Öğrenmenin 4 altın kuralı!

İster istemez her insan bir şeyler öğrenir. Çünkü insanın yaradılışında öğrenme eğilimi vardır. Tüm varlıklar içinde insan, öyle bir durum ve donanımla yaratılmıştır ki, öğrenmeye muhtaçtır. Dolayısıyla sürekli öğrenme halinde bulunmak, bizim için hem keyif hem dinamizm hem de zorunluluktur.

Bu gerçek üzerinde insanın değeri adına da durmalıyız. İçinde yaşadığımız en büyük resme baktığınızda, Allah’ın bizi bu şekilde yaratmaya mecbur olmadığını görürsünüz. Güneşin doğuşunu her gün ve her an birbirinden tamamen farklı desenlerle çizen, yeryüzüne gönderdiği her bebek için ayrı yüz, ayrı ses, ayrı karakter, ayrı bir tat yaratmaya gücü yeten Yaratıcı için bir mecburiyetten bahsedilemez. Öyleyse, insanın dünyaya her şeyi biliyor olarak değil de yavaş yavaş öğreneceği bir halde gönderilmesi, Yaratıcı’mızın bir sanatıdır. Bize verdiği ders ise, sürekli öğrenmenin bizim için temel insani görevler arasında olduğudur.

Bilge insan, bu çok önemli sırrın farkındadır. Onun için öğrenmek, mecbur olduğu için değil görevi olduğu için, azapla değil sevinçle, öylesine değil bilinçle yapılır. Evet, herkes sürekli öğrenmeye mahkûmdur. Coşkun akarsuyun yolunda nasıl coşkun damlaların arkadaşlığı varsa, insanın hayat yolunun kaçınılmazında da bilgi vardır. Ancak sıradan insanla “öğrenici insan” arasında bazı farklar vardır ki, bunlar bilgelik altyapısına da destek verirler.

Şimdi paylaşacağımız 4 özellik, aktif öğrenici insanın 4 özelliğidir. Bu özelliklerle öğrenme konusunda şikâyetlerinizden kurtulursunuz. Sevinçle, coşkuyla ve kolaylıkla öğrenmeye başlarsınız.

İnsanın yaradılışında öğrenme eğilimi vardır. Tüm varlıklar içinde insan, öyle bir durum ve donanımla yaratılmıştır ki, öğrenmeye muhtaçtır. Dolayısıyla sürekli öğrenme halinde bulunmak, bizim için hem keyif hem dinamizm hem de zorunluluktur.

1. Özellik: Aktif öğrenen insan, meraklıdır.

Hayatınızda en çok bilgiyi ne zaman öğrenmişsinizdir? Bilinçsiz, hatırlamadığınız öğrenmelerin zirve noktası 0-2 yaş, bilinçli ve hatırladıklarınızın zirve noktası ise ilk 12 yaş döneminizdir. Bu dönemle diğer dönemleri ayıran en önemli faktör, sahip olduğunuz meraktır. Öğrenmenin kapısı, bilginin anahtarı kesinlikle meraktır. Diyebilirim ki, öğrenme etkinliği adına meraktan daha önemli bir tetikleyici yoktur. Einstein ve Newton gibi bilim adamlarını, bulundukları konuma sürükleyen merak olduğu gibi, Mimar Sinan ve Da Vinci gibi başarılı insanları parlatan da meraktır.

Peki, öğrenmenin kapısı ve bilginin anahtarı olan meraklılığı nasıl güçlendirebilirsiniz? Merakı geliştiren ve öğrenmeyi ateşleyen formülleri şöyle sıralayabiliriz:

a- Zaten merak ediyor olduğunuz konuları keşfedin.

Her insanda, kişilik özellikleri gereği eğilimler vardır. Bir başka deyişle, herkes dünyaya geldiğinde bir (veya bir kaç) konuda özel yetenekleri vardır. Bunlar, size özel verilen hediyelerdir. Şefkatli Yaratıcı, dünyada insanlar arasında iş bölümü yapmış, bunu da insanlara zorlayarak değil, hissettirerek öğretmiştir. İçinize dönüp yoğunlaştığınızda, biraz zaman ayırıp önemseyerek düşündüğünüzde, zihin ve kalbinizden gerçekten meraklı olduğunuz konular dökülür.

