Panorama 1453 Tarih Müzesi’ne ziyaretçi akını

İstanbul’un fethinin özel bir teknikle tasvir edildiği ‘‘Panorama 1453 Tarih Müzesi”ni 3 günde 17 bin kişi ziyaret etti.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan yazılı açıklamada, müzeye ilginin geçen yılın Nisan ayına göre 2 kat arttığı ifade edilerek, müzeyi, 21 Nisan Cumartesi günü 6 bin 970, 22 Nisan Pazar günü 5 bin 618, 23 Nisan Pazartesi günü de 4 bin 412 kişi olmak üzere 3 günde 17 bin kişinin ziyaret ettiği belirtildi.

Açıklamada, Panorama 1453 Tarih Müzesi’ne, özellikle çocuk ve gençlerin yoğun ilgi gösterdiği ve müze önünde uzun kuyruklar oluşturduğu kaydedildi.

aa

Panorama 1453 Tarih Müzesi Fotoğrafları:

Kadınlara İsyan Taktiği Verenlere!

Bu güne kadar yazılarıma yapılan eleştirilere cevap veremedim. Benim yazma hakkım kadar okuyucunun eleştiri hakkı vardır; eleştirilerle bir derdim yok; fakat maalesef ki bazıları eleştiri ile hakareti ayırt edemiyorlar. Eleştiriyorum diyerek hakaret edenler var. Hiç kimsenin kimseye eleştiri süsü verip hakaret etmeye hakkı yok. Ne bir yazarın ne bir okurun ne de yorumcunun.

Saldırgan üslubu yüzünden okuyucu kaybeden, reytingi düşen bir yazar hanım, beni eleştirmeye çalışırken ölçüyü kaybedip dini konularda tehlikeli yazılar yazmaya başladı. Bugünkü cevabım bu yüzdendir. Yoksa kimse ile kavga etmeye niyetim yok. Uzun zamandan beri ara ara benim yazılarıma atıfta bulunarak kendince benimle dalga geçtiğini zannederek dini konularla alay etti. Ona ve onun gibi dinin bazı emirlerini hazmedemeyerek benim üzerimden dini konuları küçümseyenlere bir açıklama yazısıdır bu.

“Yazıktır ki erkeğin üstünlüğünü haykıran, özgüveni inşaat halinde kadınların olduğu evrende yaşıyoruz.” demiş bir yazısında.

Erkeğin evin reisi olduğunu açıkça beyan eden âyet ve hadisler olduğu için erkeğin evde söz hakkı üstünlüğü kabul etmenin yazık olan tarafı nedir anlayamadım. Bakınız Nisa sûresi 34. âyeti kerîme. “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır (idareci ve koruyucudur)…” diye başlıyor.

Ve özgüvenimiz inşaat halinde olduğundan değil de Allah (c.c) güvenimiz tam olduğu için “emretmişse bir hikmeti vardır” diyerek teslim olmuşuz. Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:

… Erkek, ailede yöneticidir ve yönetiminden sorumludur. Kadın da kocasının evinde yöneticidir ve elinin altındakilerden sorumludur.” (Buhârî, Cum’a 11; Müslim, İmaret20)

“Kadına verilen narkozlu telkinler belli! “Bak kızım erkeğini elinde tut kiiii” ile başlayıp yatak odasına kadar giden jinekolojik geyiklere kadar varan sonsuz bayıcı cümlelerin muhatabı kadın!” cümlesine gelince…

Bu narkozlu diye tanımladığı telkinlerin kaynağının Allah ve Resulu’nun sözleri olduğunu eminim yazan kişi de benim kadar biliyordur; fakat ben yine de hadisi şerifleri hatırlatayım; eğer Allah Resulu’nun sözlerine değer veriyorsa olur ki fayda eder:

Kadın, namazını kıldığı, orucunu tuttuğu, namusunu koruduğu ve kocasına itaat ettiği zaman, cennet kapılarının dilediğinden girsin.” (Ahmed bin Hanbel, I/191)

Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.” Tirmizî, Radâ` 10. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 4

Saliha yani iyi kadın tanımı geçen bütün hadisi şeriflerde kadının kocasını memnun etmesi şartı var. Ve bu konuda pek çok hadisi şerif var.

Bak kızım erkeğini elinde tut kiiii” nasihatini bizden önce Allah Resul’u vermiş.

