Kategori arşivi: Yazılar

Maraş “Necip Fazıl Sempozyumu” Açılış Konuşması

Necip Fazıl’ı anlamak için onun yaşadığı dönemin şartlarını ve o şartlar içinde ünlü şair ve yazarın içinde bulunduğu durumu hayal etmek gerekir.

Büyük Doğu dergisine köşesinde bir gece vakti yazmakta olduğu yazıyı ertesi gün dergide görecek olan yazarın yazının kendi başına ne tür gaileler açabileceğini düşündüğü muhakkaktır. O mücadele ortamı ve psikolojisi içinde yılmadan yıllarca her zaman hapishaneyi mesken etmeyi hesaba katarak yaşamak işte mücadelenin büyüklüğü ve bugün bizde olmayan ortam. Biz bugün onların mirasını yiyoruz, ünlü şair bir gün arabaya biner cebinde az bir miktar para vardır ve şoföre “beni şu kadar liralık İstanbul’da dolaştır” der.

DAVA ADAMLIĞI ve RUHU

Dava adamı sözü artık söz de kaldı, çünkü dava adamı hassasiyeti ve derinliği yok, “Haykırsam kollarımı makas gibi açarak durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak” diyen şairin ruhu bu. Eğer bütün golleri siz atıyorsanız artık maçın tadı tuzu kalmamıştır. Bugün dindarlar, sanki mücadele bitmiş gibi lüksün ve şatafatın, debdebenin saldırısına uğramış ama farkında değil, bu kadar debdebenin içinde dava adamı ruhu nereden kalsın.

Sempozyumda gördüğüm insanlar hepsi soğuk savaş döneminin mücadele ruhu içinde ama artık atı ve silahı elinden alınmış Köroğlu gibi insanlar. Onların heyecanını miras gibi geleceğe taşıyacak gençler yok.

Namık Kemal toplumu devleti ve insanları ayağı kaldırmak için devlet çarkının başındaki insanları tenkid etmeyi büyük oranda gaye edindi sanatına. Ama artık ruhu bozulmuş, atılım yapmaktan uzak toplumu yukarıdan aşağı bir mantık ile kurtarmak mümkün olmadı.

SELAHADDİN EYYUBİ FATİH YAVUZ

O devleti yönetenlere büyük adamları örnek gösterdiği Evrak-ı Perişan’ı yayınladı. Orada Selahattin Eyyübi, Fatih, Yavuz ve Emir Nevruz’u anlattı. Sonuncusu Moğolları Müslüman eden adamdı. Devleti yönetenler bu insanları icraatlarına örnek alacak insanlar mı idi. Ama kâmil bir adamdı Namık Kemal ne yapabilirdi ki başta, haleflere selefleri örnek gösteriyordu. Türkistan Erbab-ı Şebabı gibi ihtilalcı bir teşkilatla Monteskiyo, Volter, Jan Jak Ruso ‘yu örnek alarak yeni bir ruh ortaya çıkarmayı diledi, anlamadı ve anlaşılamadı, adalarda sürgünde emellerinin enkazı üstünde ölüp gitti.

Bolayır’da çok sevdiği Süleyman paşa’nın mezarına ve denize bakan bir yerde berzaha girdi. Mezar taşında
Ölmeden görürsem millette ümid ettiğim feyzi
Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun

Her büyük dava adamı gibi milletinde ümid ettiğini göremedi ve mezar taşındaki gibi mahzun gitti öteye. Yeni bir ruh getirmek isteyip de onu getiremeden ölen ne kadar büyük adam var. Enver Paşa ve daha niceleri.

Tanzimat, Servet-i Fünun ve daha sonra Milli edebiyat dönemleri, 1922 ‘den sonraki edebiyat ortamı göğe bakma durağı olmayan şaşkın seyyahlardan oluşan bir nesil yetiştirdi.

Mukaddes kitap sürekli “ Rabbüssemavati vel ard” imajı ile insanları göğe bakmaya öğütlerken, büyük şair Necip Fazıl hep yere baktı bohem yaşıyordu, sabahı görmeden karanlıkta başlıyor karanlıkta yatıyordu. “Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim, gündüzler sizin olsun verin karanlıkları “ diyor karanlığın melankolisi içinde “ yeryüzünde yalnız benim serseri “ diyordu.

Nebevi nazar insanı bir dakikada değiştirir ve sahabi unvanı ile ortaya çıkarır, medeni ümeme vali ve devlet adamı yapardı. Nebevi ortamdan gelen bir velinin nazarı da onun zincirinde bir değişim derinliğine sahiptir.

Abdülhakim Arvasi şaire bir bakar ve ruhunda en büyük ateşi yakar, karanlıkta kalan ruh birden aydınlığa çıkar. Ve şair mazisini sorgulamaya başlar.

Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum

SEMADAN GELEN NUR VE BEREKET

Nasıl bir sızlanmadır değil mi, otuz yıl gökyüzüne uçurtma uçuran çocukların baktığı gibi bakan bir anlayış. Ne kadar var bu çocuktan. Gökyüzü mesajın merkezi oradan kitaplar gelmiş inzal-i kütüp, peygamberler gelmiş irsal-i rüsul, su gelmiş enzele minessema, bereket gelmiş, ışık gelmiş, bilmediğimiz nesnelerin inşasında daha neler neler. Allah “yükallibullahulleyle vennehar, inne fizalike liulil ebsar” diyerek gece ve gündüzün değişimindeki ibretlere bizi bakmayı teşvik ediyor.

Bütün Kur’an ‘ın mesajı bakmak ve düşünmek üzerine kurulmuş.

İnsanlar ikiye ayrılır, bedeninden çıkamayanlar,

başını kaldırıp semaya bakan ve oradan gelecek gelmiş olan mesaja göre yaşayanlar.

Bir de ikisinin arasında kalanlar, bazen aşağı bazen yukarı şaşkınca bakanlar. Marks insan bedenini mabutlaştırır, batı medeniyeti de.

Necip Fazıl bedeni yüzünden çektiği günahları Aynalar şiirinde anlatır.

Aynalar Yolumu Kesti
Aynalar bakmayın yüzüme dik dik
İşte yakalandık kelepçelendik
Çıktınız ummadık anda karşıma
Başımın tokmağı indi başıma
Suratımda her suç ayrı bir imza
Ben mişim kendime en büyük ceza
Ey dipsiz berraklık ulvi mahkeme
Acı hapsettiğin sefil gölgeme
Nur topu günlerin kanına girdim
Kudsi emaneti yedim bitirdim
Doğmaz güneşlere bağlandı vade
Dişlerinde köpek nefsin irade
Günah günah hasat yerinde demet
Merhamet suçumdan aşkın merhamet
Olur mu dünyaya indirsem kepenk
Göz yaşı döksem Nuh Tufanı’na denk?

GÖK YÜZÜNDEN GELEN MESAJ

Necip Fazıl bir evliya nazarı ile karanlık kaldırımlardan başını gök yüzüne kaldırır, ve uçurtma uçuran çocuklar gibi baktığı semadan manalar araştırır. Gökyüzü ve bir etkili bakış şairin dünyasını değiştirir. Çile’de bu değişimi bir otomobil kazasında çarpılmış insan gibi anlatır.

Kaldırımlardan gökyüzüne işte Türk şiirinin yüz yılı aşkın macerası

Necip Fazıl bu macerayı başlatan insan.

Bırak şiir de söz de kalsın yerde

Sen araştır göklere çıkan merdiven nerde?

Göklere çıkan merdiveni araştırmak ironik bir cümle. Bu merdiveni aramak bir neslin dramı ve bulamamak da bir neslin hüsranı!

Necip Fazıl ve Bediüzzaman bir nesli gökyüzüne ve mesaja bakmayı öğreten insanlar biri şiirin romantik ve yerine göre trajik özellikle eleştirel dili ile diğeri de hakikatleri aklın ve mantığın ölçüleri içinde nesle vermek.

Biri” Haykırsam kollarımı makas gibi açarak “diyor diğeri ise

“Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem “diyor.

Necip Fazıl ile ilgili çalışmalar yapılmıyor, yeni yorumlar ile bu yüz üzerinde kitap yapmış şahsa bakılmıyor, yeni neslin kafasında onun ve mücadelesinin hikayesi, trajedisi yok.

Hür Adam filmi çevrildi binbir zahmet ile , Ali Murat Güven” neden Erbakan ve Necip Fazıl’ın filmini çevirmiyoruz.” Diyor.

Bu Önce Maraşlıların sonra Türkiye’nin ve bugün Türkiye’yi idare eden onun hayranlarının aşkı olmalı.

İsraile hürriyet isteyen bir adam Amerika’da ev ev dolaşır ve dolar ister insanlardan vatanı için.

Necip Fazıl için bizim neslin yapacağı ve o idol adamı hafıza ve hayallerde yaşatacak bir değil bircok film olmalı. Yoksa çocuklarımız Amerikan filmlerinin ruhları enkaz haline getiren yıkıntısında kaldılar

Bediüzzaman kendisini ziyarete gelecek olanlardan birinin Necip Fazıl olduğunu duyunca hasırdan başka oturacak şey olmayan yere bir sandalye ister. Onu önemser ve onun mücadele ruhunu takib eder.

Yangına koşan herkese sevgimiz var, bir kova ile bir bardak su ile bir arozöz ile velhasıl kalbimiz kalbi Allah için atanlarla beraber. Kurtar bizi Allah’ım bizi bu darlıktan.

Namık kemal kendisine beş bin lira gönderen hükümete parayı iade eder, Ebuzziya “Kemal bu parayı bir hayır kurumuna ver” “hayır ben onları sevindirmem “ der. Sonra gazete kapatılır ve kendisi sürülür, o bunu dava anlayışına daha uygun bulur, çünkü büyük adamlar satın alınmaz.

