Bediüzzaman’ın Ahlakî Çağrısı Toplumun Dokularına İşlemiş

İslâmcılık tartışmasında en son, İhvan ile Risale-i Nur Hareketi arasında bir karşılaştırma yapacağımı söylemiştim. Araya sıcak gündemler girdi, bugüne nasip oldu. Tarih boşuna yaşanmıyor.

Bugün tattığımız güzellikler, geçmişte bugünleri tasarlayıp inşa edenlerin eseri. Yarınlar da bizim dünden bugüne yolumuzu aydınlatanların izini takip ederken, hakkı teslim etmemize ve doğru muhasebe yapmamıza bağlı olarak şekillenecek. Düne karşı kadirşinaslığımız “yıldızlarımız çarpışmaz” edebiyatına feda edilemez. Edersek yarınlar üzerindeki sorumluluğumuz yerine getirilemez.

Türkiye’de yakın tarihimizde dinî-ahlakî hassasiyetin biçimlendirdiği sosyal-siyasal alanı, bir üçgene benzetebiliriz. Bu üçgenin üç köşesini, üç farklı cazibe merkezi olarak üç isimle temsil etmemiz ve peşlerinden sürükledikleri hareketleri zikretmemiz gerekir. Birinci köşede Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur Hareketi, ikinci köşede Necmettin Erbakan ve Millî Görüş geleneği, üçüncü köşede ise Seyyid Kutup ve İslâmcılar yer alır. Yıldızlar çarpıştı. Bu üç yıldız yekdiğerinden farklı istikametleri gösterdi.

Bugünün Türkiye’sini şekillendiren aslî güç Bediüzzaman’dır. Yaptığı iş, ortalığı yıkıp dağıtacak güçteki sel sularını, önüne set çekip bir barajda toplamak, sonra inşa ettiği santral ile, bütün Türkiye’yi aydınlatacak bir elektrik enerjisine dönüştürmektir. Bu başarının formülü ise “müsbet hareket”tir. “Müsbet hareket”in vazgeçilmez şartı siyasetten uzak durmaktır.

Elimizde, Bediüzzaman’ın onayını almış bir “Risale-i Nûr Hareketi-İhvan-ı Müslimîn” karşılaştırması var. Bağdat’ta çıkan bir gazetede yayımlanan bu makale Emirdağ Lahikası’nda bulunuyor. Bu karşılaştırmada sıralanan farklılıkların en vazgeçilmez olanı “siyasetle iştigal”dir. İhvan-ı Müslimin siyasî bir cemiyettir; Risale-i Nur ise değil.

Erbakan’ın Millî Görüş hareketi ise, Bediüzzaman’ın sınır çizdiği ve dışarıda bıraktığı siyasî alan üzerinde ilerlemiştir. Devlet üzerinden iktidar, statü ve zenginlik talep eden dinî hassasiyeti seçim sandığına yönlendirmiş ve kolaylıkla sistem dışına çıkacak siyasî eğilimleri, demokratik-çok partili düzene angaje etmiştir. Bütün bu çabaları boyunca siyasî düzeni değiştirip, dönüştürmüştür. AK Parti, Millî Görüş geleneğinin bugünün dünyasına ve şartlarına intibak etmiş halidir. “Millî Görüş gömleğini çıkarttık” sözünün kendisi bile çok fazla rahmetli Erbakan’ın üslubuna ve tarzına uygun bir söz değil mi? Türkiye’nin Kürt sorununa ve Ortadoğu’ya yönelik politikası Millî Görüş geleneği dışında nerede temellendirilebilir?

Seyyid Kutup’un “hemen şimdi” eyleme davet eden, İslâmî hassasiyeti bütün cesameti ve önceliği ile siyasî alana ve iktidar rekabetine taşıyan etkileyici bir dili var. Ama çok çelişkili biçimde, İslâmcılığın içinde siyasî inceliğin, orta ve uzun vadeli öngörü yeteneğinin ve stratejik vizyonun yer alabileceği bir aralık yoktur. Bugün Kutup’un ülkesi ile Bediüzzaman’ın ve Erbakan’ın ülkesi arasındaki farklılığı oluşturan ise işte bu stratejik öngörü yeteneği ve siyasî inceliktir.