“…ile başlayıp yatak odasına kadar giden jinekolojik geyiklere kadar varan sonsuz bayıcı cümlelerin muhatabı kadın!”

Bakalım “jinekolojik”diye dalga geçtiği nasihatleri neden veriyorum? Allah resulü ne buyurmuş: “Bir koca karısına ihtiyaç duyup da onu yanına çağırdığında, kadın ocak başında bile olsa, hemen kocasının yanına gelsin.” Tirmizî, Radâ` 10; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, İşretü’n-nisâ bâb

Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bir erkek karısını yatağa çağırır da kadın gelmezse, kocası ondan memnun olana kadar Kâinâtın Sahibi o kadına lânet eder.” Müslim, Nikâh 121

“Erkeğin efendiliğini kabul etmiyorum ki kadının köleliliğini kabul edeyim.” demiş bir de.

Peki bu âyet-i kerime yazar için bir şey ifade eder mi?

“İkisi de kapıya koştular. Kadın, Yûsuf’un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında hanımın efendisine (seyyidihe) rastladılar. Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük yapmak isteyenin cezası, ancak zindana atılmak veya can yakıcı bir azaptır.” (Yusuf suresi 25.âyeti kerimesi)

Kadının kocası geldiğinde Allah (c.c) kocasını “seyyidi yani efendisi” kelimesi ile tanımlamış. Erkeğin efendiliğini kabul etmek kadını köle yapmaz. Bu Allah’a karşı kötü zandan başka bir şey değildir. Bir yerde “reis, başkan, patron, müdür, lider…” (hangi kelimeyi kullanırsanız fark etmez) olması diğer kişileri köle yapmaz. Fakat mümin hanımlara erkeğin efendiliğini kabul edersen köle olursun mesajı vermekde ayrı bir hinlik.

“Beyim böyle dediyse doğrudur dersen karnındaki sıpa sırtındaki sopayla Leyla Leyla gezersin.” diyerek mümin hanımları kocasına karşı kışkırtırken Allah’tan hiç korkmuyor mu acaba? Doğru ya Allahtan korkmuyordu, bir yazısında açıklamıştı, sadece seviyordu (!) O zaman sevgisinde samimi ise Allah ve Resulu’nun sözlerini gönülden kabullenir ve tersini iddia etmez.

“Yazıktır ki Allah’tan çok erkeğe itaat eden halkalı köleler mahallesinin külhanbeyi olmuşuz. Camianın kadınları böyle aşılandı çünkü.” demiş bir de.

Hiçbir zaman “Allah’tan çok kocaya itaat edin” diye bir şey demedim, bu şirk olur, hiç kimse diyemez. Fakat “kocasına saygı gösterenleri “halkalı köleler” diye tanımlamak ve kendini Allah’ın emrettiği “itaate başkaldıran külhanbeyi” olarak görmek de Allah’a isyandan başka bir şey olamaz. Hayır kendi isyan etsin, kendini bağlar da kalemi ile herkesi şahit tutup konuyu iyi bilmeyenleri de etkilemesin en azından. Bakın bu konuda bendemiyorum Allah resulu ne diyor:

Kadın, kocasının hakkına riâyet etmedikçe, Rabbinin hakkını (emrini) yerine getirmiş olmaz.” (İbn Mâce, Nikâh 4)

Allah ve resulünün sözlerini kaynak alarak yazı yazdığım için utanmadan beni “erkek hayranı” “kadın düşmanı” ilan edenler var. Erkek hayranı değilim, sadece Allah ve Resulu’nun hayranıyım.

Yazdıklarım bu yüzdendir. Bazı emirler kendi nefsime ağır da gelse elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum. Benolanı yazıyorum. “Karısını razı ederek ölen erkek cennettedir.” diye hadisler var da saklıyor değilim. Elbette erkeğin de karısına güzel davranması, zulmetmemesi gerekiyor. Fakat bunların içinde erkeğin karısına itaat etmesi ile ilgili âyet ve hadis yok. Olsa sizden hiç esirger miyim (!)

