Bediüzzaman’dan “Kur’an mı Risale mi okumak sevaptır?” Sorusuna Cevap!

Kamuoyunun yakından tanıdığı Ayşe Böhürler‘in Risale-i Nur anlayışına dair sarf ettiği cümle şaşırttı. Böhürler, Kur’an’ın tefsiri olan Risale-i Nur’u “bir harekete özgü dini yorumları içeren bir kitap” olarak yorumladı.

Böhürler, Yeni Şafak‘taki köşesinde bugüne kadar kasıtlı veya yanlış algı neticesinde defalarca gündeme getirilen “Kur’an-Risale” karşılaştırmasına dair bir soruya yer verdi:

“Dün bir arkadaşım odama büyük bir soru ile girdi.

-Ayşe, acaba Risale mi daha çok satılıyor yoksa Kur’an mı?

Bende azar hazır.

-Bu da nereden çıktı, tabii ki Kur’an! İkisi birbiri ile karşılaştırılabilir mi? Birisi temel bir metin diğeri ise bir harekete özgü dini yorumları içeren bir kitap.

-Gelirken radyoda duydum, sanırım Mehtap radyo idi. Dini soruların cevaplandığı bir programdı. Bir kişi ‘Kur’an okumak mı daha sevap yoksa Risale okumak mı?” diye sordu. Bu soruları cevaplayan şahıs ‘Kur’an okumak sünnettir, fıkıh okumak farzdır, bu nedenle Risale okumak daha sevaptır’ diye cevapladı. Şaşırdım kaldım…

Doğrusu ben de şaşırdım kaldım. Meslek hayatımın içinde memlekette ki din bilgini potansiyelini de halkın din algısını da yakından görme imkânı bulmuştum. Hala şaşırmadan edemediğim sorular ve cevaplar varmış demek ki…”

BÖHÜRLER’İN RİSALE-İ NUR’U OKUMADIĞI BELLİ

Böhürler’in şaşkınlığı bizleri de şaşkınlığa uğrattı. Zira, Müslüman bir ailede doğmuş 7 yaşındaki bir çocuk bile, hiçbir kitabın Kur’an ile kıyaslanamayacağını bilir. Hayatını Kur’an hakikatlerinin anlaşılması için feda eden Bediüzzaman Said Nursi ve Nur talebeleri hem Kur’an-ı Kerim’i çok okur hem de ondaki hakikatleri açıklayan Risale-i Nur’daki metinleri okur.

Böhürler’in Risale-i Nur’u hiç okumadığı “bir harekete özgü dini yorumları içeren bir kitap” cümlesinde kendini açıkça gösteriyor. Ancak okumadığı bir eser hakkında yorum yapması da şaşırtıcı.

Zira Risale-i Nur’daki metinler bir derneğin tüzüğü gibi sadece o dernek üyelerini kapsayan metinler değildir. Risale-i Nur’da en başta tevhid inancı, Kur’anın mucizeliği, Peygamber Efendimizin (asm) peygamberliği, mucizeleri, ahiret inancı ve İslam ile ilgili binlerce sayfa açıklama yer alıyor. Bu izahlar sadece bir harekete ait değildir. Başta Müslümanlar olmak üzere dünya üzerindeki milyarlarca insana ulaştırılması gereken gerçeklerdir.

RİSALE-İ NUR NASIL BİR TEFSİRDİR?

Risale-i Nur klasik tefsirlerden ayrılır. Konu ile ilgili Bediüzzaman Hazretlerinin ifadeleri şöyle:

“Tefsir iki kısımdır:

Birisi, malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibâresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyân ve izah ve ispat ederler.

İkinci kısım tefsir ise, Kur’ân’ın îmânî olan hakîkatlerini kuvvetli hüccetlerle beyân ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın pekçok ehemmiyeti var. Zâhir, mâlum tefsirler bu kısmı bâzan mücmel bir tarzda derc ediyorlar; fakat, Risâle-i Nur, doğnzdan doğruya bu ikinci kısım esas tutmuş, emsâlsiz bir tarzda, muannid feylesofları susturan bir mânevî tefsirdir.”  (Tarihçe-i Hayat)

SAİD NURSİ’DEN “KUR’AN’A MI ÇALIŞMAK RİSALE Mİ OKUMAK” SORUSUNA CEVAP

Ayşe Böhürler’e gelen sorua benzer bir soru da yine Said Nursi Hazretlerine sorulmuştu. Kastamonu Lahikası’nda verilen cevap şöyle:

“Hıfz-ı Kur’an’a çalışmak ve Risale-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?” diye sualinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’an’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’an’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur’an-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’an’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’an hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.”

