Bu Asil Milletin Evlatları “Anarşi Çukuru”na Yuvarlanmasın!

Değerli mütefekkir, şair ve gönül adamı Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi:

“1946da Medinede bir gün Arif Hikmet Kütüphanesine Eğinli Hacı Hafız Efendiyi ziyarete gittiğimde kütüphaneye Sirac-ün Nur isminde, Osmanlıca taş baskısı bir kitap gelmişti. Kütüphane listesine kaydettikten sonra, kitabı kuşbakışı denecek kadar kısa bir tetkikim oldu. Kitabın müstesna fikirlerle dolu, imana ve İslami anlayışa yepyeni bir canlılık katan bir eser olduğunu anladım. Bu eserleri yazan insan mutlaka ilahi teyide mazhar oluyordu ki, yazdıkları, yanan bir gönülden çıktığı için okuyan insanların da gönlünü yakıyordu.”

Önsöz ulaşınca Üstadın davranışını şöyle anlatmışlardı:

Kendi yazılarını bile bir defa okutur, dinler, bazı kelimelerini değiştirirdi. Yazdığınız önsözü üç defa okuttu, hiçbir kelimesine dokunmadan şöyle dedi; Bu bir iltifat-ı Muhammediyedir, aynen basılsın.

Artık o günden beri Üstad benim için yılmayan bir iman, sönmeyen bir ışık, kararmayan bir tarih ve kısılmayan bir ses idi. Bir de Risale-i Nurların hayretimi mucip olan, ruhumu yakan, beni kendisine âşık eden bir tarafı vardı ki, Üstad bu eserleri hapiste irka suretiyle yani dikte ettirerek yazdırıyordu. Ben ise kütüphanelerde bulunuyorum. Önümde binler kitap var, eser yazamıyorum. O, hapiste bunları yazıyor.

Bilindiği gibi Üstad, uzun ve bereketli ömrünün bütün mesasini imanı kurtarmak gayesine teksif etmiştir. Risale-i Nur Külliyatının her satırında, dünya ve ahiret saadetinin imanda ve her türlü felaketin de inkârda olduğunu haykırmaları, basiret erbabı ariflerin, Allah tarafından dinin ihyasına memur edilen mücahidlerin, kalp gözleriyle sır perdelerinin arkasını görme halleridir.

Risalelerin yazıldığı günlerde, anarşinin mevcut olmadığı zamanlarda “korkarım bu asil milletin evladları bir gün gelir anarşi çukuruna yuvarlanırlar” diyerek daha sonraki yıllarda hızla gelişen anarşinin ruhlarda bırakacağı tahribatı ta o günlerde işaret buyurmuşlardı. (Ali Ulvi Kurucu / Son Şahitler’den)

“Mürşidlik taslamamış tek mürşid”

“Hayatında şeyhlik, mürşidlik taslamamış gerçek mürşiddi. Peygamberin ve sahabelerin ölçülerine sık sık bağlıydı. Büyüklük taslamayı büyüklükle bağdaştıramıyordu. Böyleleri, sabiyy-i müteşeyyih (şeyhlik taslayan bebeler) diye tavsif etmişti.

“Gerçekçiydi, acı da olsa gerçek dışı konuşmazdı. Acı da bazen şifalıydı. Dağ meyveleri bazan acı idi, ama elbet şifalı da. Dalkavuk ruhluların onu anlaması mümkün değildi elbette. O, elli  sene önceden bugünkü anarşi ve fitneleri görmüş ve ikaz etmişti. Ama zavallı beyinler bunu idrak edemediler.

Ayrıca fitnekâr cereyanları kökünden reddediyordu. Bin sene aynı sancak ve bayrak altında dövüşen, imanı, kitabı, kıblesi, vatanı, peygamberi, mukaddesleri bir olanlar içinde ayrılığın yeri olamazdı. Din ve milliyet, bizde tenden bir zırh gibiydi;  ayrılamazdı, biri birine karşı olsa olamazdı.

