Kategori arşivi: Yazılar

Peygamberimiz’in (A.S.V) Destanı (Şiir)

Peygamberimiz’in (a.s.v) Yaratılışı İlk Nur İlk İnsan

 

Cenabı Allah’tır âlemlerin Rabb-ı

Hazreti Âdem(a.s) kâinatın ilk insanı

 

Allah’ın sonsuz hikmetine bir bak

İlk nuru, ilk insanı nasıl yaratacak?

 

Kendi nurundan Muhammed’i(a.s.v) halk etti

O nurani nur, olacaktı âlemlerin rahmeti

 

Hazreti Âdem’i (a.s) Yüce Halik topraktan yarattı

Daha yoktu güneş, o nur ile tüm mevcudatı parlattı

 

Ruhu girer cesede, kaldırıp başını bakar Arş-ı Âlâya

Çok parlak bir nur görür, Cenabı Haktan sorar merakla

 

Âdem(a.s) “Ey yüce Rabbim! Bu nur nedir?” der

Söyler Allah,“Senin soyundan bir peygamber”

 

“Onun ismi göklerde Ahmed”

“Yerlerde ise Muhammed”

 

“Olmasaydı o nur eğer kâinatta”

“Seni de yaratmazdım” ilk başta

 

“Âlemlerin Rahmetidir, o nur”

Onunla kâinat kemal bulur

 

Aradan milyonlarca asır geçtikten sonra

Sahabe-i kiramsorar Resulullah’a(a.s.v)

 

“Ya Resulullah her şeyden önce ne yaratıldı der?”

Şöyle cevap verir o şanı yüce peygamber(a.s.v)

 

“Kâinatta Allah’tan başka yoktu hiç bir kimse”

“Senin peygamberinin nurunu yarattı ilk önce”

 

“Âdem henüz balçık halinde iken”

“Ruhlar cesede daha girmemişken”

 

“Âdem çamurla toprak arasında gidip gelirken”

“Allah katında onun kulu ve son peygamberiydim ben”

 

“Yaratılışta peygamberlerin ve ruhun evveli”

“Dünyaya gönderilişte enbiyaların en ahiri”

 

“Duasıyım ceddim İbrahim’in”

“Müjdesiyim İsa kardeşimin”

 

“Rüyasıyım ben annem in’”

“Rahmetiyim tüm âlemlerin”

 

“Ben seçilmişlerin, en seçilmişiyim”

“Neseplerin hayırlısı ve en halisiyim”

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Allah’a Kul Olmak! (Şiir)

Ey insan! Seni kim yarattı onu bulacan,

Canu günülden Ona sımsıkı sarılacan.

 

Dünyada, Allah’ına karşı boyun bükecen,

Böylece, sen iki hayatta rahat edecen.

 

Sonra hak edebilirsen, cennete gidecen,

Burada ekebildiysen, orada biçecen.

 

Evet, Rabbine kulluk ederken eğilecen,

Alnın secdeye varırken, kibrini silecen.

 

Mahluka değil Allahına, secde edecen,

Senin alnın secdede iken, çok yükselecen.

 

İnsan secde-i şükran borcunu, bilecektir,

Gurura paydos, lüzumunu his edecektir.

 

Kulun yüce makamı, nedir öğrenecektir,

Allaha şükür borcunu, ifa edecektir.

 

Ona karşı eğilen o baş, yükselecektir,

Böylece, kêmale erdiğini bilecektir.

 

Çünkü, Allaha secde etmektir en yüce makam,

O, “Kusursuzdur”, demekten yoktur iyi kelam.

 

Bu yolla insan ala-i illiyyine çıkar,

Kul ibadetini yaparken putları kırar.

 

Bu işi, yoklukta varlığı bilenler yapar,

Kulluk zenginliğini, ancak müdrikler kapar.

 

Halis olan, insu cin şeytanlarını yıkar,

İnsana, çok lazım olan o yücelere çıkar.

 

Bugün, böylelere kalpten edilmeli hayran,

Muhlise, muhabbetle edilmez mi seyeran.

 

Çünkü, bu yalan dünyada hiç kimse kalamaz,

Maneviyattan başka şey, ahrete alamaz.

 

Buradaki maddi makam, oraya varamaz,

Sakın uyuma! Ora için hazırlan biraz.