Necip Fazıl kendisine elli bin lira rüşvet teklif eden bir başbakana hakaret edecek şekilde konuşur. Ve der ki “ O zaman çocukların altmış üç lira süt borcu vardı. “

Ruhun şad olsun Namık kemal ve Necip Fazıl ve Mustafa Paşanın bir torba altınını reddeden Bediüzzaman.

Bir neslin ruhunu uykudan uyandıran büyük adamlar ruhunuz şad olsun.

Maraş Belediyesi büyük adama borcunu ödüyor, sağ olsun var olsun.

Prof. Dr. Himmet Uç

Toplumsal barışın harcı selam

Hemen hepimiz selamlaşmanın öneminden, birbirini görünce kafasını çevirip yoluna devam eden insanların duyarsızlığından dem vursak da bu konuda pek de başarılı olduğumuz söylenemez.

Geçtiğimiz günlerde sanatçı Gülben Ergen ile bir izleyicisi arasında yaşanan ‘selam polemiği‘ konuyu bir kez daha gündeme taşıdı. Zira Ergen yaptığı televizyon programına telefon bağlantısıyla katılan konuğunun ‘Selamün aleyküm‘ diyerek verdiği selama ‘Merhaba‘ ile karşılık verdi. Bunu diğer konuklarına da tekrarlayan Ergen’in bu hareketi izleyicilerin gözünden kaçmadı. Twitter’da kendisine yağan tepkilere cevaben “Sizden mi öğreneceğim selamlaşmayı? Selamını alıyorum, kendi üslubumca selam veriyorum.” diye çıkışan Gülben Ergen’le birlikte selamda üslup konusu da gündeme gelmiş oldu. Ergen’in yaptığı bilinçli bir tercih olsa da işin en trajikomik tarafı bu polemiği gündeme getiren gazetecilerin kurduğu “Gülben kendisine ‘Selamın aleyküm’ diyen izleyicisine…” şeklinde başlayan cümleleriydi. Allah’ın selamının yazılışından bihaber olmalarını bir kenara bırakırsak, selamın kimlere nasıl verilmesi gerektiği önemli bir husus. Müminin parolası selamın detaylarını Marmara Üniversitesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Prof. Dr. Ali Coşkun, Prof. Dr. Nihat Temel ve ilahiyatçı Doç. Dr. Selahattin Yıldırım’dan dinledik.

Selamın şekilleri ve kimlere nasıl verildiğine geçmeden önce ne anlama geldiğine değinmekte fayda var. Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, ‘Selam’ın, Allah’ın isimlerinden biri olduğuna dikkat çekiyor. Cenab-ı Hakk’ın her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olduğu ve üstün sıfatlarla muttasıf olduğu anlamına geliyor. ‘Selamün aleyküm’ ise çoğumuzun bildiği üzere, ‘Allah’ın selamı sizin üzerinize olsun.” anlamına geliyor. Girilen ortamda selam vermek sünnet, verilen selamı “Ve aleyküm selam (Allah’ın selamı bizim üzerimize olduğu gibi, sizin de üzerinize olsun!)” diyerek almak ise farz. Selamın dinimizdeki yeri ayet ve hadislerle sabit. Yani selamlaşmak dinî bir vecibe. Selam vermek sünnet, almak farz olduğu için Müslüman olduğunu tahmin ettiği veya tanıdığı bir Müslüman’la karşılaşan kişinin selam vermemesi sünneti terk etmek, verilen selamı almamaksa farzı terk etmek olacağı gibi, aynı zamanda edep ve nezaket kurallarına da riayetsizlik. Ebû Hureyre Radiyallahu Anh’ın rivayet ettiğine göre, Resul-i Ekrem bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” İlahiyatçı Prof. Dr. Nihat Temel de Kur’an-ı Kerim’de müminlerin kendi kendilerini selamlamalarının tavsiye edildiğini şu ayetle anlatıyor: “Ey müminler evlere girdiğimiz zaman kendinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin.” (Nur, 61)

Selama misliyle karşılık verin

İlahiyatçılar Prof. Dr. Nihat Temel ve Prof. Dr. Ali Coşkun ve Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, selamın misliyle alınması konusunda hemfikir. Yüce Allah, bu husustaki emirlerinden birisinde şöyle buyurmuştur: “Bir selam ile selamlandığınız zaman, ondan daha güzeli ile selam verin veya verilen selamı aynen iade edin.” (Nisa, 86) Bu ayetten anlaşıldığına göre selam veren kişi, “Es-selamü aleyküm.” veya “Selamün aleyküm” dediğinde, ona karşılık olarak bir cümle ilavesiyle “ve aleykumu’s-selam ve rahmetullah” demek sünnet. Eğer selam veren kişi, “Es-selamü aleyküm ve rahmetullah.” derse, buna ilaveten “ve aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatühü” cümlelerini kullanıp, bir fazlasıyla karşılık vermek daha sevap.

Kimlere selam verilmez?

