Kategori arşivi: Yazılar

Farklı farklı kişilikler

Hangi kişilik özellikleri normal?
Hemen hemen hepimiz, hayatımızın bir safhasında bu soruyu kendimiz ve/veya başkaları için sorarız.

Niye benim kişiliğim böyle de başkasınınki öyle?

Kardeşlerin bile kişilikleri aynı ayarda değildir.

Birisi vardır, az konuşur. Suskunlar meclisinin bir müntesibidir. Konuşmak bir züldür onun için. Kendini bildi bileli böyledir. Annesi de der ki, bu hep böyleydi, doğmadan önce bile sakin biriydi.

Bir başkası konuşma ustasıdır. Kelimeleri öyle akıcı, cümleleri öyle düzgündür ki, bu kadar sözü nerede bulup buluşturur diye hayrette bırakır insanı. Kelimeleri inci gibi dizer sözün ipliğine. Annesi der ki, bu hep böyleydi.

Bu hep böyleydi, ya da ben hep böyleydim dediğimiz şeyler bizim kişiliğimizin özünü ele verir.

Kimisi çekingendir. Birinden ıkına sıkına bir şey ister. Yabancı birine bir adresi sorarken bile kırk kere düşünür. Olur olmaza atlamaz hemen öyle. Düşünür, hesap eder, tartar. Bir daha düşünür, tartar, hesap eder.

Birisi vardır, girişken mi girişkendir. Çabuk karar alır ve hemen işe koyulur, eli çabuktur.

İki çocuğunuzdan biri çekingen biri de girişkense, aklınız karışır: Hangisi normal?

Kimisi vardır, yufka yüreklidir, olur olmaz şeye ağlar.

Kimisi vardır, ben içimden severim der. Onun için duygularını ifade edecek kelimeler aslanın ağzındadır.

Kimi insanda tefekkür ön plandadır. Hakîm ismi onda galiptir.

Kimisi vardır, aşk ehli olup çıkmıştır. Vedud ismi o insanda hâkimiyet kazanmıştır.

Kimisi asabidir, en ufak aksiliğe parlar. Geçimi zordur, huysuzdur ama adalet, hak hukuk konularında hassastır, kılı kırk yarar. Kimsenin kimseye hakkı geçmesin ister. Huysuzluğu biraz da bundandır. Bunlar etraflarına güven telkin ederler.

Kiminin sinirleri bedeninden çekip çıkarılmıştır sanki. Munistir, yumuşak huyludur. Bunlar da etraflarına huzur saçarlar.

Kimi kuralcıdır, kırmızı ışıkta kellesini koparsan geçmez. Kimisi kurallar arada bir çiğnenmek için der.

Kimisi detaycıdır, parça parça bakar hayata. Kimisi bütüne diker gözlerini.

Kimi insan somurtkandır, kimisinin tebessüm yüzüne yapışıp kalmıştır.

Kiminin sorumluluk hissinden beli büküktür, kimisinin gam ve keder dağıtılırken nerede olduğu belli değildir.

Kimi kolay bağlanır. Kiminin bağlanmaktan ödü kopar.

Kimi gözünü budaktan sakınmaz, cesurdur. Kimisi içinse, en iyi savunma kaçmaktır.

Kimi insan vardır, bireyselliğine, bağımsızlığına düşkündür. Mümkünse insanlar benden uzak dursun ister.

Kimisiyse yanından insan eksik etmez. Her gün annesiyle en az bir kere konuşur.

Kimisi şüphecidir, ser verir sır vermez kimselere. Kimisi tanışır tanışmaz içini döker.

Kimi insan neşelidir. Kimiyse doğuştan melankolik.

Kimisi tertiplidir. Pantolonları her daim jilet gibi, eşyaları ise muntazam bir düzen içindedir. Kimisi, “Benim dağınıklığıma bakmayın siz, elimi attığımda istediğimi bulurum.” der.

Farklı farklı kişiliklerle farklı farklı insanlarla hayat akıp gider.

Birbirinden değerli dört halifenin kişilikleri bile birbirinden farklıdır. Böylelikle; biri adaletin, biri edebin, biri cömertliğin biri de ilmin kapısı olmuştur.

Farklı farklı kişiliklerde, fıtratta ve tıynette yaratılmak apayrı bir mucizedir.