İbrahim Mert

RisaleHaber.com

Farz olan ilim hangisidir?

İlim öğrenmenin farz olduğu hakkında, hadis kitaplarında hadisler vardır. Bu hadislerden bazıları şunlardır:

Hz.Hüseyin (r.a.), Peygamber Efendimizin şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:

İlim öğrenmek her Müslüman üzerinde farzdır.” (İbni Adiyy’in el-Kâmil’i ve Beyhaki’ninŞi’bü’l-İman’ından)

Hz. Enes (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:

İlmi öğrenmek her Müslüman’a farzdır. Şüphesiz ilim öğrenen için denizdeki balıklara varıncaya kadar her şey Allah’tan bağışlanma diler .” (İbnü Abdi’l-Berr’in el-İlm’inden)

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Âlim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan, bizden değildir.”

(Deylemî’nin Müsnedü’l Firdevsinden)

Hz. Enes (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:

İlim öğrenmek, her Müslüman üzerine farzdır. İlmi lâyık olmayana öğreten, domuzun boynuna yakut, inci ve altın takan kimse gibidir.” (İbni Mâce, Mukaddime: 17)

Farz olan ilmin hangi ilim olduğu, ilmin öğretilmesine lâyık olmayanın kimler olduğu mevzuunda da  hadis kitapları açıklamalarda bulunmaktadır. Şöyle ki:

Müslümanların dinî vazifelerini bilmeleri ve ibadetlerini doğru yapabilmeleri için bilmeleri gereken ilmi öğrenmeleri onlara farzdır. Bunun yanında, ruhî bakımdan tekamül edebilmesi ve bilhassa iman esaslarına dehşetli hücumların yapıldığı bu âhirzamandaki manevî tehlikelere karşı imanını muhafaza edebilmesi için gereken iman ilmine de sahip olmak, her Müslüman’a farz hükmünde görülmektedir. İlk bahsedilen farz ilme kısaca “ilmihal” denilir (Türkiye’de bugünün halk dilinde ve yazı dilinde bu kelime ekseriya “ilmihal” şeklinde kullanılmakta ise de, asıl yazılışı “ilm-i hâl”dir).

İlm-i hâl: Bir Müslüman’ın günlük yaşantısında lâzım olan, kul-Allah, kul-kul ilişkilerini düzenleyen ve herkesin bilmesi gerekli olan bilgileri içeren ilim.” (Fıkıh ve Hukuk Terimleri, Prof.Dr.Mehmet Erdoğan, Ensar Neşriyat, 2005).

Bu ilmin kaynağı Kur’an ve hadistir. Sahih ilmihal kitapları,  ehli sünnet akidesine bağlı dört hak mezhebin müctehid imamlarının Kur’an ve hadise dayanarak yaptıkları ictihadlarla, her müslümanın müracaat edebileceği ve istifade edebileceği şekilde hazırlanmış İslâmı doğru anlamak ve yaşamak rehberleridir.

Kur’an, onun tefsiri, açıklamalı hadisler ve ilmihal gibi kitaplar varken, bazıları herhangi bir faninin yazdığı çok daha değersiz bir kitaba “Başucu kitabım derler; onu daha çok okurlar, onun reklamını yaparlar ve bu halleriyle, “en iyiyi seçerek okumak” yapmayışın bariz bir örneğini verirler. 

