Kategori arşivi: Yazılar

Risâle-i Nûr’un Esasları

Risâletü’n-Nûr, gerçi umûma teşmil sûretiyle değil, fakat herhalde hakîkat-i İslâmiyyenin içinde cereyân edip gelen esâs-ı velâyet ve esâs-ı takvâ ve esâs-ı azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhâfaza etmek bir vazife-i asliyyesidir. Sevk-i zarûretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terk edilmez. (1)

Bediüzzaman Hazretlerine ait yukarıdaki cümlede, Risale-i Nur’un bir takım esasları ifade edilmiştir.

Bir bütün olarak baktığımızda görülecektir ki, altı erkân-ı imâniyye, beş esâsât-ı İslâmiyye, Kur’ân ve mütevâtir hadîsin nassıyla sabit olan İlâhî hükümlerden tut, tâ en fer’î (2) meselelere kadar üzerinde ittifak edilmiş olan meseleler, Risale-i Nur’un ders konusudur.

Risale-i Nur’un ders verdiği bu yüksek hakîkatlardan/yüce esaslardan dördünü, yukarıdaki cümle içinde görmekteyiz. Onlar da:

1.Esâs-ı velâyet: Farzları yerine getirmek, kebâiri (3)  terk etmek, küçük günahlarda ısrar etmemek ve sünnet-i seniyyeye ittiba’ etmek sûretiyle Allah’a yaklaşmak.

Nur’un has talebeleri, hakîkat-ı İslâmiyyenin içinde cereyan edip gelen velâyetin esasına, yani nübüvvet verasetinin sırrına mazhar olur. Yani farzları ifa, kebîreleri terk etmek, sağâirde (küçük günahlarda) ısrar etmemek ve Sünnet-i seniyyeye uymak sûretiyle Allah’a yaklaşmış olur.

Risale-i Nur mesleğinde, nâfilelerle değil, farz ve sünnetlerle Allah’a yaklaşmak prensibi esastır. Bir başka ifade ile, kurb-i nevâfil değil, kurb-i ferâiz esastır.

Çünkü Risâle-i Nur, müstakil bir tarikat ve müstakil bir meslek olmadığından, doğrudan doğruya şerîatın ve sünnet-i seniyyenin içindeki velâyet-i Ahmediyyenin cilvesini göstermektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse; “Tarîkat-ı Muhammediyye” dir.

Bu bakımdan, sünnetin esaslarına riâyet ve ehl-i sünnet âlimlerinin tesbit ettiği o nurlu esasları/prensipleri/ilkeleri bid’alara karşı koruyup muhâfaza etmek ve ehl-i imânın gönüllerinde yerleşmesine, ihyâ ve intişarına vesîle olmak gibi bir misyonun  asrımızdaki sözcüsü/dellâlı/temsilcisidir.

Bu mesele üzerinde o kadar yoğunlaşmıştır ki, sahâbe ve müçtehidlerin icmâıyla ittifak edilmiş tek bir sünnetin tezyîf, tahkîr ve inkârına yol açabilecek her türlü teşebbüs ve davranışların karşısında şiddetle nûrâni bir set oluşturmuştur.

“Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı sünnette hissesi ziyâde ola. Sünnete ittiba’ etmeyen, tenbellik eder ise, hasâret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinâyet-i azîme; tekzîbini işmâm eden tenkîd ise, dalâlet-i azîmedir.” (4)  ifadeleri, yukarıdaki açıklamalarımıza en veciz bir mesnet teşkil etmektedir.

2. Esâs-ı takvâ: Nehyedilen her türlü günahtan kaçınmak (menhiyyattan içtinâb).

3. Esâs-ı azîmet: İmkân ölçüsünde azîmeti esâs tutmak, ruhsatlarla amel etmemek.

4. Esâsât-ı Sünnet-i Seniyye: Başta imânî hakîkatler ve İslâmî esaslar olmak üzere Sünnet-i Seniyyenin bütün merâtibini öncelikle kalben tasdîk etmek, nafile ve âdab kısmında ise mümkün olduğu kadar ittibâya çalışmak.