İfrat ve tefrite varmamak şartıyla, her kişiliğin bir hikmeti, ehemmiyeti, vazifesi olduğuna inanırım. Mutlak Varlık abes iş yapmaz.

Her farklı kişilik bu hayat için lazımdır. Hepsi birbirini tamamlar, birbirine yardım eder.

Her farklı kişilikte bir ismin tecellisi baskındır. Kiminde Allah’ın Celali kiminde Cemali kiminde Kemali daha önde tecelli eder.

İnsanların hem fiziksel hem de kişilik olarak çeşit çeşit yaratılmasını, “kâinatın tenevvüünü (çeşitliliğini) ve melaikenin ihtilaf-ı ibadatını intac eden (meleklerin farklı farklı ibadetlerini gerektiren) tenevvü-ü esma (isimlerin çeşitliliği), insanların dahi bir derece tenevvüüne (çeşitliliğine) sebeb olmuştur.” diye açıklar Zamanın Bedii.

Mutlak Varlık, sonsuz isimlerinin bu dar âlemde tecelli etmesi için; farklı farklı kişilikler yani farklı kabiliyetlere haiz çeşit çeşit aynalar yaratmıştır.

İfrat ve tefrite varmayan her kişilik özelliği normaldir, güzeldir, hikmetlidir denilebilir.

Hele bir de bu özellikler Yaratıcı adına kullanılırsa. Mesela, konuşkanların O’nu anmak için konuşması ne güzel bir özelliktir. Suskunlar meclisi üyelerinin ise içlerinden O’nu anmaları da güzelliğin başka bir çeşididir.

Velhasıl; her insan, her kişilik ayrı bir âlemdir.

Mustafa ULUSOY

Namaz kılmaktan ayakları yara olmuştu

Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor.

Bediüzzaman Said Nursî, ibadetle ve münacatla meşgul olurken, saatlerde diz üstüne otururdu. Bir gün bu şekilde oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Talebesi olan Molla Resul’e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söylemişti. Molla Resul ateş yakmakla meşguldü ve Bediüzzaman’a dönerek:

– Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı, demişti.

Bediüzzaman da ona şu cevabı vermişti:

– Molla Resul! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya…

Namazı yaşayanlar – Said Demirtaş

Namazı Hakkıyla Kılma Çabamız Ne Durumda?

Hayat Kaynağımız Namaz’ kitabı ile ‘Namaz Risalesi’ndeki iki önemli görevimize dikkatinizi çekmek istiyorum bugün.

Malum olduğu üzere hemen hepimizin bir numaralı meselemiz, namazlarımızı derin bir huzur içinde kılmak, kıldığımız her namazımızla bir adım daha ilerleyerek manen inkişaf etmek… Ne var ki isteğimiz bu olduğu halde halimiz bu değildir. Namaza başladığımızda kafamıza gönlümüze üşüşen dünyevi konular, namaz boyunca bizi istila ve işgale devam etmekte, bir türlü zihnimizi gereksiz konulardan kurtarıp da kalp ve kafa birliği ile ibadetimizi sürdürür hale gelememekte, bundan da muzdarip bulunmaktayız.

Bu sebeple namazda çok arzu ettiğimiz huşu ve huzura ulaşmanın çaresi yok mu, nasıl bir gayret ve azimle namazımızı layık olduğu bir huzur içinde kılmaya muvaffak olabiliriz diye düşünürken, Işık Yayınları’nın istifademize sunduğu “Hayat Kaynağımız Namaz” kitabında, Hocaefendi’nin namazı layık olduğu derinlikte kılabilmek için gerekli görüp sıraladığı çareler dikkatimizi çekiyor. Bakalım namazımızı huzur içinde kılmaya muvaffak olmak için nasıl bir gayret ve sebatla çalışmamız icap ediyor görelim:

-“Namaz aşk ve sevdası, sahibinin gönlüne hemen düşmeyebilir; insan birkaç günde, birkaç ayda, hatta birkaç yılda dahi namazın hakikatini duymayabilir!. Dolayısıyla neticeye götürecek sebepleri yerine getirmede ısrarlı ve azimli olmak pek mühimdir. Namaz kahramanlığına talip Kur’an talebeleri, Hazret-i Gazali, Hazret-i Mevlânâ ve Hazret-i Bediüzzaman gibi Hak dostlarının namazla alakalı tespitlerini ve günümüzde kaleme alınmış namaza dair kitapları, makaleleri mutlaka okumalı ve konuyla ilgili müzakerelerde bulunmalılar.