Her amelin olduğu gibi, selamın da adabı var. Bunları, Ebû Hüreyre radiyallahu anh’ın rivayet ettiği hadisten öğreniyoruz: Resulullah (sas) buyurmuştur ki, “Binekli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selam verir. Buharî’nin rivayetinde ise, “küçük büyüğe selam verir” ilavesi vardır. Yemek yiyene selam verilmez, “Bereketli olsun.” denilir. Namaz kılana, Kur’an-ı Kerim okuyana ve dinleyene selam verilmez. Uyuyana, tuvalette olan kişiye ve savaşta düşmana selam vermek de uygun değil.

Kaynaşmayı sağlıyor

Bir topluluğa girildiğinde selam vermek, kişinin iletişime açık olduğunun göstergesi. Dolayısıyla sosyal kaynaşmayı sağlayan etkenlerden. Dinimizce makbul şekli “Selamün aleyküm” olsa da, günlük hayatta kullanılan başka biçimleri var. Örneğin asansör kabininin boyasını incelemek yerine, komşunuza “günaydın” diyebilir, iş çıkışı çantanızı alıp kapkaççı gibi olay yerinden uzaklaşmak yerine arkadaşlarınıza “İyi akşamlar” dileyebilirsiniz. Yabancı ülkelerde yaşayanlar cadde ve sokaklarda tanımadığı insanlara dahi selam vermeyi ihmal etmiyor. İtalya’da yaşayan gazeteci Hasan Fatih Türk İtalyanların selam verip almayı çok önemseyen bir millet olduğunu söylüyor. Neredeyse günün her saatine uyacak ayrı bir selamları var zira. Türk’e göre İtalya’da bir yere girerken ya da bir yerden çıkarken selam vermeyene iyi gözle bakılmıyor. Amerika’da yaşayan gazeteci Sezai Kalaycı ise burada selamlaşmanın kültürel bir alışkanlıktan öte, insanlar arasında sulhun, ortak yaşamın akidesi gibi olduğu görüşünde. “Tanıdık, tanımadık, sokakta ya da işyerinde veya herhangi bir ortak yaşam alanında selam vermeden geçen insan yok gibidir. Selamlaşma kültürünün en fazla yaygın olduğu bölgeler genelde ya taşra ya da üniversitenin çok olduğu, daha nitelikli, eğitimli insanların yaşadığı semtlerdir.” diyor, Kalaycı.

“Selama mukabele haktır”

Marmara Üniversitesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Prof. Dr. Ali Coşkun: Selamlaşma dinimizde ayet ve hadislerle sabit. Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından birinin de verilen selama mukabele etmek olduğunu da Peygamber Efendimiz’den öğreniyoruz. Dinimizde ‘merhaba’ selam yerine geçmez, ancak selamdan sonra söylenebilir. Birine selam verdiğinizde duymamış ya da almamışsa, o selamı kendinizin alması gerekir. Allah’ın isimlerinden olan Selam esenlik, huzur, barış ve sevgi göstergesi, “Seni tanıyorum, benden sana zarar gelmez.” mesajı. Selam vermemek de bunun aksini gösterir. Selam, Müslüman’ın kültürel kodlarından biri.

“Selam dil ve söz ile alınır verilir”

Marmara Üniversitesi İlahiyat Prof. Dr. Nihat Temel: Selamlaşmamüminin kardeşine vazifelerinden biri. Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde müminin mümin üzerindeki haklarından bahsederken selamlaşmaya özellikle işaret buyurmuştur. Selam müminin mümine hediyesidir. Selam barıştır. El ile baş ile değil, dil ile söz ile alınır verilir. Dinimizce en güzel selam verme ‘es selamu aleyküm’dür karşılık olarak da “ve aleykümüsselam”dır. Selamlaşmayı ihmal edenleri Peygamber Efendimiz, kınamıştır. Kıyamet gününde Rabb’imizin selamına muhatap olabilmemiz için bu güzel duayı birbirimizden esirgemeyelim.

“Müslümanların parolası gibi”

İlahiyatçı Doç. Dr. Selahattin Yıldırım: Selam, es-selamü aleyküm veya selamün aleyküm şeklinde icra edilen dinî bir sorumluluk. Merhaba ise, selam veren kişiye dostane bir karşılama anlamını ifade eden bir kelimedir. Selamlaşmak, Müslümanlar arasında kaynaşmaya ve sevişmeye vesile olan bir ibadet olduğu için bir Müslüman’ın selamlaşma adabını öğrenmesi ve bunlara riayet etmesi gerekir. Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “İnsanların Allah katında en makbul olanları, selama ilk başlayanlardır.

Merve Tunçel / Zaman Gazetesi

Sofra adabı üzerine..

Sofrada nasıl bir duygu ve değerlendirme içinde olmalıyız, diye soran okuyucuma:

Baştan denebilir ki, insanın yiyecek kadar midesinde iştiha duyması, bu iştihasını karşılayacak kadar da sofrasında nimet bulması, Allah’ın büyük bir lütuf ve ikramıdır.

Sofraya her oturuşta insan bu lütfu hatırlamalı, bu ikramı düşünmeli, bu nimetin gereği de yapılmalıdır.