BİZ MUHABBET FEDAİLERİYİZ

“Anadolu’da Yunus Emrelerin, Mevlânâ Celâleddinlerin, Hacı Bektaşların, Hacı Bayramların, Mevlânâ Halidlerin ve Anadolu’da İslâm harcını yoğuran nice veli, âlim, fazıl, hakimlerin varisleri, devamları, emanetçileridirler. O emanetlerin büyük muakkibi büyük ve muhteşem Üstad Said Nur Hazretlerinin vasiyeti ile, vatanlarını ve İslâm dünyasını içten ve dıştan kundaklayanların ateşlerine bağırlarını siper etmiş gerçek kahramanlardır.

Meslek hayatımın başında, kendi matbaacılığımda, kendi ellerimle bir tebrik basıp göndermiştim..

“O tebrikte Üstadın şu altın sözleri vardı: ‘Biz muhabbet fedaileriyiz, mesleğimiz muhabbettir. Husumete vaktimiz yoktur.

Evet, ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür seda İslâmın sedası olacaktır.

“İşte bu iki söz, hakkımızda, adlî bir takibata müncer olmuştu. Bir millet kendi temellerini nasıl tahrib eder, düşündükçe içim hüzünle dolar.

“O zaman beni celbeden, gencecik savcı ile bir tartışmamız olmuştu. Benim hukuk talebesi olmamı, gülünç telakkilerle şartlanmış savcı, bir türlü aklına sığıştıramamıştı. Neden hukuk okuduğumu istihza ile sormuştu. O zaman, her türlü köpekleri serbest bırakıp, taşları bağlayan, hak ve hukukla   hiçbir surette bağdaşmayan icraatlarını yüzlerine vurmuş, işte demiştim, bunlar hukuk diye ne okuyorlar onu merak ettim, onun için şu okula yazıldım.

“Bu şamar gibi patlayan cevabıma çok kızmıştı. Fakat gerçekler açıktı ve acıklıydı. Bu iç ve dış bazı çevrelerin anud ve azad kabul etmez zalim köleleri, hakikatleri haykıran ifadelerimiz karşısında mağlûp olup susuyorlardı. Soruşturma sonunda adem-i takip kararı almıştım.

Heyhat, günü birlik hırslarının kurbanı olanlar, bu hayat verici sözleri anlamaktan acizdiler. Şimdi husumetin yurt sathını yangın gibi sardığı şu zamanda, büyük ve küçük baş, kafasında iz’an bulunan herkese o büyük vatan evlâdının şu muhteşem sözünü vird-i zeban etmesini tavsiye etsek acaba duyarlar mı?

“Evet, eğer zerre kadar insaf ve iz’anınız varsa. Anadolu’nun yetiştirdiği o en büyük evlâdın sözlerini ve nasihatlarını bütün yurt sathına; köy kahvelerinden, üniversite anfilerine, ordu karargâhlarına, meclislere, başbakanlığa, bütün hukuk mercilerine, Riyaset-i Cumhur şeref gönderine çekiniz. Korkmayın, o size yalnız şeref ve kurtuluş yolu gösteriyor. ‘Biz muhabbet fedaileriyiz. Mesleğimiz muhabbettir, husumete vaktimiz yoktur.

(Galip Gigin / Son Şahitler’den)

Allah’a borç vermek ne demektir? (Karz-ı Hasen)

Müslümanların en büyük problemlerinden biriside faiz kıskacına alınmasıdır. Hemen herkes faize bulaşmış durumda. Ancak İslamda bunun çaresi var. Eğer uygulanırsa sorun çözülür.

Allah Teâlâ kullarına büyük bir şeref ve sevap fırsatı veriyor; mealen “İhtiyacı olan birine hiçbir menfaat beklemeden, sırf bemim rızamı elde etmek için için ödünç para veren “bana ödünç vermiş olur”, ben de onun malvarlığını veya sevabını katlarım ve ona ayrıca ödüller veririm” buyuruyor(Bakara: 2/245; Hadîd: 57/11).

Faizciliği “Kendisine savaş ilan etmek” şeklinde değerlendiren Allah Teâlâ insanları faizcilere mecbur eden ihtiyaçların karşılanmasını elbette ister ve bundan hoşnut olur.