Şimdi 10 dakika ara verin ve sorun kendinize: ”Ben neleri en iyi yapabilirim? Ben en çok nelerden içsel bir saf zevk alırım? Ben neleri en çok merak ederim?“ Sabırla isteyin, cevaplar gelecektir. Kendinizi keşfediyorsunuz. Elbette bu süreçte şeytan yanınızda olacak ve size itirazlar seslendirecektir. Sizin iyi yapabildiğiniz ya da meraklı olduğunuz hiçbir şey olmadığını, olsa da bu saatten sonra onların çoktan körelip yok olduğunu fısıldayabilir. Hiç birine inanmayın, sabırla devam edin. Muhteşem bir geleceğe uzanan yolda kendi farkına varmanın anlatılmaz heyecanını yaşayın.

b- Merak ettiğiniz konuları düzenleyin.

Bir önceki adımda farkına vardığınız merak ve ilgilerinizi şimdi alt alta yazın ve bunlar içinden en önemli gördüğünüz üçünü seçin. Bu üç konuyu da kendi içlerinde sıraya sokun ve nereden başlayacağınızı bilin. Üç konuyu birbirlerine nasıl bağlayabileceğinizi de düşünün. Bu kesinlikle olması gereken değil, olduğunda verimliliğinizi yükseltecek bir eylemdir.

c- Hayata bakmak üzere farklı açılar oluşturun.

Meraklı tutum sahibi olmamızın önündeki en büyük engellerden biri de, her şeye alışmış bakış tarzımızdır. Her gün sabahtan akşama kadar gördüğümüz her olay ve varlık, mucizelerle doludur. Bu mucizeleri bize göstermeyen, hepsine zamanla alışmamızdır. Yeni bakış açıları, yeni düşünce ve yaklaşımları beraberinde getirerek merak alanlarınızı keşfetmenize yardım eder. Bunun için, şunları deneyin: Varlıklara, dünyayı ilk defa gören bir bebek veya bir uzaylı gibi bakın. Varlıklara, cennetten yeni gelmiş biri gibi veya cehennemden henüz kurtulmuş gibi bakın. Olaylar üzerine düşünürken, olayın etkilediği tüm insanların ne gibi istekleri olabileceğini ve tüm bu isteklerin nasıl karşılandığını fark etmeye odaklanın. Olayları, içinde gizlenen en az beş faydayı bulmak üzere inceleyin. Örneğin, önemli bir sınava girmek zorundasınız. Bu zorunluluk, size ve diğerlerine hangi beş faydayı sağlıyor?

d- Her gün için sorular yazın.

Her güne başlarken, o gün içinde cevabını aramak üzere iki veya üç soru yazın. Bu soruların cevaplarını o gün tam olarak bulamayabilirsiniz. Önemli olan, bilenlere sorarak, okuyup araştırarak cevapları aramanızdır.

2. Özellik: Aktif öğrenen insan, mütevazıdır.

Tam bir açıklıkla öğrenebilmek için, ”talebe” olmalısınız. Talebe, talep eden, isteyen demektir. Ancak isteyen insan, öğrenme kapılarını açabilir. Pek çok konuda olduğu gibi öğrenme konusunda da insan bir saray gibidir. Gelin o saraya girelim. Öğrenen insan, öyle bir saraydır ki, yetmiş tane kapısı olsa da bu kapıların hiç birinin kapı kolu yoktur. Anahtar deliği yoktur. Çünkü bu kapılar dışarıdan açılamaz. Kapıları açmanın tek yolu, saray sahibinin içeriden onları açmasıdır.

İnsan da öğrenebilmek için sadece kendisi kapılarını açabilir. İçeriden kapıları kapattığında, dünyanın en bilgesi ve en dâhisi de olsa, kimse ona gelip zorla bir şeyler öğretemez. Bu yüzden, anne-babasının istek ve zorlaması, çocuk değişimi istemiyorsa onu asla değiştiremez. Pek çok veli, çocuğunun elinden tutar ve onu bir uzmana götürerek, uzmanın çocuğunu değiştirmesini ister. Değişime gönlü olmayan, değişmez. İnsanlığa yol gösteren peygamberlerin kıssalarını hatırlayın. En son örnekte, Yeryüzünün Şereflendiricisi, kapıları içeriden kilitli olan amcasına gerçeği dinletememişti.

Öğrenme tevazuunu kazandıran aşağıdaki yolları deneyebilirsiniz:

a- Unvanlarınızı unutarak muhatap olun.

İnsanın öğrenmesine engel olan büyüklenme, sahip olduğu unvan ve yeteneklerle ilgili olabilir. Sürekli öğrenmeye açık olan insanlar, kendilerini asla öğrenmeye doymuş görmezler. Tarihte iz bırakan pek çok bilge, hikmeti umulmadık adreslerde bulduklarını söylemişlerdir. Biri için karınca, biri için evine gelen hırsız, bir başkası içinse bebeği öğretmen olmuştur. Önemli olan, sizin öğrenmeyi istemenizdir.

b- Bilgiyi, ummayacağınız ortamlarda da arayın.