Yani sofrada yemek boyunca zikir, fikir ve şükür duyguları içinde olunmalıdır.

Bu nasıl olur? Sofrada nasıl zikir, fikir, şükür duyguları içinde olunur?

Alimlerimiz şöyle tarif ediyorlar sofrada zikir, fikir ve şükür duyguları içinde olmamızı:

– Yemeğe besmele ile başlamak zikirdir! Yemek boyunca bu nimetleri vereni düşünmek fikirdir!. Yemekten sonra ‘Elhamdülillah!’ diyerek kalkmak da şükürdür!..

İşte size sofra adabımız ve sofra boyunca unutulmamsı gereken zikir, fikir, şükür görevlerimiz..

Sofraya böyle zikirle başlayan, fikirle devam eden, şükürle tamamlayıp kalkan kimse, elbette ruhen huzur bulur, bedenen sıhhate kavuşur, sofrasında da berekete nail olur. Çünkü Rabb’imiz, verdiğim nimetlere şükrederseniz bereketini çoğaltırım, şükretmezseniz azaltırım, buyurmaktadır.

Alimlerimiz yemek konusunda bazı tavsiyelerde bulunarak diyorlar ki:

– Zikir, fikir ve şükür niyetiyle sofraya oturan insan, baştan kendine tembihte bulunmalı, çok yememeye dikkat etmeli, tıka basa midesini doldurmamaya kararlı bulunmalıdır.

Çünkü ihtiyaçtan fazla tıka basa yemek, zikrin zevkini azaltır, fikrin derinliğini yok eder, sünnete de aykırılık söz konusu olur.

Nitekim tıpta ihtisas yapmış bir alime:

-‘Kur’an-ı Kerim’de insan sağlığı ile ilgili bir ayet buldunuz mu?’ diye sormuşlar.

Şöyle cevap vermiş: “Kur’an-ı Kerim’de insan sağlığı ile ilgili çok ayet vardır. En başta geleni ise, “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz.” ayetidir demiştir.

Anlaşılıyor ki, ihtiyaç kadar yemek helaldir. Ama tıka basa yiyerek israf etmek helal değildir. Tıbben de vücuda zarardır.

Aslında yemek konusunda en nihai ölçüyü Efendimiz (sas) Hazretleri şöyle vermiştir:

-Midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, kalan üçte birini de rahat nefes almaya bırakın!

İşte size zikir, fikir ve şükür duygularıyla oturduğunuz sofradan sünnete uygun şekilde kalkma adabı..

Demek ki, sofraya iştiha ile oturmalı, yine iştiha varken kalkmalı, midede suya, nefes almaya da yer bırakmalı, tıka basa doldurmamalıdır.

Sofrada mideyi çok doldurmanın tehlikesine ait verilen bir misal.

Sahabeden Semüre bin Cündeb’in oğlu yemekten sonra kusmuştu. Çok yedikten sonra kusmayı hayra alamet saymayan sahabe baba şöyle dedi:

– Oğlum bu kusmadan sonra ölmüş olsaydın, cenaze namazını kılmakta tereddüt ederdim!.

Demek ki, çok yemekten ölen insan, namazı kılınamayacak derecede kötü biri gibi görünmektedir sahabeye.

Hazret-i Ömer efendimizin uyarısı da unutulmamalıdır sofrada:

– Nefsin arzu ettiği her şeyi alıp sofraya koymak israftandır. Allah ise israf edenleri sevmez!.

Öyle ise alabildiğiniz her çeşidi sofranıza koymayın, nefsinizi tahrik ederek israflı sofralar kurmayın.

Unutmayın ki sofradaki nimet helal ise hesabı, haram ise azabı vardır!.

Maneviyat büyükleri sofrada şu dört şeyin düşünülmesi gerektiğini ifade etmişlerdir:

1- Yemeğin mutlaka helalinden kazanılmış olması.

2- Bu helal nimeti Allah’ın ihsan ettiği sıhhatle yediğini düşünmesi.

3- Kendisine takdir edilenin, yediği nimet olduğunu düşünmesi, şikayete yönelmemesi..

4- Yediği nimetin verdiği güçle Allah’a ibadet görevinin bulunduğunu unutmaması.