Hiç kimse üçünün de imanını, ihlasını ve niyetini sorgulayamaz. Ama yöntemler, araçlar ve öngörü farkı arada derin bir uçurum oluşturuyor. Türkiye’nin üç köşesine üç yıldız yerleşti ve birbiriyle çarpıştı. Ortalığı hakikat şimşekleri kapladı ve bu şimşekler arasından bugünkü Türkiye doğdu.

Mısır Devlet Başkanı Mursî, İhvan-ı Müslimîn içinde Kutup dışındaki bir geleneği, daha çok Millî Görüş’ün siyasî yöntemlerini kullanan bir damarı temsil ediyor. Bıçak sırtında geçen başkanlık sürecinde, biraz da Türkiye tecrübesinin uluslararası çevreleri ikna edici gücüyle başkanlık koltuğuna oturdu. O kritik evrede Erdoğan Kahire’ye gidip İhvan’a “laiklik telkini” yapmasaydı, bu sonuç elde edilebilir miydi?

Evet üç kutup çarpıştı ve Türkiye’de siyasî ve sosyal alanda dağların, ovaların ve nehirlerin şekli belirdi. Sonuç, Bediüzzaman’ın doğrudan ve dolaylı olarak toplumun dokularına işlemiş olan ahlakî çağrısının ve Erbakan’ın dindarlığı demokratik siyasî rekabete aktarma yeteneğinin eseri değil mi? Ya İslâmcılar? Kısır bir Kutup yorumu ile hayatın dışına atılıp, sadece seyirci olarak kalmadılar mı?

Mümtaz Türköne

İslam’ı doğru tanıtacak tepkiye ihtiyacımız var!

Bugünlerin en yaygın sorusu şöyle geliyor bizlere:

Yabancıların Peygamberimiz’e (sas) karşı takındığı saygısızca tavrı protesto etmek için Müslümanların devam eden tepkilerini nasıl buluyorsunuz? Cevabım kesin ve net:

-Ben İslam’ı doğru tanıtan tepkileri tasvip ediyorum. Korku hissi veren menfi tepkileri doğru bulmuyorum.

– İslam’ı doğru tanıtan tepki nasıl olur?

– İslam’ı doğru tanıtan tepkide en azından yakıp yıkmalar, vurup kırmalar asla söz konusu olamaz. Farklı bir terbiye ve saygı örneği hemen dikkati çeker. Sadece düşünceler dile getirilir, İslam hakkındaki yanlış anlaşılan konuların doğrusu dikkatlere verilir. Ama yakıp yıkma, kırıp dökme asla olmaz.

Zaten yakıp yıkan, vurup kıran tepkiler hem Müslüman’a yakışmıyor; hem de Peygamberimiz’in sünnetinde böyle şiddet tepkisi hiç görülmüyor. Yakıp yıkan tepkilerden ancak bu tepkiye zemin hazırlayan İslam karşıtları memnun oluyor. Çünkü istedikleri malzeme bu vurup kırmalarla onlara verilmiş olunuyor. İslam’a sempati duyan çevrelere bu vurup kırmaları örnek göstererek İslam’a duydukları sempatilerini geri almaları mesajı veriliyor.

Aslında böylesi tepkiler fırsat bilinerek Peygamberimiz’in İslam’ı nasıl bir sabır ve saygıyla anlattığı anlatılmalı, tüm dünyaya bu müstesna örnekler duyurulmalıdır. Özellikle müşrik Hakem bin Keysan’ın Müslüman olmasına sebep olan şu tarihi tavrı her fırsatta hatırlamalı, hatırlatmalıyız.

Hakem bin Keysan, Taif’teki çatışmada esir alınarak Medine’ye getirilen Mekkeli bir müşriktir. Aleyhte konuşmalarıyla bilinen bu adama Efendimiz (sas) Hazretleri yumuşak üslubuyla önce İslam’ı etraflıca anlatır, sonra değerlendirmesini bekler. Hakem tebliği dinledikten sonra, ben bundan bir şey anlamadım, şeklinde saygısız sözlerle çıkıp gider.

