Anne Baba Olmuş Müslüman Çiftlerin Yolu

Şanı yüce Allah’ımız, kâinatın en şerefli mahluku, hulasası ve şuurlu meyvesi olan insanı bir dişi ve bir erkekten meydana getirmiştir. Bu insan ilk yaradılışına bir baksa görecektir ki: Kendisi çok âciz, fakîr,  kabiliyetsiz ve her şeye muhtaç bir vaziyette iken; Allah’ımız  dünyaya getiren anne ile babayı, ona karşı her şeyini  feda etmeye hazır, iki hizmetkâr ve yardımcı vermiş ki: Onların yavruları gelişip büyümesi için, yedirmek içirmek giydirmekten tut, tâ bütün ihtiyaçlarını te’min etmek için onları dolu dizgin evlatlarının yardımlarına koşturuyor.

Öyle ki, o yavruyu muhafaza edip korumak için canlarını feda etmek pahasına da olsa o iki fedakâr, hiç çekinmeden vazife yapmaktan geri kalmazlar. Hele anne, en ufak bir şey beklemeden bir şefkat kahramanı gibi yavrusunu tehlikeden muhafaza etmek için kendini öne sürer, aman evladımın altı ıslanıp rahatsız olmasın diye en tatlı uykusunu bozar temiz ve kuru bezlere sarar uyutur. Hatta yavrusu dünyaya geldiği ilk günlerde sert ve kabuklu yiyecekleri çiğnemek için  dişleri ve yeme kabiliyeti olmadığını bilen Allah, ona özel bir gıda olarak annesinin sinesini bembeyaz, pak ve temiz  bir sütle  doldurmuş. Öyle ki, bugün ilm’i tıp, o yavru için anne sütünden daha iyi bir gıda düşünülemez diyor. Sonra yavru biraz büyüyünce, anne kendi yemez evladına yedirir, giymez onu giydirir, kendisi rahatsız olsa bile, yavrusunun rahatlığı onu memnun eder, ondan lezzet alır.

Hatta anne ile baba hiç kimsenin kendilerinden üstün olmasını istemezken, evlatlarını kendilerinden üstün olmalarından, kıskanmak şöyle dursun, evlatlarında olan bütün iyilikler için, oh ne mutlu bize diyerek sevinirler memnun olurlar. En ufak bir rahatsızlık çocuklarına isabet etse, onlar da rahatsızlık çekerek muzdarip olurlar.

Velilerden hiçbirisini ayırmadan bütün anne ve babaların kalplerine bu şefkat ve merhameti, başkası değil, Kerim olan Allah koymuştur. Gayrimeşru yollarla anne olup canavarlaşan tek tuk bazı anneler müstesna,  Müslüman tut, tâ Hıristiyan’ına  kadar, Allah tarafından anne ve babaların kalplerine konulan o evlat sevgisi devam eder. Bu velinimetlere Allah tarafından verilen o şefkat sayesinde,  hiç  karşılık beklemeden bir kahraman gibi evlatlarına karşı fedakârlıktan geri kalmazlar.

Fakat onları eğitmeye gelince, dindar ile dinsiz âile tarafından evlada verilecek terbiye farklıdır. O yavru, eğer şanslı olup, din terbiyesini mükemmel alabilen anne baba olan çiftlerin yavrusu ise, ötekilerden çok farklı bir terbiye almış olur. Çünkü bu anne ile baba kendilerini mal sahibi bilmezler, belki Allah’ın malında yaşayan Allahın birer şerefli kulu ve misafiri bilirler. Kendilerini Esmaül-Hüsnasının (Allah’ın güzel isimlerinin) birer aynası ve ilancısı görürler. Evlat sahibi anne ile babanın bütün dertleri, Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselam vasıtasıyla kendilerine gönderdiği Kanunu İlahiye isyan etmeme ve O’nun emirlerini yerine getirebilmeye gayret etmekle geçer .