Risale-i Nur, Kur’ân ve hadîste açıkça izah edilen ve dört mezhebin, belki de on iki hak mezhebin üzerinde ittifak ettiği sünnetin esaslarını isbat ederek hikmetlerini, güzelliklerini göstermiş, bid’aların, dinde olmayan ve sonradan dine sokulan fikir/düşünce ve hayat tarzlarının çirkinliklerini ümmetin nazarına vererek güçlü delillerle ayrıntılı bir biçimde ortaya koymuştur.

“On Birinci Lem’a” olan Mirkatüs-Sünne ve Tiryâk-ı Marazi’l-Bid’a Risâlesinde ve “Yirmidokuzuncu Mektub”un Altıncı ve Yedinci kısımlarında sözünü ettiğimiz konular, ikna edici delillerle izah ve isbat edilmiştir.

Özellikle Tesettür Risâlesinde kadınların tesettür ve giyim tarzı,  müfessirlerin ve müçtehidlerin görüşleri istikametinde Kur’ânî bir bakışla bid’alara karşı müdafaa edilmiştir.

“İktisâd Risâlesi” nde, yine sünnetin en önemli temel taşlarından olan iktisat meselesinde emirler zikredilmiş, isrâfın zararları üzerinde durulmuştur.

“Hikmetü’l-İstiâze Risâlesi”nde, bid’at ehlinin bâtıl fikirleri çürütülerek reddedilmiş, Sünnetin düstularındaki hakkâniyet vurgulanarak imân ehlinin en sağlam kal’ası olan Sünnet kal’asına sığınmaları, ahir zamanın fesat ve bozgunculuklarından ancak bu yolla selâmette kalınacağı delillerle ortaya konmuştur.

Ayrıca Risale-i Nur’da, “Arabî ezân, kamet ve hutbe” (5)  gibi İslâmî şeâir isbat edilerek, onların yerine ikame edilmek istenen bid’alar, şiddetle reddedilmiş, şeâirden olan Kur’ân hattı müdâfaa edilmiş, Kur’ân yerine tercümelerinin geçerli olmadığı isbat edilmiştir.

“Haşr-i cismânî, tevhîd-i hakîkî “ gibi pek çok esasları reddeden ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefenin fikirlerini de çürütmüştür.

Ve daha bunun gibi, sünnetin müdâfaası, bid’aların reddi hususlarında pek çok izah ve isbatlar,  bu eserlerde şerefle yerlerini almıştır.

“Sevk-i zarûretle, hâdisatın fetvâlarıyla onlar terk edilmez” diyerek bir kısım şer’î ruhsatları bahane edip, “ Zaman değişti, olaylar böyle gerektiriyor, eski müçtehidlerin fetvalarıyla hareket edemeyiz, v.s..” bahanelere sığınarak Sünneti tahrîb, tahrîf etmek isteyenlere karşı, azîmet ve takvâyı tavsiye etmiştir.

Bilinmelidir ki, zarûret meşrû’ yoldan kaynaklanırsa haramı helâl kılar. Halbu ki bu zamanda zarûret denilen şey, beşerin sû-i ihtiyarından ve gayr-ı meşrû’ yoldan gelmektedir. Şerîatteki ölçü ise; ölüm, şiddetli darp veya bir uzvun kesilmesi gibi zarûretler söz konusudur. Bu zamanda ise, dünyayı ahirete tercihle zarûret bahanesiyle en küçük bir dünya menfaati, dinin en büyük meselelerine tercih edilerek bu ruhsatlar sû-i isti’mal edilmektedir.

İşte bu bakımdan bid’at ve dalâlet ehline karşı Sünnetin müdâfaası, ancak takvâ ve azîmet yolunu tercih etmekle mümkündür.

