Kategori arşivi: Yazılar

Rahim Olan Allah’ımız (C.C.) (Şiir)

Bizi koru Rabbim! Gidiyor iman elden,

Şefkatinle bizi  kurtar bu velveleden,

Gençler helâk oldu, nisvan soyulmuş belden,

Ya Rab! Sana sığındık Kurtar bizi bu selden. Âmin…   

 

Rabbim! şuur ver bize düşmanı bilelim,

Kalbimize basiret ver hakkı görelim,

Bize düşmanı tanıt onu dost görmeyelim,

Bilgimizi artır bize, güzel Allah’ım. Âmin…

 

Bizi yoktan var eden  şüphesiz Rab Sensin,

İç ve dış âlemimizi tedvir edensin,

Kalbimizde gizli emelleri bilensin,

Settar’sın ayıplarımızı ört Allah’ım. Âmin… 

 

Hilkatin zirvesinde bizi yarattın Sen,

Kurtulmamız için bize Kur’ân gönderen,

Onunla fark edelim kimdir candan seven, 

Bizi imansızlık derdinden, kurtar Rabbim. Âmin…

 

Önceden dinsizle aramızda fark vardı,

Helali mü’min, haramı kâfir satardı,

Mü’min de  nur azalınca hava karardı,

Rabbim rahmetinle kurtar bu kanlı selden! Âmin…

 

Münafıklık, hile, yalan almış yürümüş,

Sahtekârlar veriyor çok cazip görünüş,

Zavallı Müslümanları kâbus bürümüş,

Ferasetten bizi mahrum kılma Allah’ım. Âmin…

 

Her şeyi bilensin içimizi görensin,

Çaresiz kalana o anda yetişensin,

Tövbekârlardan günahları silen Sensin,

Pişman olanı kurtaransın, kurtar bizi. Âmin…

 

Sabrımız tükendi Rabbim, imdada yetiş,

Yoksa sonumuz yakın, bu oluyor bitiş,

Rahmetine sığınmak bize en mühim iş,

Sen bize merhametini gönder Alla’hım. Âmin…

 

Bizi en şerefli mahluk yaradan Sensin ,

Hak etmedik ama Sen bol nimet verensin,

İçimizle dışımızı çok net görensin,

Affet, Rahmeti gadabına galip, Allahım. Amin…

Adülkadir HAKTANIR

www.NurNet.Org

Hz. Üstad’ın İstanbula Gelişi

Şekerci Han
Şekerci Han

Doğu illerinin birinde açmak için üniversite

Seyahate çıkar İstanbul’a bu azim ve niyetle

 

Vedalaşır helalleşir Van Valisi Tahir Paşa ile

Hayatının idealini gerçekleştirmek dileğiyle

 

Vali “Şarkta bulunan tüm âlimleri ilzam ettin”

“İstanbul’daki büyük ulemaya ne diyeceksin”

 

Diyerek, İstanbul’a uğurlar Bediüzzaman’ı

Olmuştur Molla Said’in şekerci han mekânı

 

Hemen münazaraya davet etti bütün ulemayı

İstanbul’daki tüm âlimlere açık tuttu kapıyı

 

Asar, handaki oda kapısına şöyle bir levha

“Sual sorulmaz, cevap verilir her soruya”

 

İstanbul uleması duyunca bu müthiş haberi

Guruplar halinde ziyaret ederler Molla Said’i

 

Konu serbesttir her şeyden sorular sorulur

Suallere verilen cevapların hepsi doğrudur

 

İstanbul da bulunan bütün âlimler takdir eder

Ehli ilim hayretle karşılar bu ancak mucize der

 

Böyle âlime verilir ancak “Bediüzzaman” unvanı

Bütün Osmanlıya yayılmıştı artık şöhreti lakabı

 

Osmanlının başkentini gezmeye gelir

Mısırlı şeyh Bahid, İstanbul’da misafir

 

Âlimler Bediüzzaman’ın ilzam edilmesini ister

Şeyh Bahid’e bu isteklerini ısrarla söyler

 

Kabul eder teklifi bir münazara zemini arar

Ayasofya Camii çayhanesinde sualini sorar

 

“Avrupa ve Osmanlı hakkında görüşünüz nedir”?