 

Ey, huzuzat’tan ayrılmayan nâ-dân nefsim,

Ben sana söz geçiremedim, kesildi sesim.

 

Pişmanlık gönünde, aman ne yaptım demeden,

Burada kendini kandır, ol tövbe edenden!…

 

Ciddi tövbeyle, huzuru daimi’ye yönel,

Yünel ki, kalmasın Rabbın rızasına engel.

 

Yoksa, orda cayır cayır yanar sendeki ten,

Bunu anlarsın, seni örttü mü beyaz kefen.

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.Org

Bediüzzaman-Çınar-Pınar (Şiir)

barla.cinar.ustad.in.eviÜstad, Barla’da ulu çınar ağacı ile tanışır

Bütün gizli sırlarını birbiriyle paylaşır

 

Daim üstadın zikrine eşlik eder, koca çınar

Çınarın yerine gözyaşı döker, tarihi pınar

 

Sadık üç dost olur; üstad, çınar, pınar

Bu arkadaşlığa imrenir böcekler kuşlar

 

Beraber Kâinat namına Allah’ı zikrederler

Şahit olur buna gökte bulunan melekler

 

Rüzgâr Hu derken, çınar cezbeyle sallanır

Durur mu çeşme? Coşar, gürül, gürül su akıtır

 

Eşlik eder kuşlar; cıvıl, cıvıl Ya Celil çeker

Bu ilahi zikre, aşkla şevkle katılır böcekler

 

Üstad bunları duyar görür eder tefekkür

Yüce Mevla’nın, kalbine ilhamını bekler

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Bugün Nur Talebesinin En Mühim Vazifesi Bir Gencin İmanını Kurtarmaktır

Evet! İmanı zaafa uğrayan gençler o tehlikeden kurtulmak için, ya Allah’ın rahmeti ile ön yargıdan kurtulup,  gururunu bırakıp, ciddi bir arayış içerisinde olacak, veya bir hayırsever onu kolundan tutup kurtuluş yolunu gösterecek, veya herhangi kimse onun hakikati öğrenmesine sebep olacak ki kurtulsun. Bu başarıyı elde etmek için ilk önce  gururu terk edip mütevazi  (alçak gönüllü) olmaya kendini zorlayacak, veya annesinin, babasının, dedesinin, ninesinin veya herhangi bir mübarek zatın duasını kazanmış olacak ki, bu dualar bereketi ile, Allah onun başını eğip arayış içinde olmasını sağlayacak. Onunla beraber irade-i  cüz iyeyi elimizden asla bırakmayacağız, onu müspet kullandıktan sonra Allahın yardımı yetişip o iman hazinesini sahip olabilir.

Yoksa bu insan, bilhassa okuldaki gençlerimiz dıştan gelen materyalist felsefe ile zehirlenerek, yalınız okulda aldıkları eğitimle kalıp, manevi açıdan şahsiyeti gelişmemişse,  edindiği kötü arkadaşları onu olumsuz yönde peşlerine çekmeleri hiçte zor olmaz. Düşünün devletimiz daha kaldıramadığı kanunlardan biri, okullarda: Din dersi hocası Öğrencilere Allah yarattı deyip biraz sonra Fen hocası derse gelip, tabiat olayları, tabiat yaptı diyor. Bu öğrenci hangi hocayı dinlesin?

Birde öğretmen gaye adamı bir dinsiz ise, çocuğu dinden etmek için herhangi bir menfaat ona gösterdiyse, o zaman bu gibilerin yoldan sapmaları için, iş daha da kolaylaşır. Çünkü bu delikanlılar mantıklarını kullanıp kâinata bakarak yaratıkları inceleyip Allah’ın varlığına delil bulamıyorlar ise?  Önlerinde, dimdik dikilen ölümü görmüyorlarsa? Bunlar dini vecibelerden niye uzak kalmasınlar? Bunlar niye rahat yaşamayı bırakıp, ibadet külfeti altına girsinler? Bu vaziyette olan bu gençler  Avrupai frenk mukallidleri niye olmasınlar? Ecnebiler gibi sefahate niye boğulmasınlar? Çünkü mademki insan dili altında saklıdır. O dilin de konuşacağı ancak kulağıyla dinlediğidir, veya gözüyle okuduğudur veya hayat tecrübesinden kafasına yükleyebildiğinden başkası değildir. Yani bu insan ya kitaptan okuduğunu ya hayati tecrübelerini veyahut bilenlerden dinlediğini bilir, ve onları de başkasına aktarmakla zevk alır.  Onunla iftihar eder. Ancak bu kaynaklardan gelen bilgilerle insan müspet (olumlu) veya menfi (olumsuz) tesir altına girer.