O azîz Üstad’ın mânevî vârislerinden olan başta Hacı hulûsî ağabey olmak üzere, Hoca Sabri, Hâfız Ali, Mehmet Feyzi Efendi gibi zevât-ı âliye bu tarz bir yaşantıyı tercih ettiler.

a) Üstad Bedîüzzaman Hazretleri ve mânevî vârisler, “İn ecriye illâ alallah” diyerek kimseden hediye almamışlar.

b) Siyâsete girmemişler, siyâsîlerin entrika ve ayak oyunlarına asla gelmemişler,

c) Giyim-kuşamlarına dikkat etmişler,

d) Gece (teheccüd) namazını terk etmemişler,

e) İktisatla yaşamış, zarûret miktarı yemiş-içmişler,

f) Üstad Hazretleri, hiçbir siyasîye karşı dinde ta’vîz vermemiş, yazdığı mektuplarla siyâset adamlarını ve idarecileri şerîate, ona uymaya ve İslâmî hakîkatleri hayata geçirmeye dâvet etmiştir.

g) Bedîüzzaman Hazretleri harama nazar etmemiş,

h) Üzerinde resim bulunan paraya elini sürmemiş, Hacı Hulûsî Bey de üzerinde resimli para bulunduğu halde namaz kılmamıştır.

Bu ve bunlar gibi prensiplere bakıldığında görülecektir ki, Üstad ve has talebeleri ruhsatlarla değil, azîmetle amel etmişlerdir.

Altı çizilmesi gereken husus  şudur ki; Risâle-i Nur, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin yaşadığıdır.

Makalemizi yine O’nun konu ile alakalı sözleriyle bağlayalaım inşâallah:

“[Bu mektup gayet ehemmiyetlidir.]
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugünlerde, Kur’an-ı Hakimin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azime içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır.
Hem, az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
(6)

İsmail Aksoy

Dipnotlar:

1-      Kastamonu Lâhikası, Birden İhtar Edilen Bir Mes’ele

2-    İslam hukukunda şer’î delillerin bir kısmıdır. Şer’î delillerin diğer kısmı ise aslî delillerdir. Fer’î delillerin başlıcaları yedi tanedir. Bunlar sırasıyla şöyledir:

  1. İstihsân
  2. İstishâb
  3. İstislâh (Mesâlih-i Mürsele)
  4. Örf ve Âdet (Örf, Âdet ve Teâmül)
  5. Sahabi kavli
  6. Zerâyi’
  7. Şer’ü Men Kablenâ (Geçmiş Şeriatler)

3- Bu konuda Barla Lahikasında şu cümleler geçmekedir:
“Hem mektubunuzda yedi kebâiri soruyorsunuz. Kebâir çoktur; fakat ekberü’l-kebâir ve mûbikat-ı seb’a tâbir edilen günahlar yedidir: Katl, zina, şarap, ukuk-u vâlideyn (yani kat-ı sıla-i rahim), kumar, yalancı şehadetlik,

dine zarar verecek bid’alara taraftar olmaktır.”

4- Lem’alar, 11. Lem’a, 11. Nükte, 1. Mes’ele

5- bkz. Sözler, 27. Söz; Sözler, Lemeât; Mektûbât, Hakîkat Çekirdekleri; Mesnevî-i Nûriye, Hubâb; Mektûbât, 29. Mektup; Lem’alar, 10. Lem’a, vs..

6- Kastamono Lâhikası, Daimî hizmetinde bulunan Risale-i Nur şakirtleri tarafından edilen bir suale cevaptır.

Affet Beni Allah’ım (Şiir)

Çoktur benim günahım

Affet beni Allah’ım

Göklere çıktı ahım

Affet beni Allah’ım

 

Bakmaya hiç yüzüm yok

Diyecek bir sözüm yok

Hatalarımsa pek çok

Affet beni Allah’ım

 

Aciz bir günahkârım

Yükseldi ah-u zarım

Kavurdu beni narım

Affet beni Allah’ım

 

Ölüm gelmeden bana

Yalvarıyorum Sana

Rahmini göster bana

Affet beni Allah’ım

 

Tanyeri yalvarıyor

Bağışlama diliyor

Affını gözetliyor

Affet beni Allah’ım

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Kendimizi Hesaba Çekme Zamanı..

Bugün tv de 2011 yılında yaşanan ve medyada önemli olarak yayınlanan haberlerden bahsedildi. Program geçtiğimiz yılda vefat eden meşhur insanlarla başladı. Sonrasını takip etmedim ama klasik olarak gelişme, değişmelerle devam etmiştir diye tahmin ediyorum.