Bediüzzaman, “Avrupa İslam devletine hamiledir”

 

Koca “Osmanlı da Avrupa’ya kalmıştır hamile”

Mutlaka “doğumları olacak günleri gelince”

 

Şeyh Bahid etrafındaki âlimlere dönerek hitaben

“Fikrim aynı ama veciz ifade edemiyordum ben”

 

“Görüşümüz bir, bu gençle edilmez münazara”

“Böyle söz, uyar ancak Bediüzzaman’ın tarzına”

 

Ezher üniversitesi öğretim üyesi şeyh Bahid

“Bediüzzaman” unvanının verilişine tarihi şahit

 

Bu söz ancak “Bediüzzaman’a” hastır o söyler

Ahirzamanın sahibi olduğunu da ispat eder

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

“Elde var sonsuz” diyebilmek için…

Modern zamanların belki en büyük ve en kuşatıcı musibeti, ‘arzuların ihtiyaca dönüşmesi’ gerçeğidir. Arzuların ‘olmazsa mutlu olmam’ derecesinde insanların gönüllerine ve zihinlerine yer ettiği bir zeminde, gerçekte zarurî olmayan şeyler dahi insan için ‘zarurî ihtiyaç’ haline gelir; bu ise insanı bitmek bilmez bir ‘uyandırılmış arzular’ girdabında, bir dipsiz kuyuda boğar, öldürür.

Hz. Peygamber’in (a.s.m.) hadislerinden öğrendiğimiz bir derstir oysa. Canının her çektiğinin peşine düşmek, insana israf olarak yeter. Canının her çektiğinin peşine düşen, yani arzusunu ‘ihtiyaç’ gibi algılayan insan ise, gözünü ulaşmak istediği hedefe diker, zaten elinde olan nimetlere karşı körleşir. O hedefe ulaştığında, canı yeni bir şey daha çeker ve yeni bir hedef belirir gözünde. Bu defa onun peşinde derken, sonuç, hadiste bildirildiği üzere, ‘yiyen ama doyamayan adam’a dönüşmektir!

Yine Hz. Peygamber (a.s.m.) şükrün geniş kapısına girmenin de yolunu bize göstermiştir: Varlıkta bizden daha geride olana, musibette bizden daha önde olana bakmak. İnsanın eldeki nimetlerin farkına varması için nebevî formül, işte budur.

Gelin görün ki, modern zamanlar, bunun tam aksini öğretiyor insanlara. Reklamlar, habire, ihtiyaç olmayan nice nice şeyi ihtiyaç gibi göstermenin derdinde. Böylece, reklamların ağında ‘fizyolojik’ açıdan bakarsak o olmadan pekâlâ yaşayabileceğimiz halde, ‘psikolojik’ olarak o olmadan yapamam, yaşayamam noktasına sürüklüyor bizi. Televizyon dizileri, filmler derken, ‘gördüğüne imrenme’de bir adım daha ilerliyoruz üstelik. Hele bizde olmayan o şeyi yanıbaşımızdaki komşunun, işyerindeki arkadaşımızın elinde gördüğümüzde, bütün dünyamızı o şey meşgul eder hale geliyor artık.

Görenek belası

Bediüzzaman’ın ‘görenek belası’ dediği şey gerçekleşiyor işte. Reklamlarda gördüğümüz, filmlerde-dizilerde gördüğümüz, arkadaşımızın-komşumuzun elinde gördüğümüz derken, canımızın çektiği şey bizim için psikolojik anlamda bir ‘zorunluluğa’ dönüşüyor ve bu sarmal başka başka ürünler için habire tekrarlanırken, insan aslolanı, elinde olanı unutuyor. Dünyasını henüz elde edemediği şey doldurmuşken, elinde olan o kadar şeye karşı şükürsüz ve kör bir ‘elde var sıfır’ psikolojisi kuşatıyor insanı.