Hangi ses, hangi soluk sizi şahlandırıyor ve kalbinizi coşturuyorsa bir kere değil, belki yüz kere aynı vesileye başvurmalılar. Belki bir kitabı onlarca kez okumalı, bir kaseti birkaç kere dinlemeli, bir büyüğün sözlerine defalarca kulak vermeli, oturup kalkıp hep gözünüzü diktiğiniz namazı huzurla kılma hedefinizi düşünmelisiniz. Olmuyor diyerek yoldan dönmeyi asla aklınıza getirmemeli, kat’iyyen aceleci de davranmamalısınız. Unutmamalısınız ki, bu yolda senelerce sular gibi çağlayacak, pek çok kayaya çarpacak, ama her defasında biraz daha arınacak ve sonunda ummana ulaşacaksınız!..”

Demek namazda huzurumuzu kazanmak için göstermemiz gereken azim ve gayret böylesine uzun müddetli ve geniş çerçeveli olarak aralıksız devam edecektir.

Ancak, biz namazlarımızı böylesine bir azim ve sebatla huzur içinde kılmaya gayret ederken zihnimize namazlarımıza ait vesveseli sorular da gelmekte, ‘Bizim kafa karışıklığı içinde kıldığımız namazlarımız nerede gerçek namaz nerede?’ diye endişeye de kapıldığımız olmaktadır.

İşte zaman zaman duyduğumuz böyle endişeler için de imdadımıza yeni bir ‘Namaz Risalesi’ yetişmektedir. Bu risalenin yazarı kim mi? Sıkı durun: Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri. Nesil Yayınları, Risale-i Nur külliyatı içindeki namazla ilgili önemli bölümleri bir ciltte toplayarak ‘Namaz Risalesi’ kitabını istifademize sunmuş, endişe ile baktığımız namazlarımızın durumu hakkında da müjdeli bir misalle konu aydınlatılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri endişe ile baktığımız namazlarımız hakkında diyor ki:

– Sakın deme, ‘Benim kıldığım bu namazım nerede, şu hakikatı namaz nerede?’ Zira, bir hurma çekirdeği hurma ağacı gibi, kendi ağacını -içinde taşır ve- tavsif eder. Fark, yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi, senin ve benim gibi avamdan birinin -velev hissetmese de- namazı, büyük bir velinin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şuurun taalluk etmese de. Fakat kılanların derecelerine göre inkişaf ve tenevvürü ayrıdır. Bir hurma, çekirdeğinden ta mükemmel bir hurma ağacına kadar dereceler bulunduğu gibi, namazın derecelerinde de daha fazla mertebeler bulunur.”

Demek ki, ümitsizliğe düşmeye gerek yoktur. Endişe ile baktığımız namazlarımızın da hakiki namazdan bir hissesi vardır. Ancak o hisseyi hurma çekirdeği derecesinde bırakmayıp hurma ağacı haline getirme gibi ihmal edilmez görevimizin bulunduğu da unutulmamalıdır….

Ahmed Şahin / Zaman 

Güz Vakti, Mevsim-i Sonbahar, Bediüzzaman

Bediüzzaman mevsim kelimesine genişlik getiriyor, dört mevsimden bahsederken bir coğrafya terimi olarak yorumlar. Ama onu bazen her düşüncenin zamanı olarak ifade eder. Biz mevsim kelimesinin çok anlamlı olarak kullanılmasını değil, güz mevsiminin Bediüzzaman’ın eserlerinde kazanmış olduğu farklı anlamları yazacağız.

Bediüzzaman bir bakış noktası ile eşyaya ve olaylara, insanlara bakmıyor. Onun eserlerinin etkileyiciliği, her şeye çok değişik noktalardan bakarak farklı anlamlar ve anlam tabakaları çıkarmasıdır. Bir tefsir alimi veya bir yorumcunun çok zaman realist bir tavrı vardır, bir bahsi açıklar, bahse sıcaklık katmak gibi bir tutumu yoktur. Bu müfessirlerin eserlerinde görülebilir. Bediüzzaman ise uluhiyet ve hakikat bahislerinde, bir düşünceyi açıklarken onu bir atmosfer içinde anlatır. Ondan önceki yorumcularda böyle bir atmosfer fikri yoktur, bu Bediüzzaman’ın bakış ve yorum farklılığından ileri gelir.