Zihninizde kendi bilgi ve deneyim düzeyinizden aşağıda olduğunu zannettiğiniz ortamlara, bilinçli ziyaretlerde bulunun. Mesela öğrenciler arasında, çeşitli vakıf ve derneklerin paylaşım toplantılarında, size göre daha dar gelirli insanların sohbetlerinde bulunmaya bilerek zaman ayırın. Bazen de, kenar ve eski mahallelerin sokaklarında yürüyüş yapın. Eski bilgelerin yaptığı gibi, öğrenme amaçlı gezilere çıkın. Bu gezilerde tercihleriniz Batı’da olduğu kadar Doğu’da da olsun.

c- Kendi öğrenme sürecinizi düşünün.

Şu anda bilgi ve deneyim olarak size göre iyi bir konumda, yüksek yetenekler geliştirmiş olabilirsiniz. Bu hale nasıl ulaştınız? Hayatınızı adım adım gözden geçirirseniz, gençliğinizde, lisede, üniversitede, daha sonrasında, hatta belki her sene birbirinden farklı öğrenme düzeylerinde olduğunuzu fark edeceksiniz. Bu farkındalığı yaşamak adına, zaman zaman kendi ömür çizginizde hayalen dolaşın. Karşınızdaki insanın yaşında neleri biliyor, neleri bilmiyor olduğunuzu düşünün. Sonra şu ana gelin ve yine neleri bilmiyor olduğunuzu hatırlayın. Dünyanın en bilgin insanının bilgisi, bütün zaman ve mekânları kapsayan tüm bilgi (Allah’ın bilgisi) yanında bir hiçtir.

3. Özellik: Aktif öğrenen insan, cesurdur.

Birikim kazanmak sadece bilgiyle değil, bilgi ve deneyimin birlikteliğiyle olur. Bilmek de denemek de cesaret ister. Bilmek, beraberinde getirdiği sorumluluklar dolayısıyla; tecrübe etmekse öğreteceklerinden sonra sağlayacağı değişim dolayısıyla cesaret gerektirir.

İnsanın kazandığı her bilgi ve deneyim, kendisinde değişim meydana getirir. Çünkü öğrendikleriniz, size onları bilmeden önceki bir takım hata ve eksikliklerinizi işaret edebilir. Yapmanız gereken ama yapmadığınız, ya da uzak durmanız gereken ama yaptığınız şeyleri keşfetmek, birikiminizin çoğalmasının sonucudur. Yeni öğrenmeler, tehlike ya da ödül beklentinizle ilgili yeni algılamaları da içerdiğinden, sizi davranışlarınızı değiştirmeye zorlayabilir. Bu noktada anahtar faktör, sahip olduğunuz cesarettir.

Öğrenen ve bunun sonucu olarak bilinçaltı tarafından hayatında değişime zorlanan insan, cesaret sahibiyse yeni öğrenmelere devam eder. Ancak bu değişim ihtiyacını hayatına yansıtmaktan korkuyorsa, bilgiler arasında seçici olmaya ve bazılarına kulak tıkamaya başlar. Bilge insan, kendisi için kabul ettiği temel referansları baz alarak korkusuzca öğrenir ve öğrendiklerini analiz eder. Gerekiyorsa hayatına değişimi yansıtır. Bilir ki, insanların çoğunluğunun yaptıkları, her zaman doğru olmayabilir. Doğruyu ve gerçeği araştıran, bu konuda vicdanına danışan ve cesur kararlar alabilmeyi baştan göze alan insan, gerekiyorsa az olanlar içinde yer alır.

Öğrenme cesareti kazandıran, korkuları yıkan formülleri şöyle sıralayabiliriz:

a- Temel referansınızı belirleyin.

İnsanı yeni bilgi öğrenmekten korkutan şey, doğru bildiği şeylerden kopma tehlikesidir. Bu korku, bir yönden haklı, bir yönden haksızdır. Haklıdır, çünkü insan istikrar arar ve asla tarafsız değildir. İnsanın düşünceleri değerlendirebilmesi için referans alacağı bir ”doğru kabulü” olmalıdır. Aksi halde değerlendirme gerçekleşemez. Bu gerçek, az önce bahsettiğimiz korkunun haksız yönünü ortaya çıkarmaktadır. Çünkü, bir doğru ölçütüne sahip insan, onu kendisi için merkez alır ve ondan kopmak yerine, isterse onunla öğrenebilir. Doğrunuz, ışığınızdır.

İnsanı bu konuda rahatlatan, temel referansını, kendini ikna eder şekilde açıkça belirlemektir. Önemli soru şudur: ”Benim için doğru kabul ettiğim, doğruları kendisine göre sınadığım referans ne olmalıdır?“ İşte insanın sorduğu bu önemli sorunun cevabı olarak, insanı Yaratan, onun eline Kitap vermiştir.