Daha önce de bu yazılar arasında kısaca bahsedildiği gibi, Müslümanlar arasında, kendisine farz olan ilmihalini bilmeyen, onu öğrenmeye çalışmayan, bu ilmi bilmenin kendisi için lüzumu ve ehemmiyetinden bile habersiz, İslâm’ı çeşitli yanlışlar yaparak yaşayan maalesef çok kişi bulunmaktadır. Bunun tipik örneklerinden biri olarak tanıdığım bir mühendis, Müslüman olmasına ve namaz, oruç vd gibi İslâm’ın gereklerinin çoğunu da yapmasına rağmen, yıllarca çalıştığı bir devlet kurumunda müdürlüğe kadar yükselip emekli olduktan sonra, bir vesile ile ona evinde hangi ilmihal kitabının olduğunu sorduğumda, cep telefonundan hanımını arayarak, evlerinde ilmihal kitabı olup olmadığını sorması beni hayrete sevk etmişti. Evlerinde ilmihal kitabı olup olmadığını bile bilmeyen bir Müslüman’ın  İslam’ı doğru anlamak ve yaşamak hususunda rehber eksikliği olmaz mıydı?

İngiltere’ye geçici görevle giderken yanıma aldığım az miktardaki eşyalarımın arasına o zaman bu alanda Türkiye’de satıştaki tek ciltlik en mühim eser olan Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslâm İlmihali”ni de koymayı ihmal etmemiştim. Gayrimüslim bir ülkede İslâm’ı yaşamakla ilgili bir meseleyle karşılaşınca o ilmihale  bakıyordum. Fakat oradaki çeşitli ülkelerden gelmiş Müslümanlardan görüştüklerimden bazılarının, kendi ülkelerinde her Müslüman’ın bizzat müracaat ederek fıkhî meselelerini öğrenebilecekleri ilmihal kitaplarının bulunmadığını, sadece âlimlere hitap eder şekilde yazılmış fıkıh kitaplarının bulunduğunu, Müslüman halkın fıkhî meselelerini ancak o âlimlerden öğrenebildiklerini söylemeleri ve Türkiye’deki duruma gıpta etmeleri de kayda değer bir hatıram olmuştu.

İlmihalini bilmeden kendi kendine dinî mevzularda hüküm vermeğe çalışmanın garabetini ve yanlışlığını, 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra, kızların başörtüsü ile okula devamına darbe yönetimi tarafından yasak getirildiği ve bu mevzuda büyük sıkıntıların yaşandığı dönemde, ilk YÖK başkanının bu mevzuda kendine göre Müslümanlığıyla şöyle “içtihad”(?) yapmaya çalıştığında gazetelerden okumuştuk:

 “-İlim öğrenmek, her Müslüman’a farzdır. Kız öğrencilerimiz ‘başörtüsü de farzdır’ diyerek üniversiteye başörtülü olarak devam etmek istiyorlarsa, iki farzdan birini tercih etmeleri gerekiyor. Bana göre (?) ilim öğrenmek farzını başını örtmek farzına tercih etmeleri daha uygun olur.”

Sevabıyla ve günahıyla ahret âlemine göçmüş o eski YÖK başkanıyla ilgili hüküm elbette Allah’ındır; bu mevzuda biz bir şey söyleyemeyiz; fakat hekimlik mesleğinde başarılı olduğundan bahsedilmesine rağmen, bu “şahsî” fetvasında isabet ettiği söylenemez.

Dinî kitaplarda yazılı olduğu gibi, doktorluk, eczacılık, diş hekimliği, avukatlık, çeşitli branşlarda ve seviyelerde öğretmenlik vb.. dünyevî mesleklerle ilgili ilimleri öğrenmek, ilmihal ve iman ilmi gibi “farz-ı ayn” değil;  “farz-ı kifaye” hükmündedir ve Müslümanlardan bir kısmının bu meslekler için gerekli ilimleri öğrenmeleri ve öğrendikleri ilimler ile bu meslekleri icra etmeleri, diğer Müslümanları o meslekler ile ilgili ilimleri öğrenmek farzından muaf hale getirir.

Hem de o mesleklerin, mutlaka başörtülü kızlar ve kadınlar tarafından icrası da dinî bakımdan gerekmez. Şimdi okullarda, resmî iş yerlerinde, milletvekilliğinde vs.. başörtüsü meselesi hallolmuştur; fakat şimdiye kadar bu mevzuda bahsettiğimiz örnekteki gibi ilmihalini iyi bilmeyenlerin o ilimle bağdaşmayacak yanlış fetvalarla hareket etmesinin örnekleri de maalesef çok olmuştur.

