadığı için sevmeyenlerin de ihtiyacı var. Lütfen Bediüzzaman’ı okuyun, anlayın, bütün mahfillerde okutun ve anlatın. İşte o zaman askeriniz, polisiniz, kadınınız, erkeğiniz, çocuklarınız, yöneticileriniz ve topyekün milletiniz, hepiniz kendinizi adetâ cennette bulacaksınız.

Hayatlarını korumak için atom bombasına sarılan ve güvenen dünya milletlerine ondan daha üstün ve daha etkili bir silah olarak Bediüzzaman’ın eserleri olan Risale-i Nur’u gösterenlere (5) hak veriyorum ve bunun bir mübalağa olmadığına inanıyorum. Çünkü atom bombası düşdüğü yeri yakar, yıkar, silinmez kin ve nefret tohumları bırakır. Ama Kur’an’ın bir nuru ve dersi olan Risale-i Nur, düştüğü yeri ihya eder, canlandırır, sevgi ve barışı hâkim kılarak o yerleri cennete dönüştürür. (6)

Vehbi Karakaş

risalehaber.com

DİPNOTLAR:

1-Bunun delillerle isbatı için bkz. Karakaş, Vehbi, Nebevî Metottan Bediüzzaman’a Yansımalar (7. Uluslar Arası Bediüzzaman Sempozyumuna Sunulan Tebliğ)

2-Bkz. Nursî, a.e, s.553

3-Nursî, Asay-ı Musa, s.16

4-Fahrurrazi, et- Tefsirü’l- Kebir, I, s.167

5-bkz. Nursî, Tarihçe, 136

6-bkz. Nursi, Tarihçe, 136

Said Nursi Birinci’ye ‘seni kabul ettim’ dedi

Bütün ömrünü Risale-i Nur hizmetlerine vakfeden Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden merhum Mehmed Emin Birinci Ağabeyi vefatının 4. yılında rahmet ve özlemle anıyoruz…

Rize’nin Pazar İlçesinin Hisarlı Köyünde 1933 senesinde dünyaya gelen Mehmed Emin Birinci, bilhassa, Risale-i Nur’un matbaalarda tab edilmesi hizmetleriyle iştigal etmişti…

İlk defa, 1953 senesinde Hz. Üstad’ı İstanbul’da ziyaret eden Birinci ağabey birçok baskın, hapis ve tarassud hadiselerine de maruz kalmıştır.

Birinci Ağabey, çok sevdiği ve örnek aldığı Tâhirî ağabeyden tam otuz sene sonra aynı günde ve aynı şehirde vefat etmiştir. Kabirleri de Eyüp Sultan’da birbirine yakındır.

BEDİÜZZAMAN’I İLK ZİYARETİNİ ŞÖYLE ANLATMIŞTI:

Artık sabrım tükenmişti. Ne yapıp yapıp Üstadı görecektim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Fatih’e gittim. Reşadiye Otelini buldum. ‘Falan odada kalıyor‘ dediler. Çıktım. Beni Abdullah Yeğin Ağabey karşıladı. Ve Üstadın hizmetinde bulunanların kaldıkları odaya götürdü. Üstad kendi odasından bir ara abdest almak için çıkınca tekrar odasına giderken beni gördü. ‘Bu kimdir?‘ diye sormuş olacak ki, biraz sonra beni çağırdılar, gittim. Titreyerek, çekinerek, ürkerek Üstadın odasına gittim. Elini öpmek için yaklaşırken bana işaret ederek ‘otur‘ dedi, oturdum. O esnada Hz.Üstad, Türk Milliyetçiler Derneği tarafından Süleymaniye Camiinde okutulmakta olan Mevlid-i Şerifi küçük el radyosundan dinliyorlardı. Mevlid yayını bitince kalktım ve büyük Üstadın elini öptüm. Hz. Üstad da alnımdan öperek nereli olduğumu ve ne yaptığımı sorunca dilim tutulmuştu. Orada beni tanıyanlar cevap verdiler.

Risale-i Nuru okuduğumu, elimden geldiği kadar hizmet ettiğimi söylediler. Hz. Üstad bana dönerek:
Seni, hem Zübeyir, hem Bayram, hem Ceylân, hem Hüsnü, hem Tahirî, hem de Abdülmuhsin gibi kabul ettim. Risale-i Nur’a hizmet eyle” dedi.

Kendime geldiğim zaman, o mübarek zatın sıcacık eli hâlâ şakaklarımdaydı. Ruhumla birlikte bir anda bütün duygularımın yıkandığını hissetim. İkindi namazını oradaki arkadaşlarla kıldıktan sonra otelden ayrıldım. Bütün vücudumda bir hafiflik, bir rahatlık hissediyordum. Büyük Üstadın elini öpüp, onun mübarek duasına nail olmanın huzuru ve saadeti gönlümde bambaşka ufuklar açmıştı. Hele bana iltifat ederek bizzat kendine hizmet eden has talebeleri arasına dahil etmesinin sevinci içimi daha bir başka yakmakta idi. Tarifi imkânsız bir saadete kavuştuğumu hissediyordum.

Kaynak: RisaleHaber.com

Risale-i Nur’da İslam Dünyası Müjdesi Verilmişti

Mehmet Fırıncı Ağabey ile yapılan röportaj…

Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve en son Suriye’de başlayan tepkileri Risale-i Nur açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Risale-i Nur açısından bu olayları değerlendirirsek, Üstadın yazdığı makalelerde özellikle 1950’lerde yeniden gözden geçirerek neşrettiği, Hutbe-i Şamiye eserinde bu meseleye ışık tutuyor.