Kendinizi hayal edin lütfen. Süratle yol alan bir gemi içinde, tanımadığınız insanların arasında uyandınız. Elinizde başka bilgi yok ve kimsenin dilini bilmiyorsunuz. Merak ediyorsunuz, nereden gelip nereye gittiğinizi, neden orada olduğunuzu, yolculuk esnasındaki haklarınızı ve yolculuğun kurallarını. Fırsatlar ve tehlikelerden haberiniz olsun istiyorsunuz. Her şeyi anlatan bir kitapçık olmalı değil mi?

b- Cesur kararlarınızın faydalarına odaklanın.

Neye odaklanırsanız, onu görür, onu işitir ve onu yaşarsınız. Uygulamaya çekindiğiniz cesur kararlarınız için de kazançlarına odaklı bir yaklaşım sergilerseniz, içinizdeki korkudan kurtulduğunuzu hissedersiniz. Denizin üzerindeki vahşi dalgalar korkutucudur, ama esas olan onun masmavi güzelliği içinde türlü canlılara yuvalık etmesidir. Güneşin yüzeyindeki alevler kavurucudur, ama esas olan onun güne doğarak aydınlık ve sıcacıklık içinde tebessüm etmesidir. Yaşadıklarınız ve muhtemelen yaşayacaklarınız için esas olanlara odaklanmanız, kendinizle dost olmanıza yardım eder.

4. Özellik: Aktif öğrenen insan, neleri, nasıl öğreneceğini bilir.

İlk 3 özellikle ateşlenen, merak, tevazu ve cesaretle donanan insan, artık aktif düzeyde öğrenmek üzere hazır beklemektedir. Bu bekleyiş, yeni bir arayışı kazandırır. Nelerin, nasıl öğrenilmesi gerektiği aranmaktadır.

Tüm başarı süreçlerinde hedef belirlemek, tüm organizasyon ve sistemlerde planlama nasıl önemliyse tüm gelişim atılımlarında da kendine yön tayin etmek önemlidir. Şu anda, aktif öğrenme donanımlarıyla hayatınızı etkileyecek bir atılım yapıyorsunuz. Elbette öncelikli ihtiyaçlarınızı, hangi zeminde olduğunuzu bilmelisiniz. Kendini bir gemide buluveren yabancıysanız, etrafınızdaki her şeyden anlam çıkarmaya çalışırsınız. Ama bu anlamları sistematize etmez ve bağlantıları çözemezseniz, büyük resmi göremezsiniz.

Ekrem Altıntepe

MoralDunyasi.com

Din Samimiyettir!

Bu seneki Kutludoğum etkinliklerinin konusu, Hz. Peygamber’in bir hadisi şerifinin serlevhası: ‘Din nasihattir‘.

Bu hadisi şerifte ‘nasihat‘, samimi, dürüst ve hayırhah olmak anlamındadır. Nasihat etmek deyimindeki ‘nasihat’ de aynı kelimedir. Kişi ancak samimi duygularla iyiliğini ve hayrını istediği kimseye nasihat eder, yol gösterir, içten duygularının gereğini söyler.

Hadisi şerifin anlamı şöyle:

Hz. Peygamber, ‘din samimi olmaktır (üç kez) buyurdu. Kimler için, diye sordular. Allah için, O’nun Kitabı için, Peygamberi için, müslümanların yöneticileri için ve umumu için‘ buyurdular (Müslim).

İfade samimiyetin dindeki yerine vurgu yapar. Tıpkı ‘Hac Arafat’tır’ hadisinde olduğu gibi.

Önce bu etkinliklerle ilgili birkaç kelam edelim.

Biz bütün yaptıklarımızı amaç ya da araç olarak yaparız. Araçlar amaca götürmek içindir. Günün birinde araçlar amaç olarak görülmeye başlanırsa kıl dönmesi gibi hastalıklı bir durum ortaya çıkar. Hedef sapması olur.

Kutludoğum etkinlikleri de bir araçtır, bir ibadet yani bir amaç değildir. İnsanımıza Hz. Peygamber’i tanıtmak, sevdirmek ve onu örnek edinmelerini sağlamak için keşfedilmiş bir bahanedir. Eğer anneler günü, babalar günü kutlamaları gibi gelip geçici bir etkinlik, bir eğlence olarak görülürse amaç haline gelir ve mecrasından çıkarılmış olur. Ya da genç kızlara müzikal şovlar yaptırılırsa Peygamberi Türkçe şölenlerine getirmekten farkı kalmaz.

