Kategori arşivi: Yazılar

Bediüzzaman’ın Lokman Hekim ruhlu talebesi: “Ali İhsan Tola”

Bediüzzaman Said Nursî’nin etrafında halkalanan Nur kahramanlarının her biri ayrı bir esmaya mazhar ve Üstad’ın farklı bir yönüne ayna olan şahsiyetlerdir. Bunlardan biri de 1927- 2009 yılları arasında yaşamış olan Orman Mühendisi, Tıbb-ı Nebevî’nin asrımızdaki temsilcisi ve zamanın Lokman Hekimi Senirkentli Ali İhsan Tola’dır.

Üstad, muhataplarının ilgi alanlarına ve kabiliyetlerine göre konuşur, onlara ders verir. Ali İhsan Tola ilk ziyarete gittiğinde Üstad, kendisine uzmanlık alanı olan orman ve bitkilerin sırlarından bahseder. Fakat bu konuda öylesine derinlere dalar ki, Ali İhsan Tola üniversitede öğrendiği bilgilerinin Bediüzzaman’ın bilgilerinin yanında çok sığ kaldığını hisseder. Üstad kendisine ihtisasıyla ilgili konuda muhatap olmakla kalmaz, bu konuda daha ileri gitmesi için manevî himmetini de devreye koyar. Derken Sav’da risalelerin basımı esnasında bitkilerin sırları kendisine açılır ve tıpkı Lokman Hekim gibi bitkiler hal dilleriyle ne işe yaradıklarını anlatarak adeta onunla konuşmaya başlarlar.

Okan Yılmaz’ın bu konuyla ilgili hatırası manidardır: “Kendisinden bitkilerin sırlarını iki defa dinledim. Birisinde Sungur Ağabey gelmişti. ‘Ali İhsan, bu bitkilerin esrarı nasıl oldu?’ diye sordu. ‘Üstad’ın himmetiyle açıldı. Sizi nasıl görüyor, tanıyorsam, o bitkileri de öyle görüyor, tanıyorum. Neye yaradıkları bana o surette görünüyor. Mesela bir bitki böbreğe yarıyorsa, onu böbrek suretinde görüyorum’ demişti.”

Bu konuda kendisinin yaptığı açıklama ilginçtir: “O zamandan beri otlardan, çiçeklerden bal karışımlarından ve çeşitli yağ karışımlarından insanlık âlemine faydalı olmaya çalışıyordum. Risale-i Nur’da izah edildiği gibi, kâinat, bir eczane-i kübradır. Allah Teâla her şeyi yerli yerinde yaratmıştır. İnsan vücudunda bulunan hücreler ve cihazlar bitki ve otlardan küçük birer numune taşır. Mesela ceviz meyvesi, diğer meyvelerden farklı olarak dışında sert bir kabuk, içinde meyvenin yiyecek kısmıyla insanın başına ve beynine benzer. Elbette ki onun yenmesi, insana ve beynine faydalı olacaktır. Keza, fındığın kalbe benzemesi, fasulyenin böbreklere benzemesi ve limondan narenciyeye kadar her şeyde insan bünyesine faydalar sunulmuş, rızık olarak tayin edilmiştir.”

Bitkilerin sırrı

Bir zamanlar Çam Dağı’nda iken Üstad’ın kendisine bir çiçek verip “Ali İhsan, bunun üzerinde çalış” demesi de manidardır. Bunu unutup yıllar sonra bir vesileyle hatırlar. Böylece karabaş otu üzerinde başlayan araştırmaları, diğer çiçek ve bitkilerle devam eder. Bütün bunlar, Ali İhsan Tola’nın Tıbb-ı Nebevî konusunda derinleşmesine sebep olur.