Vefat edenlerden biri benim yaşıtım olan genç bir hanımdı.. Hayatı yaşayış tarzı zahiren çok farklı olan bu hanımın haberi beni biraz duraksattı. Yaşıtımdı ve dünyadan onun gitmesi benim de kalmam açısından bir fark yoktu.. O zaman içimde bir muhasebe başladı.. Neler olmuştu 2011’de benim için? Neler ölmüş, neler doğmuş, neler değişmişti.. Koskoca bir yılda neler yapmış, neler öğrenmiş, neler unutmuştum.. Sonra bunları listelemek ve geride bıraktığım 2011le yani amellerimle yüzleşmemin iyi olacağını düşündüm. Gerçekten koca bir yılı nasıl geçirmiş, manen maddeten nereden nereye gelmiştim.. Bütün bunlar zihnimden süratle geçerken vicdanımdan gelen pişmanlık hissi yapamadıklarım, kaybettiklerim, kıymetini bilmediklerim için ta’zib etmeye başladı. Ve köklü bir telafi çabasına başlamadan bu hissin beni terk edeceği de yok.

Öyleyse kalem kağıt başına.. Önce temiz bir istiğfarla kusurumu itiraf edip, yeni ve hayırlı ameller için Rabbimin tevfikini isteyip, yıllık bir hedef tayin etmeli. Geçmiş hataları tekrar etmemek için stratejiler bulmalı, değiştirmek istediğim huylarımı, dengelemek istediğim hassasiyetlerimi incelemeli, zihnen ve hissen doyuracak faaliyet ve araştırmalarımı netleştirmeli ve etrafımda bulunan, hayatıma dahil olan herkese “Sizi seviyorum” diyerek Rabbimin rahmet hediyelerine şükretmeliyim.

“Ya Rabbi! Bu yıl dünya gemisinde güneşin etrafında bizi daim şükreden, zikreden, fikreden bir halde döndür; defter-i amelimizi lutfunla hayırlarla doldur” duasıyla bitirmeliyim..

Aliye Yüksel

İyi eğlenceler!

SİZCE BİZ “yeni”liklere açık insanlar mıyız? Yeni olan her şey çok mu mutlu ediyor, çok mu heyecanlandırıyor bizi? Çok mu umutluyuz gelecekten yani? Şunu anlamaya çalışıyorum, gelmek üzere olan yeni bir yıl neden sevinç içinde kutlanır? Bu yıl özel bir yıl değilse, her yıl aynısı geliyorsa, geldiği gibi gidiyorsa mesela. Hani futbol takımları yüzüncü yıllarını bekler de büyük bir sabırsızlıkla, görkemli kutlamalar yaparlar bunun için. Veya özgürlük ilanının, bağımsızlığın yıl dönümleri vardır, kutlanır. Bu bile oldukça saçzmayken bir şeyin yıl dönümü olmayan bir yıl, herhangi bir yıl, her yıl gelen bir yıl neden çılgınca eğlenme hissi verir insanlara?

Altı üstü bir zaman dönümüdür bu. Takvim olayıdır. 31 Aralık ile 1 Ocak arasında hiçbir fark yoktur. Gece duyulan anlamsız gürültüler ve ilan edilen tatil dışında tüm diğer günlerden de bir farkı yoktur. Mevsimsel bir olayın kutlanması bir derece anlaşılır. Nevruz kutlanası bir şey olabilir, bahar bayramıdır, bir müjdedir, yıl içinde özel bir döneme işaret etmektedir. Bir gelenektir ayrıca.

Peki yılbaşı eğlencesi nedir?

Neden geleceğe ait tek bir düşüncesi, emeği, hayali olmayan, senenin her gününü bir öncekiyle aynı geçiren insan yığınları, giden yılın son, gelmek üzere olan yeni yılın ilk günü için herhangi bir gün muamelesi gösterememektedir. Çok mu umutlanırlar yeni bir yıl geldiği için. Bu yıla özel planları mı vardır. Elbette ki hayır. İthal ve kutsal para harcama günlerinde, harcadığı parayla toplumsal bir teselli bulmak suretiyle kendini kandırmak ve fırsat bulmuşken eğlenmektir tüm umut!