Prof.Dr.Mustafa NUTKU

“CAM”a Sahip Olmak İçin “ELMAS” Feda Edilmez

Eğitimci-yazar Ali Erkan Kavaklı, dine hizmet etmek isteyenlerin, İhlas Risalesi’ndeki birinci düsturu asla akıllarından çıkarmaması gerektiğini söyledi.

Kur’an ve iman hizmetkârlarının kalplerini daime kontrol ve Allah rızasını esas maksat yapması gerektiğini ifade eden Kavaklı, Akit’teki yazısında “Başka bir maksadı takip edenler, maksatlarının aksiyle tokat yer” dedi.

Dünyaya ait menfaatlerin cam parçası hükmünde olduğunu hatırlatan Kavaklı, “Dine ve ahirete ait hizmetler elmas gibidir. Cama sahip olmak için elmas feda edilmez, edene de akıllı insan gözüyle bakılamaz hatta akılsız, deli-divane olduğuna hükmedilir” şeklinde yazdı.

Her zaman kalp kontrolü yapılması gerektiğine vurgu yapan Kavaklı, yazısını şöyle sürdürdü:

“Risale-i Nur hizmetleri ve hizmet hareketi içinde olanlar, iman ve Kur’an’a hizmet dışında bir gaye takip etmemeli. Şan, şöhret, ikbal, servet, makam ve mevki peşinde koşan, iman ve Kur’an’a ihlasla hizmet edemez.

Dine hizmet etmek isteyenler, İhlas Risalesi’ndeki birinci düsturu asla akıllarından çıkarmamalı:

“Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse sizler istemek talebinde olmadığınız hâlde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk’ın rızasını esas maksat yapmak gerekir.”

Üstat Bediüzzaman, Yalnız Hakikat Konuşuyor isimli mektubunda, dine hizmeti, “maddî ve manevî her şeyden feragat mesleği” olarak niteler. Talebelerine, yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışmayı tavsiye eder.

Dine hizmet hareketinin içine girip de makam, mevki, şöhret ve para veya dünyaya ait bir gaye takip edenler tokat yer, ahretlerini mahveder, hizmete de zarar verirler. Her zaman kalp kontrolü esastır.”

Risalehaber.com

Halikını Bulmak (Şiir)

Ey insan! Seni kim yarattı onu bulacan,

Canu günülden Ona sımsıkı sarılacan.

 

Dünyada, Allah’ına karşı boyun bükecen,

Böylece, sen iki hayatta rahat edecen.

 

Sonra hak edebilirsen, cennete gidecen,

Burada ekebildiysen, orada biçecen.

 

Evet, Rabbine kulluk ederken eğilecen,

Alnın secdeye varırken, kibrini silecen.

 

Mahluka değil Allahına, secde  edecen,

Senin alnın secdede iken, çok yükselecen.

 

İnsan secde-i şükran borcunu, bilecektir,

Gurura paydos, lüzumunu his edecektir.

 

Kulun yüce makamı, nedir öğrenecektir,

Allaha şükür borcunu, ifa edecektir.

 

Ona karşı eğilen o baş, yükselecektir,

Böylece, kêmale erdiğini bilecektir.

 

Çünkü, Allaha secde etmektir en yüce makam,

O, “Kusursuzdur”, demekten yoktur iyi kelam.

 

Bu yolla insan ala-i illiyyine çıkar,

Kul ibadetini yaparken putları kırar.

 

Bu işi, yoklukta varlığı bilenler yapar,

Kulluk zenginliğini, ancak müdrikler kapar.

 

Halis olan, insu cin şeytanlarını yıkar,

İnsana, çok lazım olan o yücelere çıkar.

 

Bugün, böylelere kalpten edilmeli hayran,

Muhlise, muhabbetle edilmez mi seyeran.

 

Çünkü, bu yalan dünyada hiç kimse kalamaz,

Maneviyattan başka şey, ahrete alamaz.

 

Buradaki maddi makam, oraya varamaz,

Sakın uyuma! Ora için hazırlan biraz.