 

Ahmed Şahin / Zaman

Prof. Dr. Thomas Michel “İhlas Niyet Temizliği”dir

Prof. Dr. Thomas Michel ise İhlâs Risalesi’nin analizini yaptı. Michel, kendisine mahsus yumuşak ve tatlı üslubuyla ihlâsı “niyet temizliği” olarak tarif etti ve ihlâsın nasıl kazanılacağı, nasıl muhafaza edileceği üzerinde durdu. Devamında, ihlâsı kıran manilerden bahsederek ihlâsın önemini vurguladı. Said Nursi neden talebelerine İhlâs Risalesi’ni en az iki haftada bir okumaları gerektiğine değinen Michel, toplantıya katılanlara yönelik “İçinizde son iki hafta içinde İhlâs Risaleleri’ni okumayan var mı?” diye sordu. Akabinde ise İhlâs Risalesi’nden fotokopi çektirmiş olduğu bir bölümü salonda bulunanlara dağıtarak hep beraber okudu. En sonunda da şu sözlerle İhlâs Risalesi’nin ehemmiyetini nazara verdi:

Ben İhlâs Risalesi’nin sadece Nur Talebeleri’ne ve Müslümanlara yönelik olduğunu düşünmüyorum. Bütün insanların kendi niyetlerini temiz tutmak için okumaları gerekir. Özellikle de Hıristiyanların! Ben okuyorum ve niyetimi temiz tutmak için istifade ediyorum. Hatta bu sabah Allah’a dua ettim ve dedim ki: Allah’ım bu tebliği sunarken benim ihlâsımı koru. Ta ki, senin rızandan başka maksatlar niyetime girmesin. Başkalarına iyi görünmek ve benim tebliğimin en iyi olduğunu göstermek için değil, sırf senin rızanı kazanmak için iyi bir tebliğ sunmaya muvaffak olmak istiyorum; beni koru Allah’ım!

Bu konuşma, tabii ki salondakileri çok duygulandırdı.

Durkham’da yapılan Nursi Konferansı’ndan alınmıştır…

Bediüzzaman ve Olaylar

Bediüzzaman’ın hayatında
olayları yazmak zor bir şey.
Bütün bir hayatı gözden
geçirmek gerekir.
Hakkında yazılanları gözden geçirmek gerekir.

Bediüzzaman’ın biyografisini kaleme almak için biyografi kültürü gerekir. Türkiye’de Avrupalı veya Asyalı birçok büyük adamın hakkında yazılmış biyografi kitapları var. Ama bunları bizimkiler yazmamış, bizimkiler doğum ölüm tarihi ve eserleri ve sonuç türü basit kurgulu kitaplar yazmışlar. Sadece bende en az elliye yakın biyografi kitabı var. Büyük sanatçıların yaşadığı coğrafyada, mekânlarda dolaşılmış, onun teneffüs ettiği havayı, dokunduğu eşyaları görmüş ve onlara dokunmuş ve onun hakkında yazmış kişiler bunlar.

SEVDİĞİ ADAMA EN BÜYÜK KÖTÜLÜK YAPANLAR

İnsan, eşya, olay ve nesneleri hissetmek onların ortasında biyografisi ele alınan şahsın dünyasını hissetmek için büyük empatiler ve hassasiyetler gerekir. Bizde sevdiği kişileri anlatamayıp onları olağan üstü hale getiren güya sevgi ifade eden cümleler vardır. Bunlar ütopyadır. Sevdiği adamı bir türlü bulutlardan aşağı indirmek istemez, ama farkında olmadan ona en büyük kötülüğü eder.

Picasso ile ilgili bir kitap yazar bir yazar, ressam kitabın önsözünü okur ve kızar “ hayır ben de insanım “ der. Peygamberimiz huzurunda titreyen bir adama” titreme kardeşim, ben kral değilim, ben de kuru ekmek giyen bir kadının oğluyum “ der. Sadelik birçok büyük adamın hayat özelliğidir, özellikle Hz Peygamber, Hz Ebubekir ve Ömer de bu sadelik bir meşreb olmuş. Bediüzzaman’ın hayatı da sadelik yönü ile onların arkasından geliyor.

HEDEF BELİRLİYEN BÜYÜK İNSANLAR

Olaylar insanları izah eder, olaylar ilimi oluşturur, din de ilim de olaylardan oluşur. İnsanlar olayların içinden doğar, olayların içinde kaybolan insanlar büyük adam olamaz, ama olayları yönlendiren onların rotasını belirleyen insanlar büyük insanlardır. Ne kadar büyük adam hayatı okudu isem , olayları yöneten insanlar olduklarını gördüm, olayın tesiri altında bir süre bocalasa da bir süre sonra olayları ele geçirir ve hem kendi büyür hem de etrafındakileri büyütür.

Hz. Ebubekir’i babası puthaneye götürür, oradaki taş yığınlarının onun ilahı olduğunu söyler, o çıkar dışarı gider. Babasının kafasındaki olayın büyüklüğü onun yanında bir anlam ifade etmez. Peygamberimiz onların adını bile ağzına almaz.

Çoğumuz en basit olaylarda boğuluruz, en basit olayı bir okyanusa çevirir onun içinde kayboluruz.