Haşir Risalesi’nde Bediüzzaman atmosferlerin, ortamın ayrıntısını verdikten sonra hakikatı o atmosferin içinde verir. Bediüzzaman’da hakikat ve atmosfer fikri bir doktora tezi olabilir. Felsefe tarih boyunca hakikatleri duyguların ve tabiatın içine yetiştiremediği için hep soğuk karşılanmış ve ilgi duyulmamıştır. Bergson zamanı anlatırken o kadar ağır bir dil kullanır ki, ondan zaman hakkındaki görüşlerini çıkarmak zordur. Bediüzzaman’ın zaman hakkındaki görüşleri her seviyeden insanın anlayabileceği bir genişliktedir. Necip Fazıl ve Tanpınar, Zaman’ı anlatırken daha müşahhas konuşurlar, şiirle anlatarak daha etkileyicidirler. Onlar Bergson’dan etkilenmişlerdir ama ondan daha net ifade etmişler, çünkü onlar zamanı bir tabiat ve insan atmosferi içine eşya ve nesneler ve insanlarla münasebet kurarak anlatmışlardır.

Bediüzzaman zamanı anlatır, ama zamandan önce zamanın okunduğu tabiat akışına, mevsimlerin seyrine zamanı yerleştirir, insana, tabiata, günün saatlerine, dine, namaza, daha birçok şeye zamanı sokarak tesirlerinden hareketle onu anlatır. Onun bakış açılarına hakim ruh halleri farklılık gösterir, bulutlara bakar onlardaki hikmeti okur, camid ve şuursuzlukları ile bareber insanlar için yaptıkları büyük hizmetleri gösterir. Bütün tabiat unsurlarına bakarken gözleri ayrıntıyı görür ve tevhide sayısız empatilerle yollar açar. Onun çağrışımları o kadar harikadır.

O ikindi vakitlerini çağrıştırdıkları ruh halleri ile izah eder, ikindi vakti ile parelellik kurduğu bir insan ömrünün devresi ihtiyarlıktır: “İhtiyarlığa girdiğim zaman, bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım. Birden gayet rikkatli ve hazin ve bir cihette karanlıklı bir halet bana geldi. Gördüm ki ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış. Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından ihtiyarlık beni ziyade sarstı.” (Lemalar 234) İhtiyarlık gibi bir fiziki durumu ve ruh halini nasıl tabiata yaymış, etkilemek için nasıl ihtiyarlığı metnin her tarafına yedirmiş, giydirmiş. Bütün bahsin anahtar kelimesi; ihtiyar. Eseri yazdığında kırkbeş yaşında olduğunu söylüyor, insanların hiçbir sınıfını görmezlikten gelmemiş, ne makam sevdası, ne saltanat hevesi, sadece insanlarda Rabbani duygular uyandırmak için çırpınmış durmuş. Kendime bakıyorum neden insanlarda uhrevi ve rabbani ve sanatsal hisler uyandıramıyoruz, çünkü nefsimizde madde bağımlılığı, bir gösteriş, bir azamet, bir başkalarını dünyevi görüntülerle etkileme isteği var.

Nerdesin Bediüzzaman nerde
Şu madde ile başımız dertte
Bize himmet et diye söylesek
Daha ne himmet edeyim
Bütün bir evreni dünyanıza katmışım
Sanki sizin gibi yan gelip yatmışım
Keçeli peçeli zevat-ı alişan

Çamlıca’da bir köşkte alayiş içindeki hayatını eleştirir, onda kendini eleştirmek ruhunun asansörüdür. Kendine söyler: “Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki, hakikat noktasında acınacak halimize pek çok insanlar gıpta ile bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuşlar? Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divane görüyorum.” (Lemalar 250) Gösteriş ve alayiş içindeki durumunu divanelik, kendini hayran hayran seyredenleri de divane görüyor. Kendini suçlamak bir basamak yukarı tırmanmak.