Neden mutlusun yeni yıl geldiği için? Neden 1 Ocak günü hediye alıyorsun birilerine? Noel baba hakkında herhangi bir fikrin var mı? Peki çam ağacı. Neden saat tam 12’yi gösterdiğinde kendini kaybettiğin konusunda bir düşüncen olabilir mi?

Yok. Keşke olsaydı.

Feci bir çakma noel furyasının içinde yuvarlanıp gittiğin konusunda en ufak bir fikrin olsaydı keşke. Bunun için arama moturuna sadece “noel” yazman ve tıklaman yeterli olurdu, vikipedi senin için güzel bir açıklama sunardı. Şaşırır mıydın acaba, ilgini çeker miydi veya.

Milattan önce Pagan ve Bizans kültürünün, milattan sonra bu günü dini bir güne dönüştürme ihtiyacı hisseden zevatın değişmez tercihidir 25 Aralık. Doğum günü yani “noel” olarak ilan edilen tarih söz gelimi Hz İsa’ya aittir. Oysa kendi kaynaklarında dahi birçok farklı rivayet vardır doğum zamanı konusunda. Yani bu bir sembolik gündür. Ve yılbaşına yakın bir tarih olduğu için de kutlama uzatılarak yılın ilk gününü de içine alır. Hatta çok açık sözlü olan vikipedi sana şunu da söyler, “Günümüzde Noel ağacının Pagan geleneklerinden gelen bir ritüel olduğu bilinmektedir.”

İnandıkları dine ait olmasa da dini bir günü ihya etme şansı da kalmıyor yani ellerinde öyle mi? İşte bu kötü. Zaten bir tarih karmaşası yaşıyorlar, tüm ritüelleri 5 günlük bir gecikme ile 24 saatlik bir zaman diliminde gerçekleştirmek durumunda kalıyorlar. Bir hristiyan olsam bundan rahatsızlık duyardım. Benim ritüellerimi kullanıyor, ama benim kutladığım şeyi kutlamıyorsun!

Evet, keşke gerçekten Hz İsa’nın doğum gününü kutlasalar. Daha masum olmaz mı? Peki hakkında bir çok iddia olan olan Piskopos Nikola’nın neden tüm alışveriş merkezlerimizde hortlatıldığına dair kimse kafasını yormaz mı? Ne yazık ki onu da Nasrettin hoca gibi resmediyorlar, oldukça başarısız bu taklitler de beni rahatsız ederdi bu benim dinimin bayramı olsaydı..

Bundan daha da rahatsız edici olanı şu ki, dünya çapında bir bilgi kaynağına hakkımızda şu not düşülmüş ve kepazeliğin sınırları ülkemiz sınırlarını çoktan aşmıştır: “Türkiye’deki Müslümanlar, İsa’nın doğumunu kutlamazlar. Aslında Türkiye’de noel kutlanmaz, yılbaşı kutlanır. Bununla birlikte birçok Türk vatandaşı 31 Aralık‘taki Yılbaşı gecesini, Hıristiyanların Noel kutlamalarına benzer şekilde (hindi yiyerek, Yılbaşı ağacı süsleyerek, Noel Baba’lı kartlar göndererek vs.) kutlarlar. Bu kutlamaların hiç bir dini içeriği yoktur. Sadece eğlenmek amacıyla kutlanır.*

Sadece eğlenmek. Ben de tam ondan söz ediyordum.

Siz dünyaperestler için ne kötü bir tarih aslında yılbaşı gecesi. Yeni bir yıl gelmektedir ve onun gelmesi için bir yıl da gitmektedir. Sayılı ömrünüzden koca bir yıl daha gitmek üzeredir. Siz değil misiniz en büyük derdi “zamana meydan okumak” olanlar. Yaşlanmakla derde kalanlar? Ciltlerinizi gerdirmek, kendinizi zinde tutmak, ömrünüzü uzatmak için tonla para harcamıyor musunuz? Bu giden yıl için gerçekten üzülmüyor musunuz? Bir yaş daha yaşlanmanız, ölüme bir adım daha yaklaşmanız sizi ürkütmüyor mu?

