Almanya Köln’de Dinlerarası Toplantı Düzenlendi

Dershanemizin bulunduğu Mülheim semtinde bütün dinlerin toplanarak kurduğu ‘Dinlerarası yuvarlak masa’ platformu bir toplantı daha düzenledi. Toplantı konusu: Doğuştan inançlı mıyız? Dinler açısından imana giriş’di.

Bu programda, doğan bebeklerin inanç durumlarının çeşitli dinlerde nasıl olduğu ve ileriki yaşta nasıl bir eğitime tabi tutulmaları gerektiği konuşuldu.

Program, platform sözcüsü Rüstem Ülker’in açılış konuşmasıyla başladı. Ardından sırasıyla Budist, Müslüman ve Hıristiyan cemaatleri namına birer temsilci konuşma yapıp, bu konuyu kendi dinleri açısından değerlendirdiler.

Budist temsilci, bir önceki hayatta (reenkarnasyon) inançlı olunduğu takdirde, bir dahaki hayatta da inançlı bir Budist oarak doğulacağının altını çizdi. Çocuk eğitiminde Budistlerin, çocuklara, başka canlılara zarar vermemelerini öğrettiklerini ve mabetlerinde erken yaşta din eğitimi verdiklerini anlattı. Konuşmasının sonunda Budist olmanın üç kavramdan  oluştuğunu belirterek bunları şöyle sıraladı: Buda, Dama(inanç), Zanga( Budist cemaat).

Müslüman temsilci ise,d oğan her çocuğunun Allah’ı bulabilmesi için bütün cihazların yaratılışında fıtratına dercedildiğini söyledi. İman, durağan bir şey olmadığı için, doğan çocuğun ,ileriki yaşlarda İslam sınırları dışına çıkabileceğini de dile getirerek, ömür boyu olan imtihan sırrını dile getirmiş oldu. Çocuk eğitiminde ise ,peygamber ,ehl-i beyt ve Kur’an sevgisini aşılamak gerektiğini söyledi. Çocuğun eğitiminden ailesinin sorumlu olduğunu zikrederek konuşmasını bitirdi.

Sıra Hıristiyan temsilciye geldi. Almanca ‘Taufe’ denilen, doğan çocuğun, kilisede bir seremoni ile başının suyla mesh edilmesi suretiyle Hıristiyan cemaatine üye olarak kabul edilmesi hadisesinin, Hıristiyan olmanın ilk adımı olduğunu söyledi. Diğer adım ise, 12-13 yaşlarında tekrar bir seremoniyle kendi isteği ile kiliseye tam anlamıyla üye olma ritüelidir. Bizlerdeki şehadetle bir anlamda eşdeğer olan bu mesh etme ritüelini ise, İncil’e ve Hz. İsa’ya dayandırmaktalar.

Bu sunumların ardından oturduğumuz masalarda bulunan çeşitli dinlere mensup insanlarla konuşma fırsatı bulduk. Yaklaşık yarım saat masada sorular soruldu, cevaplar verildi ve sunumlar değerlendirildi. Ardından her masadan bir kişi, kendi masalarındaki konuşulanları bir iki cümlede toplayarak diğer misafirlerle paylaştı. Bunun ardından program bitti. Dileyenler daha masalarda oturdu ve sohbet etmeye devam etti.

Köln’den selam ve dua ile..

Medrese-i Nuriye Köln

www.NurNet.org

Ey Nefsim

Beni dinle sen ey nefsim

Birkaç sözüme ne dersin

Birazcık yüz versem sana

Ardından astar istersin

 

Sana gönül bağlayanı

Sırtından atar gidersin

Dostluğuna güven olmaz

Çünkü şeytandan betersin

 

Aklı olan her bir kişi

Sana hiç gönül bağlamaz

Kendini sana kaptırıp

Izdırap çekip ağlamaz

 

Güvendim sanki ne oldu

Halimi ettin perişan

Senin şeytani şerrinden

Korusun O Azimüşşan

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

 

Bir güneş doğuyordu Mekke ufuklarında

Tarih 20 Nisan 571.. Rebiulevvel ayının bir 12. gecesi… Pazartesi Sabaha doğru, henüz gün doğmadan bir güneş doğuyordu Mekke ufuklarından: Hz.Muhammed (s.a.v.).