Bediüzzaman’ın güz mevsimi ile ruhsal ve görsel imtizacının Everest’i Dokuzuncu Söz’dedir. İkindi namazını anlatır ama, onun mevsimlerle, zamanla, insan ömrü ile, dörtlü bir bağlantı ile ifade eder. “Asr zamanı ise güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem Ahirzaman Peygamberi Aleyhissselatü Vesselam Asr-ı Saadetine benzer ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ve inamat-ı Rabbaniyeyi ihtar eder.” (Sözler 38) İkindi vaktinde namaza duran adamın hayali ve ruh gözü bir sinematografın bir yerde sabit durup çevreyi içine alması gibidir.

Nerelere bakar?

Güz mevsimine,
İhtiyarlık vaktine,
Asr-ı Saadet’e,
Bir de içinde bulunduğu namaz anına,

Neleri düşünecek?

Güz mevsimini, sararmış ağaç yapraklarının rüzgarın tahriki ile yere doğru akışları. Bize gözleri veren sonbaharı ve ondaki şuunatı seyretmek için vermiş, ben caddede yürürken büyük bir ağaçtan düşen yaprakları görünce aklıma üstadın güz mevsimi imajları geldi, Bediüzzaman ve Güz yazısını o an yazmaya karar verdim. Tarlaları seyrederken “Temaşası benim olsun, mal kimin olursa olsun.” diyen adam. Temaşa derken bu kelimeyi davacı etmeyecek bir insan Bediüzzaman. Bediüzzaman demek seyir demek, temaşa demek, bakmak demek, görmek demek, tefekkür demek. O ne kadar içi zengin muhtevalı ve her an bir değişik camdan dünyaya bakan bir azametli göz. İkindi vaktindeki şuunat ve in’amat, say say bitmez, sonra onunla kalsa ihtiyarlık vaktinin şuunat ve in’amatı, sonra Cenab-ı Fevka’l-Beşer, Nebiy-yi Zişan’ın yaşadığı kutlu asır, onlardaki in’amat ve şuunat. Bütün bu in’amat ve şuunat bir kitap olur. Sanırım Bediüzzaman bunları düşünürken zaman açılmış ve bizim zamanımızdan kopmuş, yoksa bizim zamanımız böyle öğeleri çok bir namaza nerden sığsın, hocalar beden eğitim öğretmeni gibi, ola ki abdestin olmaya, alana kadar bittiğini görürsün, hocamızın işi vardır, geri kalmasın diye koşar Allah deyü deyü.

Kur’an’da beş duyunun, hangi beş duyu? Bütün duyuların istimali vardır. Kur’an ve insan duyguları, diye bir araştırma yapılabilir. Göze, kulağa, akla, hafızaya, hitap eden ayetler ve cümleler vardır.

İkindi vaktini anlatırken, güz, ihtiyarlık ve ahirzaman ile bağlantılar kurar. “Asr vaktindeki, o vakit hem güz mevsim-i hazinanesini ve ihtiyarlık halet-i mahzunanesini ve ahirzaman mevsim-i elimanesini andırır ve hatırlattırır.” (Sözler 40) Güz, ihtiyarlık, ahirzaman ve ikindi vakti, birlikte eşzamanlı bir düşünceye çağrılır bu namaz vaktinde. İkindi vaktinin benzeri vakitler ile arasında hüzün ortaklığını Allah ile mülakatın güçleri ile tedavi ederek, hüznü, manevi neşelere inkılap ettirir. “Şimdi ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ihsana karşı perestiş eden ve firaktan müteellim olan ruh–ı insan, kalkıp abdest alıp şu asr vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadim-i Baki, Kayyum-ı Sermedi’nin Dergah-ı Samedaniyesine arz-ı münacat ederek zevalsiz ve nihayetsiz Rahmetinin iltifatına iltica edip hesapsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, İzzet-ı Rububiyetine karşı zelilane rükua gidip Sermediyet-i uluhiyetine karşı mahviyetkarane secde ederek hakiki bir teselli bir rahat-ı ruh bulup huzur-ı kibriyasında kemerbeste-i ubudiyet olmak demek olan asr namazını kılmak ne kadar ulvi bir vazife, ne kadar münasip bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-ı fıtrat eda etmek, belki gayet hoş bir saadet elde etmek olduğunu insan olan anlar.” (Sözler 40) İkindi vaktinin, güz zamanının, ahirzamanın, ihtiyarlığın ruhu ezen elemlerini namaz ile tedavi eder. Namazın her biri insan ruhunun sığınağıdır, onu hayatın ve zamanın olumsuzluklarından kurtarır. İltifata iltica, şükür ve hamd, hakiki bir teselli, ruh rahatlığı, ulvi vazife, münasib hizmet, borc-u fıtrat, hoş bir saadet hepsi namazın yüce makamından insana yansır, vaktin çağrıştırdığı ruhsal buruklukları giderir.