Bu tavırdan rahatsız olan Hazret-i Ömer:

– Ya Resulallah izin ver de bu saygısız adama haddini bildireyim, der. Ama Efendimiz’in şu önemli uyarısına muhatap olur:

Ya Ömer, bize düşen, insanları düşündürecek kadar bilgi verip vicdan muhasebeleriyle karar vermelerini sağlamaktır. Yoksa hemen haddini bildirmek değil!..

Bir zaman sonra Hakem yine huzura getirilir. Efendimiz yine aydınlatıcı üslubuyla İslam’ı anlatır. Ama Hakem’de bir saygı işareti yine görülmemektedir. Yine saygısız sözleri tekrarlar. Hazret-i Ömer Efendimiz de tepkisini tekrarlar.

-Ya Resulallah izin ver de şu saygısız adama haddini bildireyim! Bunun imana geleceği filan yok!. Aynı tarihi ikaz yine gelir:

Dur ya Ömer! Bize düşen insanları düşündürecek kadar bilgi verip vicdan muhasebeleriyle karar vermelerini sağlamaktır. Yoksa hemen haddini bildirmek değil!.

Aradan zaman geçer. Hakem bin Keysan verilen geniş bilgi ve gösterilen samimi saygıyı vicdan terazisinde tartarak düşünmeye başlar. Sonunda kararını kendi iradesiyle verir, gelip imanını herkesin gözü önünde gürül gürül ilan eder:

-Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulüh!.

Bu defa Hz. Ömer gelir Efendimiz’in huzuruna:

-Ya Resulallah, haddini bildirmek istediğim Hakem bin Keysan’ı hiç böylesine samimi halde görmemiştim. Mutlak küfürden tam bir imana giriş yaptı..

Efendimiz’in tarihi uyarısı bu defa şöyle olur:

Ya Ömer! İzin verseydim de ona haddini bildirseydin, cehenneme bir adam atmış olurdunuz. Sabrettik, verdiğimiz bilgilerle kendi vicdan muhasebesiyle karar vermesini bekledik, cennete bir adam kazanmış olduk! Bizim meselemiz, cehenneme adam atmak değil, cennete insan kazanmaktır. Bunu hiç unutmamak gerek!..

İşte burada bizim de unutmamamız gereken sorumuz bu olmalıdır.

-Acaba biz de meydanlarda verdiğimiz öfkeli tepkilerimizle cehenneme adam mı iteliyoruz, yoksa cennete insan mı kazanıyoruz? Gösterdiğimiz şiddet tepkilerinin dünyaya verdiği mesajı ne oluyor, düşünmemiz gerekmez mi?

Ahmed Şahin / Zaman

Hastalar Risalesi ile Yardımlarına Koştular

Kütahya’da, il merkezi, Tavşanlı ve Simav ilçelerinde, hayatlarını yatağa bağımlı sürdüren yaklaşık 300 kişiye, Türkiye Beyazay Derneği ve Çare Derneği iş birliğiyle yürütülen çalışma kapsamında onların manevi bakımdan rahatlatılması amacıyla “Hastalar Risalesi” kitapçıkları dağıtılacak.

Türkiye Beyazay Derneği Kütahya Şubeleri Onursal Başkanı Ali Rıza Soyaslan, derneğin Tavşanlı Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısında, Said Nursi’nin Kur’an-ı Kerim’den esinlenerek yazdığı “Hastalar Risalesi” eserinin, ruh ve beden ilişkisine dayalı, yardımcı ve iyileştirici teknikler içerdiğini söyledi.

Bu eseri okuyan hasta ve yakınlarının manevi bakımdan rahatlayacağına inandıklarını belirten Soyaslan, şöyle konuştu:

“Kütahya, Tavşanlı ve Simav’da bulunan yatalak engelli kardeşlerimize, hasta ve engelli bakıcı anne ve babalara 300 adet Hastalar Risalesi kitapçığı dağıtacağız. Engellilerimizi manevi devalar hazinesi Hastalar Risalesi ile buluşturma projemize sponsor olarak 300 kitapçık temin eden Çare Derneği Kütahya Temsilcisi Recep Bilge ve yönetim kurulu üyelerine teşekkür ederiz. Hasta ve engelli kardeşlerimizle bakıcılarına verebileceğimiz en büyük hediye, onları maneviyatla buluşturmak olacaktır.”