Zaten tüm bunları düşünmemek için sarhoşluğu ve çılgınlıkla kendinizden geçmeyi tercih ediyorsunuz değil mi? Geçen yıl kaybettikleriniz, kaybettiğiniz için üzüldüğünüz sevdikleriniz veya, bittiği için üzüldüğünüz tatlı anılarınız, yaşadığınız hayal kırıklıkları, kalp ağrıları, hüzünler.. Hepsini unutuyorsunuz yani saat 12’ye geri sayım yaparken? Peki gelecek yıl için üşüşen endişeler. Acaba bu yıl sizi neler bekliyor, acaba bir daha yeni bir yıl kutlayabilecek misiniz mesela. Belki bu son yılınızdır, belki sevdiklerinizden birilerini kaybedeceksiniz bu yıl, belki ileride asla hatırlamak istemeyeceğiniz felaketlerin üzerinde bu yılın tarihi yazılıdır. Bunlar hiç gelmiyor değil mi aklınıza.

Demek ondan bu kadar eğleniyorsunuz. Gerçekten oldukça eğlenceli olmalı!

Biz Müslümanların da bir yılbaşı gecesi vardır aslında. Hicri yılbaşı denir, Muharrem ayının birinci günüdür. Biz de kendi peygamberimize nispet ederek sayarız zamanı. Hicretle ilgili derin düşünceler yağar dünyamıza. Biz her yılbaşı gecesi, dünyadan hicret etmeyi dileriz aslında. Şirkten imana. Hırstan tevekküle. İsyandan, rızaya. Efendimizi ve çilelerini düşünür hüzünleniriz. Ve sıkı bir muhasebe sebebidir giden yılın son gecesi. Film şeridi gibi geçer gönlümüzün önünden giden yıl; sevinir, üzülürüz. Kendimizden saklamayız bunu. Gelecek yıl için endişeleniriz. Bu gayet normaldir. Bunu da saklamayız kendimizden. Bu duyguları bastırmak ya da uyuşturmak istemeyiz. Biz, tüm bunlar için sadece dua ederiz. Geçmiş yılın hatalarından tövbe eder, gelecek yılın zorluklarından O’na sığınırız. Dua vesilesi olur gelecek olan yıl. Elbet umutlanırız. Bu ay aynı zamanda haram aydır, içinde mübarek Aşure günü vardır, Kerbela günü vardır. Maneviyatla yüklü bir şekilde sarar bizi yeni yıl.

Yani böyle olmalıdır. Müslümana yakışan umut budur, mutluluk budur, eğlence de budur. Tövbesini, tevekkülünü, şükrünü ve umudunu yoğurur, geçmiş yılı dostunu uğurlar gibi uğurlar yeni geleni ise tertemiz bir bebek gibi dualarla karşılar.

Keşke bunu yaşayabilseydik. Keşke bunu yayabilseydik. Keşke kendimize sahte eğlenceler ithal etmeseydik. Keşke biz onları değil, onlar bizi taklit etseydi. Keşke sözde Müslümanlar biraz olsun akıllarını kullanabilseydi.

Sonradan uymak durumunda kaldığım bu takvime göre yeni bir yılın gelmesi beni hiç eğlendirmiyor velhasıl. Aksine şu içler acısı durum nedeniyle oldukça üzüyor. Dua sığınağının altına girip, gözümü yumup kalbimi söyletiyorum bende.

Yani “yeni yıla” dua ederek giriyorum!

Mübarek olsun!

*http://tr.wikipedia.org/wiki/Noel (Neyse ki bu bölüm Türkçe sayfasında yer almaktadır!)

Nuriye Çakmak

Karakalem.net

İşte Kazandığını Düşünüp Kaybedenler

“Milli piyango bileti aldığım için pişmanım”

Edirne’de 11 yıl önce Milli Piyango’dan büyük ikramiyeyi kazanan Ayhan Yalçınkaya zengin olduktan sonra bıraktığı memurluğuna dönmeye çalışıyor. Parayı bulunca hayatının değiştiğini belirten Ayhan Yalçınkaya huzurunun bozulduğunu kötü günler geçirdiğini ve Milli Piyango bileti aldığı için pişman olduğunu söylüyor.