“Yazıktır ki Allah’ın eşitlediğini kullar kabul etmiyor.” demiş bir de. Bu anlamlarda söylediği çok şey var da bir kaç tanesini seçtim. Bir ayet, bir hadis, kadın ve erkeğin birbirine eşit olduğu ile ilgili yazar sunsun bize. Din adına bir şey yazıyorsan öyle kafadan sallamak yok, delil getireceksin. Kadın ve erkeğin yaratılışta birbirlerine farklı konularda üstünlükleri var; fakat evde söz hakkı üstünlüğü erkeğin, eşitlik falan yok. Ayrıca eşitlik varsa:

Bir kadın kocası yanındayken onun izni olmadan oruç tutamaz. Kocasının izni olmadan bir kimseyi evine alamaz.” Buhârî, Nikâh 84, 86; Müslim, Zekât 84. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 73; Tirmizî, Savm64; İbni Mâce, Sıyâm 53

Hadisi şerifini nasıl açıklayacağız. Erkek nafile oruç tutarken karısından izin alacak diye bir hadis yok. Fakat kadın için var.

Kadın erkek eşitliğini iddia edenler “Üstünlük takvadadır.” âyetini söylüyorlar. Bu ayet kişilerin Allah yanında üstünlüğünün ölçüsünü anlatıyor, kadın erkek ilişkisi ve eşitlik iddiası ile hiç alakası yok.

Bakara Sûresi 228. Âyet-i kerîme’de Rabb’imiz eşitlik olmadığını anlatıyor:

Erkeklerin kadınlar üzerinde ma’rûf (meşrûolan) hakları olduğu gibi kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Fakat erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve vazifeleri bakımından) bir derece fazladır. Allah mutlak gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

“Evlilik öncesi çift kurslar açıp içindeki hatunu uyandır replikleriyle paradan minare diken sömürücü mimarları sevmem de mümkün değil!.”

Senin sevmen hiç umurumda değil Allah sevsin yeter. Evlilik kursları ile bugüne kadar pek çok aileye faydalı oldum, dualarını aldım. Evet kadınların içindeki hatunları uyandırmaları gerektiğini de anlattım. Çünkü Allah Resulü’nün lanetlediği günümüzde çokça bulunan hatta bununla övünen erkeğe benzeyen kadınlara yaratılışta ona verilen kadın özellikleri nasıl ortaya çıkarmaları gerektiğini de anlattım.Ve bununla gurur duyuyorum.

Hepsi de çok mutlu oldu. Çünkü erkekleşmiş bir kadın ne tam kadın ne de tam erkek olduğu için kendi içinde sürekli çatışma halindedir ve mutsuzdur. İçindeki huzursuzluğu da onu bunu suçlayarak ve etrafa saldırarak gidermeye çalışır.

Ayrıca kişi herkesi kendi gibi bilirmiş. Paradan minare hiç dikmedim, belli ki kendi yapıyor. Yazıdan para kazanacağım diye saçmalayarak her gün yazı yazıp, minareden para dikeceğim diye minareye tükürerek para kazanmıyorum çok şükür.

Benim Ayet ve hadisleri kaynak alarak yazdığım yazılara kızanlar önce kızdıkları ben miyim yoksa söylediklerim mi ona baksınlar. Kişi dinin emirlerini bilir yapmaz, sadece günaha girer; fakat inkar ederse, dalga geçerse, çok tehlikeli bir noktaya gelir. Hiç olmazsa bu ölçüye dikkat etmek gerek. Nefsime ağır geliyor yapamıyorum demekle Allah bunu emretmemiştir demek arasında çok büyük bir fark vardır. Bu farka herkesin dikkat etmesi lazım, özellikle de eli kalem tutanların. Zerrenin hesabını vereceğimiz o günü düşünerek.

Sema Maraşlı / Haber7

Nefislerin Arkadaşlığından Ruhların Dostluğuna

SADECE ZİHNİNDEKİ hayatı yaşıyor insan. Güne başlarken kendi gözlerini açıyor dünyaya. Oysa gerçekler, kendi bilebildiklerinden, hissedebildiklerinden ve fehmedebildiklerinden hep daha da ötede. Elini atıyor, gerçekler kaçıyor. Adımını atıyor, yol yeniden uzuyor. Yolculuk böyle sürüp gidiyor. Mevsimler gelip geçiyor, yazı, kışı, baharı iç içe ve tekrar tekrar yaşıyor. Gecesi gündüzü devran ediyor, hayat akıyor, ömür bitiyor. Herkesin kendi ufak dünyası yine ancak kendi etrafında, kendi küçücük kıyametine dek dönüp duruyor.