Torunu ve manevî mirasçısı sayılan Eczacı Ömer Tola’nın anlattıkları da ilginçtir: “Evveliyatında Sav’da teksir yaparken sırrın açıldığını anlatırdı. ‘Bitkinin şekli, kokusu, rengi, bir şifre-i ilahîdir. Bu şifrenin anahtarı da Efendimizdedir (a.s.m.)’ diye anlatırdı. Fakat Üstad Hazretleri ‘maksat insan yetiştirmek’ deyince bitkilere karşı olan şevki ve alakası kırıldı. Bunun üzerine bitkilerin sırları tekrar kapandı. Daha doğrusu bir hasta gelse şu bitkinin iyi geldiğini bilse bile verecek hal kalmadı. Ta ki halk arasında ‘kafa süpürgesi’ diğer adıyla karabaş otunu Üstad kendisine tavsiye edene kadar… Ondan sonra bitkisel tedaviye tekrar başladı. Gelenlere ikram etti. Hatta bu kafa süpürgesinden dolayı mahkemeye verildi. Hem orman mühendisi, hem ehl-i vukuf, hem bilirkişi ve hem de davalı olarak böyle bir davanın olmayacağını savundu. Daha sonra özellikle ardıç tohumu ve yağı üzerinde yoğunlaştı ve bu yoldaki araştırmalarına ve hizmetlerine devam etti.”

Ali İhsan Tola, çeşitli bitkilerden elde ettiği yağlar ve karışımlarla tıbbın ve kimyevî ilaçların çare olmadığı pek çok hastalığa deva olur. Bu yüzden son zamanlarda her gün onlarca, hafta sonları yüzlerce insan, gerek yurdun çeşitli yerlerinden, gerekse yurt dışından akın akın kendisine gelerek deva bulmak için kapısını aşındırırlar.

Manevî yönü

Ali İhsan Tola’nın şahsiyeti şüphesiz sadece bununla sınırlı değildir. Onun asıl şahsiyeti Üstad’ın yakın bir talebesi olarak Risale-i Nur hizmeti üzerinde yoğunlaşmasıdır. Yanına gelenlere bir yandan maddî ilaçlarla deva sunarken, diğer yandan Nurlarla manevî deva sunmaya son nefesine kadar devam eder. Risale-i Nur’un satır aralarından adeta istihraçla çıkardığı engin manaları yanına gelen ve bu konulara alaka duyanlarla paylaşır. Özellikle yakın takipçilerinden olan Mehmed Başat Bey’in ifadesiyle “eşyanın ledünnüne vakıf olması, eşyanın ve olayların zahirine bakarak iç yüzü ve geleceği ile ilgili çıkarımlarda bulunması” pek manidardır. Mesela bunlardan biri 12 Eylül Darbesi öncesinde üst odada ders yapılırken el büyüklüğünde bir örümceğin duvarda herkesi ürkütecek şekilde yavaş yavaş ilerlemesi karşısında birisi gitmesi için kalkıp pencereyi açması üzerine, ”Oturun yerinize ve ona ilişmeyin” der. Ders bittikten sonra, ”O ne diyor biliyor musunuz?“ diye sorar. Ardından şu açıklamada bulunur: ”Örümcek hicrette Allah’ın inayetiyle Peygamberimizi müşriklerden korumadı mı? Şimdi de başınıza bir musibet gelecek, ama korkmayın siz, hıfz-ı ilahî altındasınız diyor” şeklinde yorumlar. Gerçekten hemen ardından 12 Eylül Darbesi olur ve Nur talebeleri haber verdiği gibi bu musibetten en az zarar görerek kurtulurlar.

Ali İhsan Tola’nın araştırmaları sadece bitkilerle sınırlı kalmaz. Son zamanlarda çeşitli taşlar ve madenler ve sularla ilgili araştırma ve denemelerde de bulunur.

“Bediüzzaman’ın Lokman Hekim Ruhlu Talebesi: Ali İhsan Tola” isimli Nur Kahramanları serimizin 12. kitabı bu ve bunun gibi son derece ilginç ve insanların alaka ve ihtiyaçlarına cevap verdiği için olsa gerek kısa zamanda iki baskı yapmıştır. Dilerseniz sözü daha fazla uzatmadan tedavi uygulamalarında kitapta yer alan örneklerden bazılarına yer verelim. Böylece hangi tarz ilaçların ne gibi hastalıklara şifalı olduğunu görelim.