Sonra Allah tarafından onlara lütfedip verilen evlatları, kendilerine bir sevindirme ve görevlendirme vesilesi kabul ederler. Şükürden başlarını secdeden kaldırmasalar doymazlar. Kendileri Allah’a karşı: Ey yüce Rabbimiz ne kadar kudret sahibisin  yediğimiz ölü gıdaları canlandırıp, birçok safhalardan geçirerek inşa ettiğin ve hakketmediğimiz halde bize ihsan ettiğin bu mu’cize yavrumuz, çok  şükür ki sakat değil, sağ salim doğdu ve mükemmel bir insan olma kabiliyetini taşıyor. Yavrumuza el ayak göz kulak vererek, çok çeşit his ve duygularla donattın.

Bu büyük hediyeyi ihsan ederek, bizi sevinçlere gark ettin. Aynı zamanda bize verdiğin bu akılla farkındayız ki, bize hediye verdiğin bu yavruyu dindar mı dinsiz mi yetiştireceğiz diye bizi imtihana tabi tutacaksın. Şimdi bu evladımız üzere bize düşen ilk iş, Peygamberimiz (a.s.m.) ın emrine uymak sureti ile,  bir Müslüman ismi takmakla mükellef olduğumuzun idraki içerisindeyiz.

-Erkek ise: Ahmed, Mehmed, Ali, İbrahim ve bunlara benzer herhangi bir isim, eğer kız ise: Hatice, Fatıma, veya Aişe gibi dini manalı güzel bir isim takmakla mükellef olduğumuzu biliyoruz diyerek ona göre davranırlar. Bunu unutmamalıyız ki, bugünkü Müslümanın imanının derecesi, içinde gizlenmişse de, bazı işlerinde olduğu gibi, oğlunun veya kızının isminden, onların anne babalarının İslam şuuru belli olur.

Bu şuurlu anne baba yavruları ile eğlenip onu severken, hatta uyuması için beşikte sallarken bile, şarkı yerine, “Büyük Allah Sen uyut, Yüce Rabbim yavrumuzu Sen büyüt.” veya Kur’an, ilahi, veya kaside okuyarak, o güzel ve tatlı seslerle evlatlarını uyutmaya çalışırlar.

Çocuk daha bir yaşını doldurmadan, anne ile baba çocuğa karşı tek parmağını kaldırarak evladım, Allah bir de, (bizim kaldırdığımız tek parmağımıza bak sen de kaldır da Allahın birliğini ikrar et, manasında işaret etmesini kendisinden isterler). Hatta ilk kelimesini Allah’la başlamasını sağlanması için gayret gösterirler. O küçük yavru daha konuşmaya başlamadan anne babasını namazda nasıl düşüp kalktığını görerek kendisi de namaz kılar gibi düşüp kalkmaya başlar.

O yavru konuşmaya başladığı zaman, ya kısa sürelerden birini veya mühim bir Ayet-i Kerime’yi kendisine ezberletirler. Bu anne baba her zaman, kendilerine farz olan namazlarını kıldıktan sonra, el açıp evlatları için Allaha dua ederken İbrahim Aleyhisselam gibi Allah’a  şöyle yalvarırlar: “Rabbim beni ve soyumu Namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz duamı kabul eyle”(İbrahim 40)  Devam ederek: Ya Rabbi! Bizi ve bize ihsan buyurduğun yavrularımızı dine imana Kur’ana hizmetkâr olmamızı nasip ve müyesser eyle. Bize ihsan buyurduğun evlatlarımızı, vatana, millete, anne ve babalarına hayırlı birer evlat olmalarını senin yolunda istikametle yaşamalarını, Müslüman gibi yaşayıp imanla ölmelerini, senden yalvarıyoruz, Allah’ımız duamızı kabul eyle derler. Ağızlarıyla böyle güzel dualar yaparken, işleri ile de, fili dua yerini tutacak sebepleri ellerinden bırakmazlar.

 Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Hindistan’da Bediüzzaman Rüzgârı Esiyor…

2Hindistan’da Bediüzzaman Rüzgârı Esiyor…

İmam Rabbani’nin diyarı, dünyanın en büyük 7. coğrafyası ve en kalabalık 2. nüfusuna sahip muazzam ülke Hindistan’dayız… Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri “Hindistan, İslâm’ın müstaid bir veledidir” demişti… İşte şimdi İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, üç yıldır devam eden, her yılın Şubat ayında geleneksel hale gelen ve Hindistan’ın çeşitli üniversiteleri ile ortaklaşa gerçekleştirilen Risale-i Nur çalışmaları kapsamında, bu yıl da dört ayrı üniversitede dört ayrı konferans, panel ve toplantı düzenliyor.

Üstadımız “Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan’da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim” ifadesini kullanmıştı. Bugün onun talebeleri, İmam Rabbani’nin emaneti Hindistan’a, Bediüzzaman’ın emaneti Risale-i Nur’la gidiyor…

Jamia Millia Islamia, Risale-i Nur Çalışmaları Toplantısı, 10 Şubat 2014, New Delhi

Hindistan’ın en büyük üniversitelerinden birisi olan ve geçtiğimiz yıl 2. Uluslararası Hindistan Bediüzzaman Konferansı’nın ev sahipliğini yapan Jamia Millia Islamia’da Türkiye, Ürdün, Irak, Cezayir, Malezya, ABD ve Hindistan’dan birçok akademisyenin katılacağı “Risale-i Nur Çalışmaları Beyin Fırtınası” toplantısı yapılacak ve vakıf ile üniversite arasındaki muhtemel işbirliği imkânları konuşulacak. Bu toplantıya, Bediüzzaman Hazretlerinin talebesi ve  vakfımızın başkanı Mehmet Fırıncı Ağabey, Risale-i Nur Külliyatı’nı Arapçaya tercüme eden İhsan Kasım Salihi, Türkiye’nin tanınmış hocalarından birisi olan Ali Katıöz Hoca, vakfımız icra kurulu başkanı Prof. Dr. Faris Kaya’nın katılımlarının yanı sıra Cezayir’den Ennur dergisi editörü Prof. Dr. Ammar Djidal, Prof. Dr. Aşrati Süleyman, Ürdün’den Dr. Mamoun Jarrar, yine Türkiye’den Doç. Dr. İshak Özgel, vakfımız icra kurulu üyesi Cemil Şanlı ve onlara eşlik eden yerli ve yabancı akademisyenler katılacaklar. Konuşulacak konular arasında, JMI’da Nursi üzerine çalışan öğrenciler, gelecekteki faaliyetler ve İslam Araştırmaları Bölümünün akademik dergisinde ‘Risale-i Nur özel sayısı’ çıkarılması da bulunuyor.

Aligarh Muslim University, Uluslararası Risale-i Nur Konferansı, 11-13 Şubat 2014, Aligarh

Aligarh Muslim University ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından ortaklaşa gerçekleştirilecek olan 3. Uluslararası Hindistan Bediüzzaman Konferansı’nın bu yılki konusu : “İlim, İman ve Ahlak: Risale-i Nur Perspektifi” olarak belirlendi. Bu konferansa gönderilen 200 tebliğ özeti içerisinden 105′i kabul edildi. 3 gün boyunca devam edecek konferansta toplam 8 ülkeden bilim insanları Risale-i Nur’u konferans başlığı çerçevesinde çeşitli perspektiflerden inceledikleri tebliğlerini sunacaklar. Konferansın açılışı Aligarh Muslim University’nin iki bin kişilik kapasitesi olan en büyük salonunda gerçekleştirilecek. Açılışa çeşitli üniversite rektörlerinin yanı sıra birçok ilim insanı ve öğrencinin katılması bekleniyor. Şu anda konferans hazırlıkları kapsamında Aligarh Muslim University’de 90 kişilik bir gönüllü organizasyon heyeti çalışmalarını devam ettiriyor.