Mâ’nevi bilgileri dinlemeye gelince: Bu zamanda, sözden çok iş konuşuyor ve o görünen iş, insanda tesirli oluyor. Kuru lafın pek tesiri olmuyor. Çünkü sahtekârlar iyi kimselerden fazla kendilerini methedip, övebildikleri için, sen yaptığın dini nasihatleri pratiğe dökmezsen tesirsiz kalıyor. Bazen minibüse veya şehir içinde bir otobüse biniyorum. Otobüs yol alırken ileri duraklarda, sakat, yaşlı veya çocuklu  bir kadın biniyor. O esnada onlara bir yer bulmak için sağa sola bakıyorum, yolcular bana ters bakınca, kendim kalkıp yer veriyorum. Sonra bana yer çok. Öteki beriki sesleniyor  hemen bana yerini vermek istiyorlar. Bu küçük davranış bile gösteriyor ki,  iş her ne kadar dil gibi ses çıkarmıyor ise de , dilden fazla konuşup tesirini gösteriyor. Bildiğini yaşamayanlar piyasada çok olduğu için, insanların çoğu kendi kusurlarını örtüp rahatlamak için veya ümitsizlikten kurtulmak için, başkasının suçunu araştırıp bulmaya kalkıyor. Bak onlar nasıl safsatalar atıyorlar: Gerçi ben namaz kılmıyorum ama benim kalbim temizdir. Filanı  hoca, filan hacıdır ama onlar neler neler yaparlar, demeye başlıyorlar?

Ne var ki, bugün dinden uzak yaşamaya alışanlar, istemeseler bile kulaklarına giren ölüm haberleri hayatlarının tatlarını bozuyor. Onlarda, onu düşünmemek için, kendilerini ya sarhoşluğa veya eğlenceye atıyorlar. Bugün vatanımızda sefahatin kapıları sonuna kadar açık ve ona bulaşmak serbest olduğu için, bazı vatandaşlar, evlatlarının fıtri ihtiyacı olan manevi terbiyeyi vermeye çalıştıklarına rağmen çoğu zaman başarısız kalıyorlar. Yaşadığımız devirde insanımız öyle bir durumdadır ki, yalınız Allah’ın Kanununu ve Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetini yerine getirme amacıyla bir araya gelen kişilerin gayretli çalışmalarından kuvvet alan Müslümanlar ayakta durabiliyorlar. Yani ferdi çalışmanın çoğu boşa gidiyor. Zaman cemaat zamanı olduğunu bilmeliyiz ve kurtulmamız için sağlam bir cemaat içine kendimizi atmalıyız. Bu gençleri kurtarmak için en kısa ve sağlam yol onları Risale-i Nur dershanelerine yerleştirmektir. Çünkü bu zamanın ihtiyacına cevap veren ancak bu eserler oluyor Allaha şükür.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org

Dere Yatağı..

Bizim bir deremiz vardı. Duru akardı. İnce bir sancı gibi kıvranırdı vadilerin koynunda.

Dokunulmamıştı. Kaynağından geldiği gibiydi. Sevmiştik. Sevindirirdi bizi her uğradığımızda. Kâğıttan gemilerimizi yüzdürürdük gölcüklerinde. Balıkları vardı. Ve küçük yengeçleri ve körpecik yosunları. Serinlik kokardı. Denize koşardı. Minnetsizdi. Almaz; verirdi. Gücünü duruluğundan alırdı. Güç ve iktidar tutkusuyla bulanıklaşmış değildi. Berraktı. Neyse oydu. İçi dışı birdi. Çakıl taşları ve kumları görünürdü dibinde. Evrensel bir mesajı taşımanın istiğnası vardı yüzünde. Sağa sola yalvar yakar olmazdı. Çoğaltma tutkusu yoktu. İnce ama kopmazdı. Çağıltısıyla hayat sunardı. Çağlayanlardan dökülürken celallenirdi. Ovalarda duru bir ayna güzelliğine bürünür, munisleşirdi. Taşları bile eriten bir yumuşak bakıştı.