Hastalıklara maddî ve manevî şifalar

Dışarıdan gelen vesveselere 11 Felak okunmalı, nefisten gelen vesveselere 11 Nas Suresi okunmalı.

Cimriliğe karşı 11 defa Mâûn Suresi okunmalı

Şirke karşı 11 defa Kafirûn Suresi okunmalı.

Migrene karabaş balı kullanılmalı. Karabaş balı, beyin hastalıklarında damar açıcıdır.

Kuyruk yağı romatizma, bel ve boyun ağrılarına iyi gelir.

Kemik erimesine karşı kuyruk haşlanıp aç karnına yenmeli, belden alt kısmına tırnaklara kadar sürülmeli.

Kalp damar tıkanıklıklarına karşı karabaş balı yenmeli.

Kudret narı yağı, güzelleştirir, yüzde leke koymaz. İçilir ve hastalıklı yere sürülürse sedef hastalığını ve kaşıntıları yok eder.

Ardıç yağı, antibiyotik yerine geçer. Ardıç yağına demiri koysan eritir, ama vücuda zarar vermez. Vücuttaki cerahati, iltihabı çıkarır, temizler. Vücut dengesini temin eder.

Saf zeytinyağı ve kantaron, iç ve dış kanamaları önler, hücreleri yeniler, sinir uçlarını tamir eder. Kantaron yağı kanser ağrısını yok eder.

Ağrı için ardıç yağı ve kantaron karışımı sürülür.

Elmayı kabuğuyla yemek yüz güzelliği yapar.

Çayı limonla içmek, çayın kan yapıcı özelliği yok etme keyfiyetini giderir.

Saç için, kekik suyu ile saçlar yıkanır, dibine lavanta yağı sürülür. Kantaron yağı sürülür, saç diplerindeki cerahat boşalır, dibinden saç çıkar.

Günlük 21 tane kuru üzüm hafızayı açar. Her birini besmele çekerek yemeli.

Çörek otu baş ağrısını keser.

İhsan Atasoy

Heyhat! (şiir)

Ömür denen şu bilmece

Hep akıyor gündüz gece

 

Ne çabuk geçti şu zaman

Hayat çok zor ve çok yaman

 

Her an yaklaşıyor ecel

Kabir çağırıyor “gel, gel”

 

Yolun sonu geldi “HEYHAT!”

Demek bitiyor şu hayat

 

Durun! Bekleyin sabaha

Benim çok işim var daha  

 

Hazır değilim bu yola

Borcum vardır sağa sola

 

Bekliyordur çoluk çocuk

Haberim yoktu ne çabuk

 

Biraz zaman verin bana

Yaşayayım kana kana

 

Daha dünyaya doymadım

Taş üstüne taş koymadım

 

Yarım kaldı bütün işler

Bozulacak tüm gidişler

 

Olmaz mı sonradan gelsem

Bütün işlerimi görsem

 

Ama çabalar nafile

Kaçıyorum bile bile

               

Gelirse kapıya ecel

Hiç kimse olamaz engel

 

Tanyeri, unutma sakın!

Çünkü yolun sonu yakın

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Tenkid Kapısı

Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder. Sakın Birbirinize Tenkid Kapısını Açmayınız! Tenkid edilecek, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Tarihçe-i Hayat ( 208 )

Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı; böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes’elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar. Şualar ( 318 – 319 )

Üstadım Külliyatın 158 yerinde Tenkidden bahsetmektedir. Bizler de farkında olmadan bu tuzağa düşmekteyiz. İçtimai zeminde siyasi gerilim ve sıkıntılar tebarüz etmiş ve günyüzüne çıkmıştır.

Bu meselede de ne olursa olsun hangi cenah üstün racih gelse de olan islama olacak sevinen ve galip gelen ise; İslam düşmanları olacaktır. Bu mevzuda üstadım:Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Mektubat ( 270 )” mesele naziktir.