İhtiyaçlar iki şekilde karşılanır:

1. Bağışlama, geri almamak üzere verme (zekat, hibe, vakıf vb.),

2. Geri almak üzere verme.

Herkesin cebinde, kasasında hemen kullanmayacağı paralar vardır. Bunların, lazım olduğunda almak üzere (cari hesap gibi) bir yerde tutulduğunu, korunduğunu, alınan ile devamlı kalan miktarların hesaplanmasına dayalı olarak elde edilecek önemli bir miktarın, ihtiyacı olanlara faizsiz olarak ödünç verildiğini düşünelim; ne büyük bir hizmet gerçekleşir! İnsanların faizcilere, tefecilere mahkum olmaları nasıl da güzel engellenmiş olur!

Allah’a (Allah için) ödünç verme şerefine/sevabına talip olanları bu konuyu düşünmeye davet ediyorum.

Sırf bu hizmet için bir kuruluş yapılsın. Sağlam hukuki dayanakları ve sağlam yöneticileri olsun. Bu kuruluşun yeteri kadar şubeleri bulunsun. Hamiyetli insanlar yastık altında tutacakları, hatta bir gün bile olsa harcamayıp ertesi gün harcayacakları paraları bu kuruluşa yatırsınlar. Burada biriken paralardan, temel ihtiyaçları için talepte bulunanlara faizsiz olarak ödünç para verilsin. Teminatlar alınsın, imkanı olanlardan tahsil edilsin, ödeme gücü bulunmayanların borçları ise zekatlarla, bağışlarla ödensin…

Peki bu kuruluşun masrafı nasıl çıkacak?

Önce Allah rızası için bu kuruluşa bağış yapanların yardımlarıyla.

Sonra bu kuruluş tarafından kurulacak bir şirkete bir miktar sermaye aktarılıp ticaret yapılarak masraflar çıkarılabilir.

Bu kuruluşu Müslüman, hamiyetli, fedâkâr zenginler kurmalı, kendilerinin hiçbir maddi menfaatleri olmamalı, gerektiği kadar ücretli personel kullanılmalıdır.

Ümmetin bu parçası (bizler) tarihte çok güzel şeyler de yaptık; bu kuruluş o güzelliklere bir yensini ekleyecek ve belki diğer parçalara da örnek olacaktır!

İnanın bu hayal değil, sadece birkaç hamiyetli insanın sesime kulak verip harekete geçmesine bağlı ve tam anlamıyla gerçekçidir.

Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN

Camiler Hem İbadetin Hem de İlmin Merkeziydi!

Bartın’a bağlı Yıldız Köyü Camii imam hatibi tarafından ‘Cami okuyor, cemaat okuyor, insanı kitaba çağrı‘ isimli kitap okuma etkinliği düzenlendi.

Kitap Etkinlik ilgi gördü, gencinden yaşlısına kadar kitabını alan çok sayıda insan camiye koştu.

Yıldız Köyü Camii’nde düzenlenen etkinliğe Bartın Müftüsü İsmail Bayrak, Müftü Yardımcısı Rıdvan Karataş, AK Parti İl Başkanı Yaşar Arslan, İlçe Başkanı Regaip Bayraktar, Yıldız Köyü Muhtarı Reşat Günay, İl Genel Meclisi Üyesi Kenan Dursun, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, öğretmenler, Diyanet görevlileri, daire amirleri, üniversite öğrencileri, işadamları, cami cemaatiyle birlikte yaklaşık 250 kişi katıldı. İkindi namazının kılınmasından sonra başlayan etkinlik, Kuran’ı Kerim’le devam etti. Daha sonra Bartın Müftüsü İsmail Bayrak kitap okumanın önemi hakkında vaaz yaptı. Müftü İsmail Bayrak, kısa vaazında ilmin peygamberimizin mirası olduğunu vurguladı.

Kitap konulu vaazın ardından davetliler ney dinletisi eşliğinde yaklaşık bir saat kitap okudu. Kitabı olmayanlara kitap hediye edildi. Programda Türkçe Olimpiyatları için Türkiye’ye gelen Hindistanlı Jainam Gala isimli öğrencinin ‘Zamanı Geldi’ isimli şiirini okuması büyük alkış aldı. Programa katılan bazı davetliler kitapla ilgili anılarını dile getirdi. Bartın’da katıldığı en güzel etkinliklerden birisinin camide kitap okuma programı olduğunu ifade eden üniversite öğrencisi Ekrem Aktaş, 65 sayfa kitap okuduğunu, huzurlu ve faydalı geçen programı düzenleyenlere teşekkür ettiğini söyledi