Keza bu kutlamalar bir ibadetmiş gibi görülür ve bu etkinliklere katılmak bizatihi kendisi sevap bir eylemdir diye sanılırsa o zaman da yine mecrasından çıkar, hatta zararlı bir bidat olur.

Ama yüce bir hedef için araç olarak görüldükten sonra bunlarda bir sakınca bulunmadığı gibi sayısız faydaları da vardır.

Mevlit okumaları da tıpkı bunun gibidir. Peygamber sevgisini gönüllere nakşetme gibi sahih bir araç olarak görülür ve öyle uygulanırsa işe yarayabilir, ibadet sanılırsa bidat olur, günaha girilir. Kazanç aracı olarak görülürse dini duygular dünyaya alet edilmiş olur.

Şunu da ekleyelim: İbadetler de iki çeşittir; Birincisi ve asıl olanı dünyevi bir faydası için değil de salt Allah’a ibadet olarak yapılan eylemler. Namaz, oruç ve hac gibi. İkincisi, aslında dünyevi bir fayda için yapılan ama sahih bir niyet ve Allah rızası eklenmekle ibadete dönüşen eylemler. Muhtaçlara yardım etmek, ya da helalinden geçinebilmek için çalışmak ve para kazanmak gibi. İşte bu tür etkinlikler de bizatihi ibadet olmasalar bile böyle iyi bir niyetle ibadete dönüşebilir ve sevap alma vesilesi olabilirler.

Allah için ya da hadiste diğer sayılanlar için samimi olmanın ne anlama geldiğine geçmeden önce bu vesile ile bir iki tespitimi arz etmek istiyorum:

Hz. Peygamber’in müminler için bir üsve-i hasene, yani güzel bir numune olduğunu herkes duymuştur. Bugün buna rol model diyorlar. Ama sanırım bu onu karşılamaz. Terimin aslını korumak gerekir. Çünkü terimler hep doğdukları dünyanın kültü sızıntılarını taşırlar. Rol model kavramını ilk kez Yahudi bir Amerikalı sosyolog olan Robert K. Merton (ö. 2003) kullanmış imiş. Sosyolojide tabi ki bir anlam ifade eder.

Hz. Peygamber’in ‘üsve-i hasene‘ olmasının anlamı şudur: Hal ve harekâtınızda onu örnek almalısınız ve ne kadar müslüman kaldığınızı anlayabilmek, bunu sınayabilmek için zaman zaman kendinizi o örneğe vurmalısınız. Nerede durduğunuzu görebilmek için dönüp ona bakmalısınız. Çünkü müslümanların bile pek çoğu zamanla kendi anlayışlarını ve davranışlarını yegâne hakikat, ya da yegâne İslam zannedebilir. İşte kendi zanlarını onun hayatına vurması ve tabir caiz ise zaman zaman sünnet ayarlarına geri dönmesi gerekir. İşte onun güzel numune olmasının bir anlamı da budur.

Bu durum aynı zamanda çok önemli bir noktaya daha işaret eder ki o da şudur:

Mademki o müminlerin biricik örneğidir, o halde örnek alacakları şey, onun hal ve harekâtından başka nesi olabilir? Yemesi içmesi, kısaca yaşama biçimi. Sünnet denen şey de budur. O halde Kuranı Kerim onu örnek almamızı emredecek ve biz Kuranı Kerim’i anlamak için sünnete gerek olmadığını söyleyeceğiz. Dini makul açısından bu durum tam bir absürttür.

Prof. Dr. Faruk Beşer

Abdullah İbn-i Selam (R.A.) Kimdir?

Abdullah ibn-i Selâm, Yesrîb’deki yahudi alimlerinden birisiydi .

Hz. Yusuf (a.s.) soyundandır, büyük bir âlim olan babası Selâm’dan birçok şeylerle birlikte, Tevrât’ı ve tefsirini öğrenmişti. Adı El-Husayn İbn-i Selâm idi. Abdullah İn-i Selam’ın ismini müslüman olunca bizzat Rasûlüllah (s.a.v.) koymuştur.

Medîne halkı ona saygı gösterirdi. O, halk arasında takva, doğruluk ve dürüstlüğüyle tanınırdı.

Tevrat’ta müjdelenen peygamberin Yesrîb’i kendine hicret yurdu ve ikâmet yeri edineceğini biliyordu.

Allah’tan, bu beklenen peygamberin ortaya çıkışını görmek, onunla karşılaşmak saadetine erinceye ve ona ilk inananlardan oluncaya kadar kendisine uzun ömürler vermesini dilerdi.

Allah(cc)duasını kabul etmiş hakka iman etmek ona nasip olmuştu.