İkindi vaktinin başka çağrıştırdığı vakitler de vardır: “Hem yevmi işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selamet ve hayırlı hizmet gibi Niam-ı ilahiyenin bir yekün–ı azim teşkil ettiği zamanı, hem o koca güneşin ufule meyletmesi işaretiyle, insan bir misafir memur ve her şey geçici bikarar olduğunu ilan etmek zamanıdır.” (Sözler 40) “Namaz’a titizlenin” diyor. Allah, ne kadar ağır bir sorumluluk. Kişi namazda ayetlerin iklimine gitmenin yanında bir de zamanın çok yönlü iklimine gidiyor. Her ikisinde cevelan eden melekat-ı insaniye, insanın melekeleri büyük zihni ve fikri, basari seyir gerçekleştirir. Bu kadar geniş bir zaman ve Kur’an iklimini o namaz vaktinde yaşamak Allah açısından mühim ki Bediüzzaman namazın vakit olarak değerine işaret eder, özellikle vakit kelimesini vurgular: “Her bir namazın vakti mühim bir inkılap başı olduğu gibi, azim bir tasarruf–ı ilahiyenin ayinesi ve o tasarruf içinde ihsanat–ı külliye–i İlahiyenin bir makesi olduğundan Kadir-i Zülcelale o vakitlerde daha ziyade tesbihin ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekununa karşı şükür ve hamd demek olan namaz emredilmiştir.” (Sözler 37)

Bir günün değişik zamanlarına yüklenen namaz, o vakitlerin bir gün içinde önemli değişim anları olduğu içindir. Sabah önemli bir vakit hem de Allah’ın saltanatının tezahür anı, öğlen, ikindi, özellikle akşam bir günün kapanış anı, saltanatın karanlık ile gizlenmesi, bütün bu seçilmiş vakitlerde Allah’ın saltanatının ilan memuru olan insan bu saltanat ve değişim anlarını ilan etmek için yerine gidip, el bağlayıp saltanatı dile getirmek zorundadır. Çünkü işi odur. “Bediüzzaman kardeşim ben bunlar için yaratılmışım.” der. Değişim anlarında tecelli farklılaşır, göze hitap eden tabiat levhaları değişir ve ona yüklenen ihsan büyür, bütün insan o vakitte bunlara mahal ve mekan ve makes olur. Ezik ve çözük ruh, namazdan bir kral azametinde güç almış olarak döner. Her vakit bir çeşme olan rahmet namaz vakitlerinde bir nehire dönüşür, koşup yıkanan kazanır.

Prof. Dr. Himmet Uç

Çifte Miraç

Bediüzzaman namazın bütün duraklarını ve o duraklara yüklenmiş mana katmanlarını zenginleştirerek müminin namazını bir mana ve tefekkür okyanusuna çevirir. Demek büyük zat namazın klasik yorumundan ve icrasından edindiği izlenimlere göre kendisine ülfet edilmiş olan bu büyük buluşmayı müminin dünyasını genişleterek büyütmek istemiştir. Eserlerindeki bütün namaz bahislerinde bu yoğunluk hissedilir, her bahis kendi içinde ibadete yüklenen anlamlar sağanağıdır.

AZAMET – KORKU – VE ÜMİT

Hz Peygamber ASM ezan vakti girince, Hz Aişe’nin naklettiklerine göre “bizimle ilişkileri biterdi, sanki iki yabancı gibi olurduk, o gireceği huzurun heybet ve azametine girmiştir” Bu yüzden Bediüzzaman böyle düşünülmeden, etkilenmeden kılınan namaza “suhrevari” der. Bediüzzaman da namaza başlayacağı an birkaç defa iftitah tekbirini almak için gayret eder, sanki bir kapıyı açmaktan ve oradaki şahıstan ürperen kişiliği ile birden hayret ve azamet, korku ve ümit ile Allahu ekber diyerek namaza girer. Bediüzzaman altıncı Şua’da Hazreti Allah ile Nebiyi Zişan’ın buluşmasının şahidi, seyircisi olan Cebrail’in “Eşhedüenlailaheillallah ve eşhedüennemuhammeden Resulullah” diyerek dünya ve mafihanın en büyük buluşmasını kaydediyor ve müminlere bu kelam-ı azimi zikrederek bu büyük buluşmaya şehadet ediyor ve onu namazın bir rüknüne taşıyordu.