Üstadım ve ağabeylerim hasiphanede iken sıkıntılar tebarüz edince: “Eğer o acib yerde beraber bulunmaktan gizli parmaklar karışıyorlar, biriniz Tahirî’nin koğuşuna gidiniz. Şualar ( 504 )” demiştir. Bunun mevzu ile alakasına gelirsek Tahiri Ağabeye sorulduğunda üstad neden böyle dedi?

–        Bizim koğuşumuzda herkes Risalelerle meşgul olur kimse lüzumsuz şeylerle veya boşta kalacak şekilde şeylerle meşgul olmazdı. Bu sebeble kimsede sıkıntı olmazdı. Üstad bu sebeble böyle dedi.

Bizler de Risale-i Nur ile hemhal olduğumuz müddetçe fuzuli olan şeylerle meşgul olmadığımızda bizler de sıkıntısız ve ehl-i dalalete kukla olmaktan kurtulacağız.

Tenkid kapısını 2006’da Risale-i Nur Cemaatinde en büyük meşreb’e yeni neşriyat kurdurarak aralarına tenkid kapısını açtırdılar.

Bu takip eden sürede şahdamar yayınları başlığı altında tebdil ve tağyire maruz kalmış başka bir neşriyat kurularak hizmet hareketine karşı Tenkid kapısını açtılar.

Sonra ufuk yayınları olarak Risale-i Nur’dan bazı eserleri tahrif ederek sadeleştirme kisvesinde neşrederek Tenkid kapısını daha da açtırdılar. Bu suretle ehl-i iman arasına Tenkid kapısını gittikçe açtırmak için var güçleri ile çalıştılar.

Bu ara istediklerine yaklaşınca hükümetle gülen hareketini kavga ettirdiler. Can damarları olan bir mesele ile. Sonra Tenkid kapısını gülen ve hükümet arasında açtırarak dersane mevzuu kapandı ve herkes içindeki kurtları dökmeye, Tenkid kapısını açmaya ehl-i dalalete yardım ettiler.

Şimdi dersane mevzuu kapandı Tenkid kapısı aralandı ve ardına kadar açmaya çalışılmaktadır. Biz nur talebeleri ise bu mevzuda iki tarafı da tutmadan tarafsız kalarak Tenkid kapısını kapata biliriz. Bu tadad ettiğim meselelerle Tenkid kapısını açarak ehl-i iman arasına soğukluk ve uzaklık verdiler. Tabir-i caiz ise birbirinden kopardılar.

Tenkid kapısını: Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder. Sakın Birbirinize Tenkid Kapısını Açmayınız! Tenkid edilecek, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Tarihçe-i Hayat ( 208 )

Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı; böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes’elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar. Şualar ( 318 – 319 ) gibi ikazlarla kapatacak ittihad ve ittifak-ı islamı temin etmeye çalışacağız. Bu biz nur talebelerinin mesul olduğu vazifedir.

“Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Ya Erhamerrâhimîn meded!

Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar,

kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet

ve uhuvvet ve şefkatle doldur.”

Şualar ( 498 ) duasını yapmakla mükellefiz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Kâinat Kitabı Kimi Anlatıyor? (2)

       Kainat  Gördüğünüz şu evren kitabı, kudret defterinin satırları üzerinde düzgün yazılmış bir kitapdır. Bu kitabın her bir sayfası; her şeyi saklayan, muhafaza eden Hafiz olan yazarının  büyük yansımalarını gösterir.

*Kitab-ı Mübînin mistarı üstünde yazılan şu kâinat kitabının sayfalarına baksan, ism-i Hafîzin cilve-i âzamını ve bu âyet-i kerimenin bir hakikat-i kübrâsının nazîresini çok cihetlerle görebilirsin.(M.NURİYE, Zühre)

         Bu kâinat kitabının her harfi kudretin bir mucizesi olduğu gibi yazılması da büyük bir mucizedir ki benzerini yazmaktan herkesi aciz bırakır. Bütün tabii sebeplerin, kendi istek ve arzularına göre iş yapabileceklerini kabul etsek bile tam bir acizlik içinde bu işleri yapamıyacaklarını itiraf edeceklerdir. Çünki bu iş sonsuz bir kudret, ilim ve ezeli bir irade işidir.