Rasûlüllah’ın [s.a.v.) ortaya çıktığını duyunca; niteliklerini Tevrat’ta yazılı olanları karşılaştırır ve Peygamber olduğuna ve davetinin doğru olduğuna kesin kanaat getir.

Rasûlüllah’ın (s.a.v.} yanına gittiğinde ilk duyduğu şeyler,

Ey insanlar! Selâmı yayınız… Yemek yediriniz. Geceleyin in­sanlar uyurken namaz kılınız ki, Cennet’e selâmetle giresiniz

Yanına varıp Allah’tan başka ilah olmadığına, Hazret-i Muhammed(sav)’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet getir.

Müslüman olduğunu yahudilerden gizler.

Bir gün, Rasûlüllah’a (s.a.v.) gidip :

Ya Rasûlallah! Yahudiler iftiracı ve batılla uğraşan bir mil­lettir, onladan ileri gelenlerini evine davet et ve beni oda­larından birinde sakla, sonra onlar müslüman olduğumu söylemeden önce onların yanındaki itibarımı sormanı ve daha sonra da on­ları İslâm’a davet et, buyurur. Çünkü onlar müslüman ol­duğumu öğrenirlerse, beni kusurlu bulurlar ve bana yapmadıkları if­tira kalmaz…

Rasûlüllah (s.a.v.) o’nu odalarından birine alır. Yahudi ileri ge­lenlerini de evine davet eder. Onları İslâm’a davet etmeye, imanı sev­dirmeye, kendi kitaplarından bildikleri durumunu onlara anlatır.

Onlar da batıl şeylerle ona karşılık vermeye ve hak ko­nusunda onunla münakaşa etmeye başlar. Ra­sûlüllah (s.a.v.) onların iman etmelerinden ümidini kesince şöyle sor­ar

El-Husayn ibn-i Selâm’ın aranızdaki itibarı nasıldır?»

O , çok efendi bir kimsedir. Alimdir».

-“Eğer o müslüman olursa Siz de müslüman olurmusunuz?»

-“O asla müslüman olmaz.. Allah onu müslü­man olmaktan korusun».derler bunun üzerine Abdullah ibn-i Selâm yanlarına varır ve şöyle der.

Ey yahudîler! Allah’tan korkun. Muhammed’in size getirdiğini kabul edin. Siz onun Allah’ın elçisi olduğunu biliyorsunuz ve onun kitabınız Tevrat’ta adıyla ve sıfatıyla yazılı olduğunu görüyorsunuz ,ben onun Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ediyorum» Yahudiler;

– Sen yalan söylüyosun.» dediler

Cennetlik olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi.

Abdullah ibn-i Selâm’ın ailesi ve Sa’lebe bin Sa’ye, Üseyd bin Sa’ye, Esed bin Ubeyd ve bazı Yahudiler samimi olarak müslüman oldular.

 Hz. Abdullah bin Selâm (r.a.) Peygamberimizden 25 adet hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir

Peygamber efendimiz, Eshâbı ile sohbet ederken buyurdu ki:

– Şu kapıdan ilk girecek olan, Cennet ehlinden biridir.

Eshâb-ı kirâm merakla kimin gireceğini beklerken, Abdullah bin Selâm’ın girdiğini gördüler.

Yâ Abdullah, bu dereceye hangi amel ile ulaştın?

Ben zayıf bir kimseydim. En kuvvetli ümidim, kalb selâmeti ya’nî kimseye karşı içimde kötülük beslememem ve boş sözleri terk etmemdir. Bundan başka beni kurtaracağından ümitli olduğum bir amel bilmiyorum.

Kendisi zengin olduğu hâlde, ba’zan Medîne çarşısında sırtında yük taşıdığı görülürdü.

Abdullah bin Selâm hazretleri, Hazret-i Osman’ın şehâdeti esnâsında yanında bulunuyordu. İsyâncılara “Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz! Ayrıca Hazret-i Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır.” buyurdu.

Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler.

Resûlullah onun hakkında, “O, Cennetlik olan on kişinin onuncusudur” buyurdu.

Birgün Hazret-i Abdullah bin Selâm, Ka’b-ül Ahbâr’a şöyle bir soru sordu:

Âlimler ilmi öğrenip zihinlerine yerleştirdikten sonra, onu oradan söküp atan nedir?

Hazret-i Ka’b dedi ki:

Tama’, hırs ve ihtiyaç peşinden koşmaktır.