Halbuki, elde olan o kadar çok şey var ki… İnsanın, farkına varması gereken o kadar çok şey var ki…

Meselâ, tek taş yüzüğün hayali ve hasretiyle dolu bir insan, hakikat-ı halde en âlâ elmastan daha değerli halde her gün o kadar su damlasına muhatap olunuyor ki… Elmas ve altın yüklü devesiyle çölde susuz kalmış ölmek üzere olan bir adamı düşünelim. Bu adam, yol üzerinde rastgeldiği, yanında suyu olan adama o su karşılığı bütün yükünü de vermeye razı olur. Çünkü ya elmaslardan vazgeçecektir, ya hayatından. İşte öyle bir sınanmada çıkar insanın karşısına, elmasın mı, suyun mu daha aziz ve daha değerli olduğu. Gelin görün ki, bu karşılaştırmaları yapmadan, elde olanların kıymetini asla bilmeden ve şükrünü asla eda edemeden, akılsız ve iz’ansız bir hırsla yaşıyor insanoğlu.

Farkındalık eğitimi

Bizi şükürden alıkoyup israfa, kanaatten alıkoyup israfa sürükleyen bu hale karşı, elimizde olan nimetlerin farkına varabilmeyi mümkün kılacak; israflı ve hırslı bir hayata bedel, iktisatlı ve şükürlü bir hayata yöneltecek bir adres sunuyor bize Bediüzzaman. Bir ‘farkındalık eğitimi’ne bizi davet ediyor: Özgürlüğün kıymetini anlamak için, git, hapishanelere bak. Sağlığın kıymetini bilmek için, git, hastanelere gör. Hayatın kıymetini anlayıp aldığın her nefes için şükür borçlu olduğunu anlaman için ise, git, kabristanları, mezarlıkları ziyaret et!

Bir yapabilsek bunu; gitsek bu diyarlara, gitmesek bile hayalen gidebilsek, göreceğiz âlemler Rabbinin bizi hangi nimetlerle donatmış ve yaşatıyor olduğunu.

Bir başparmağı, insanı hayvanların yapamadığı nice nice şeyi yapar hale getirirken; bir el için, bir göz için, dil için, damak için, ayak için, her biri ayrı vazifeler yüklü nice nice azalarımız ve ayrı ayrı hücrelerimiz için; ve her birinin ihtiyacına cevap vermek üzere yaratılıp elimize verilen sayısız gıdalar için ne çok şükre borçluyuz oysa.

Hastanede ancak solunum cihazına bağlı halde zorlukla nefes alabilen bir insan, farkına bile varmadan, rahatça alıp verdiğimiz her nefes için ne kadar da şükretmemiz gerektiğini gösteriyor oysa…

Bir yapabilsek Hz. Peygamber’in öğrettiğini; nimet noktasında bizden geride olana, musibette ise bizden ileride olana bakabilsek…

Bir yapabilsek bu nebevî dersten ilhamla Bediüzzaman’ın teklif ettiğini; hapistekilere bakıp hürriyetin, hastanelere bakıp sıhhatin, kabristanlara bakıp hayatın bir nimet olarak farkına varabilsek…

O zaman göreceğiz ki, ‘ne var ki elimde?’ gibisinden bir soruyu asla soramaz insan. Bilakis, ‘elde var sonsuz’ idrakiyle ve buna mukabil sonsuz şükürler ederek yaşamaktır her insana yakışan…

Metin Karabaşoğlu

MoralDunyasi.com

İnsan Allah’ın Has Muhatabıdır

İnsan Sâni’in Muhatab-I Hâssıdır!

Ezcümle: Kâinatta görünen hüsn-ü san’at dahi risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.) delalet ve şehadet eden kat’î bir delildir. Zira, şu zînetli masnuatın cemali, hüsn-ü san’at ve zîneti izhar eder. San’at ve suretin güzelliği, Sâni’de güzelleştirmek ve zînetlendirmek isteği mevcud olduğuna delalet eder.

Güzelleştirmek ve zînetlendirmek sıfatları, Sâni’in san’atına olan muhabbetine delalet eder. Bu muhabbet ise, masnuatın en ekmeli insan olduğuna delildir. Çünki o muhabbetin mazhar ve medarı insandır.