Bir anda zengin olmasına rağmen paranın çabuk tükendiğini belirten Ayhan Yalçınkaya “Eskiden daha güzel bir hayatım vardı. Dostlarımı kaybettim. Devlet memurluğuna devam etseydim param olmayacaktı ama huzurum olacaktı. O zaman çok mutluydum. Devlet memurluğuna geri dönmek istiyorum. Ticaret hayatından bıktım. Buradan herkese sesleniyorum para her şey değildir. İnsanın hayatında ne dost ne de tutunacak dal kalıyor” şeklinde konuştu.

Milli Piyango talihlisi donarak öldü

Denizli’nin Sarayköy ilçesine bağlı Tırkaz köyünde 40 yıl önce Milli Piyango biletine büyük ikramiye çıkan Mehmet Sarıoğlu yaşadığı baraka tipi evde donarak öldü. Hiç evlenmeyen Sarıoğlu’nun hayatı 40 yıl önce aldığı piyango biletine büyük ikramiye çıkmasıyla değişti. Bir anda zengin olan Sarıoğlu köyünde bir ev yaptı ancak zamanla parası kalmayınca ona komşuları bakmaya başladı. Yeşil kart sahibi Sarıoğlu devletten aldığı yaşlılık maaşıyla geçimini sürdürürken kısa bir süre önce evi yandı. Köylüler aralarında topladıkları paralarla evi tamir ettirdi. Kimsesi olmayan Sarıoğlu’nun Sarayköy Devlet Hastanesi’nde yapılan otopside donarak öldüğü belirlendi.

Marangozluktan para babalığına

Denizli’nin Çivril ilçesinde marangoz olarak geçimini sağlayan Osman Kaplan çeklerini ödeyemediği için hapse girmiş ve 1999 yılında hapisten çıktıktan 2 gün sonra sayısal lotodan 340 milyar lira kazanmış. İki çocuk babası Kaplan’ın ilk işi eşinden boşanmak olmuş. Ardından İzmir’de Pınar Şirin adlı şarkıcıyla 20 milyar lira harcayıp Hilton’da nişan yapmış ve 6 ay sonra ayrılmış. Hızlı yaşayan Kaplan’ın parası kısa sürede tükenmiş. Paraların nasıl bittiğini anlayamayan Kaplan “İkramiyeyi kazanınca akrabalarım çoğaldı. Daha önce borç para isterim diye herkes kaçarken ikramiyeden sonra neredeyse bütün Çivril akrabam oldu. Nereden akraba olduğumuzu anlayamadım ama onlar Orta Asya’ya kadar uzanıp bir yerlerden tutturdu. O kadar yol kat edip geldiler diye her birine para veriyordum. Hızlı bir hayat yaşadım para bitti.” diyerek yaşadıklarını anlatıyor.

“Talih bize huzur değil felaket getirdi”

Milli Piyango’nun 1990 yılbaşı çekilişinde 1 milyar 250 milyon lira kazanan Adanalı Cem Postacı paranın kendisine aradığı huzuru vermediğini söyledi. 1996’da oğlunu trafik kazasında kaybeden Postacı “Talih kuşu bize huzur değil felaket getirdi” diyor. Oğlunu kaybettikten sonra bir daha bilet almamaya karar veren talihli kendisine çıkan paranın hayırlı olmadığını dile getiriyor. Kazandığı ikramiyeyle emlak işine giren Postacı bir süre sonra iflas etmiş. İşlerinin bir dönem çok iyi gittiğini hiç tanımadığı kişilerin akraba olarak karşısına çıktığını anlatan Postacı şimdi kimsenin kendisine yardıma yanaşmadığını vurguluyor. Postacı “Para mutluluk getirmiyor yuvam dağıldı toparlamak için varımı yoğumu harcadım. Eşim beni terk etti. Şimdi bir otomobilim evim ve emekli maaşım var. Keşke o bileti almasaydım da o para çıkmasaydı.” diyor.