*Her kelimesi, her harfi birer mucize-i kudret olan bu kitab-ı kainatın telifinde öyle bir i’caz var ki, bütün esbab-ı tabiiye, farz-ı muhal olarak muktedir birer fail-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i’caza karşı secde ederek ’’Sen her türlü noksandan münezzeh ve uzaksın. Bizim hiç bir kudretimiz yoktur. şüphesiz ki Sen Azizsin, Senin kudretin herşeye galiptir; Hakimsin, Senin her işin hikmet iledir.’’  diyeceklerdir. Herbir kelimesi bütün kelimatıyla münasebettardır. Ve her harfi, bahusus zihayat bir harfi, bütün cümlelere karşı müteveccih birer yüzü, nazır birer gözü var olan bu kitabın öyle bir muzaaf iştibak-ı tesanüd-ü nazmı vardır ki, bir noktayı yerinde icad etmek için, bütün kainatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahi lazımdır. Demek sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.(M.NURİYE, Nokta)

*kitab-ı kainattaki nazım ve nizam, intizam ve telifindeki i’caz güneş gibi gösteriyor ki, bir kudret-i gayr-ı mütenahi, bir ilm-i layetenahi, bir irade-i ezeliyenin eserleridir. (M.NURİYE, Nokta)

*ulûhiyet ve mâbudiyetin tezahürü için bu kâinatı öyle bir mücessem kitab-ı Samedânî ki, her sayfası bir kitap kadar ve her satırı bir sayfa kadar mânâları ifade eder ve öyle cismânî bir Kur’ân-ı Sübhânî ki, herbir âyet-i tekvîniyesi ve herbir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer mucize hükmündedir ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla ve mânidar nakışlarla tezyin edilmiş ve mescid-i Rahmânîdir ki, herbir köşesinde bir tâife, bir nevi ibadet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halk eden bir Allah. (A.MUSA1.Kısım)

*bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun’-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup. (A.MUSA, 1.Kısım)

*Bu kâinat, o kadar mânidar ve muntazamdır ki, mücessem bir kitab-ı Sübhânî ve cismânî bir Kur’ân-ı Rabbânî ve müzeyyen bir Saray-ı Samedânî ve muntazam bir şehr-i Rahmânî suretinde görünüyor. O kitabın bütün sûreleri, âyetleri ve kelimatları, hattâ harfleri ve babları ve fasılları ve sayfaları ve satırları, umumunun her vakit mânidarâne mahv ve ispatları ve hakîmâne tağyir ve tahvilleri, icma ile, bir Alîm-i Külli Şeyin ve bir Kadîr-i Külli Şeyin ve bir Musannıfın, herşeyde herşeyi gören ve herşeyin herşeyi ile münasebetini bilen, riayet eden bir Nakkaş-ı Zülcelâlin ve bir Kâtib-i Zülkemâlin vücudunu ve mevcudiyetini bilbedâhe ifade ettikleri gibi, bütün erkân ve envâıyla ve ecza ve cüz’iyatıyla ve sekeneleri ve müştemilâtiyle ve varidat ve masarıfatıyla ve onlarda maslahatkârâne tebdilleriyle ve hikmetperverâne tecditleriyle, bil’ittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören âli bir Ustanın ve misilsiz bir Sâniin mevcudiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatın azametine münasip iki büyük ve geniş hakikatın şehadetleri, kâinatın bu büyük şehadetini ispat ediyorlar. (A.MUSA, 2.Kısım)

*o kitab-ı kâinatın müşahedesi, kendi vücudundan yüz derece daha ziyade Kâtibinin vücudunu ve vahdetini ispat eder. Çünkü bir harf kendi vücudunu bir harf kadar ifade ettiği halde, kâtibini bir satır kadar ifade ediyor.

Evet, bu kitab-ı kebîrin bir sayfası, zemin yüzüdür. O sayfada nebâtat, hayvânat taifeleri adedince kitaplar birbiri içinde, beraber, bir vakitte, yanlışsız, gayet mükemmel bir surette, bahar mevsiminde yazıldığı gözle görünüyor.