Orada şöyle ifade ediyor, “istikbalde hürriyet-i Şer’iye inşallah bütün İslam aleminde hakim olacak, şimdi fecr-i kazip de olsa 50 sene sonra fecr-i sadık çıkacak” diyor. Şimdi 50 sene geçti hatta 60 sene oldu demek ki, zamanı geldi artık.

İLETİŞİM İMKANLARI İNSANLARDA HÜRRİYET FİKRİNİ KAMÇILADI

Bu ayaklanmalar sizce içeriden mi yoksa dışarıdan kaynaklı?

1950’lerde İslam ülkeleri müstemleke olmaktan çıkmışlardı ve bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Ve devletler kurulmuş oldu ama bu ülkelerin başlarına getirilen kimseler malum olduğu üzere batılıların arzularına göre hareket ettiler. Yani onlara bağımlı çalıştılar.

Ama geçen bu zaman zarfında halkların bu yönetimleri artık hazmetmediği anlaşılıyor. Bugün dünyada gelişen iletişim imkanları, haberleşmenin geniş çapta gelişmesi insanlarda hürriyet fikrini kamçıladı. Ferdi şahısların kendilerini yönetmesini kabul edemez hale geldiler. Yani artık fıtri bir gelişmedir bu…

Üstad da zaten buna işaret ediyor. O zaman da bile telgrafla, telefon imkanları ile “dünyanın bir köy şekline geldiğini” söylüyor. Şimdiki uydu sistemleri sayesinde ve internet aracılığı ile dünya değil bir köy bir ev şekline girdi.

HÜRRİYET İSTEKLERİNİ CENAB-I ALLAH PAHALIYA MAL ETMESİN

İnsanlık artık uyandı mı?

Tabii uyandı artık yönetimde söz sahibi olmak istiyor. Kararlarda kendinin fikirlerinin de dahil edilmesini istiyor. Kendinin de reyi bulunsun istiyor. Artık bu ferdi uygulamaları kabul etmiyor. Tunus ve Mısır bunu biraz rahat halletti ama Libya maalesef acı çekiyor. Keşke biran evvel orada da bu iş kolayca halledilse…

Yoksa batılı güçler gene müstemleke zamanındaki anlayışı yeniden hayata geçirmek istiyorlar. Oraları yeniden müstemleke haline getirmek istiyorlar. O nedenle dua ediyoruz ki, hürriyet isteklerini Cenab-ı Allah pahalıya mal etmesin, bedelini ağır ödetmesin…

HAKLI İKEN HAKSIZ DURUMA DÜŞMELERİ MÜMKÜN

Bir de Risale-i Nurdaki “müspet hareket” kavramıyla bu olayları nasıl değerlendirmeliyiz?

Elbette “müspet hareket” esas olmalıdır. Hiçbir şekilde silahlı mücadeleye girilmemesi lazımdır. Zaten Libya’daki durumlar da bunu gösteriyor. Silahla mücadele edilince sert bir şekilde karşılık buluyor. O nedenle sabırlı olmaları gerekiyor. Teenni ile hareket edilmeli, demokratik kuralların dışına çıkılmamalı ki, haklı olunsun. Yoksa haklı iken haksız duruma düşmeleri mümkündür. Yani Üstadın “müspet hareket” tarzı oralarda da esas alınmalı. Bir silah sıkıldığı zaman o silahın sesinin gittiği yere kadar bir anda eylem genişliyor. Dalga dalga çatışmalar yayılıyor. Maddi güçler devreye giriyor. O zaman sevap ve hayır yapayım derken azim günaha girilmiş oluyor.

TÜRKİYE’NİN ASKER GÖNDERMESİ OLMASI GEREKEN BİR DURUM

NATO çerçevesinde Türkiye de Libya’ya asker gönderecek. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu olması gereken bir durumdu. Çünkü çatışmalar devam ederken gıda darlığı oluyor, sağlık sorunları oluyor. Dolayısıyla bu tür engellemelere ve yetersizliklere karşı bir tedbir olarak görüyorum. Ayrıca diğer dünya devletlerine karşı Libya halkını korumak amacı taşıyor. Yani “bunlar bizim kardeşlerimizdir, bunlara yanlış yapamazsınız” manasında bir katılımdır.

BU DURUM İNSANI HAYLİ DÜŞÜNDÜRÜYOR

Bu durumda Batılı ülkelerin kötü niyetli olduklarını mı söylemek istiyorsunuz?

Yani benim söylememe gerek var mı? Herkes görüyor. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanının tahrikkar tavırları ve saldırıları buna en güzel örnek teşkil ediyor. Bizim Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi “böyle laubalilik olmaz.” Yani diplomaside çok sert kabul edilecek bir beyanat verdi. Bu durum insanı hayli düşündürüyor.

Ama bunu bütün batılı ülkelere teşmil etmek doğru değil elbette. Mesela Almanya çekimser kaldı, katılmadı, Rusya Başbakanı Putin “bu haçlı seferlerine benziyor vicdan yok” dedi. İngiltere ABD ile hareket etti ama Fransa gibi de çığırtkanlık yapmadı. İnsanları asmak için bekleyen bir cellât gibi bir anda saldırıya geçmedi. Biraz sessiz kaldı.

İNŞAALLAH BU GELİŞMELER İSLAM DÜNYASI İÇİN HAYIRLI OLUR

Sizce bu gelişmelere İslam’ın fecr-i sadıkı doğuyor diyebilir miyiz?

İnşaallah öyledir. Bilhassa Türkiyemizin bu olaya müdahil olmasını, şuurlu bir şekilde her adımını dikkatle planlı bir şekilde atmasını ben çok takdir ediyorum. Her adımı isabetli atıyor. Bu noktada şayan-ı tebriktir. İnşaallah bu gelişmeler İslam dünyası için hayırlı olur.

risalehaber.com