Yıldız Köyü Camii İmam Hatibi Şeref Yıldırım ve cami cemaatini tebrik eden Bartın Müftüsü İsmail Bayrak, peygamberimiz zamanında camilerin ibadetin merkezi olduğu gibi ilmin de merkezi konumunda olduğunu söyledi. İlmin temelinin kitap olduğunu ifade eden Müftü İsmail Bayrak, “Dinimizin ilk emri ‘oku’dur. Camilerimizde mütevazi kütüphaneler olmalı. Camiye gelen cemaat vakit öncesi veya sonrası kitap okumalı, ilmi müzakereler yapmalı. Özellikle camilerimiz okuma salonu haline getirilmeli. Bartın’daki tüm camilerimizde mütevazi de olsa kütüphanelerimiz var. Kütüphanelerimizi bundan sonra daha çok zenginleştirerek çeşitlendirmek istiyoruz. Yıldız Köyü Camii’ndeki okuma etkinliği cami bazında ilk etkinliktir. Diğer camilerimizde de bu tür etkinlikler düzenlenecek. Katkısı olan herkese teşekkür ediyorum.” dedi.

OKUMAYLA İLGİLİ HASTALIKLARIMIZ VAR

Yıldız Köyü Camii İmam Hatibi Şeref Yıldırım, cami bahçesinde açık havada planladıkları kitap okuma etkinliğini havanın yağmurlu olmasından dolayı caminin içinde yaptıklarını ifade etti. Okuma alışkanlığına dikkat çekmek için böyle bir etkinlik düzenlediğini belirten Şeref Yıldırım, “Allah’a hamd olsun ki okumayı emreden bir dinin mensubuyuz. Nesillerimize örnek olma adına camide kitap okuma programı düzenledik. Okuma ihtiyacının dalga dalga köy, kasaba demeden yayılmasını istiyoruz. Hem camilerde hem diğer mekanlarda okuma alışkanlığının oluşmasına dikkat çekmek istedik. Okumaya ciddi ihtiyaç var. Düzenlediğimiz kitap okuma programına her yaştan insanın katılmasını görmek bizleri ayrıca sevindirmiştir. Okuma alışkanlığının küçük yaşlarda aşılanması gerektiğini düşünüyorum. Bu etkinliğimizi geleneksel hale getirmek istiyoruz.” şeklinde konuştu.

OKUDUĞU KİTAP MISIR’A GÖTÜRDÜ

Alaattin Turan isimli iş adamı, Zeynep Gazali’nin zindan hatıraları isimli kitabını 15 yaşındayken okuyunca kitapta adı geçen dava adamını görmek için imam hatip lisesini bitirdikten sonra Mısır’a gidip kitap kahramanıyla tanıştığını söyledi. Camide toplu kitap okuma projesinin çok güzel bir etkinlik olduğunu anlatan Turan, “Bu tür faaliyetler yaygınlaşarak devam etmeli. İş hayatında olduğumuz için sohbet veya kitap okumaya konsantre olamıyoruz. Bu program sayesinde bir saatliğine de olsa hayatımızın diğer bölümünü unutup bir başka dünyaya geçiş yaptık. Bu programı düzenleyen cami imam hatibine ve müftülüğümüze teşekkür ediyorum.” dedi.

Program sonunda kitap okuma programına katılan davetlilere kitap hediye edilmesinin yanı sıra çeşitli ikramlarda bulunuldu.

Cihan

Gençlerimizin Acınacak Hali

Son zamanlarda sokaklarda gördüğüm gençlik manzaraları beni çok endişelendiriyor. Özellikle geçen gün bir yerde otururken gördüğüm iki çocuğun evet iki genç değil ilköğretim öğrencisi olan kız ve erkek iki öğrencinin sokak ortasındaki sergilemiş oldukları hareketler tüylerimi diken diken etti.

Düşünebiliyor musunuz? çocuk yaşta iki ilköğretim öğrencisi Üniversite öğrencilerinin bile sergilemeyeceği ahlaki olmayan davranışları sokakta sergiliyordu. Bu gördüğüm tavırlar gençliğimizin ne kadar büyük bir uçuruma gittiğini gösteren birer örnekti. Peki bu çocuklar bu davranışları nereden öğreniyor? Tabii ki televizyondan, internetten ve basın-yayın organlarında seyrettiklerinden örnek almaktadır.