İnsan dahi masnuatın en câmi’ ve en garibi olduğundan şecere-i hilkate bir semere-i şuuriyedir. İnsan bir semere gibi olduğu cihetle kâinatın eczâsı arasında en câmi’ ve baîd bir cüz’dür. İnsan zîşuur ve câmi’ olduğu cihetle, nazarı âmm, şuuru küllî olur.

Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati tamamıyla görür; şuuru da küllî olduğundan Sâni’in makasıdını bilir.

Öyle ise, insan Sâni’in muhatab-ı hâssıdır. Mesnevi-i Nuriye ( 31 )

Kainâtın mebde ve müntahâsı insandır. Mebdei ve her şeyin menşe ve tohumu Muhammed-i Arabi (asm)dır. O halde kainâtta bütün hüsün kemâlat Muhammed-i Arabi (asm)’ın kemâlatının tezahürüdür. Nev-i beşerde kemâlâta mazhar olmak istiyorsa Muhammed-i Arabi (asm)’a ittibâ ve iktida etmek mecburiyeti vardır. Muvaffakiyet ise Adetullaha muvafık harekattan geçmektedir. Muvaffakiyetin olduğu yere baktığımızda nokta-i merkeziye Adetullahtır. Adetullah her şeyin merkezidir. Besmele gibi.

Nizâm-ı âlem ise Halık-ı Kâinâtın vahdetine, ehadiyetine, kudretine, basiretine delâlet eder. Sanatın kemâli ise Sani’in kemâline işâret, delâlet eder. O halde sanatta kemal, hüsün cemâl varsa bu saniin esma ve sıfatının tezahürüdür bir nümune-i musaggarıdır. Kainatın anahtarı ene olması vechesiye ene’nin nurlu peçesi açılmasıyla kâinat da açılacaktır. Ama o çepe namahremlere açılmamakta. O halde her şeyden evvel nurun mahremi olmalı namahrem dairesinden mahremiyet dairesine idhal olmalıyız.

Rahman-ı Hakikinin zineti olan esma ve sıfatları görünmek bilinmek istemesi sırrınca tezahür eden her şey Rahmana i’sal edicidir. Rahmanın esmasının tecelli ettiği ayineler makes derecesine göre kıymet alır. Muhabbete şayân olur. Muhabbete mazhar olur.

İnsan ise Halife olması vechesinde şuur/farkındalıkla bir kıymet alır. Şecere-i Hilkatın şuurlu meyvesi olan insan şuurunu kaybederse şeceredeki diğer meyvelerden bir farkı kalmaz. “kâinatın eczâsı arasında en câmi’ ve baîd bir cüz’dür. İnsan zîşuur ve câmi’ olduğu cihetle, nazarı âmm, şuuru küllî olur.” Kainatta terkip tahlil infial içinde eczâ-i esasiyesi her şeyden mürekkep olan insandır. Basit bir şey değildir ruh gibi. Nitekip insan bir terkip olması vechesiyle kainat ne varsa her şey insanda mevcuddur. Zişuur isek basit bir nazarla kainâta nazar etmemeliyiz.

Nazarı basit olan kendisi de basittir. Bizlere ihsan-ı ilahi tarafından omzumuza koyulan bir vazifemiz var. Nazarımız kâsır olursa basiretimizde kör olur. Allah bir insanın basarını kapatsa da basiretini kapatmasın.

Nazarımız ve şuurumuzun nisbetinde bu kainatta her şeyden Şehd-i Şehadeti tefekkür gözlüğünden görür ve tadarız envara esrara bil fiil veya bil kuvve mazhar oluruz. “Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati tamamıyla görür; şuuru da küllî olduğundan Sâni’in makasıdını bilir.

O halde marziyat-ı ilahiye nisbetinde saadetler bizi beklemektedir. Hidayet ruhun cenneti olması kaidesince dalalet de ruhun cehennemidir.

Netice-i Kelam: insan Sâni’in muhatab-ı hâssıdır.