 

Ey, huzuzat’tan ayrılmayan nâ-dân nefsim,

Ben sana söz geçiremedim, kesildi sesim.

 

Pişmanlık gönünde, aman ne yaptım demeden,

Burada kendini kandır, ol tövbe edenden!…

 

Ciddi tövbeyle, huzuru daimi’ye yönel,

Yünel ki, kalmasın Rabbın rızasına engel.

 

Yoksa, orda cayır cayır yanar sendeki ten,

Bunu anlarsın, seni örttü mü beyaz kefen.

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Cumanız Mübarek Olsun – Cuma Duası (İftitah Duası)

“Allah’ım! Hamd ile seni sena etmeye başlıyorum; sen kendi lütfunla doğru olanı yapmaya muvaffak kılansın. Senin, af ve rahmette, rahmet edenlerin en merhametlisi, ceza ve intikamda cezalandıranların en şiddetlisi, ululukta güçlülerin en büyüğü olduğuna yakin ettim. Allah’ım! Sana dua etme ve senden bir şey dileme hususunda bana izin verdin; öyleyse ey işiten, ey Rahim, çağrıma icabet et; ey bağışlayan, sürçmelerimi bağışla.

Ey Rabbim! Nice gamları giderdin, nice zorlukları yok ettin; nice sürçmeleri affettin; nice rahmetler yaydın ve nice belâ halkasını kırdın. Hamd Allah’a ki, eş ve oğul edinmemiştir; saltanatta ortağı yoktur; kimseyi acze düştüğü için dost edinmemiştir ve O pek yücedir. Bütün nimetleri için tüm övgülerle hamd olsun Allah’a. Hamd o Allah’a ki, saltanatında zıddı, işlerinde O’na karşı koyan yoktur. Hamd, yaratıklarında ortağı, azametinde bir benzeri olmayan Allah’a olsun. Hamd, emri mahlûkat arasında apaçık, övgüsü aşikâr, kerametiyle izzeti belli, eli bağışa açık, rahmet hazineleri eksilmez, çok bağışı, (O’ndan bir şey eksiltmeyip) sadece cömertlik ve kerametini artıran Allah’a olsun. O çok izzetli ve çok bağışlayandır.

Allah’ım! İhtiyacım fazla olmasına rağmen çok kerem ve merhametinden azını istiyorum; benim bu az merhamete ihtiyacım çoktur ve sen ezelden beri ondan müstağnisin. O, merhametinle ihtiyacımı karşılaman benim yanımda büyüktür; oysa o sana çok kolaydır.

Allah’ım! Günahımı affetmen, hatamdan geçmen, yaptığım zulmü bağışlaman, kötü amelimi örtmen, bilerek veya bilmeyerek işlediğim çok suçlara karşı hilimli davranman, lâyık olmadığım şeyleri senden istemeğe meyillendirdi beni. Sen ki, rahmetinden dolayı beni rızıklandırdın, kudretini bana gösterdin, çağrıma icabet ettiğini bana bildirdin; bundan dolayı güvenle seni çağırıyorum, korkmadan ve çekinmeden samimiyet ve ünsiyetle senden istekte bulunuyorum, her zaman isteğimi sana açıyorum. İstediğim şeyleri geciktirdiğin takdirde, cahillikle darılıyorum. Oysa işlerin sonunu bildiğinden dolayı onları geciktirmen, benim için şayet daha hayırlıdır. O hâlde, hakir olan şu kula, senden daha sabırlı ve kerim bir Mevlâ göremiyorum.

Ey Rabbim! Sen beni çağırıyorsun, bense Sen’den yüz çeviriyorum; Sen bana muhabbet ediyorsun ben ise San’a buğz ve inat ediyorum. Sen kendini bana sevdirmek istiyorsun, ben ise kabul etmiyorum; sanki benim San’a bir üstünlüğüm vardır; bu nankörlüğüm, lütuf ve kereminden olan rahmet ve ihsanını benden alıkoymuyor. Öyleyse cahil kuluna rahmet et; fazl ve ihsanınla bana bağışta bulun; şüphesiz Sen çok bağışlayan ve kerimsin.