Detaylar ve Program: http://www.iikv.org/en/3rd-international-nursi-studies-conference-programme

Jawaharlal Nehru Üniversitesi, Bediüzzaman’ı Anlamak Paneli, 13 Şubat 2014, New Delhi

Hindistan’ın en tanınmış üniversitelerinden birisi olan, sadece doktora ve master seviyesinde öğretim veren Jawaharlal Nehru Üniversitesi ile İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından ortaklaşa organize edilen “An Introduction to Bediüzzaman Said Nursi” paneline yüzden fazla doktora ve master öğrencisinin yanı sıra akademisyenlerin de katılması bekleniyor. Prof. Dr. Aslam Islahi’nin moderatörlüğünü yapacağı panelde, Suudi Arabistan’dan Dr. Furkan Aydıner, ABD’den Dr. Özgür Koca ve JNU’dan Dr. Khaldoon Sobh birer konuşma yapacaklar.

Detaylar: http://www.iikv.org/en/panel-an-introduction-to-said-nursi-jawaharlal-nehru-university-new-delhi

Darul-uloom Nadwatul Ulama, 14-15 Şubat 2014, Lucknow

On binlerce öğrencisi olan ve Hindistan’ın en büyük medreselerinden birisi olarak tanınan Darul-uloom Nadwatul Ulama’da iki günlük bir sempozyum düzenlenecek. Sempozyum dâhilinde, bu medresede, Nur Risalelerinin ders kitabı olması veya müfredata girmesi için özel bir toplantı yapılacak. Dünyanın çeşitli ülkelerinden yukarıda da isimleri geçen Risale-i Nur üzerine yoğun çalışmalar yapmış akademisyenler de bu toplantıya katılacaklar.

Darul-uloom Nadwatul Ulama: http://www.nadwatululama.org/index.php

Elhamdulillah bu günlerde Hindistan’da gündem Risale-i Nur… Bu güzel gelişmelerle Üstadımızın “Hindistan, İslâm’ın müstaid bir veledidir” sözleriyle ne anlatmak istediğini daha iyi anlıyoruz… ve yine Üstadımızın bir sözü ile bitiriyoruz:

“Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk’a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”

http://www.iikv.org/

Bediüzzaman’ın Afyon Hayatı (Şiir)

Eskişehir hapsindeyken Üstad çıkarılıyor

Oradan Kastamonu’ya cebren gönderiliyor

 

Bir Polis Karakolunda O’na yer veriliyor

Burada uzun bir müddet bilmecbure kalıyor

 

Karakolun karşısında bir ev temin edilir

Üstad tarassut altında eve yerleştirilir

 

Orada tam sekiz sene göz hapsinde kalıyor

Çok sıkıntılı bir sürgün hayatı geçiriyor

 

Fakat orda da katiyen boş vakit geçirmiyor

Risale-i Nur yazmaya gizli devam ediyor

 

Fırsat buldukça kırlara, bayırlara çıkıyor

Tabiat içinde dua ve tefekkür ediyor

 

İnebolu’dan yanına talebeler geliyor

Bu fedakâr talebeler yanında yetişiyor

 

Şevkle Risale-i Nur’u durmadan yazıyorlar

Ve etrafa neşretmeye gizlice başlıyorlar

 

Ancak O’nu ziyarete gelenler sorgulanır

Görüşmek isteyenlerin talebi reddedilir

 

Bütün engellere rağmen Risaleler yazılır

İmanın hakikatleri herkese anlatılır

 

Üstad ve talebeleri çok çalışıyorlardı

Onların hedeflerinde iman kurtarmak vardı

 

Tam yirmi yedi senelik uzun süre zarfında

Hizmeti imaniyeye ve İslami mevzuda

 

Üstad talebelerine bazı mektuplar yazar

Onlar da elle yazarak bunları çoğaltırlar

 

Zamanın din düşmanları takibe alıyorlar

Postaya vermelerini kat’i yasaklıyorlar

 

Bu nedenle talebeler bir araya gelmişler

Üstad’ın mektuplarını çoğaltıp neşretmişler

 

Kasabadan kasabaya köyden köye gitmişler

Vilayetten vilayete bizzat yetiştirmişler

 

Bütün ruh-u canlarıyla bu hizmeti yapmışlar

Bunun kudsi bir vazife olduğunu bilmişler

 