Bediüzzaman’ın çocukluğundaki olaylar onun gördüğü ile beklediği arasındaki farktan doğar. Ama daha o küçük yaşta kafasında nasıl bir kanun oluşmuştur, o kafasındaki olması lazım gelen nasıl birden bire oluşmuştur, düşünmek gerek. İnsanlar ideali olgunluk yaşlarında takib ederler, ideal bir tecrübeden doğar, Bediüzzaman daha o küçük yaşta nasıl ideali göremeyince huzursuz olur ve olaylar buradan ortaya çıkar. O küçük kafaya bu akl-ı selimi nasıl yüklemiştir Allah. Dolayısı ile onun hayatının her dönemi biyografi kurallarına göre gelişmez. Çünkü biyografide olaylar arasında mantıki bağlar vardır, ama sıradan mantık ile onun olayları yorumlanamaz. Dönemin öğrencileri ile uyumsuzdur, hocaları ile uyumsuzdur, yönetici sınıfı ile uyumsuzdur. İlahi bir tensip bu uyumsuzluklar hep gelişmeye ve yeniliklere açık olarak çalışır. Ona hizmet ederler. Boşuna adı Garibüzzaman değildir. Onun doğduğundan öldüğü güne kadar bütün olaylar da garip , olaylar içinde bir tiyatro karakteri gibi o da garip iki garipten bir mantık doğar, Bediüzzaman hazırlanır.Olaylar kesilmiş biçilmiş geometrik olaylar değildir, ani ve çarpıcı olaylardır. Realist olaylar sıradan ve gündelik olaylardır, ama romantik olaylar krater gölleri gibi sıradan ölçülebilir olaylar değildir.

BEDİÜZZAMAN ve HARİKA OLAYLAR

Bediüzzaman’ın karanlık bir yolda yürüyüp yine bir mubarek makberde günlerini geçirmesi sıradan bir olay olmadığı gibi, öldü diye beklenilen çocuğu uyandırması da olağan dışı olaydır. Mustafa Paşa ile karşılaşması ve olayların gelişmesi yine sıradan bir olay değil, beklenmedik karakterler oluşturan olaylardandır. Karakterler beklenmedik olaylardan beklenmedik şekilde çıkarlar.

Kitaplarla ilişkileri bir bölük olaylar zinciridir. Herkesin ömrünü verdiği kitapları çok kısa okumalarla hafızasına alır. Mücadele , mübareze ve mütalaa, münazara ettiği olaylar hepsi olağan üstüdür.

Cizreli âlimler ile mübahasesinde Mustafa Paşa onun olayın içindeki tavrına hayran olur. Sıradan insanlar sıradan olaylar içinde sıradanlığını korur, hayatları sıradanlık içinde heyecansız geçer.

Bediüzzaman’ın hayatındaki olayların en büyük vasfı beklenmedik büyük heyecan yüklü olmalarıdır. Bu kadar yüksek frekanslı olayların içinde hayatını koruması da bir büyük olaydır.

Her gittiği yerde yüksek yerlere olan iptilası bir garip olaydır.

Caminin şerefesinin duvarında yürümesi, kaleden düşerken ölüme gittiği halde hayata iade edilmesi hayret verici olaylar zincirinin halkalarıdır. İnsanların büyük olayları yönetmesi çevrelerinde büyük hayran kitlelerinin oluşmasını sağlar.

Bediüzzaman’ın çevresindeki hayranlıkların en önemli yanı onun olaylar içindeki tavrıdır. Çünkü olaylara yön vermesi ve içinden çıkması şaşkınlığa neden olur. Günlük hayatının bazı anları yine anlaşılmaz ve müphem olaylar ile doludur. Geceleri kimseyi yanına kabul etmemesi belirli süre dış dünyaya kapalı durması , o kapalılık esnasında cereyan eden olaylar tamamen nasıl olduğu ne olduğu belli olmayan olaylardır.

Bediüzzaman esrarengiz bir insandır, bir gece Van hayatında bir talebesini yanında götürür, dayanamaz kaçar eve gelir. O farklı âlemlerde dolaşan ricalül gaybdır. Ama öğrencilerine bu gaybi kişiliğinin ipuçlarını vermez, sıradan bir insan gibi yaşar. Çok merak ediyorum onun hayatının ve ilminin oluşmasında o gecelerin yeri nedir, neler yapar , havaya rüzgara biner nerelere gider, nasıl geri döner?

Neler edinir, kimlerle görüşür, hangi kitaplar için dünyanın önemli kütüphanelerine gider.

Doğrusu ben onun bahsettiği ilimleri nasıl edindiği konusunda hayretteyim. Türkiye’de henüz tercümesi bile olmayan biyolojik, zoolojik, astronomik, tıbbi ve daha birçok bilimde yaptığı bilim felsefesi dine giden yollar çizmesi garip olaylardır. Kaç Bediüzzaman vardır o konuda da hayretteyim, birbiri içinde birbirine bağlı farklı özellikler gösteren bir Bediüzzamanlar zinciri var, böyle düşünüyorum katılmayan katılmasın.

O kadar kısa sürede o kadar okyanus genişliğinde vakıada görünür ki nasıl o ihata edilmesi güç olayları idare eder, yine hayretteyim.

Otuz bir Mart olayında o insanları küçük balıklar gibi yutan köpek balığı gibi olayların içinden hasarsız çıkması gariptir.