Hamd Allah’a ki, evrenin sahibi, gemiyi yürüten, rüzgârları estiren, sabahı karanlıktan yarıp çıkaran, din gününün (Kıyamet gününün) hâkimi ve âlemlerin Rabbidir. Bilmesine rağmen yumuşaklığı; kudretiyle birlikte affı; gazabıyla birlikte büyük sabrı olan Allah’a hamd olsun; oysaki O istediği her şeye kadirdir. Hamd yaratan, rızkı veren, sabahı karanlıktan yarıp çıkaran, celal ve ikram, fazl ve ihsan sahibi olan Allah’adır; O, öyle-sine uzaktır ki, kimse O’nu göremez; öylesine de yakındır ki, fısıltılara şahit olur; O, pek yüce ve uludur.

Hamd Allah’a ki, O’na denk olan, karşı koyan, O’na benzeyen ve O’na yardım eden birisi yoktur; izzetiyle izzetlileri mağlup etmiştir; azametliler O’nun azameti karşısında boyun eğmiştir; O kudretiyle istediğine yetişmiştir. Hamd Allah’a ki, O’nu çağırdığımda icabet eder; O’na isyan ettiğimde ayıplarımı örter; (verdiği nimetlere karşılık) O’na şükredemediğim halde bana büyük nimetler bağışlar. Bana nice değerli nimetler bağışlamıştır; nice korkunç belâlardan beni korumuştur, nice sevindirici olaylarla beni karşılaştırmıştır; O’na hamd ediyor ve tesbih ederek O’nu anıyorum.

Hamd Allah’a ki, O’nun perdesi yırtılmaz; (lütuf) kapısı kapanmaz; O’ndan bir şey dileyen reddedilmez; O’na ümit eden ümitsiz bırakılmaz. Hamd Allah’a ki, korkanlara güven bağışlar; salihleri kurtarır; mustaz’afları yüceltir ve müstekbirleri zelil kılar; nice padişahları helâk eder ve diğerlerini onların yerine geçirir.

Hamd Allah’a ki, zorbaların (belini) kırar; zalimleri yok eder; kaçanları yakalar; zalimleri cezalandırır; imdat dileyenlerin imdadına yetişir; muhtaçların mercisi ve müminlerin güvencesidir. Hamd Allah’a ki, O’nun korkusundan gök ve sakinleri titrer; yer ve ehli korkar; deniz ve derinliklerinde yüzmekte olanlar çalkalanır. Bizi bu dereceye erdiren Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize yol göstermeseydi, biz kendiliğimizden bu dereceye eremezdik.

Hamd Allah’a ki, yaratır, yaratılmamıştır, rızk verir rızıklandırılmamıştır; yedirir, yedirilmemiştir; dirileri öldürür, ölüleri diriltir; kendisi her zaman diridir; hayır O’nun elindedir; O her şeye kadirdir.

Allah’ım! Kulun, resulün, eminin, yaratıklar arasından seçtiğin, dost ve habibin olan, sırrını koruyan ve risaletini ulaştıran Muhammed’e salât ve selâm eyle. Öyle bir salât ve selâm ki kullarına, peygamberlerine, elçilerine, dergâhına yakın olanlara, yaratıklarından sana keramet ehli olanlara gönderdiğin salât ve selâmdan daha üstün, daha güzel, daha iyi, daha kâmil, daha temiz, daha artan, daha güzel kokulu, daha parlak ve daha çok olsun.

Allah’ım! Müminlerin emiri, âlemlerin Rabbinin elçisinin vârisi, kulun, velin ve resulünün kardeşi, yaratıklarına hüccetin, büyük nişanen ve (yaratılış âleminin) büyük haberi olan Ali’ye salâ eyle. Dünya kadınlarının efendisi, Sıddîka ve Tâhirâ olan Fâtıma’ya salât eyle. Rahmet peygamberinin iki torunu, iki hidayet imamı ve cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin’e salât eyle. Müslümanların imamları, Sen’in kullarına olan hüccetlerine, beldelerindeki eminlerin Ali b. Hüseyin, Muhammed b. Ali, Cafer b. Muhammed, Musa b. Cafer, Ali b. Musa, Muhammed b. Ali, Ali b. Muhammed, Hasan b. Ali ve onun halefi olan hidayet bulmuş hidayetçi imama (Mehdi’ye) çok ve sürekli salât eyle.