Bu “Lahika Mektupları” herkese rehber olmuş

Ruhi ihtiyaçlarını mükemmel tatmin etmiş

 

Ümitsizliğe düşenin kalbine sürur vermiş

Zayıf gönüllere iman aşkını yerleştirmiş

 

Ve böylece müminleri yeisten kurtarmıştır

Zaferler işaret etmiş ve müjdeler vermiştir

 

Muhalifleri bu işe anlam veremiyorlar

“Bir teşkilat kurmuş” diye şüpheye düşüyorlar

 

Üstad’ı bu rejim için tehlikeli bulanlar

Önünü kesmek için de plan hazırlıyorlar

 

Denizli Çivril’de bir zat kitapla yakalanır

Bu bahane edilerek o şahıs tutuklanır

 

Ankara’nın emri ile talimat çıkarılır

Denizli Valisi bütün illere bilgi verir

 

Çevre illere şifreli telgraflar çekilir

Özellikle Isparta’da aramalar yapılır

 

Cumhurbaşkanı İnönü ile diğer Bakanlar

Gelişmeleri yakından hep takip ediyorlar

 

Ekim ayının üçünde bin dokuz yüz kırk üçte

Ankara’ya getirilip tutulur bir otelde

 

Otelde sivil giyinmiş gizli polisler vardı

O’nun hareketlerini takip ediyorlardı

 

Bir gün Ankara Valisi Üstad’ı çağırıyor

Sarık yerine şapkayı takmasını istiyor

 

Boynunu işaret edip Valiye çıkış yapar

Diyor ki: “Bu sarık ancak başla beraber çıkar.”

 

Aynı akşam Isparta’ya Üstad gönderiliyor

Daha sonra Denizliye sevki gerçekleşiyor

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Bediüzzaman Said Nursi’nin Nurani Filizleri (Şiir)

Sabri ağabey ayak parmaklarındaki işaretle

Üstada tamamen tefavuk edip benzemekte

 

Abdülkâdîr Geylani kasidesinde göstermiş

Sekiz yüz yıl öncesinden müjdesini vermiş

 

Oldu üstadın en has saff-ı evvel talebesi

Keyfiyeten genişliyordu nurun ilk dershanesi

 

Bekir ağa, ümmîdir okuma yazma bilmez

Nura âşıktır, kalbine başka bir şey girmez

 

Gavs-ı Azam asırlar önce üstada verir haber

Kasidesinde Bekir ağaya, bey diye hitap eder

 

Şamlı Hafız Tevfik ağabeye baba vasiyeti

Üstad’ın has talebesi, Nurun ise ilk kâtibi

 

Görür çocukluğunda, Bediüzzaman’ı Şam’da

Aşkla şevkle hizmet etti yıllarca Barla’da

 

Abdullah Çavuş, Barla’lı büyük kahraman

Çok misafirperver, asil aziz bir hanedan

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Bediüzzaman’ın Evlad-ı Resul Olduğunu Tasdik Ettikleri Şecere

1. Bilindiği gibi, BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ isimli eserimizin I. Cildinde Bediüzzaman’ın baba tarafından Hz. Hasan’ın neslinden Şerif ve anne tarafından Seyyid olduğunu belgelerle açıklamış ve gelen itirazlara cevaplar vermiştik.

2. Bügün de bu dediklerimizin tasdik mahiyetinde, Medine-i Münevvere’deki Tahkik’ül-Ensab kurumu, Irak’daki Sadat ve Eşraf Yüksek Meclisi, Ürdün’deki Sadat ve Eşraf Yüksek Meclisi ve bütün dünyadaki seyyid ve şerifleri bünyesinde barındıran Rabıtatu Alil-Beyt kurumu tarafından hazırlanan Neseb Şahadeti belgesiniz sizlerle paylaşıyoruz.

3. Ancak başta Hasani şeceresi olduğu açıklandığı halde, silsile sonunda Hz. Hasan yerine Hz. Hüseyin’in adının yazılması bir imla hatasıdır. Dikkatlerinize sunulur. Aslı bizdedir.

Hürmetlerimle

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version