Namazı Cebrail AS Peygamberimize öğrettiğine göre namazın bu rükünlerine yüklenen ve seçilen ayetleri ve diğer mübarek kelimeleri seçen namazın binasını inşa eden sahib-i Kâinat namaz mülakatının büyük tarafı Allah’tır.

Bediüzzaman altıncı Şua isimli eserinde namazın tahiyyat kısmına anlam yoğunluğu kazandırır. Bu büyük buluşma esnasında iki kavis gibi birbirine yakın olan mülakat taraflarına bir de Cebrail’i katarak bu üçlü büyük sahneyi tahattur ettirip üzerinde düşünmeye çağırır.

Bediüzzaman mülakat esnasında her iki tarafın da kullanmış oldukları kelimatı tahlil eder. “Her müminin namazı onun bir nevi miracı hükmündedir. Ve o huzur alayık olan kelimeler ise Mirac-ı Ekber-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kutsi sohbet TAHATTUR edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüziyetten külliyete çıkar ve kudsi ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teali edip genişlenir.”(Şualar 79)

Bu cümlede özellikle anahtar kelime tahattur kelimesidir.

Tahattur hatırlamak, bir şeyi maziden hale intikal ettirerek o şeyden etkilenmek için insan zihninin medeniyetin çok sonradan tespit ettiği geriye dönmek geriye bakmak tarzının inşasıdır.

Kişi namaza durunca Peygamber ile Allah arasındaki “kudsi sohbet”i hatırlar ve ona göre davranır. İnsan Allah’ın en sevdiği mahlûkudur, Peygamberimiz de insanlar içinde en çok sevilen insan ve peygamberdir. Allah iki sevdiğini iki değişik miraç ve mülakatla yanına çağırıyor. Baksana, düşünsene Allah kulunu günde beş kez yanına çağırıyor ve iki taraf birbirine mülaki oluyor. Namaz en harika sanatını günde beş defa yanına çağırmak ve onunla mülakat etmektir, hiç mülakata gitmeyen hiç Rabbi ile buluşmayan bir insanı ne yapsınlar.

Ne bana yaradı cismim ne yara yar oldu
İlahi bu bir avuç türabı neyleyelim
Diyor , Akif biz ne diyelim
Elvarlı Efe,
Herkes yahşi müselman
Herkes buğday
Bense saman
Nasıl kendilerini küçük görmüşler, anlaşılır gibi değil,

Bediüzzaman da kendisine ey şikemperver nefsim, ey namazdan hoşlanmayan nefsin, her yerde kendini küçültür, kendini küçük görme ama samimi herhalde büyük insanların sıçrama tahtası.

ASIL YALANCILAR

Şarkılarda insanlar hep birbirlerini suçlar yalancısın yalancı derler. Asıl yalancılar Allah’ın davetine evet deyip de onu hatırlamayanlar değil mi?
Yalancısın ezan sesini duyar yerinden kıpırdamaz, daveti hafife alır yerinde sayarsın, eskimiş bir saman torbası gibi zamanın en köhne yanını kullanırsın mülakatta.

Yalancısın en sevdiği şeyini Rabbine veren eazım yerine en eskimiş anını en kullanılmaz eşyanı fakire verir hayır yaptım diye böbürlenirsin.

Bu din bize gelinceye kadar at sırtında Allah’a koşan şüheda yerine bir hizmet-i imaniye için yerinden kalkmaz, o esnada televizyonda siyasi mülahazatta vatan kurtarırsın.

Zamanın en güzelini seçip Rabbine vereceğine arabanın ve eşarbın en cafcaflısını seçer, hamiyet dersi verirsin yeri gelince. Bu adam benim, kimse değil muhatab… ben koskoca bir yalancıyım…. Ama kendime yalancı deyince rahatlıyorum, utancım azalıyor.