Allah’ım! Arzu edilen Kaim ve beklenilen adalet (vesilesi) olan veliyy-i emrine salât eyle; onu dergâhına yakın olan meleklerle kuşat, Ruhu’l-Kudüs’le teyit et, ey âlemlerin Rabbi olan Allah! Allah’ım! Onu kitabına davetçi ve dinini ayakta tutan kıl; ondan öncekileri halife kıldığın gibi onu da yeryüzünde halifen kıl; onun için razı olduğun dinini (korumayı) mümkün kıl; korkusunu güvene dönüştür; tâ ki San’a ibadet etsin, hiçbir şeyi San’a şirk koşmasın. Allah’ım! Onu aziz kıl ve onunla bize izzet ver; ona yardım et ve onun vesilesiyle bize yardımda bulun; ona izzetli bir zafer bağışla ve kolay bir genişlik ona aç; kendi katından ona bir güç ve kudret ver.

Allah’ım! Onun vesilesiyle dinini ve Peygamber’inin sünnetini aşikâr et; öyle ki hak ve hakikatten hiçbir şey, yaratıkların korkusundan dolayı insanlara gizli kalmasın.

Allah’ım! Biz Sen’den İslâm ve ehline izzet bağışlayacağın; nifak ve ehlini zelil edeceğin onurlu bir devletin tahakkuk bulmasını istiyoruz. Öyle bir devlet ki, bizi o devlette, itaatine davet edenlerden ve hidayet yolunun öncülerinden kılasın; onun vesilesiyle dünya ve ahiret kerametini bize ihsan edesin. Allah’ım! Hak olan şeylerden bize tanıttığını taşımaya muvaffak et; eksiğimiz olan (tanımadığımız) şeye de bizi ulaştır (bizi ondan haberdar kıl).

Allah’ım! Onun (Hz. Mehdi’nin) vesilesiyle dağınıklığımızı topla, ayrılığımızı birleştir; açığımızı kapat; azlığımızı çoğalt, zilletimizi izzete dönüştür; muhtaç olanımızı onunla müstağni kıl; borcumuzu eda et; fakirlik ve ihtiyacımızı gider; zorluğumuzu kolaylaştır, yüzlerimizi ak eyle; esirlerimizi esaret zincirinden kurtar; isteklerimizi karşıla; (zuhuru için) bize verdiğin sözü yerine getir; dualarımızı kabul eyle, istediğimiz şeyleri bize inayet eyle; bizi dünya ve ahiret arzularımıza ulaştır ve istediğimizden daha fazla bize bağışta bulun.

Ey istenilen ve bağışta bulunanların en hayırlısı! Onun vesilesiyle göğüslerimize şifa ver; kalplerimizin öfkesini gider; bütün ihtilaflara rağmen bizi hakka hidayet et; şüphesiz Sen, istediğini doğru yola hidayet edersin. Yine onun vesilesiyle düşmanına ve düşmanımıza karşı bize yardımda bulun, ey hak olan Allah! İlâhî âmin.

Allah’ım! Peygamber’imizin (Sen’in salât ve selâmın ona ve Ehlibeyt’ine olsun) yanımızda olmamasından, İmam’ımızın gaybetinden, düşmanımızın çok ve sayımızın azlığından, fitnelerin bize olan şiddetinden ve zamanın şartlarının bizi güçsüz düşürmesinden Sana şikâyet ediyoruz. Muhammed ve Ehlibeyt’ine salât eyle; katından olan acil bir zaferle, zorlukları gidermenle, güçlü bir yardımınla, aşikâr kıldığın hak bir saltanatla, bizleri kapsayan geniş bir rahmetinle, bizleri örten bir afiyetle bize yardımda bulun; rahmetin hakkına ey merhametlilerin en merhametlisi!”

( Şeyh Abbas Kummî’nin “Mefatihu’l-Cinan” kitabından alıntıdır. )

www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version