Bu sayfanın bir satırı, bir bahçedir. O bahçede bulunan çiçekler, ağaçlar, nebatlar adedince manzum kasideler beraber, birbiri içinde, yanlışsız yazıldığını gözümüzle görüyoruz.

O satırın bir kelimesi, çiçek açmış, meyve vermek üzere yaprağını vermiş bir ağaçtır. İşte bu kelime, muntazam, mevzun, süslü yaprak, çiçek ve meyveleri adedince, Hakem-i Zülcelâlin medh ü senâsına dair mânidar fıkralardır. Güya çiçek açmış her ağaç gibi, o ağaç dahi, Nakkaşının medîhelerini tegannî eden manzum bir kasidedir.

Hem güya Hakem-i Zülcelâl, zeminin meşherinde teşhir ettiği antika ve acip eserlerine binler gözle bakmak istiyor. Hem güya o Sultan-ı Ezelinin o ağaca verdiği murassâ hediye ve nişanları ve formaları, hususî bayramı ve resm-i küşâdı olan baharda, padişahın nazarına arz etmek için, öyle müzeyyen, mevzun, muntazam, mânidar bir şekil almış ve öyle İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle çağır. (A.MUSA 2.Kısım)

*kâinatta ne kadar hüsün ve cemal ve kemal varsa, umumundan lâyuhadd derecede yüksek tabakada evsaf-ı cemaliye ve kemâliyeyle Sâni muttasıftır (MUHAKEMAT,1.Maksat)

Bu kitabın yazarı; Hakîm, Rahîm ve Vedud’tur. O’nun bu özellikleri evren fabrikasına hareket verir. 0;Ölümlü varlıkları, ölümsüz varlıklara dönüşecek çekirdekler gibi yaratmıştır. Varlıklar, O’nun amaçlarına ve işlerine uygun davranırlar. Bu kitabın bütün harfleri, kader kalemine mürekkep, kudret dokumasına mekik olurlar. Daha henüz bilmediğimiz pek çok yüce amaç için de kitabın yazarı, kendi kudretinin gücüyle evreni harekete geçirir. Gezegenler, hayvanlar, bütün varlıklar ve atomlar ile daha küçük parçacıklar hep aynı kanun içinde hareket ederler.

Yeryüzündeki bütün canlılar, hava, su,  toprak ve ışık; O’nun rububiyetini, emir ve iradesini, ilim ve hikmetini, ihsan ve rahmetini gösterirler. Hava, su ve ışık; yeryüzündeki canlı varlıkların üzerine bir hayat kaynağı olarak yaratılmıştır.

*Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm ve Vedûd, mukteza-yı rahmet ve hikmet ve vedûdiyet olarak kâinat fabrikasına hareket veriyor. Herbir vücud-u fâniyi çok bâki vücutlara çekirdek yapar, makasıd-ı Rabbâniyesine medar eder, şuûnât-ı Sübhâniyesine mazhar kılar, kalem-i kaderine mürekkep ittihaz eder ve kudretin dokumasına bir mekik yapar. Ve daha bilmediğimiz pek çok inâyât-ı galiye ve makasıd-ı âliye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir. Zerrâtı cevelâna, mevcudatı seyerâna, hayvânâtı seyelâna, seyyârâtı deverâna getirir, kâinatı konuşturur, âyâtını ona sessiz söylettirir ve ona yazdırır. Ve mahlûkat-ı arziyeyi, rububiyeti noktasında, havayı emir ve iradesine bir nevi arş, ve nur’ unsurunu ilim ve hikmetine diğer bir arş, ve suyu ihsan ve rahmetine başka bir arş, ve toprağı hıfz ve ihyâsına bir çeşit arş yapmış; o arşlardan üçünü mahlûkat-ı arziye üstünde gezdiriyor. (MEKTUBAT,24.Mektup)

Yeryüzündeki bir ağaç o kitabın bir kelimesi, meyvenin içindeki çekirdek ise bir harfidir. Ve o çekirdek içinde ağacın programı yazılıdır. İşte bu örneğe bakıldığında büyük evren kitabının bütün satırları, sayfaları O’nun yazarının Hakem ve Hakîm ismini yansıtırlar. O kitabın her bir sayfasında, satırında, kelimesinde, harf ve noktasında birer mucize gizlidir.