Özellikle okullun son günleri olmasından dolayı, derslerin boş geçmesiyle öğrencilerde çok büyük bir başıbozukluk ortaya çıkmaktadır. Bu başıbozukluk çok büyük yanlışların ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Unutmayalım! Bu sokaklarda bu yanlışı yapanlar ya bizim çocuklarımızdır. Ya da bizim öğrencilerimizdir. Her durumda biz bu çocukların bu hale gelmesinde rol sahibiyiz.Kimse bu çocuklardan bana ne diyemez. Bana ne diyen bir insan, yarın karşısında önemsemediği bir çocuğun mağduru olabilir.İlahiyatçı yazar Vehbi KARAKAŞ’IN çok güzel bir tespiti var.Karakaş hoca şöyle diyor:

Biliyorsunuz, İslamiyetten önce yani cahiliye devrinde kız çocukları diri diri kuyulara atılıp öldürülüyordu. Şimdi ise hem kızlar hem oğlanlar kuyulara atılıp diri diri öldürülüyorlar. Dün kız çocukları ağlatılarak öldürülüyordu, bugün çocuklar güldürülerek öldürülüyorlar. Sadece kuyular değişti, Kuyular modernleşti.

Evet Vehbi KARAKAŞ hocamızın tespitiyle gençleri meşru olmayan yanlışlara yönlendiren her internet sitesi, televizyon ekranı, sahne, Basın- yayın organı birer modern kuyu durumundadır. Ne acıdır ki kimse bunların birer kuyu ve kara delik olduğunu fark edememektedir. Çünkü bunlar makyajlı ve maskeli bir şekilde görünmekte. Zehirken bal gibi görünmektedir. Cehennem zebanileri cennet hurileri olarak takdim edilmektedir.

Bu sözde modern! ve maskeli kuyulara atılan ve onların cazibesine kapılan gençler manen öldürülmektedir. Birer ruhsuz ve gayesiz canlı cenaze haline gelmektedir. Eskiden aileleri bu çocukların arkasından ağlardı. Günümüzde bu bataklığa atılan çocukların arkasında ağlayan da yok.

Sonuç olarak bizler, yani anne ve babalar çocuklarımızı çok dikkatli bir şekilde yetiştirmeliyiz. Eğer çocuklarımız internete girmek istiyorsa engel olmak yerine seçici olalım. Belki birileri niçin engel olmayalım diyebilir. Evet ben engel olmamalıyız diyorum. Çünkü engel olursak bu yasak çocuğa daha çekici gelir. Çocuk bunu internet kaffelerde daha tehlikeli bir şekilde ulaşır. Biz ne yapmalıyız? Bizim yapacağımız çocuklarımızın yararlı olan siteleri kontrollü bir şekilde girmelerini sağlamaktır. Yeri geldiğinde çocuklarla birlikte internette eğitici ve yararlı bilgiler sunan sitelere girilebilir ve çocuklar bu yararlı sitelere girmeleri hususunda teşvik edilebilir.

Bunu televizyon için de söyleye biliriz. Çocuklara televizyonu yasaklamak yerine yeri geldiğinde çocuklarımızla birlikte televizyonda bizim kontrolümüzde yararlı dini, ahlaki yönden olumlu katkı yapan filmleri ve eğitici  programları izleyebiliriz. Kitap ve dergi seçiminde de hassas olmalıyız. Kitap ve dergi verirken çocuklarımıza onların seveceği ve hoşlarına gidebilecek. Onların zihin dünyasına artı değer katacak kitap ve dergiler alınıp önemli günlerde hediye edilebilir.Böylece çocuklarımızı hem sevindirmiş olur hem de onlara değer verdiğimizi göstermiş oluruz.

Sonuç olarak eğer biz bu teknolojik cihazları kontrolümüz altına almazsak. Onlar birer kör kuyu gibi hem bizi hem çocuklarımızı içine alır. Böylelikle hem bizi hem de çocuklarımızı manen öldürür. Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için teknolojinin zararlarına dikkat ederek kullanmalıyız. Teknolojiyi olumlu yönlere kanalize ederek kullanmalıyız.

Hamit Derman

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version