Hayatında hiç küçük olay yok ki o oturduğu yerde büyük olaylar düşünür, medrese açmak için çabalaması bizim eğitim tarihimiz içinde önemli bir olaydır, bu faaliyette iken savaşın çıkması , savaşa katılması , esareti , esaretindeki olaylar, Kostruma sürgünü oradaki olaylar, hele oradan kaçması izah edilmesi güç olaylardır. Mıknatıs gibi büyük olayları çeker ruhu . Bu hep büyük düşündüğünden dolayıdır.

Onun İstanbul’a geldiğindeki olaylarda bir imparatorluğun çöküşe gittiği yıllardır. O hüzünlü ve melankolik ortamda yine ümid verici bir insandır. Savaş yıllarında denizaltılarla ülkenin ayakta durması için seyahatler yapar. Eşref Kuşçubaşı ile yaşadığı olaylar, ne tür olaylardır bunları çok bilmiyoruz. Osmanlıyı Osmanlılığı ve coğrafyayı kurtarmak için büyük çaba gösterir, herkesin oturduğu yerde ırkçı felsefeler ile ülkeyi kurtarmaya çalıştığı dönemde imparatorluğu ayakta tutmak için azami gayret sarfeder.

Onun yanında yaşayıp hayatının kroniğini yapmak isterdim, ne ham hayal, onun için kendisi hiçbir zaman olay değil.

Gençlik rehberi mahkemesinde talebesinin kolunda merdivenlerden inerken bekleyen binlerce insanı sorunca “Bunlar kim “ , “Efendim sizi görmek istiyorlar” sözüne “Acaip “ diye cevap vermesi , benim anlamadığım bir şey.

Necip Fazıl Erzurum’a gider , trenden inerken karşılanmayınca , karşılanmasını ve nümayiş yapılmasını ister, haklı olarak.

Üstad üstad diye bağıran bir gruptan sonra trenden iner, haklı çünkü gerçekten büyük adam sıradan bir adam gibi davranmaz. Bir gün treni kaçırır sorarlar , “üstadım treni mi karçırdınız” o yine o garip kişiliği ile “hayır kovdum gitti “ der.

İstanbul işgal altındadır, tek adam işgalcilerin planlarını bozmaya çabalar ve başarır, kitap yazar iki talebesi ile dağıtır.

İngiliz işgalinde üdebamız aşk şarkıları ve şiirleri yazarken o büyük kelimesinin yanında cüce kaldığı kişilik tek başına bir zorba devletin İngilizin siyasetini iflas ettirir. Hala anlatamadık şu tavır bir büyük alkış alacak tavırdır, hala bu ülkede bu insanı dar kalıplarda gören zavallılar, taptığınız adamların tavrı nedir bir bakın da kıyaslayın.

Yaptığı işin önemini Ankara hükümeti takdir eder, çağırırlar bu da büyük bir olaydır.

Akif de çağrılmıştır ve o Anadolu halkını kuvay-ı milliye lehine hazırlamıştır.

Bediüzzaman ise devletin hamurunu oluşturan ekiple görüşür, hamura katılması gereken maddelerde anlaşamazlar. Bediüzzaman yüz yılın tek alternatif düşüncesi siyasi anlamda, tevhid mücadelesinde ise bin yılın adamı.

Bugün o ekmek koktu, yeni ekmek zorunlu, isterseniz de istemeseniz de bu ekmeği kabul edin, çünkü sizin un ve fırın duman oldu.

Kader onu kendini kurtarmak gibi küçük bir olay metaforu ile yüz yüze bırakmaz. Van ‘da kendi ahval-i ruhiyesine razı iken , alınır Barla’ya sürülür.

Barla’nın ağaç yapraklarından ve ezan sesinden başka ses duyulmayan heyecansız ortamında , dünyayı gürültüsüne çağıran büyük olaylar üretir eserleri ile.

Şimdi eserler zihinlerdedir, eskiden dışarıda idi, siyasi kökenli idi şimdi ise imani kökenli olaylar. Ahiret inancı bir olay, Haşir risalesi bir olaylar zinciri.

Şu Haşir risalesinin otuz üç boyutundaki olayları bir sıralamak isterdim, birbirine ekleyip bir haritasını yapmak isterdim, ne hayal ne mantık, ne akıl , ne hafıza nasıl onları birbirine birbirinin üstüne oturmayacak şekilde birbirine raptetmek.

İki adamı konuşturup onları idare etmek ve on iki suret on iki hakikat mukaddeme dört işaret, beş zeyl ile otuz üç parçalı bir büyük olaylar zinciri. Onları hangi mantık ile bir araya getirmiş.

Bediüzzaman ve olaylar bir kitap olacak kadar büyük. İşte İsmail benek onbeş vazifeden biri , kelimelerde kalmak yetmez, kelimeler bir dağ gibi onlardan yeni dünyalar kurmak, sahipsiz Bediüzzaman senin efkarın ile neler olur neler. Bir Markstan binlerce cilt kitap yorum roman şiir tiyatro çıkmış haydi arkadaşlar buyurun bir dahi aşkıle….

Prof. Dr. Himmet Uç