Zorluklarla mücadele ederek kendi Cennetini kazanmak ile görevlendirilen insan, elbette yapayalnız değil. Hayatın yükünü sırtlanırken başkalarından destek te alıyor. Ömrünün sahnelerine pek çok iyi ve kötü rol oyuncusu giriyor, çıkıyor. Bazısı uzun süre hafızaya kazınacak repliklerle arz-ı endam ederken, bazısı belli belirsiz bir hayal gibi görünüp yok oluveriyor perdenin önünden. Kan bağı ile bağlanmışlar ile akrabalık derecesinde olanlar dışında, seçilenlerden bazıları arkadaş veya dostluk denilen sıcaklığı ortalık yere taşıyorlar.

Yalnız ben, bu noktada arkadaş ile dostu kesin çizgilerle ayırmayı tercih ediyorum. Dost bilinenlerin çoğu, büyük çoğunlukla, anlaşılmasa bile sadece arkadaş keyfiyetini taşırlar. Beraberce zaman geçirilen, hatta sırt sırta verilen bu insanları, dost olarak kabul etmek, dostluk mefhumuna büyük bir haksızlık olur. Dünya, dünyalıkların sinsice kapışıldığı bir menfaat arenasıdır. Bu yüzden de, münasebetlerin de çoğu asla ve asla ruhların dostluğu değil, sadece nefislerin arkadaşlığından ibarettir.

Ne acı ki, ömürlerin büyük kısmı, menfaatlerin, dünyalık beklentilerin ve paylaşılan ortak, fani zevklerin örtüştürüldüğü beraberliklerle geçip gitmektedir. Bu değiş tokuş sürsün diye hak yoldan tavizler verilir, diyetler ödenir. Enaniyetler “önce can, sonra canan” düsturunu rehber bildiğinden, insan kendisi için istediğini din kardeşi için bir türlü isteyemez. Belki ayakkabısının bağına kadar teferruatlı tüm isteklerini Rabbine sayıp dökerken, arkadaşı hakkında olan, kalbinden geçen ve dilinden çıkan dua ise cılız bir iyilik temennisinden öte geçemez. Arkadaş için fiili dualar mı? Onlara ise, ancak menfaatlerine en ufak bir gölge düşürmediği, risk taşımadığı sürece müracaat edilir.

Devrin arkadaşlık görüntüsü için biraz karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım ama yine de günümüzde münasebetlerde samimiyet, ihlas ve dürüstlüğün maalesef hızla azalmakta olduğunu düşünüyorum. Dostluklar artık arkadaşlıklara, arkadaşlıklar da sahteliklerle dolu beraberliklere dönüşüyor. Buna bir de gıybet, dedikodu, haset ve suizan gibi hastalıkları da eklersek kardeşlik bağları iyiden iyiye çürümüş bir hal alıyor, çeksen kopacak hale geliveriyor.

İnsan için din herşeydir. Öyle ki her yaşanılana, öncelikle inanılan yön verir. İnsan her başına gelenden de dinine sığınır. Dinini bilmeyen bile, yine bilmeden bir din üzerine yaşamaktadır. Hadis-i Şerife göre, insan arkadaşının dini üzerinedir. Demek ki, dost ve arkadaşlarımızla paylaştıklarımız, inandıklarımızın birer aynasıdır. Dostluk, bir müslüman için Allah namına muhabbet beslemektir. Zaten insanlar birbirlerini sevmeden de, iman etmiş sayılmazlar. Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselam, “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” (Tirmizi) buyuruyor. Diğer bir Hadiste de sevmenin tarifi şöyle yapılır: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa, diğer azaları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.” (Buhari)

Hakiki dostluk, dünyalık menfaat gözetilmeden, kardeşlik duygularıyla sırf Allah için sevmektir. Tabiatı, çok hassas ve kırılgandır. Şeytanın ve nefsin taarruzuna sürekli açıktır. Sadece söz ile sürdürülemez. Ancak, tertemiz niyetlerle, alâka ve fedakârlık göstererek devam edebilir. Bu açıdan bakıldığında, örnek dostluk, “mağara dostu” Hz. Ebubekir’in dostluğudur. İnsan, dostun derdini kendi derdi olarak bilmiyorsa, arada dostluk bağından söz edilemez. Duanın en çok kabul edileni, müslüman kardeşe edilen duadır. Bu dualar, Cenab-ı Hakkın katına katlanarak gider. Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselam : “Günah işlemediğiniz dillerle dua ediniz!” derken, günahın sahibi için dua eden müslüman kardeşin dilini kastetmiştir.