Uhud Savaşı’nın bulunduğu bazı savaş ve seferlere katıldı. Hazreti Ömer’in (ra) hilafeti zamanında Kudüs’ün fethine ve Sasanilerle yapılan Nihavend Savaşı’na katıldı. Hazreti Osman’ın (ra) son dönemlerinde, fitnenin durdurulmasına ve Halifenin evinin kuşatılarak şehit edilmesine mani olmaya çalıştı. Hazreti Ali’nin halife olmasından sonra kendisine biat etmemekle beraber, her hangi bir menfi girişimde bulunmadı. Hazreti Ali’nin Irak’a gitmemesi ve Cemel Savaşı’nın engellenebilmesi maksadıyla telkinlerde bulundu. Muaviye’nin halife olduğu dönemde, 664 tarihinde Medine’de vefat etti. Allah rahmetiyle muamele etsin.

Çetin KILIÇ / Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Kaynaklar

  1. Hadis külliyatı
  2. Sorularlaislamiyet

Said Özdemir Ağabeyden Bandrol Açıklaması

Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün Risalelerin basımıyla ilgili yayınevlerine bandrol vermediğini dillendiriyor. Hükümetin Risale-i Nurların basımını yasakladığı savunuluyor. Olayın aslını öğrenmek maksadıyla Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin has talebelerinden Said Özdemir’i ziyaret ettik.

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin Risale-i Nurları basması için kendisine verdiği yetkiyi içeren imzalı, mühürlü, parmak basmalı ve noter tasdikli belgeleri gösteren Özdemir, bakanlığın almış olduğu kararın sebebini anlattı. Kararın isabetliliğine vurgu yapan Özdemir, Risale-i Nur Külliyatı üzerinden yapılan istismarı dile getirdi.

‘Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Risale-i Nurların basımını durdurduğu, bandrol vermediği’ şeklindeki haberlerin aslı nedir?

Şimdi çok kimseler para kazanmak, şöhret kazanmak için Risale-i Nur Külliyatı basmaya başladı. Kimin hakkı olup olmadığı birbirine karıştı. Bakanlık da bunun hakiki varislerini, hakiki sahiplerini bulmak için hepsini durdurdu. Bizimkini de durdurdu.

Siz ne yaptınız?

‘Belgeniz varsa getirin’ dediler. Biz de bizzat Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin verdiği muvafakatnameyi, vekaletnameyi gösterdik. ‘Sizinkiler tamam’ dediler ve bize verecekler. Daha iş bitmedi.

Sizin basmanıza izin verilecek?

Evet. Çünkü ilk önce biz almışız ve kendisinden almışız. Şimdi onların aldıkları, torununun torunundan almışlar.

Peki Gülen cemaati mensupları neden sürekli ‘bakanlık Risale-i Nurları yasaklıyor’ diye yayın yapıyor?

Kendilerininki korsan. Neden korsan? Çünkü kendileri gitmişler efendim torununun torunundan almışlar. Halbuki biz daha evvel bizzat Bediüzzaman Hazretleri’nin kendisinden almışız.

Onların basma yetkisi yok o zaman?

Basma yetkisi yok. Varislerden evvel Bediüzzaman Said Nursi hazretleri kendisine yetki verdikleri esas birinci. Varisleri ondan sonra gelir.

Bediüzzaman Said Nursi yetki verdiği, basın dediği kişiler kimler?

Bizim İhlas Nur Neşriyat, bir de Envar Neşriyat. O da Ahmet Aytimur’un. Üstad ikimize izin verdi. Başka kimseye izin vermedi. Onun için birinci derecede Bediüzzaman’ın kendisi yetki verdiği kimseler basabilir. Kendi talebelerine verdi. Ondan sonra torunlarına dahi kalamaz. Onlar ikinci derecededir yani.

O zaman Gülen cemaatinin amacı ne günlerdir yayın yapıyorlar?

Bunlar tabii para kazanıyorlar, bir de şöhret elde ediyorlar ondan dolayı. Sonra esas bunların yetkisi olmamakla beraber bir de sadeleştirme namı altında bu eserleri bozdular. Bütün Nur talebeleri buna karşı çıktı. ‘Eserleri nasıl değiştiriyorsunuz?’ diye.

Tahrif mi ettiler?

Risale-i Nurları tahrif ettiler. Bundan dolayı Bediüzzaman’ın hakiki talebeleri onlara kızdı. Neden Üstad’ın eserlerini tahrif ediyorsunuz? Bunları mahkemeye verecektik fakat Allah’a havale ettik. Allah-u Teala da bunların hesabını görüyor.

Bakanlığın aldığı karar tahrifatı önleyecek mi?

Tabii tahrifatı önleyecektir. Çünkü artık hakiki varisler basabilecek. Diğerleri basamayacak. Bunun için tahrifatın önüne geçilmiş olacak.

Yani bakanlığın kararını destekliyorsunuz?