*Ve bu bir kelime olan bu ağaçta, bir harf hükmünde olan bir meyvede bulunan bir çekirdek noktası, bütün ağacın fihristesini, programını taşıyan küçük bir sandukçadır. Ve hâkezâ, buna kıyasen, kâinat kitabının bütün satırları, sayfaları, böyle, ism-i Hakem ve Hakîmin cilvesiyle, yalnız herbir sayfası değil, belki herbir satırı ve herbir kelimesi ve herbir harfi ve herbir noktası, birer mucize hükmüne getirilmiştir (LEMALAR,30.Lema)

Evrenin her tarafında tek bir yazarın, sanatkârın imzası görülür. Yeryüzündeki hayat da ruh da O’nun varlığına ve birliğine vurulmuş bir mühürdür. Her canlı varlıkta gözlenen ince sanat, O’nu gösteren bir damgadır, bir imzadır ki her canlı adedince yazılmış birer mektuptur. Her canlı mektup; yazarlarının; Hayy, Kayyum, Vahid ve Ehad olduğunu, hayatlarıyla imza atarak gösterirler. İnsanın da yüzünde de yaratıcısının bir olduğunu gösteren bir mühür vardır.

*hayat nasıl ki kâinatın yüzünde parlak bir sikke-i tevhiddir; ve herbir zîruh dahi hayat noktasında bir sikke-i ehadiyettir; ve hayatın herbir ferdinde bulunan nakş-ı san’at bir mühr-ü samediyettir; ve zîhayatların adedince bu kâinat mektubunu Zât-ı Hayy-ı Kayyûm ve Vâhid-i Ehad namına hayatlarıyla imza ediyorlar; ve o mektupta tevhid mühürleri ve ehadiyet hâtemleri ve samediyet sikkeleridirler. Öyle de, hayat gibi, herbir zîhayat dahi, bu kitab-ı kâinatta birer mühr-ü vahdâniyet olduğu gibi, herbirinin yüzünde ve simasında birer hâtem-i ehadiyet konulmuştur. (LEMALAR,30.Lema)

         Evren denilen bu büyük kitap, nakış gibi işlenerek yazılmıştır. Her nakış, küçük olsun büyük olsun onu işleyen, bir ve tek olan Vahid, kimseye muhtaç olmayan Samed bir nakkaşının muazzam sanatını gösterir. Ve kendi diliyle, az çok O’na övgülerini sunar.

Bu kitabın her bir yazısı, her bir noktası ve her bir nakışı; Rahman ve Rahim olan yazarının güzelliklerini sergiler, ayna olup O’nu yansıtır. O’nun güzel isimlerini gösterir. O’na hürmet, övgü ve büyüklüğüne saygı gösterilmesine aracılık eder.

*O kitab-ı kebîrin herbir nakşı, küçük olsun, büyük olsun, karınca kaderince, Vâhid ve Samed olan Nakkaşının evsaf-ı celâliyesini izhar ile hamd ü senâlar eder. Ve kezâ, o kitabın herbir yazısı, Rahmân ve Rahîm olan Kâtibinin evsâf-ı cemâlini göstermekle senâhan oluyor. Ve kezâ, o kitabın bütün yazıları noktaları, nakışları, Esmâ-i Hüsnânın tecelliyat ve cilvelerine mâkes ve mazhar olmak cihetiyle, o Zât-ı Akdesi takdis, tahmid, temcid ile senâhandır. (ŞUALAR,29.lemadan 2.bab)

         Kâinat; Allah’ın güzel isimlerini gösteren birçok aynadan oluşturulmuştur. Hallak ismi; varlıkların yoktan yaratılmasını, Rahman ve Rezzak ismi ise; rızka ve merhamete muhtaç canlıların yaratılmalarını isterler. Allah’ın bazı isimleri ise o kadar geniş manalar ifade ederler ki diğer isimlerin manalarını da içinde barındırırlar. Bunlara İsm-i A’zam denir. O’nun bütün güzel isimleri hakikidir, bazıları bazı isimler içinde gölge değillerdir.