Bir ara kurur gibi oldu dere. Öyle sandılar. Suları görünmez oldu; yer altına çekilmiş olmalıydı. Sesi kısılmıştı sadece. Debisinden bir şey kaybetmiş olamazdı. Kaynağı sağlamdı. Kur’ân’dı. Vahye ses olmak için akmaya başlamıştı. Dolu doluydu. Akışı kararlı.

Tam o sıra biri geldi. Dere yatağına gecekondu inşa etti. O sessizliği fırsat bildi. Yok saydı suları. Derenin güzelleştirdiği yamaçları kendi manzarasına kattı. Derken büyüdü gecekondu. Dere sakinlerini de büyüler gibi oldu. Betonlar ağırlaştıkça dere yatağında dereyi de unutturdu. Katlar çoğaldı. Apartmanlar kuruldu. Sonrası malûm. Site kuruldu. Devlet olundu. Dere “geçmiş”e gömüldü. Suyun ince sesini hoyrat gürültüler boğdu. Elden düştü nezaket. Şehirli istilası genişledi de genişledi.

Oysa su dupduruydu. Bir; kimseye dilenci değildi su. İstiğna ile akıyordu. Alan değil veren olmak üzere yürüyordu. Bir güce yaslanmayı çirkin bilirdi; bu da iki. Sözün gücüne iman ederek yola çıkmıştı. Gücün sözüne iman etmek Muhammedî değildi. Çirkindi dar vakitlerin pratiğine gönül vermek. İlkeydi önemli olan. Çünkü herkes bu dereden içmeye muhtaçtı. Kimse uzağında duramazdı. Kimseler tekeline alamazdı. Kimseler markalayamazdı. Su, herkesin dudağı içindi.

Bir gün bir şey oldu. Beklenen gün o gün olmalıydı. Kulağını derenin sesine dayamışlar tebessüm etti. Duru b/akışları özleyenler bayram etti. Birden oldu olanlar. Sağanak bastırdı. Dere, yatağını geri aldı. Kendi itibarı üzerine kurulan karton kuleleri yıktı. İtibarını yatağına kurulu evlerden alan dere nerede görülmüştü ki! Devirdi duvarları, silip süpürdü molozları. Kıyıya attı fazlalıkları. Dere dediğin böyle kararlı akardı. Hep böyle. Haklıydı dereler ve vazgeçmezlerdi akışlarından. Her dere yatağı işgalcisinin akıbeti böyle olacaktı.

Şimdi, bir deremiz var. Akar hâlâ. Duru, dupduru. İnce bir sancı gibi kıvranır aklın kıvrımlarında. Kaynağından geldiği gibi duru. El değmemiş. Severiz hâlâ. Kâğıttan gemilerimizi yüzdürürüz yine. Ümitlerimizin nabzını besler dere. Serinlik kokar. Vahyin denizine akar ince ince. Kaynağı göklü Söz. Minnetsiz. Güç ve iktidar hesabıyla bulanmış değil asla. Berrak ve köpüklü. Kendi halinde, sessiz. Çağıltısıyla hayat sunuyor hâlâ. Herkesin ayağını rahatlıkla uzatabileceği kadar şeffaf. Hesapsız. Engelsiz.

Gecekondu saltanatı bitti, bitiyor. Üzülerek izliyoruz. İçten içe seviniyoruz. Eğiliyoruz şimdi bu mahcup sevinçle. Susamışız şunca yıl. Susmuşuz bir o kadar. Suda aksimizi seyrediyoruz. Yüzlerimizi yıkamaya niyetleniyoruz. Temizliyoruz Sözlerimizi bulanık işgallerden.

Diyeceğim o ki, Hak’lıdır dereler. Geri alır yatağını hoyrat ellerden. İçimizde bir dere çağıldayışıdır dava. Müstağni. Sivil. İktidar bulaşığı yok ellerinde. Cebinden gizli ajanda düştüğü vaki değil.

Senai Demirci