“Eşime kalmasın diye hepsini harcadım”

53 yaşındaki Mustafa Savgan’ın macerası ise çiçekçi bir kadının kendisine 2 lira harçlık vermesiyle başlıyor. Bu parayla piyango bileti alan Savgan 1978 yılında 10 bin lira ikramiye kazandı. Savgan eşinden ayrılmak istedi ama ayrılamadı. “Paralar eşime kalmasın diye harcamaya başladım.150 memurun maaşını 2 ayda yiyordum. Lokantalarda ödediğim hesabın 5-6 katını bahşiş olarak bırakıyordum. Sonunda paraları tükettim. Evlenirken karıma aldığım 1 kilo altını da sattım harcadım. Eşimi de annesinin yanına gönderdim evdeki bütün eşyaları satıp tekrar İstanbul’a döndüm. Yıl 1985’ti. Cağaloğlu’nda bir handa hem gece bekçiliği hem de ayakkabı boyacılığı yapmaya başladım. Eşimin açtığı dava sonucu boşandım. Sevgi olmadan para bir işe yaramıyor. Hayatımda biri yok sevgisizim ama huzurluyum” diyerek ibretlik hikâyesini paylaşıyor.

Kızı evi terk etmiş

1984 yılında aldığı bilete 7 milyon lira isabet eden Orhan Ulusoy’un huzur içindeki hayatı ancak 3 sene sürebilmiş. İşleri ters gittiği için kızı evi terk etmiş. Oto yedek parça dükkânı bulunan ve minibüsçülükle uğraşan Ulusoy paranın eline geçmesiyle kendisinden para isteyenlerin sayısının da arttığını belirtti. Çıkan parayı soğan ve fasulye işine harcayan Ulusoy üst üste 3 yıl istediği kazancı elde edemeyince iflas etti. 4’ü erkek 8 çocuğu olan Ulusoy “Hiç rahat bir yaşantım olmadı; bir arkadaşım ‘bu para sana felaket getirir’ demişti dediği çıktı. Bir kızım evi terk etmişti. Uzun aramalardan sonra buldum. Bana para çıktığını duyanlar hep bir beklenti içinde oldular. En yakınımdan en uzağıma kadar hep bir şeyler bekliyorlardı. Başlangıcında psikolojim alt üst olmuştu.” diyor.

“70 milyonun âhı var”

Evli ve 3 çocuk babası olan Nusrettin Çınar’a da Turhal’da Milli Piyango’dan 6 milyar lira çıktı. Önce yurt dışına giden Çınar otobüs alarak Turhal’a şehirlerarası otobüs şirketi kurdu. İşleri iyi gitmeyen Çınar 1995 yılında iflas etti. Çınar yaşadığı olayları şöyle anlatıyor: “Sefa kısa sürdü. 70 milyon kişinin verdiği biletlerden bir iki kişi yararlanırsa böyle olur. Hepsinin âhı var üstünde hayrı olmaz. Sonradan araştırdım kimseye hayır getirmemiş.”

Şimdi işsiz olan ve emekliliğinin planlarını yapan Çınar artık Milli Piyango bileti satın almıyor.

“Para beni perişan etti”

Ali Atıcı çay ocağı işletirken 2004’te sayısal lotodan 543 bin YTL kazanır. Parayı aldıktan sonra memleketi Erzincan’a yerleşen Atıcı boşandığı eşi ve çocuklarını İsviçre’ye gönderir ve ikinci evliliğini yapar ancak ondan da ayrılmaya karar verir. Atıcı Doğu Beyazıd’a gidip 14 yaşındaki A.K.’yi başlık parasını verip evine götürür. Gelişen olaylar zincirinde A.K. babası Arif K.’ya teslim edilir. Ali Atıcı’nın pişmanlık dolu sözleri ise şöyle: “Hayal edemeyeceğim kadar zengin oldum ama hayatım da alt üst oldu. Huzurum kaçtı. Geceleri gözüme uyku girmez oldu. Lotodan çıkan para beni perişan etti.”

İşte aynı şekilde başlayan ve yine aynı şekilde son bulan hayat hikâyeleri… Belki birbirlerinin değil yüzünü adını bile duymamış birçok insanın aynı dertlere gebe olduğu sabahlar… Uykusuz geçen geceler gözlerini kırpmadan sabah eden birçok insanın paylaştığı aynı kader… Her şeyin aynı olduğu bu süreçte ağızlarından çıkan cümle de aynı oluyor: “Çok pişmanım!”

maxsicep.com