Güneş doğunca nasıl zararlı mahluklar deliklerine girer, inlerine çekilir; O şanlı peygamberin teşrifleriyle de insanlığın canını yakan mal ve mülkünü yağma eden zalimler, zorbalar, haksızlar, hırsızlar inlerine çekildiler. Çünkü rahmet ve adalet güneşi doğmuştu artık. Çünkü zararlı yaratıkların, vahşi ve yabani varlıkların insanlık âleminde, medeniyet dünyasında yerleri yoktu, olmamalıydı.

Efendimizin dünyaya teşrifleri sırasında birtakım harikulâde olaylar meydana geldi: İran’ın merkezinde ateşe tapan mecusilerin, bin yıldan beri yanmakta olan ateşleri söndü. Yine İran’ın Medayin şehrindeki hükümdar sarayının ondört şerefesi yıkıldı. Save gölü yere battı. Suyu kurumuş olan Semave deresinin suları coştu, taştı. Kâbe’deki putlar yüzüstü yere düştü. Adetâ varlıklar şevkinden raksa kalktı, cezbeye tutuldu, cûş u huruşa geldi. Çünkü yıllardır hasretini çektikleri efendiler efendisi, yolunu gözledikleri şehinşah dünyaya teşrif ediyordu: Hz. Muhammed (a.s.v).

Hak yarattı alemi/ Aşkına Muhammed’in/ Ay ve Günü yarattı /Şevkine Muhammed’in

Ol dedi oldu alem/ Yazıldı levh u kalem /Okundu hatm-i Kelam Şanına Muhammed’in.

Varsın nasipsizler O’nu dinlemesin, tasdik etmesin. Bu olaylar Onu onaylıyor, kâinat onun gelişine alkış tutuyordu.

Niçindi bütün bunlar?

Ateş sönmesiyle, putlar devrilip yıkılmasıyla diyorlardı ki:

“Ey aklı gözüne inmiş maddeciler, mideciler! Biz mâbûd değiliz, mahlukuz, yaratılmışız. Hepimizin Rabbi Allah… Bundan sonra söz, Kur’an’ın ve Onu getiren Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) olacak. Yeryüzünde şirke, küfre, hurafeye, irticaya, haksızlık ve ahlaksızlığa yer kalmayacak.

Asr-ı Saadet” kitabının müellifi de bu olayları şöyle yorumlar: Hakikat şu ki yıkılan, Kisraların sarayı değil, bütün İran’ın saltanat ve ihtişamı, Bizansın satveti ve Çinin azameti idi. Sönen ateş, mecusilerin ateşlerinde parlayan alevleri değil, bütün dünyadaki küfür ve ilhad ateşi idi. Kuruyan şey, Sava gölü değil, putperestliğin tahakkümü, Zerdüştlüğün kuvveti, Hiristiyanlığın tağallübü idi.

Gerçekten öyle oldu. Hz. Peygamber büyük bir inkılab yaptı. Tarihin akışını değiştirdi. Cehenneme akan trafiğin yönünü cennete çevirdi.

Hz. PEYGAMBER DOĞMADAN ÖNCEKİ DÜNYA

Peygamberimiz gelmeden önce dünya âdeta bir hastahane, bir matemhane idi. Mevcudat birbirine ecnebi ve düşmandı. Cansız varlıklar birer cenaze, canlılar da ayrılık ve ölüm sillesiyle ağlayan yetimler gibiydi. Fetret devrini yaşayan yani 500 sene peygambersiz kalan insanlık alev alev yanıyordu.

İçki, kumar, hırsızlık, yalan, talan kasıp kavuruyordu âlemi… Yetimlerin, dulların ve güçsüzlerin malları elinden alınıyor, zengin, güzel kadınlar zorbalıkla kaçırılıyor, para kazanmak için çadırlar kurduruluyor içlerinde cariyelere fahişelik yaptırılıyordu.(3) Hatta iyi cinsten döl almak için karılarını başka erkeklere gönderen, namusunu kıskanmayan deyyuslar vardı. Nesilleri tüketen kan davaları durmak bilmiyor, geçindirememek bahanesiyle çocuklar öldürülüyor. Kız çocuğu doğurmak yüz karası sayılıyor. Kız çocukları diri diri gömülüp veya su kuyularına atılıyordu.