Öyleyse, dostluk kisvesine bürünmüş, şeytani hilelerle bezeli olan nefislerin arkadaşlığından, ruhların ebedi ve nurani dostluğuna doğru yol almak ne büyük bir kazançtır. Hakiki Dost’un dostluğuna götüren güzel dostluklar temennisiyle.

Aytekin Akar

Karakalem.net

Almanya Köln’de Dinlerarası Toplantı Düzenlendi

Dershanemizin bulunduğu Mülheim semtinde bütün dinlerin toplanarak kurduğu ‘Dinlerarası yuvarlak masa’ platformu bir toplantı daha düzenledi. Toplantı konusu: Doğuştan inançlı mıyız? Dinler açısından imana giriş’di.

Bu programda, doğan bebeklerin inanç durumlarının çeşitli dinlerde nasıl olduğu ve ileriki yaşta nasıl bir eğitime tabi tutulmaları gerektiği konuşuldu.

Program, platform sözcüsü Rüstem Ülker’in açılış konuşmasıyla başladı. Ardından sırasıyla Budist, Müslüman ve Hıristiyan cemaatleri namına birer temsilci konuşma yapıp, bu konuyu kendi dinleri açısından değerlendirdiler.

Budist temsilci, bir önceki hayatta (reenkarnasyon) inançlı olunduğu takdirde, bir dahaki hayatta da inançlı bir Budist oarak doğulacağının altını çizdi. Çocuk eğitiminde Budistlerin, çocuklara, başka canlılara zarar vermemelerini öğrettiklerini ve mabetlerinde erken yaşta din eğitimi verdiklerini anlattı. Konuşmasının sonunda Budist olmanın üç kavramdan  oluştuğunu belirterek bunları şöyle sıraladı: Buda, Dama(inanç), Zanga( Budist cemaat).

Müslüman temsilci ise,d oğan her çocuğunun Allah’ı bulabilmesi için bütün cihazların yaratılışında fıtratına dercedildiğini söyledi. İman, durağan bir şey olmadığı için, doğan çocuğun ,ileriki yaşlarda İslam sınırları dışına çıkabileceğini de dile getirerek, ömür boyu olan imtihan sırrını dile getirmiş oldu. Çocuk eğitiminde ise ,peygamber ,ehl-i beyt ve Kur’an sevgisini aşılamak gerektiğini söyledi. Çocuğun eğitiminden ailesinin sorumlu olduğunu zikrederek konuşmasını bitirdi.

Sıra Hıristiyan temsilciye geldi. Almanca ‘Taufe’ denilen, doğan çocuğun, kilisede bir seremoni ile başının suyla mesh edilmesi suretiyle Hıristiyan cemaatine üye olarak kabul edilmesi hadisesinin, Hıristiyan olmanın ilk adımı olduğunu söyledi. Diğer adım ise, 12-13 yaşlarında tekrar bir seremoniyle kendi isteği ile kiliseye tam anlamıyla üye olma ritüelidir. Bizlerdeki şehadetle bir anlamda eşdeğer olan bu mesh etme ritüelini ise, İncil’e ve Hz. İsa’ya dayandırmaktalar.

Bu sunumların ardından oturduğumuz masalarda bulunan çeşitli dinlere mensup insanlarla konuşma fırsatı bulduk. Yaklaşık yarım saat masada sorular soruldu, cevaplar verildi ve sunumlar değerlendirildi. Ardından her masadan bir kişi, kendi masalarındaki konuşulanları bir iki cümlede toplayarak diğer misafirlerle paylaştı. Bunun ardından program bitti. Dileyenler daha masalarda oturdu ve sohbet etmeye devam etti.

Köln’den selam ve dua ile..

Medrese-i Nuriye Köln

www.NurNet.org

Ey Nefsim

Beni dinle sen ey nefsim

Birkaç sözüme ne dersin

Birazcık yüz versem sana

Ardından astar istersin

 

Sana gönül bağlayanı

Sırtından atar gidersin

Dostluğuna güven olmaz

Çünkü şeytandan betersin

 

Aklı olan her bir kişi

Sana hiç gönül bağlamaz

Kendini sana kaptırıp

Izdırap çekip ağlamaz

 

Güvendim sanki ne oldu

Halimi ettin perişan

Senin şeytani şerrinden

Korusun O Azimüşşan

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

 

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version