Soyaslan, projeye destek vermek isteyenlerin, kitapçıktan temin edip derneğe teslim edebileceğini sözlerine ekledi.

Daha sonra, 300 kitapçık, Bilge tarafından Soyaslan ve Türkiye Beyazay Derneği Tavşanlı Şube Başkanı Fatih Paşal’a teslim edildi.

Cihan

Almanya’da ‘Açık Cami Günü

Almanya’da doğu ile batının birleşerek yeniden tek bir ülke haline gelmesinin 22. yıldönümü bugün kutlanıyor. Birleşme günü vesilesiyle ülkedeki birçok camide geleneksel olarak “Açık Cami Günü” düzenlendi.

Almanya’da 1997 yılından bu yana bir gelenek haline getirilen camilerdeki açık kapı günü de 3 Ekim’de yapılıyor. Bu sene de binin üzerinde caminin halkın ziyaretine açıldığı bildirildi. DİTİB’e bağlı Köln’de henüz inşaası devam eden Merkez Camii’nde de ‘İslam Kültürü ve Sanatı’ adı altında yaklaşık 8 saat sürecek özel bir program hazırlandı.

Camilerde yapılan açık kapı gününde ziyaretçilere caminin hizmet bölümleri tanıtılarak, İslam hakkında bilgi veriliyor, sorular cevaplandırılıyor. Ayrıca cemaat tarafından hazırlanan sofralarda Müslüman ülkelerin yöresel yemekleri ikram ediliyor. Ancak Almanya’da bulunan bütün camiler sene içinde de sürekli olarak hem Müslümanlara hem de Müslüman olmayanlara kapılarını açık tutuyor. Bulundukları bölgelerden okullar, dernekler vs. gibi kuruluşlar tarafından yapılan ziyaret talebleri kabul edilerek, uygun bir şekilde organize ediliyor.

 Berlin’deki yaklaşık 20 camide düzenlenen “Açık Cami Günü” çerçevesinde kentin en büyük camisi olan Berlin Şehitlik Cami’yi ziyaret eden çok sayıda Alman vatandaşı, Hz. Muhammed’in hayatı ve İslamiyet hakkında bilgilendirildi.

Cami görevlileri, İslamiyet hakkında bir panel de düzenleyeceklerini ve “Açık Cami Günü” etkinliğinin yerel saat ile 19.00’a kadar süreceğini söyledi.

Camiyi ziyaret eden Alman vatandaşlar genelde, böyle bir etkinliğin gerekli olduğunu, etkinlik çerçevesinde İslamiyet’in gerçekte nasıl bir din olduğu hakkında bilgi edindiklerini belirterek, diğer yandan İslamiyet’in çok çeşitli yüzü olduğunu da gördüklerini ifade etti.

Yaklaşık 7 yıldan beri ebru sanatıyla ilgilenen Reyhan Şahingöz de ziyaretçilere ebru sanatı hakkında bilgi vererek, çeşitli çalışmalarını sergiledi.

Camiyi ziyaret eden vatandaşlara ucuz fiyatlarla yemek ve içecekler de satıldı. Ev yapımı Türk yemeklerini rahatça yiyebilmeleri için ziyaretçilere cami avlusunda masalar da konuldu.

Öte yandan, Baden-Württemberg Eyaleti Uyum Bakanı Bilkay Öney de Schorndorf Belediye Başkanı Matthias Klopfer ve Stuttgart Başkonsolosu Mustafa Türker Arı ile birlikte Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı Schorndorf Cami’yi ziyaret etti.

Öney, ziyaretten önce Stuttgart kentinde yaptığı açıklamada, Müslümanlarla ilgili medyada ve siyaset alanında sürdürülen tartışmaların her zaman olumlu olmadığına dikkati çekerek, mevcut sorunların çözümü için Müslüman cemaatlerle eşit düzeyli bir diyaloğun yürütülmesi gerektiğini söyledi.

Toplumda genelde “iyi” ya da “daha az iyi” şeklinde Müslümanları derecelendirme eğiliminin olduğunu da ifade eden Öney, bunun eşitlik açısından doğru bir tutum olmadığını kaydetti.

Dünya Bülteni

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version