İşte böylesine rezil, böylesine zalim, böylesine sefil bir hayat sürüyordu İslâmiyet’ten önce.

Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) geldi. Açtı kollarını ve haykırdı: âdeta

Durun… Kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak, haykırsam kollarımı makas gibi açarak…” dedi.

Büyük mücadele, kurtarma harekâtı ve huzur operasyonu başlamıştı..

Ama kolay olmayacaktı. Mayısı, misk ü anber sanıp içinde hayat süren mayıs böcekleri gibi karanlıktan, zorbalıktan, küfür ve dalaletten hoşlanan karanlık güçler âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimize göz açtırmıyorlardı.

Yüzüne tükürük savurmaktan tutun, yoluna diken serinceye kadar, secdede iken boynuna hayvan bağırsaklarını koymaktan tutun, ayaklarını taşlatıp kanlar içinde bırakıncaya kadar işkencenin, yıldırmanın, hakaret ve istihzanın her türlüsünü Efendimize reva gördüler.

Ama o eşsiz ve emsalsiz insan, emsalsiz sabrıyla, hazık bir doktor edasıyla hastalarını tedavi etmeye devam etti. Her acıyı sinesine gömdü, her işkenceye göğüs gerdi. Allah’ın izniyle o kara tabloya bir sünger çekti. Zulmeti nura, anarşiyi huzura çevirdi. Kısaca: Bir güneş doğdu, kış bahar oldu.

Hz. PEYGAMBER’İN MÜDAHELESİNDEN SONRAKİ DÜNYA

Allah Resulü Efendimizi, âleme yepyeni bir bakış getirdi. Düşünceleri ıslah eyledi. İnsanları korkutmadı. Onları, ikna ederek inandırdı. Onun nuruyla dünya bir hastahane ve bir matemhane olmaktan çıktı. Bir mekteb ve bir zikirhaneye döndü. Birbirine yabancı ve düşman varlıklar birer dost ve kardeş halini aldı. Her cansız varlık birer cenaze değil, Allah’ın mûnis birer memuru itaatkâr birer hizmetkârı oldukları anlaşıldı. Ayrılık ve ölüm acısıyla ağlıyor sanılan canlılar ise birer zikreden zakir veya vazife paydosundan şükreden şakir suretine girdi. Asrına “Asr-ı Saadet” damgasını vurdu.

12 bin kişilik bir ordunun önünde muzaffer ve muvaffak bir kumandan olarak Mekke’ye girdi. Hem Kâbe’deki putları, hem de gönüllerdeki husumet ve kin putlarını temizledi.

Kendisini Mekke’den çıkaranları, azılı düşmanlarını affetti. Mekke’nin fethedildiği güne kadar müşrik ordularının komutanlığını yapan Ebu Süfyanı, Hz. Hamza’nın ciğerini çıkarttıran Ebu Süfyan’ın karısı Hindi ve Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşî’yi affetti. Onlar da bu büyüklük karşısında dayanamayıp müslüman oldular. Bu ne büyüklük Allah’ım! Affıyla da düşmanlarını teslim alıyor, İslam’a girmelerini sağlıyordu.

Bu noktada da bütün insanlığa bilhassa müslümanlara örnek bir tablo bıraktı.

Çünkü zaman zaman biz, bırakın düşmanlarımızı affetmeyi, dostlarımızı bile affedemiyoruz.

Böylesine güzel ve müsbet bir ıslahatcı cihana gelmemiştir, bir daha da gelmeyecektir. Alman başbakanı prens Bismark’ın dediği gibi: “Alem senin gibisini bir defa görmüş, bir daha göremeyecektir ya Muhammed! Çağdaşın olup seni göremediğim için üzgünüm. Manevî huzurunda tam bir hürmetle eğiliyorum.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın hayatını tahlil edip inceleyen Büyük Mütefekkir şöyle diyor:

Şu asr-ı saadeti görmeyenlere Arap Yarımadası’nı gösteriyoruz. Haydi yüzlerce feylesoflarını alıp oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. Acaba Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir senede yaptığı icraatın yüzde birini yapabilecekler mi?