Nazarı âmm, şuuru da küllî ve şirke-i maneviyeden hissesi azim olan mütefekkirler zümresine dahil olup hissemizin azim olmasını Bizleri istihdam eden Allahım nasip etsin.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

İmansız Müslümanlık Olmaz

Evet, sevaplı işlerin herhangi birisini yapmak için iman lazım. Bu zamanda o iman çok sağlam olması lazım ki, insan şahsi ve maddi menfaatlerini bir tarafta bırakarak, başkasının faydası için koşabilsin.  bu hizmetlerde başarılı olmak için bu mani’lere (engellere) karşı  gelebilmek lazım ki Allah’a karşı samimi olduğumuz kendini göstersin. Bize ders olması için, Allah c.c. Yusuf aleyhisselam nefsine itimat etmekten nasıl kaçtığını Ayet’i Kerime ile bize bildiriyor, mealen,

“Nefsimi temize çıkarmıyorum, çünkü nefis kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin rahmeti korur (bağışlar)”(Yusuf  53).

İşte Yusuf  Aleyhisselam Peygamber olduğu halde, nefsin şerrinden Allah’a sığınması, çok dikkatli olmamız için mühim bir sebeptir.

Manen kurtuluş çaresi bekleyen gençlerin boyunlarına sarılmak için, kollarımızı açık tutacağız. Evimizin kapılarını onlara her zaman sonuna kadar açık tutacağız. Yanımıza gelmelerine engel teşkil edecek sebeplerden uzak duracağız. Bu genç kardeşlere, imanın kıymetini ve Allah’ın emirlerine uymanın ehemmiyetinden bahsedeceğiz. Konuşurken karşımızda kimler var olduğunu düşünerek, onlara göre mevzu seçip onların seviyesine göre konuşacağız. Muhatabın seviyesine göre konuşmak, belagat’in ta kendisidir. Hele materyalist felsefesinin  teknesinde yoğrulup, karşımızda duran pırıl pırıl gençlere karşı, çok dikkatli olacağız. Her zaman hakkı ve doğruyu konuşacağız. Fakat her doğruyu her yerde konuşmak bizim hakkımız olmadığını bilerek konuşacağız.

Herkes için, faydaların  en faydalısı olan iman hakikatlerini anlatma hususunda doktor gibi olacağız. Doktor hastayı tedavi etmek için, affedersiniz, hiç çekinmeden hastanın nahoş kokulu yaralarına ve iltihaplarına kadar eğilir, tedavi etmeye uğraşıp netice almaya nasıl çalışırsa, bizde aynen onun gibi, her tarafımızı saran manen yaralı vatandaşlara, bilhassa tabiat fikri ile sırf dünya bilgileri ile yetişen gençlerimize kendimizi sevdirerek daha fazla onlarla uğraşacağız. Uğraşırken de   muhatabımızın kusuruna bakmadan, kardeşimize bir şeyler verebilmek ümidiyle çalışacağız.

Bakın Zübeyir Gündüzalp ağabeyin veciz ifadesine: “Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsaydı, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında, o kalbin atom zerratı adedince param parça olması lazım gelir.” Biz bu manzara karşısında   Kendimize, Allah’ın yardımı ile bana düşen bu görevi hakkıyla yapmayı başarabilirsem, belki kardeşimi  ebedi azaptan kurtulmasına sebep olabilirim deyip, bu düşünce ve gayret ile yaşayacağız. İşte bu inançla yaşamak insanı sevinçlere boğar. Çünkü karşımızdakini cehennem gibi bir azaptan kurtarıp, cennet gibi ebedi bir mutluluğu kazandırma ümidi, bizim için büyük bir şans ve mutlu olmaya sebeptir.