Mülakatın kelimelerinin derinliğini ölçer Bediüzzaman.

Mesela Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam, O gecede Cenâb-ı Hakk’a karşı selam yerinde ettahiyyatülillah demiş. Yani “Bütün zihayatların, hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sani’lerine takdim ettikleri fıtri hediyeler Ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum.”(Şualar 79)

Milletvekili nasıl binlerce insanın mecliste temsilcisidir. İnsan da bütün evrendeki canlıların temsilcisidir Allah’ın huzurunda. Çünkü mahlûkat kendi ibadet ve tesbihatlarını temsil edecek yeterlilikte değillerdir. Ne akılları, ne de Allah ile konuşacak dilleri, ne de huzura hazırlanacak bir yapıları vardır. Onları onlar içindeki en yetenekli canlı olan insan temsil edebilir, temsil yeri de Allah ile mülakat anı olan namazdır. Demek namaz kılmayan insan bütün mahlûkatın temsil hakkını hafife almıştır.

Bütün canlıların tesbihatını temsil etmeyen insan bütün canlılara karşı suçlu olur, çünkü onlar hayatları ile insanın yaşamasını sağlıyorlar, insanın da karşılığında onların fiillerini şuurlu bir şekilde ettahiyyatülillah diyerek temsil etmesi gerekir, bu yüzden namazını kılmayan insan bütün mahlûkatın nefretini kazanıyor, bu nefret uzun yıllar devam ederse Cehennem’e dönüşür

HEDİYEYE KARŞI NAMAZ

İyi yüzünü gösteren canlılar insana kötü yüzünü gösterir ve derler, ey insan namaz kılmayarak bizim senin için yaptığımız gayreti görmezlikten geliyorsun, bunun cezası ağırdır. Bütün canlılar hediyelerini Allah’a Allah da onları misafiri olan kuluna veriyor ve insan da bu hediyeler karşısında namazını takdim ediyor Allah’a. Hediyeye karşı namaz, bunu anlamayan insan nasıl insan olabilir. Namaz bir yerde evrenin muhasebesi demek evren çalışıyor, Allah çağırıyor ve insana bütün çalışan evrenin yaptıklarını Rabbine sun diyor. Her namaz bir muhasebe hülasasıdır Allah’a. İki vakit arasında kulun evrenin kazancını Rabbine hülasa etmesidir.

EN MÜKEMMEL CANLI

Temsil etme bununla kalmaz hayatın ve zihayatın hülasası olan mahlûklar, hususan tohumlar ve çekirdekler, daneler, yumurtaların da kendilerine verilen görevi yerine getirmenin değerlendirmesini insan Allah’ın huzurunda elmübarekat diyerek ona takdim eder. Bu dört şey
tohum,
çekirdek,
dane,
sair hülasalar
hepsi birden kendilerini ifade edemezler, hâlbuki karınlarında büyük sırlar ve rahmetler taşırlar. Onları da yine en mükemmel canlı insan Allah’a takdim eder.

Demek namaz kılmayan bu dört sınıf birbirine benzeyen şeylerin de ibadetlerini temsil eder eğer kılmazsa onların da nefretini kazanır. İşte buradan Cehennem görünür, cehennem Allah ve ona ibadete lakayt veya inkâr içindeki insanlara karşı canlıların beyninde oluşan nefretin birleşip cehennemi doğurmasıdır. Cehennem eşittir inkâr ve gaflet.

Daha sonra temsil devam eder,
tahiyyat,
tayyibat,
salâvat
kelimeleri büyük anlamlara kapı açar büyük sahneleri hatırlatırlar. Bütün hayat sahipleri ve ruh sahiplerinin de özel ibadetlerini insan Allah’a takdim eder, devam eder Tanrısal mülakat.

Tayyibat kelimesi ile kâmil insanların büyük meleklerin, nurani ve yüksek ibadetleri de temsil edilir.

Dört büyük meleğin tesbihatı ihata edilmez bir büyüklük ve azamet, bütün büyük insanlar evliyalar, asfiyalar, bunların da ibadetini temsil eder insan bu üç kelimeyi tekrarlayarak.

Bir tahiyyatın bir kelimesine yüklenen anlam dağları. Böyle namaz kılmaya Allah bizi muvaffak etsin.

Ayşegül Rüveyda