Destekliyoruz. Çünkü neden? Hakiki varisleri, bu işin hakiki sahiplerini arıyorlar. Tarihçe-i Hayat’tan dolayı bir buçuk sene yattık. Sonra bu eserlerden dolayı 9 defa hapishanelerde yattık. E bunlar kaç gün yattılar?

Sizin ödemiş olduğunuz bir bedel var. Onlar ise hazıra konuyor öyle mi?

Ödedik ya. Hazıra konup da ondan sonra para kazanalım, şöhret kazanmak…

Üstad da Risalelerin aslı korunsun diye sizlere yetki verdi?

İşte belgeyi gördünüz. Verdiği yetkide; ‘Benim vekilimdir. Her cihetle onu tevkil ediyorum’ diyor. Bizzat kendi hayattayken alındı bu ve noterde de tasdik edildi. Onun için başkası bizim iznimiz olmadan basamaz.

Bundan sonra öyle mi olacak?

Evet, bizim iznimiz olmadan basamaz. Neden? Üstad doğrudan doğruya yetkiyi bizlere verdi.

Peki Gülen cemaatine izin verir misiniz sadeleştirme yapıyoruz diyorlar?

Bozduktan sonra niye verelim? Bozuyorlar. Katiyen verilemez onlara. Basma hakları yok. Hem basıyorlar hem bozuyorlar.

Bugün baktığımızda onları da Risale-i Nur cemaati olarak kabul etmek gerekiyor mu?

Yok zaten kendileri ‘biz Risale-i Nur cemaatiyiz’ demiyorlar, ‘biz Gülen cemaatiyiz’ diyorlar.

Son olayda da kamuoyunu doğru bilgilendirmiyorlar. ‘Hükümet Risaleleri yasakladı’ diyorlar?

Yasak getirmedi. Esas bunun hakiki sahiplerini arıyorlar. Bunları doğrudan doğruya kim basmaya ehildir diye onları aramak için durdurdular. Onları bulduktan sonra serbest bırakacaklar.

Öbür türlü çok sayıda yayınevi basıyor Risaleleri?

Belki 20’ye yakın yayınevi basıyor. Hem para kazanılıyor hem şan şöhret elde ediliyor.

Bir de yayınevleri işlerine gelmeyen bölümü çıkartıp değiştirebiliyor?
Bazılarını değiştiriyorlar. Mektup ilave ediyorlar veyahut mektup çıkarıyorlar.

Bu doğru mu?
Katiyen doğru değil. Bizim İhlas Nur Neşriyat, bizzat Üstad’la beraber bastığımız için kendisi tetkik ediyordu. En doğru olan neşriyat odur.

Mesela Üstad’ın yazdığı bir mektup var. Bakıyoruz bazı yayınevleri 92’deki baskısına koymuş ama 94’teki baskıda çıkartmışlar?
İşte maalesef kendi işlerine geleni koyuyorlar, işlerine gelmeyeni koymuyorlar.

Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütün Risale-i Nur eserlerini basmasını arzu ediyoruz. Ta ki millete mal olsun. Diyanet basarsa bunların 81 vilayette şubeleri var. O şubelerde satılır, millet istifade eder. Herkes okusun.

Haber Vaktim

Said Nursi’nin Resmi Vekalet Belgesi Yayınlandı

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Hüsnü Bayram ağabeyin nezaretinde yayın yapan Nur Rehberi sitesinde Risale-i Nur varislerine dair resmi bir belge yayınlandı.

Vasiyetname Metni :

Yüz otuz parçadan mürekkep Risale-i Nur külliyatından Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şualar, Mesneviyi Nuriye, İşaratül İcaz, Lahika mektuplarımı ve sair Türkçe ve Arabi eserlerimden neşir ve muhafaza ve müdafaalarına ait her türlü haklarımı hususi hizmetkarlarım ve varislerimden Tahiri, Sungur, Zübeyir, Ceylan, Hüsnü, Bayram ve talebelerimden Said Özdemir ve Ahmet Aytimur’a tevdi ediyorum. Ben öldükten sonra bana aid bütün Risale-i Nur kitaplarının neşrine devam edeceklerdir.

Risale-i Nur ne benim, ne başkasının malıdır. Kur’an’ın malıdır. Risale-i Nurun hasılatı Risale-i Nurun ve hizmetinindir. Bu manevi evlatlarım ve talebelerim benim tarzımda Risale-i Nura ve umumuna hizmet edeceklerdir.

Lüzumu halinde bu vasiyetimi alakdar resmi makamata vermek üzere tanzim ediyorum.

Said Nursi

Risale Haber

Belgenin Orjinali ;

said-nursinin-resmi-vekalet-belgesi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version