Sigara gibi küçük bir alışkanlığı, küçük bir toplum da, büyük bir sultan, büyük bir güçle ancak kaldırabilir. Bazen kaldıramaz da. Halbuki şu zat (aleyhissalatu vesselam) geniş Arap Yarımadası’nda vahşi ve adetlerine körükörüne bağlı, inatçı birçok kavimlerin çirkin adet ve kötü alışkanlıklarını çok kısa zamanda kaldırarak hepsini güzel ahlakla donatıp tezyin eyledi. O vahşi toplumu bütün âleme öğretmen ve medeni milletlere üstad eyledi. Akılları, ruhları, nefisleri ve gönülleri fethedip kendisine bağladı. Gönüllerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin eğitimcisi ve ruhların sultanı oldu.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

Kutlu Doğum’da kardeşliğimizi koruma görevimiz!..

Kutlu Doğum kutlamalarında ısrarla kardeşliğimizi koruma görevlerimiz hatırlatılmakta, sevgi saygımızın canlanması için özel bir gayret göstermemiz gerektiğine dikkatlerimiz çekilmektedir.

Bu konuda Kırık Testi’den özetleyerek arz edeceğim şu değerlendirmeleri de okuyunca bir daha anlıyoruz ki, gerçekten de kardeşliğimizi kazanma görevimiz, her birimizin irademize bırakılmış en önemli mükellefiyetimizdir. Sözü uzatmadan konunun pek farkında olunmayan bu önemli yanını buyurun birlikte okuyalım.

***

Efendimiz (sas) Ümmet-i Muhammed’in kökten ve toptan yok edilmemesi, umumi bir kıtlığa maruz kalmaması ve çoğunu helak edecek bir düşmanın tasallutu altında kalmaması için Cenâb-ı Hakk’a dua dua yalvarmış ve Allah (cc,) Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bu duasını kabul buyurmuştur! Buna göre bu ümmet, umumi bir helake uğramayacağı gibi, devamlı olarak başkalarının hâkimiyeti altında da şükürler olsun kalmayacaktır! Ancak Efendimiz’in (sas) bu ümmetin kendi arasında birbirleriyle vuruşmamaları, birbirlerine düşmemeleri, kardeşliklerini korumaları için yapmış olduğu duasının Cenâb-ı Hak tarafından kabul buyrulmadığı da ifade edilmiştir. (Müslim, Fiten, 19/20)

Bu son talebin kabul edilmeyiş hikmetiyle alâkalı şu önemli husus dile getirilmektedir:

-Kardeşliği koruma meselesi, insanların kendi iradeleriyle kazanacakları görevleridir! Zira insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Kendi iradesi işin içinde olmadan sürü gibi güdülmek, bir yere toplanmak, ağaçlar gibi üst üste yığılıp bir arada bulunmak insan haysiyet ve şerefine uygun düşmemektedir. Bunun yerine insanın, iradesinin hakkını vererek bir arada yaşayabilme ve başkalarıyla beraberlik tesis ederek kardeşliğini koruyabilme yollarını araştırması, bulması, uygulaması gerekir!.

Nitekim Cenâb-ı Hak ilahî kelamında farklı âyet-i kerimelerde tekrar tekrar insanların birbiriyle imtihan edileceğini ifade buyurarak ümmet-i Muhammed’in maruz kalabileceği bu büyük imtihan konusunda bizi şöyle ikaz etmektedir.

“Bazınızı bazınızla imtihan edeceğiz!.” (En’âm /53)

İşte bu imtihanlardan biri de bazımızın bazımızla imtihan edilmemizdir. Çünkü insanın yaratılışı çok farklıdır. Allah (cc) insan nevinde değişik neviler yaratmıştır. İnsanlardan her bir fert başlı başına bir nev gibidir. Herkesin mizaç ve huyu farklıdır. Kimse kimseye benzemez. Allah insanları bu şekilde farklı farklı yaratmakla, esma-i ilâhiye ve sıfat-ı sübhaniyesinin tecellilerini gösteriyor. Ve aynı zamanda bununla bizi birbirimizle imtihan ediyor ve imtihanda başarılı olanlara mükâfatlar vaat ediyor.