*esmâ-i İlâhiyenin herbiri ayrı ayrı birer ayna ister. Hem meselâ Rahmân, Rezzâk, hakikatli, asıl oldukları için, kendilerine lâyık, rızka ve merhamete muhtaç mevcudatı ister. Rahmân, nasıl hakikî bir dünyada rızka muhtaç hakikatli zîruhları ister; Rahîm de, öyle hakikî bir Cenneti ister. Eğer yalnız Mevcud ve Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad isimleri hakikî tutulup öteki isimler onların içine gölge olmak haysiyetiyle alınsa, o esmâya karşı bir haksızlık hükmüne geçer.(18.Mektup)

*Cenâb-ı Hak, Hallak ismiyle vücud veriyor ve o vücudu idame ediyor .(18.Mektup)

*saltanat-ı ulûhiyet, Rahmân, Rezzâk, Vehhâb, Hallâk, Fa’âl, Kerîm, Rahîm gibi pek çok esmâ-i mukaddeseyi hakikî olarak iktiza ediyor. O hakikî esmâ dahi, hakikî aynaları iktiza ediyorlar. (18.Mektup)

* mevcudat, evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi, Cenâb-ı Hakk’ın âsârıdır. “Heme Ost” değil, “Heme Ezost”tur. Yani herşey O değil, belki herşey Ondandır. (18.Mektup)

Kâinatta hiç durmadan devam eden hayretverici bir faaliyet vardır. Hiçbir şey durmuyor, daima dönüp tazeleniyorlar. Bunların sebebi o güzel isimlerde yatar. Çünki onlar daima görünmek , kendilerinin nakışlarını aynalarda göstermak isterler.

*Esmâ-i Hüsnâsının had ve hesaba gelmez envâ-ı tecelliyâtı var. Mahlûkatın tenevvüleri, o tecelliyâtın tenevvüünden geliyor. O esmâ ise, daimî bir surette tezahür isterler. Yani nakışlarını göstermek isterler. Yani, nakışlarının aynalarında cilve-i cemallerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen feânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye mânidar yazmak ve herbir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemmâ-yı Akdes ile beraber bütün zîşuurların nazar-ı mütalâasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler. (18.Mektup)

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.org

Ailenin Huzuru İçin

Fitnelerden kurtulabilsek,

Âile dertlerden kurtulur.

 

İmanımız kuvvetli olsa,

İç âlemimiz rahat olur.

 

Hanımımızla kavga yoksa,

Hayatımız huzurlu olur.

 

Evlatlarımız dindar olsa,

Derdin büyüğü bitmiş olur,

 

Anne babadan dua alsak,

Hayırlar bizi bulmuş olur,

 

Tüm âilemiz namaz kılsa,

Kara günlerimiz ak olur.

 

Tek Yaratana muhtaç olsak,

Geçimimiz huzurlu olur.

 

Komşularla dargınlık bitse,

Eve girip çıkmak rahat olur.

 

Bir asra yakın milletimiz,

Dini hayattan uzak durur

 

Milleti dinsizleştirenler,

Müthiş azabı bekler durur

 

Başbakanımız dindar olsa,

Sahtekârlık çok az olur.

 

Âilemizde din yerleşse,

Bizde huzursuzluk, yok olur.

 

Risale-i nur  eve girse

Evdekiler nurlanmış olur,

 

Ondan sonra bütün aile,

Çevreye örnek olmuş olur.

 

Sevaba günaha inansak

İç alemimiz pürnur olur.

 

Pratikle dini nasihatlar,

Ağzımızdan da, çok konuşur.

 

Bugün bu gibi noksanlıklar,

Tamamlansa çok iyi olur,

 

Ondan sonra bizim hayatımız,

Her sahada gülistan olur.

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org