Bunu da bilmemiz lazım ki, Ehl-i sünnet vel-cemaat dairesinde, kim olursa olsun, onunla samimi olacağız. Bizimle görüşen kardeş, doğru yolda giden  başkaları ile de bağlı olabilir. Bu yüzden o kardeşin onları daha fazla sevmesi normaldir. Çünkü onu tercih etmeseydi onlara bağlanmazdı. Bunun için sünnetin ana yolu olan Risale-i Nurun geniş caddesi hiç kimseye küsmeye müsaade etmiyor. Bizim onlara küsme hakkımız yoktur. Onları değil kötülemek, belki onlarla övünmek suretiyle, bize, doğru bildiğimiz düşünce ile vazife yapmak düşer. “Zaman cemaat zamanıdır, şahsi dehalar, cemaatle gelen dalalet karşısında erir gider.” Hatta biz önderliği, kendimize değil başkasına verebilsek, bu davranış mükemmelliğin ta kendisidir. Mademki dinimiz bize ihlaslı (Allah’a karşı samimi) olmayı emrediyor. Öyle ise, Allah yolundaki hizmet düşüncemizde samimi olduğumuzu göstermek için, Hak yolda gidenleri kendimize kardeş kabul edeceyiz.  Enaniyetten  (benlikten) vazgeçip, Allah’ımızın rızasını kazanma yolunda vazife yapabilmek bizim için çok mühimdir. Bediüzzaman hazretlerinin “Ey ehli hak! Ey hakperest ehli şeriat ve ehli hakikat ve ehli tarikat , bu müthiş marazı ihtilafa karşı (Bölünme hastalığına karşı) birbirinizin  kusurunu görmemek için gözünüzü yumunuz.” sözü, bizim için değişmez bir prensip olduğunu kabul edeceğiz.

Evet! Başkasını iyi kendimizi kusurlu görmek bizim prensibimiz olacak. Hatta bu halimizi yapmacık bir halden kurtarıp, kendimizi ciddi kötülemeye çalışacağız. Herhangi dini meseleleri arkadaşımızla tartışırken bile, hakperestlik ve insaf düsturu olan, İnşallah arkadaşım haklı çıkar, temennisinde bulunacağız. Çünkü o haklı çıkarsa, biz bir şey öğrenmiş oluyoruz. Eğer biz haklı çıksak, hem hiçbir şey öğrenemiyoruz, hem de o hâl nefsimizin hoşuna gideceği için, gururlanmamız için kuvvetli bir sebeptir ki, bu meselede  biz zarar etmiş oluruz.

Kısacası, biz muhabbet (sevgi) fedaileriyiz. Allaha karşı âcizliğimizi, fakirliğimizi kabul ederek, bu iki hasleti, maneviyatta ilerlemek için, iki kuvvetli sebep bileceğiz. Bu güzel hasletlerde bulunan tükenmez zenginlikle, bütün canlılara karşı merhametli olmaya çalışacağız. Bütün insanlara ve bilhassa  Müslümanlara karşı, imanımızdan aldığımız kuvvetle, elimizden gelen her şeyle yardıma koşacağız. Evet! Mü’min imanının, gelişmesinin derecesine göre, sahibinde onun pratiği apaçık görünecek. Biz madem ki Müslümanız, uyuşuk duramayacağız; belki çok düşünüp tefekkür edeceğiz. Hizmet esnasında, siyaset ve menfaatten uzak duran biri olacağız, Zaten Risale-i Nur üç temel üzere kaimdir: SEVGİ, İLGİ, BİLGİ, Yeni gelen arkadaşa, önce sevdiğimizi kabul ettireceğiz, Sonra kendisi ile ilgileneceğiz, sık sık telefonla hal hatırını sormak için veya derse çağırmak için kaidesini arayacağız. Ondan sonra kafasında biriken şüpheleri silmek için, bizde mevcut bilgilerden kendisine vermeye çalışma gayreti ile hareket edeceğiz.  Kusuru başkasında değil, kendinde arayan, fedakâr ve herkesçe makbul olan bu metodu elimizden bırakmayacağız. Çünkü bu bütün insaf  dünyasınca kabul edilen bir metottur. Bu dünyayı ahiretin tarlası olduğunu kabul edeceğiz.Biz dünya için de ötekilerden fazla çalışacağız İster dünya ister ahiretle ilgili bütün hal ve hareketlerimizde Allah rızasından başka hiçbir şeyi düşünmeyeceğiz Kazandığımız paraları kalbimize değil cebimize koyacağız ki lazım olduğu zaman daha kolay çıkarırız, ahirete fazla sevapla gitmek için çalışacağız. Bu güzel hasletlere sahip olabilirsek, bize kim düşmanlık edebilir ki, sizden soruyorum? Selam ve dua ile Kardeşiniz

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org