Yani senin huyun onun huyuna uymadığı gibi, onun huyu da sana uymayacak. Sen ayrı bir meşrebin çocuğu, o ayrı bir mizacın evladı olacak. Ancak aranızdaki bütün bu farklılıklara rağmen, siz yine birlik ve beraberlik tesis ederek kardeşliği korumanın yollarını arayacak, böylece bu imtihanı kazanacaksınız!.

Bu sırada bazı huyları farklı olan kardeşlerinizle de karşılaşabilirsiniz. Aranızda şöyle böyle sebeplerden kırgınlık-dargınlık çıkabilir. Hemen kötü insan, kötü kardeş damgasını yapıştırmayın. Farklılıklarınızı ilahi isimlerin farklı tecellisinin gereği görerek kardeşliğinizi yeniden canlandırmaya bakın, kuvvetlendirmeye çalışın.

Fertler arasında oluşabilen bu gibi farklılıklardan dolayı ilk defa özür dileyip “kusura bakma kardeşim, hakkını helal et” diyebilen kimse, iradesinin hakkını veren bir barış kahramanı sayılır. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sas) bu barış kahramanına işaret eder ve birbirine küsen iki kişiden hayırlı olanın, önce selâm veren olduğunu ifade buyurur.

Öyle ise iradenizi tam yerinde kullanarak önce siz selam verin, musafaha için önce siz elinizi uzatın, kardeşliğinizi koruma imtihanını önce siz kazanmış olun…

Kardeşliğimizi koruma imtihanını kazanacağımız nice Kutlu Doğumlar dileğimizle..

Ahmed Şahin / Zaman

Erkekler Kadınlaşıyor mu?

Her geçen gün bilimsel araştırmalar kadın erkek farklılıkları ile yeni bir şey ortaya çıkarırken bir yandan da bazı güçler kadın erkek farklılıklarını yok etmek için uğraşıyorlar. Kadınlaşan erkekler ve erkekleşen kadınlar hızla artıyor.

Dikbaşlı, inat,ukala, hep kazanmaya odaklı, dediğim dedik, saldırgan, sert erkeksi kadınlar ve alıngan, kırılgan, korkak, küskün, sorumluluk almaktan korkan, kadınsı erkekler her geçen gün hızla artıyor. Kadınlar iyi ya da kötü bir konuda olsun değişim ve dönüşüme daha yatkındırlar. Erkekler ise daha yavaştırlar değişim konusunda. Bu açıdan kadınların erkekleşmesi ile erkeklerin kadınlaşması aynı hızda gitmiyor. Kadınlar fıtri bozulmada daha ilerideler. Fakat kadınlar düzelmek isterse de toparlanıp tekrar kadın olmaları mümkün. Oysa bozulan, kadınlaşan bir erkeğin tekrar adam olması oldukça zordur.

Günümüzde kız çocukları ve erkek çocukları birbirinden farklı yetişmiyor. Oysa ikisi de yaratılış rollerine uygun yetişirse ancak o zaman doğru davranış sergileyebilirler. Babaların çoğu erkek çocukları ile yeterince ilgilenmiyor. Anneler erkek çocuklarını bebek gibi yetiştiriyorlar. Kız gibi demiyorum çünkü günümüzde kızlar erkeklerden daha fazla sorumluluk almaya hevesliler, erkeleştikleri için. El bebek gül bebek yetişen sorumluluk almadan büyüyen erkek çocuğu evlendiğinde de rahatı bozulmasın, karısı da annesinin yüklendiği gibi sorumlulukları yüklensin istiyor. Bu da ailede ciddi sorunlara yol açıyor.

Kadın ve erkek ilişkilerinde temel denge kadının yumuşaklığı ve erkeğin sertliğidir.

Kadın vücudu yumuşak yaratılmış. Allah iç ve dışı birbiri ile uyumlu yaratmış. Kadın ruhen de şefkat ve teslimiyetle donanımlı yaratılmış. Erkek vücudu sert yaratılmış. Erkek de ruhen güç odaklı yaratılmış. İki tarafta kendinde olmayanı arzular. Bir erkek bir kadında en çok yumuşaklık ister. Bir kadında bir erkekte en çok güç olsun ister. Bu şekilde bir araya geldiklerinde denge sağlanır, iki tarafta ruhen tatmin olur.

İki tarafta kendinde olmayanı kendi bedenine yüklerse yaratılış özelliklerini bozmuş olur ve karşı tarafın gözünde de çekiciliğini kaybeder. Erkek kendi gibi sert bir kadını uzun vadede çekici bulmaz ve onunla mutlu olamaz, kadın da kendi gibi yumuşak bir erkeğe saygı duymaz ve onunla mutlu olamaz.

Olayı tersinden anlamak isteyen bazıların zannettiği gibi kadının yumuşaklığı eziklik değildir; erkeğin sertliği de kabalık değildir. Kadının yumuşaklığı; sıcaklığı, sevecenliği, nezaketi, edası, sedası, davranışlarının kadınca olmasıdır.

Erkeğin sertliği korumacılığında, adaletli ve merhametli olmasındadır. Korumacı ve adaletli olması için erkeğin güç sahibi olması lazım. Erkek için güç öncelikle cesarettir, daha sonrasında işi gelir. Korumak, kazanmak, ailesinin ihtiyaçlarını gidermek erkek için en temel fıtri davranışlardır. Erkeklerin kadın yaratılışına uygun işleri yapmaları, kadınların erkek yaratılışına uygun işleri yapmaları iki tarafı da mutlu etmez.

Gazetede ünlü bir erkeğin boşanma haberi vardı. Erkek: “Yemekleri hep ben yaptım.” demiş kadına iyi bir koca olduğunu anlatmak için. Kaç kadın evde bütün yemekleri yapan bir koca ister. Kadınlar, kocalarının mutfakta onlara yardım etmesini isterler; fakat bütün mutfağı ele geçirmesini istemezler. Mutfak kadınındır; ister az kullansın ister çok kullansın, erkek orada misafirliğe gelirse, arada yardım ederse, kadının hoşuna gider; fakat erkek mutfağa yerleşip kalırsa kadın rahatsız olur. Yemek yapmayı sevmeyen bir kadın bile dışarıda yemek yemeğe razıdır; fakat kendi içerde yatıp otururken mutfaktan çıkmayan bir kocaya tahammül edemez. Evde dengeler bozulur.

Erkekleri kadınlaştırarak toplumda düzen sağlanamaz. Düzen sağlamanın çok daha mantıklı ve vicdani yolları var.

Arkadaşım anlattı. Kızı ile oğlu kavga etmişler. Kız ağabeyine vurmuş. Ağabey kıza elini kaldırmamış. Oğlu annesine “Biliyorum vursam çok canı yanacaktı, tam elimi kaldıracaktım Peygambermizin “İçinizdeki güçlüler, zayıfları ezmesin” hadisi aklıma geldi ve vazgeçtim.” demiş. Şiddeti önlemek için erkeğin elinden gücünü almak çözüm olamaz, çözüm erkeğe gücünü doğru bir şekilde kullanması öğretmek olmalıdır. Kadına da terbiyeli olmayı öğretmek gerekir tabii ki, gücü kışkırtmasın.

Merhametsiz yetişmiş bazı erkeklerin güç sahibi olunca kadınlara şiddet uygulaması baz alınarak kadınları korumak ve mutlu etmek adına bütün erkeklerin güçlerinin kanun yolu ile alınması kadınları asla mutlu etmeyecektir. Normal olan hiç bir kadın korkak ve mıy mıy bir adamla mutlu olamaz. Çünkü kadın ne kadar “ben güçlüyüm” de dese fıtratındaki onu koruyacağına inandığı cesur bir erkeğe bağlanma arzularını bastıramaz.

Yaratılıştan bize verilen özellikler yok edilemez sadece bastırabiliriz ve yokmuş gibi davranabiliriz; fakat fıtrat bizi rahat bırakmaz ortaya çıkmak ister. Sadece mış gibi davranırız. Erkekmiş gibi davranan kadınlar ve kadınmış gibi davranan erkekler hiçbir zaman mutlu olamazlar.

Sema Maraşlı- Haber7.com

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version